Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

02.05.2007, 20:41

Neyin Korkusu?

Neyin korkusu?

"ınsanların yaşam tarzlarını tehdit altında gördükleri zaman sokağa dökülmesi, demokrasinin en önemli sigortasıdır. Ama tehdit gerçek değilse, korku olgulara dayanmıyorsa, takıntı halini almışsa, bir insan hayali korkularla hayatı hem kendine hem de etrafındakilere zehir ediyorsa bunun adına başka bir şey denir.

Bu hastalıklı bir durumdur. Böylelerini korkacak bir şey olmadığına ikna etmeye çalışmak neredeyse imkansızdır. Ben yüzbinlerce insanın böyle hastalıklı bir ruh hali içinde olduğuna inanmak istemiyorum. O yüzden de, Tandoğan ve Çağlayan mitinglerindeki ruh halini "korku"dan ziyade, başka şeylerle açıklama gereği hissediyorum." diye bitirmiştim dünkü yazımı.

Bugün o başka şeyleri biraz açmaya çalışayım. Miting meydanlarında atılan sloganlara dikkatlice baktığınızda göreceksiniz o başka şeyleri... "imam" aşağılamalarından geçilmeyen o sloganlarda sadece siyasi bir talep değil, esas olarak küçümseme var; horlama var; tepeden bakma ve "ayakların baş olması" karşısında duyulan öfke var...

"Yaşam tarzlarını korumak için" meydanlara koşan kadınlarımız, Tayyip Erdoğan'dan, Emine Erdoğan'dan, Abdullah Gül'den ya da Hayrünnisa Gül'den bahsederken pis bir şeyden bahseder gibi dudaklarını büzüp yüzlerini buruşturuyorlar, fark etmediniz mi? Başörtülü bir kadını Çankaya köşkünde "firs lady" olarak görmeye dayanamayan, böyle bir tablo karşısında tüyleri diken diken olan, böyle bir tablo görmektense ordu dipçiği altında yaşamaya razı olan bu kesim, aslında keskin bir sınıf tutumu alıyor. Cumhuriyetin başından bu yana sahip olduğu "yöneten sınıf" olma imtiyazını kaybetmeye dayanamıyor.

Evet, bu bir korku... Ama kendi yaşam tarzını koruyamama korkusundan ziyade, toplumsal iktidarı kaybetme korkusu... 1998'deki bir yazımda şöyle yazmışım: "Çocukluğumdan beri okuldaki bütün hademeler, devlet dairelerindeki müstahdemler, devlet hastanelerindeki hastabakıcılar hem devlet memuru hem de başörtülüdür ama bunun mesele yapıldığını hiç hatırlamıyorum. Peki şimdi neden mesele oluyor? Çünkü devletimiz onların okullarda hademe olmakla yetinmeyip bir de öğretmen olmaya kalkmalarını hazmedemiyor bir türlü. Hastabakıcı oldukları sürece sorun yok. Ama karşısında doktor olarak görmeye dayanamıyor. Mahkeme kapısında mübaşir olabilirler. Yeter ki, cübbe giyip yargıç olarak karşımıza dikilmesinler! Köşedeki bakkal, pazarda köy yumurtası satan amca, kapımızdan geçen seyyar satıcı olmakla yetinmeyip holdingler, bankalar kurmalarını, gazete-dergi-TV patronu olmalarını kabullenemiyor. Başörtülü ya da çember sakallının, devlet kapısındaki boynu bükük vatandaş olmaktan çıkıp devlete sızmaya (!) kalkışmasını hafsalası almıyor. Büyüyen-gelişen Türkiye'nin yeni resmidir bu ürkülen resim.

Türkiye büyür ve zenginleşirken, köydeki uzak akrabalarımız, köşedeki bakkalımız, kasabadaki manifaturacı Hacı Amca da çalıştı, sermaye biriktirdi, çocuğunu üniversiteye gönderdi. Toplumsal konumunu alt katmanlardan üst katmanlara doğru yükseltti. Ekonomik hayatta, kamu hayatında "görünür" hale geldi.

ışte "irtica geliyor" diye feryat edilen şey, bu görünürlüktür, toplumsal konumlanıştaki bu yükseliştir." Gördüğünüz gibi, 1998'den bu yana pek bir şey değişmemiş. Üstelik, dindar kesimlerin toplumsal konumlanışındaki bu yükselişi hazmedemeyen sadece devlet değil; toplumun bir kesimi de aynen devlet gibi hissediyor bu konuda. Hele hele söz konusu yükseliş Çankaya'ya kadar varınca, "artık çizmeyi aştılar" diye isyan edip meydanlara koşuyor.


Gülay Göktürk/Bugun Gazetesi-02/05/2007
Bir saat ilim öğrenmek, [mesela ilmihal okumak] geceyi ibadetle geçirmekten daha çok sevaptır. ( Dürr-ül-muhtar)

2

02.05.2007, 20:47

Çok yerinde tespitler. ışte demokrat bir insan. Gayet objektif değenlendirmiş :tamam:

3

03.05.2007, 16:46

insaf ve izan çerçevesinde çok solcu yazar cumhuriyet yazarları hariç

baykal gibi zihniyetlere çok tokmak vurdu

gelinen nokta bir yönden iyi bir yönden kötü

iyi oldu kimlerin zihniyetleri bulanık ötesi olduğu görüldü

kötü oldu uzun süredir devam eden harmonik hareketler harmoniden çıktı

bu hadiseler depremdeki güzellik gibi

üstadımızın şer gibi görünen hadiselerin arkasındaki hayırları anlatması gibi

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir