Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.
Alıntı sahibi ""Bediüzzaman Said Nursi""
Nur Cemaati dost, kardeş, talebe dairelerinden müteşekkildir
Malûm olsun ki, bizi ziyaret eden ya hayat-ı dünyeviye cihetinde gelir; o kapı kapalıdır. Veya hayat-ı uhreviye cihetinde gelir; o cihette iki kapı var. Ya şahsımı mübarek ve makam sahibi zannedip gelir; o kapı dahi kapalıdır. Çünkü, ben kendimi beğenmiyorum, beni beğenenleri de beğenmiyorum. Cenab-ı Hakka çok şükür, beni kendime beğendirmemiş. ıkinci cihet, sırf Kur'ân-ı Hakîmin dellâlı olduğum cihetledir. Bu kapıdan girenleri, ale'r-re'si ve'l-ayn kabul ediyonım. Onlar da üç tarzda olur: ya dost olur, ya kardeş olur, ya talebe olur.
Dostun hassası ve şartı budur ki: Katiyen, Sözler'e ve envar-ı Kur'âniyeye dair olan hizmetimize ciddî taraftar olsun ve haksızlığa ve bid'alara ve dalâlete kalben taraftar olmasın, kendine de istifadeye çalışsın.
Kardeşin hassası ve şartı şudur ki: Hakîki olarak Sözler'in neşrine ciddî çalışmakla beraber, beş farz namazını edâ etmek, yedi kebâiri işlememektir.
Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki: Sözler'i kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini onun neşir ve hizmeti bilsin.
ışte şu üç tabaka, benim üç şahsiyetimle alakadardır. Dost, benim şahsî ve zatî şahsiyetimle münasebettar olur. Kardeş, abdiyetim ve ubûdiyet noktasındaki şahsiyetimle alakadar olur. Talebe ise, Kur'ân-ı Hakîmin dellâlı cihetinde ve hocalık vazifesindeki şahsiyetimle münasebettardır.
şu görüşmenin de üç meyvesi var:
Birincisi: Dellâllık îtibariyle mücevherât-ı Kur'âniyeyi benden veya Sözler'den ders almak; velev bir ders de olsa.
ıkincisi: ıbadet îtibariyle uhrevî kazancıma hissedar olur.
Üçüncüsü: Beraber dergâh-ı ılâhiyeye müteveccih olup rabt-ı kalb ederek, Kur'ân-ı Hakîmin hizmetinde el ele verip, tevfik ve hidayet istemek.
Eğer talebe ise, her sabah mütemadiyen ismiyle, bazan hayaliyle dahi yanımda hazır olur, hissedar olur.
Eğer kardeş ise, birkaç defa husûsi ismiyle ve sûretiyle dua ve kazancımda hazır olup, hissedar olur. Sonra umum ihvanlar içinde dahil olup, rahmet-i ıâhiyeye teslim ediyorum ki, dua vaktinde "ihvetî ve ihvanî" dediğim vakit, onlar, içinde bulunur. Ben bilmezsem, rahmet-i ılâhiye onları biliyor ve görüyor.
Eğer dost ise ve ferâizi kılar ve kebâiri terk ederse, umûmiyet-i ihvan îtibariyle duamda dahildir. Bu üç tabaka dahi, beni manevî dua ve kazançlarında dahil etmek şarttır.
Mektubat, s. 329.
Kaynak: http://www.risaleara.com/oku.asp?id=5472
Alıntı sahibi ""YaMusaB""
Cahilliğimden kaynaklanan sorularıma samimiyetle cevap verdiğiniz için Allah razı olsun.
1-Kimse kafasına göre nur talebesiyim diyemez demişsiniz. Bu biraz kısıtlama olmuş gibi. Olamayacağını elbet biliyoruz. Nur talebesi olmak bir ayrıcalıktır. Ben burdaki bazı abilerin yazılarını okudukça bu kanıya vardım. Ama gerçek nur talebesi kim onu en doğru Allah bilir. Birilerine sen nur talebesisin sen değilsin gibi söylemler yapmak bizim görevimiz mi :roll:
Varsın kardeşler risaleden aldığı feyizle şevkle aşka gelip ben nur talebesiyim desin. Gerçekten nur talebesi yada talebe değil orasını Allah biliyor. Kişinin kendi söyleminde bence bir bahis yok. Tabii bu işin bencesi olmaz kusura bakmayın. Yanlış söylemlerini lütfen varsa düzeltiniz.
2-F.Gülen nini kitaplarının hepsini okumadım. Sohbetlerinin hepsini dinlemedim. Kendisiyle konuşma imkanımda olmadı. Atatürke ne kadar dost bilmiyorum. Sanırım bu konuda yorum yapmam hakkım değil. Yada akrabanıza bizzat sorabilir siniz. Gerçekten çok mu seviyorlar Atatürk ü.
3-Furuat ne demek bilmiyorum. Başörtüsü açık bir emirdir. Ve herkes yapmak zorundadır. Bunun fetvası olmaz sanırım. Açanlar kendi isteiyle açabilir. f.gülen kapanmayın diyorsa Allah affetsin onu.
4-Yeniasyadaki abiler çocuklarını Atatrük ün resimlerinin olduğu okullara yolluyorlar mı yollamıyorlarsa nereye yolluyorlar sorusu gözünüzden kaçtı sanırım.
5-Biz abi bilir demeyiz derken kardeşlerimizi çekiştirmiş oluyor muyuz olmuyor muyuz? Öğrenebilir miyim.
6-talha abi bana bu gece ismimle dua edermisiniz : )
Alıntı
Soru: "Bir konuşmasında F. Gülen hocaefendi tesettür için teferruat dedi. Bu doğru mudur? Teferruat ne demektir? Ayrıntı ve detay anlamına geliyor ama, buradaki manası nedir? Üstelik tesettürün teferruat değil, füruat olduğunu biliyordum ben. Teferruat ve füruat ne demektir? Tesettür füruat mı, yoksa teferruat mıdır?"
Cevap: Fethullah Gülen hocaefendinin başörtüsü hakkında kullandığı kelimenin "füruattandır" tarzında olduğunu hatırlıyorum. (Yanlış hatırlıyorsam düzeltin.) "Füru(at)", Fıkhî bir tabirdir ve "Usul'e ilişkin olmayan" anlamındadır.
"Teferruat" kelimesi de aynı kökten gelmekle birlikte fıkhî bir tabir, daha doğrusu bir "terim" değildir. Soruda da dile getirildiği gibi, "ayrıntı" kelimesi ile eşanlamlı olan bu kelimenin dinî/teknik bir içeriği yoktur..
Bilindiği gibi bizim yaygın olarak "Fıkıh" tabirini kullandığımız alan, aslında "Füru-i Fıkıh" alanı, bir diğer söyleyişle "fer'î meselelerin işlendiği alan"dır. Bu meselelerin üzerine tebenni ettiği temel ise "Usul-i Fıkıh"tır. Dolayısıyla herhangi bir meselenin "füruattan" olduğu söylendiğinde, o meselenin Usul-i Fıkh'ın değil, Füru-i Fıkh'ın konusu olduğu ifade edilmiş olur.
Ancak kanaatime göre hocaefendinin yukarıdaki tabiri, başörtüsünün "imanî meseleler"den olmadığını vurgulamayı hedeflemektedir. Zira bir meselenin Füru-i Fıkh'ın mı, yoksa Usul-i Fıkh'ın mı konusu olduğu sorusunun cevabı, o meselenin önem derecesine etki etmez. ıtikadî bir meselenin önem derecesi ile, –ister Usul'e, isterse füruata müteallik olsan– Fıkhî bir meselenin önem derecesi birbirinden farklı olduğu için ilkinin ilgi alanına giren meseleler, ikincinin ilgi alanına girenlere göre daha önemlidir.
Dolayısıyla hocaefendi demek istiyor ki, bir kimse imanî/itikadî ilkelere aykırı bir tutum içinde olmadıkça, fıkhî bir hükme uymaması çok önemli değildir; zira böyle bir durumda imanı tehlikeye girmez. Başörtüsü de imanî/itikadî bir mesele olmadığı için fazla büyütmeyin. Başınızı açmakla imanınızı yitirmiş olmazsınız. Türkiye'nin şartları başörtüsü konusunda ısrarlı olmanın daha büyük zararlara kapı aralamasına müsaittir. Bu sebeple bu noktada bir adım gerilemenin kimseye bir zararı olmaz...
Hocaefendi Türkiye dışında olduğundan, kendisi için çok önemli olmayabilir, ama, diyelim ki bağlıları, kısa etek veya şort dayatmasıyla karşılaşsa, acaba kendisinden bu bu sefer de "setr-i avret füruattandır" tarzında bir fetva sadır olmasını bekleyebilir miyiz?
Başörtüsü emrinin Kur'an, Sünnet ve ıcma ile sabit bir hüküm olması dolayısıyla taşıdığı ağırlıktan –herkesin malumu olduğu için– bahsetmeyeceğim. Ama başörtüsünün hiç olmazsa bir "kimlik" meselesi olarak ele alınması gerekli değil midir? Bunun böyle olduğunu, başını açarak okumayı hem reddedenler, hem de kabul edenler arasında onlarca, hatta belki yüzlerce kızımızın ruhsal problemler yaşadığı vakıası açıkça göstermiyor mu?
Bu meselenin –ve diğer benzerlerinin– çözümü, "sizden isteneni yapın, kurtulun" demekte midir? Bu bir "çözüm" müdür?
Hocaefendi'yi bilmem ama, burada yaşayanlar bunun, "problemi dondurmak" anlamına dahi gelmediğini yakından biliyor. Bu, olsa olsa, "gerginliği dondurmak"tır ve elbette bunu sineye çekenlerin ruhunda yol açtığı yıkımın sesi Amerika'dan dahi net olarak duyulur.
Bu kızlarımızın –aileleri ve yakın çevreleriyle birlikte– yaşadıkları hakkında her şey söylendi. Ama onların çocuklarının, bu yaşananların silinmez etkisiyle kurulan evlilikten doğacak çocukların, yani gelecek nesillerin, ne kadar sağlıklı bir aile ortamına gözlerini açacağı ve ne kadar sağlam bir ruh yapısıyla büyüyeceği konusunda henüz hiçbir şey bilmiyoruz.
Öyleyse soruyu tekrar edelim: "Bu, çözüm müdür?"
...
Soru: Başörtüsünün imanî ve amelî ağırlığı nedir?
Cevap: Bu soru, başörtüsü meselesinin iki ayrı veçhesini gündeme getirdiği için önemlidir:
1. Başörtüsünün ilahî bir emir olup olmadığı.
2. ılahî bir emir olduğu kabul edildiğinde, terkinin hükmü.
ılkinden başlayalım:
1. Çok iyi bilindiği gibi Müslüman kadının örtüsü ile ilgili olarak Kur'an'da yer alan 24/en-Nûr, 31 ayeti açık ve kesin bir hüküm bildirir. Bu ayet, başörtüsünün bağlanma biçimini de tasrih etmiş, sadece başın değil, cahiliye döneminde tatbikatı bulunmayan "boynun ve göğsün örtülmesi"ni de hükme bağlamıştır.
Devr-i Saadet'ten itibaren bütün zamanlarda –modern zamanlar hariç– Ehl-i Sünnet'iyle-ehl-i bid'atıyla, havassıyla-avamıyla bütün Ümmet bu ayetin bildirdiği hüküm doğrultusunda amel edegelmiştir. Bu yönüyle de başörtüsü, delilinin delaleti üzerinde en küçük bir şüpheye yer bırakmayan "amelî tevatür" hüviyetindedir.
Hem delaletinin hem de sübutunun kat'îliği sebebiyle bu ayetin bildirdiği hüküm bir "farz-ı kat'î"dir; inkârı (Kur'an'da başörtüsü emri bulunmadığı iddiası) ya da tahfifi (küçümsenmesi, hafife alınması) kişiyi dinden çıkarır.
(Bu vesileyle 17 Haziran tarihli yazımdaki bir eksiği düzeltmiş olayım. O yazımda Fethullah Gülen hocanın başörtüsü hakkında "füruattandır" dediğini hatırladığımı yazmış, "yanlış hatırlıyorsam düzeltin" demiştim. Ertesi gün Samsun'dan yazan Murat Tekin kardeşim, kelimeyi yanlış hatırladığımı, F.Gülen'in başörtüsü hakkında "teferruat" kelimesini kullandığını belirten bir ileti gönderdi. Kendisine teşekkür ediyorum. Durumu http://tr.fgulen.com/ adresinden de teyit ettim.)
Ayrıca 33/el-Ahzâb, 59 ayeti de mü'min kadının dışarı çıktığında "dış giysisi"ni üzerine almasını emretmekte; bunun, tanınıp eziyet edilmemeleri için daha elverişli olduğunu belirtmektedir.
Bu nokta, "Din'in hükümlerine riayetin bizzat kendisi maslahattır" diyen ulemanın aksine ıslam ahkâmının –kendi tesbit ettikleri– "maslahat" ekseninde düzenlenmesini savunan Modernistler için gerçek bir samimiyet testidir. Zira burada onların anlayışına uygun maslahat, olsa olsa mü'min kadının tanınıp eziyet görmemesi olabilir. (Hür-cariye ayrımının mevcut olduğu dönemlerde dış örtü, hür kadınların diğerlerinden ayırt edilmesini sağlıyor, eziyet görmelerini engelliyordu.) Bugün ise durum tersine dönmüş; tesettür, tanınıp eziyet görme aracı haline gelmiştir. Bu noktada Modernistler'den beklenen, yürekli bir şekilde ortaya çıkıp, maslahatın tesettürün terkini gerektirdiğini ve bunun, bizatihî murad-ı ilahî olduğunu söylemeleridir...
2. Başörtüsünün ilahî/kesin bir emir olduğunu kabul ettiği halde çeşitli gerekçe ve mazeretler sebebiyle bu emre riayet edemediğini söyleyenlere gelince, günahkâr olurlar. Bir an önce tevbe-istiğfarla bu ilahî emre imtisal etmeleri gerekir.
Bu noktada başörtüsü mağduru öğrenci kardeşlerimin, "tahsil görmek dinimizin kabul ettiği bir "gerekçe" değil midir?" dediğini duyar gibiyim. şunu söyleyeyim ki, herkesin kendi durumuna göre tafsil edilmesi gereken böyle bir soruya "evet" ya da "hayır" demenin meseleyi çözmediğini biliyoruz. Bu, bu ülkede yaşayan bütün mü'minlerin ortak meselesidir ve çözümü yolunda ciddi anlamda gayret sarf edilmedikçe her birimizin omzunda bir vebal olarak durmaktadır. Bulunduğumuz noktada önerebileceğim "elle tutulur" tek tarz-ı hareket, 65/et-Talâk, 2 ve 24/en-Nûr, 55 ayetleri üzerinde tefekkür etmektir. (Bu konuda bkz. "Çağdaş Dünyada ıslamî Duruş", 127 vd.)
Bunun dışında, başörtüsüne alışamamak, başını örttüğü takdirde çevresi tarafından yadırganma endişesi taşımak... gibi gerekçelerin birer "vesvese" olduğunu bilmemiz gerekiyor. Yüce Yaratıcı'nın bir emrini yerine getirirken ne kadar zorlanıyorsak, ecrimizin o ölçüde fazla olacağını hatırlatarak meseleyi şöyle bağlayayım:
Yaşadığımız zaman diliminde Müslümanlar, tarihin herhangi bir döneminde olduğundan daha hassas bir durumda bulunuyor. Tek tek her birimiz, bu Din'in bekası bizim onun ölçülerine uygun yaşamamıza bağlıymış gibi düşünmeli, tek tek her birimiz, zamanın bu kertesinde "Müslüman" kılınmış olmanın ne büyük bir anlam ifade ettiği noktasında yoğunlaşmalıyız.
Not: 1 Temmuz tarihli yazımda, bir okuyucu sorusuna cevaben "Haramlardan kaçınmanın sevabının farzları yerine getirmenin sevabından daha fazla olduğunu ifade eden bir sözün varlığından haberdar değilim. Böyle bir söz söylenmişse, kimin söylediğini de bilmiyorum" demiştim. Rıza Görüş kardeşim, bu meselenin ımam-ı Rabbanî'nin "Mektûbât"ında geçtiğini belirten bir mail gönderme lütfunda bulunmuş. Kendisine teşekkür ediyorum.
Dâru'l-Hikme'deki arkadaşlar "Mektûbât" üzerinde hayli çalışma yaptılar. Bu konunun geçtiği mektupların bir dökümünü veren Orhan kardeşime zahmeti için bilhassa müteşekkir olduğumu belirtmeliyim.
ımam-ı Rabbânî bu meseleyi 9, 76 ve 286. mektuplarda "vera" ve "takva" kavramları merkezinde beyan ediyor. Aslından okunmasını tavsiye ederim.
...
Ebubekir Sifil
Kaynak:http://www.zehirliok.com/konu/tesettur-f…a-teferrua.html
Alıntı sahibi ""Fethullah Gülen Hocaefendi""
şekilcilik ıslam'ın Ufkunu Daraltır[1]
— Kadın tecrit edilerek örtünmesi isteniyor. Kezban Hatemi, Kur'an'da baş örtme yoktur diyor. Örtünme var mı, yok mu? Bu konudaki dayatma nedir?
— Kezban Hanım'ı ben de dinledim. Kur'an'da örtünmeden bahsedilir, ama nasıl örtünüleceği, şekli açıklanmaz. ıran'daki gibi çarşaf mı giyilecek, peçe mi takılacak, bunlar net değildir. şekil üzerinde durmak, ıslam'ın geniş ufkunu daraltmak olur, zevksizlik olur. Hatta ıslam dinini bir kostüm dini haline getirmek olur ki, bunlar yanlıştır. Başörtüsü de aynı şekilde üzerinde durulacak usul, yani imanın ve ıslam'ın esaslarından, şartlarından değildir. Bunlardan dolayı, insanın adeta dinin dışında tutulması dinin ruhuna aykırıdır. Bu konuda dayatmalar, ısrarlar ifrattır ve zorlamadır. Hatta nefret ettirmedir.
Gönülde sevgi önemlidir, sevdirme önemlidir. ışin kaynağıyla irtibat önemlidir. Herkes hoşgörü ister, ben de kendi telakkilerim, kabullerim içinde hoşgörü isterim. Benim de buna ihtiyacım vardır. Ancak böyle olursa, toplumun değişik parçaları bir araya gelebilir. Aynı ölçüde ben de herkesi bağrıma basmalı ve kabullenmeliyim. O kadar çok müşterek yanımız var ki, teferruatta bölünüp parçalanmamalı. Caminin içinde birbirimize düşeceksek, şekilden önce ruh veya muhtevayı öne alıp avluda barışacaksak, orada barışı sağlamalıyız.
Türban Meselesi[2]
'Okullarımızdaki başörtüsü sorunu, çok hassas hale geldi. Ancak şu kadar söyleyeyim, okumayı istemek ile okumamak arasında kalan bir
insan ne yapmalı'
Ülke ve millet adına okumak mı yararlıdır, okumamak mı' Dinin füruata ait bir meselesinde bu denli hassas olmak mı, yoksa tercihini başka istikamette kullanmak mı gerekli' Kişi kanaatı vicdaniyesi ile bu mevzuda hükmünü verip öyle davranmalıdır. Bana göre okumayı tercih etmelidirler.'
Başörtüsü Eylemleri[3]
Üniversitelerde devam eden başörtüsü direnişini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Genç kızlarımızın zorlanmaları halinde tercihlerini eğitim gören hedefinden yana yapmalarını arzu ederim. Tabii ki dini mülahazalarla başlarını örten hanımlara müdahale edilmesine karşıyım. Onların dinin detayına ait bir konuyla tahsilleri arasında tercih yapmak zorunda bırakılmalarına üzülüyorum. Ama toplumumuz hassas bir dönemden geçiyor. Herkesin bunu göz önüne alması lazım. Bir taraf bunu kavga sebebi yapmamalı, diğer taraf da tepkileri kavga başlatıldı diye görüp üzerine gitmemeli... Hukukçu bir dostumuz yazdığı kitaba 'Müntesiplerinin Cehaleti, Hasımlarının Kör Düşmanlığı Arasında Talihsiz Müslümanlık' adını koymuş.. Çok doğru.. Durumumuzu özetliyor kitabın ismi. ıki taraf da cehalete yenik düşüyor.
Kadınların Başını Örtmesi şart mıdır?[4]
-Kadının başını örtmesi meselesi bir iman meselesi ölçüsünde önemli değildir. Allah'a karşı kulluk, umumi manada kulluk meselesi ölçüsünde önem arz etmez bunlar. Teferruata ait meselelerdir. Nitekim, yani Allah'a iman meselesi ta Mekke'de efendimize tebliğ edilmiş. Namaz meselesi orada bize farz kılınmış, daha sonra zekat farz kılınmış. Ama tesettür meselesine gelince biraz farklı. Zannediyorum peygamberliğin 16'ncı, 17'ncı senesinde Müslüman kadınların başları açıktır. Ama geçmişte türban meselesi yüzünden toplum neredeyse birbirine girecekti.
Siz bu tartışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Temel meseleler varken, teferruatın kavgasını vermek zannediyorum üslup bakımından yanlış. Onları öne çıkartmak bir yönüyle diğer meselelerin önemsizliğini bir yönüyle ifade etmek gibi bir şey olur. ınsanlar yine işin başına geçsinler, başlarını açsınlar, belli bir dönem sonra kapatsınlar demek de değildir bu yani. Ondan da farkı bir meseledir.
Dindeki başörtüsünün nereye konacağı meselesi çok iyi kararlaştırılmalı evvela. Bir diğer yanı da birileri de bundan çok rahatsız olmamalı bence. Bu mozaik içinde toplumun bir kesimi olarak kabul edilmeli.
Yanlış hatırlamıyorsam ben, 1990'da falan bu türban olayı toplumu gerginleştirdiği zaman sizin mesajınız bu doğrultudaydı.
-Belki aynı şeyleri söylemişimdir. Teferruata boğulmayalım. Küçük şeylere büyük şeyleri feda etmeyelim. Yani başörtüsü eğer ıslami öğretiler, ıslami esaslar arasında dördüncü beşinci sırada bir meseleyse, bununla kavga ederek bir yönüyle belki imana müteallik meseleleri çok geri plana atıyoruz. Yani birinin imanı vardır. namazı da vardır, belki hacca da gidiyordur. Fakat bu meselede farklı düşüyorsa, bu insan bunu hiç kabul etmemezlik demek, işte dördüncü plandaki bir meseleyi birinci plandaki meselenin önüne geçirme demek gibi bir şeyler oluyor.
Başörtüsü ve Müslümanlık[5]
-Size göre Türkiye'deki Allah'a gerçekten bağlı Müslümanların çoğunluğu demokratik ve laik bir devlette yaşamak istiyor mu? Bu Müslümanların pek çoğu cumhuriyeti idare eden laik kurumlarda değişiklikler görmek arzu ediyor mu? Bir başka ifadeyle onlar mesela başörtüsünü, ıslami elbise veya ıslami eğitimin yeniden gözden geçirilmesini istiyorlar mı? Türkiye'de şu andaki durumun demokrasi ile ıslamın yan yana yaşayabileceği şeklinde midir? Yani yaşayabileceği doğru mudur, mümkün müdür? Eğer mümkünse Türkiye bu noktada dünyanın kalan kısmına örnek olabilir mi? Yani demokrasi ile ıslamın beraber yaşaması konusunda neler söyleyebilirsiniz?
-Evet. şimdi Türkiye'de demokrasi ve laiklik senelerden beri yani bir manada hatta denebilir ki, Osmanlılarda kısmen vardı. Cumhuriyetin kurucuları Osmanlılardan mücmel üzerinde durulabilir şekilde aldılar, laisizmi. geliştirdiler. Daha sonraki yıllarda da bu doğrudan doğruya anayasaya giren bir kavram oldu. Ne var ki, tarifi üzerinde bunun çerçevesi üzerinde çok fazla bir şey konuşulmadı. Çerçevesi ile alakalı bir bilgi verilmedi. Onun için büyük ölçüde laiklikten rahatsızlıktan duyma değil de demokrasiden rahatsızlık duyma değil, bunların ifade ettiği kavramların çerçevesinin belirsizliğinden oldu.
Mesela Türkiye'de bazıları laiklik derken, dine hakkı hayat tanımama gibi düşündüler. Tabi Türkiye'deki Hıristiyanlara ve Yahudilere karşı böyle diyemezlerdi. Çünkü onların arkasında Avrupa vardı, Amerika vardı, dünya vardı. Türkiye'deki garip Müslümanların hakkını müdafaa edecek yoktu. Onlara karşı bir çevre diyorlardı ki, laiklik Türkiye'de farklı olmalı, bu gazetelerde vardır, hatta zabıtlarda vardır bu. Hukukçuların toplantı yapıp da bildiriler halinde verdikleri bildirilerde vardır. Türkiye'de laiklik dinsizlik şeklinde anlaşılmalı, işte buna karşı rahatsızlık oldu.
Demokrasi insanların ferdi ailevi içtimaî veya ibadetle muamelatla alakalı her şeylerini baskı altında tutsun, onlara rahat kendilerine göre inançlarına göredüşüncelerine göre hareket etme imkanı fırsatı vermesin şeklinde algılandı. Buna karşı rahatsızlık oldu. Bununla beraber milletimizin geçmişten gelen genel terbiyesi var.Bundan ötürü, bugüne kadar laiklik karşıtı veya demokrasi karşıtı zümrelerin devlete başkaldırdığına hiç şahit olmuyoruz. Hatta şusiyasi parti teşekkül edeceği ana kadar kimsenin ne ibadet ü taatına karışılıyordu, ne de kimse ibadeti taatına karışılıyor diye bundanrahatsızlık duyuyordu. Dolayısıyla başkaları ortaya çıkaracağı ana kadar millet çoğunluk, % 80 diyebiliriz, ne laiklikten rahatsızlık duydu ne de demokrasiden rahatsızlık duydu. Belli bir zümre bunları problem yaptı. Bunlar olmaması lazım veya işte belli mülahazalarla Batıdaki ölçülerle gelsin, biz de evet deriz filan dediler. Bunlar idareye geçince bunlar da esasen herkesten laiğiz dediler, herkesten daha demokratız dediler, herkesten ziyade cumhuriyetçiyiz dediler. Ve buna halkın tepkisi olmadı. Kendilerini tutanların da tepkisi olmadı. Demek bu mesele milletin çok fazla problemi değildi.
Hatta dinini diyanetini rahat yaşaması açısından çevresine de bakarak Türkiye'yi daha rahat buluyordu. Mutlaka bir kısım antidemokratik şeyler vardı ama fakat Türkiye Asya'daki devletlerle, Afrika'daki devletlerle, mağrip ülkeleriyle mukayese edilmeyecek kadar demokratik hak ve hürriyetlerden istifade ediyor ve yaşıyordu onu. Kimsenin de problemi değildi bu. Sonradan zannediyorum bu meseleyi suni olarak problem haline getirdiler. Ve bazı kimseler de siyasi mülahaza açısından sadece bu işe sahip çıktılar. Öylece Müslümanlığı adeta demokrasinin ve laisizmin karşısına diktiler. Çünkü onların bir gelişme zemini vardır. Ordu öyle olabilir ama Türkiye'de zaten çok mesele kaynağı ıslam inancı olmak üzere çok mesele onlarla uyum içinde olabiliyordu. Sadece belki hani bir iktidar miktidar mevzuu, iktidara meraklı olanlar ne var ki o Kuran-ı Kerimin bize öğretileri içinde bildiğiniz gibi % 3 nispetinde bir şey tutar. % 97 nispetinde ferdin şahsen dini, dini düşüncesi, ruhani hayatı, Allah'la irtibatı, münasebeti, ailesinin terbiyesi, çocuklarını okutma hak ve hürriyeti, kazanma hak ve hürriyeti, bu meselelerin hiç biri ıslamla çelişmediğinden ötürü millet de laiklikle ve demokrasiyle hiçbir zaman çelişkiye düşmedi.
-Ben geçenlerde ıran'dan geldim. Seçimlerden sonra orda gençlerin pek çoğu mollalardan bıkmış durumda. Molla rejiminden bıkmış durumda. Örtünmeden bıkmış durumda zorla örtünmeden bıkmış durumda.
Ve çoğu bu şikayetlerini dile getiriyor. Fakat Türkiye'de insanlar tam tersine çarşaf giyme ve başını örtme mücadelesi veriyor. Böyle bir tezat nasıl açıklanabilir?
-Aslında zannediyorum böyle bir tezat var başta. şimdi insanlar bir şeye inanırlar inandıkları ölçüde onu yaşarlar. ınandıkları ölçüde duygularını temsil ederler. Hatta dinin esasları gibi olmasa bile esasatı gibi kabul ederek kılık ve kıyafette de bir hususiyete gidebilirler.
şimdi iki şey var. Biri, gerekir ki demokrat düşünen insanlar bu da galiba demokrasinin gereği deyip onlara bazen müsamaha ile baksınlar. Bir tarafa düşen şey budur. Bir diğer tarafa düşen şey şudur. Bunlar Allah'a iman gibi haşre, neşre iman gibi, hatta namaz gibi asıl sayacağımız temel meselelerden olmadığı için bir toplum içinde bunları toplumun değişik kesimleriyle kavga etmeye vesile haline getirmemelidirler. Yani karşılıklı yaşanıyor bu. ıran'daki durumla Türkiye'deki durum çok farklı yani. Türkiye öyle bir kaç tane çarşaf giyen insanın bir kaç tane şöyle böyle kılık-kıyafeti olan insanın ıran'a özenmesi şeklinde alınmamalı bence. Yani temelde ıran ıslam dedi, burada da deniyor biraz biraz da bilememeden meseleyi.
Orada insanlar inançlarına göre bir hayat tarzı içine çekilmediler. O ölçüde inanmadıkları bir hayat tarzının içine itildiler. Yani Humeyni idaresi gelinceye kadar orada sokaklar aynı Türkiye'deki gibiydi. Gelince birden bire herkes çarşaf giyecek dediler yani Taliban'ın hareketi gibi. Herkes sakal bırakacak dediler, herkes şunu yapacak bunu yapacak dediler.
Aslında bu tehlikeli bir şeydi, çünkü dine ait meseleler gönül rızasıyla yapılırsa iradeyle yapılırsa sevabı vardır. Bunların tepelerine binerek bunları yaptırsanız sevap olmaz orda o meselede sevap olmaz. Ve o iş devam da etmez bir yerde patlar aksi zuhur eder. O şiddettir, baskıdır o açıdan insanların iradesine saygılı olunması lazım. Ama bir diğer taraftan da insanlar kendi iradeleriyle benim inancımın gereği ben bunu yapmalıyım diyorsa şayet gayet maruf, onunla kimseyi tahkir etmiyorsa kimsenin kanaat-i vicdaniyesine baskı yapmıyorsa dince mukaddes sayılan şeyleri birilerine baskı yapmak için alet olarak kullanmıyorsa bir zaman 163. maddenin fıkralarından birisiydi bu. Yapmıyorsa bence böyle masumane duygusunu düşüncesini yaşayan insanlar da herhalde nazar-ı müsamaha ile ele alınması lazım.
Yani her iki tarafın ifratı tefriti var denebilir ki iki tarafta da hoyratlık yaşanıyor. ıran'da idare tarafından ciddi bir hoyratlık yaşandı. Bizde de bazı idareciler tarafından öyle oldu. Ve genelde halk tarafından da işte bazı hususlar itibariyle öyle bir hoyratlık yaşandığı söylenebilir.
[1] Yeni Yüzyıl, Fethullah Gülen'le New York Sohbeti, 20 Temmuz 1997
[2] Akşam, Orhan Yurtsever'in Fethullah Gülen'le Yaptığı Röportaj,
13 Mart 1998
[3] Radikal, Avni Özgürel, 21 Haziran 1998
[4] Hürriyet, Ertuğrul Özkök'ün Röportajından Bir Bölüm, 23 Ocak
1995
[5] Time Dergisi, 30 Mayıs 1997
Alıntı sahibi ""Fethullah Gülen Hocaefendi""
Fethullah Gülen Hoca efendi "örtünme" ile ilgili olarak da şunları söylüyordu:
• Kur'an'da örtünmeden bahsedilir, ama nasıl örtüneceği, şekli açıklanmaz. ıran'daki gibi çarşaf mı giyilecek, peçe mi takılacak. bunlar net değildir. şekil üzerinde durmak, islamın geniş ufkunu daraltmak olur, zevksizlik olur. Hatta islamı bir kostüm dini haline getirmek olur ki bunlar yanlıştır. Başörtüsü de ayni şekilde üzerinde durulacak usul, yani imanın ve ıslamın esaslarından, şartlarından değildir. Bunlardan dolayı, insanın adeta dinin dışında tutulması dinin ruhuna aykırıdır. Bu konuda dayatmalar, ısrarlar ifrattır ve zorlamadır. Gönülde sevgi önemlidir, sevdirme önemlidir. Herkes hoşgörü ister, ben de kendi kabullerim içinde hoşgörü isterim. Ancak böyle olursa toplumun değişik parçaları bir araya gelebilir.
Alıntı sahibi ""muzyyy""
Sonuç olarak; YÜCE ALLAHıma şükürler olsun ki,ben NUR RıSALELERınden ve o yoldan asla soğumadım..
Alıntı sahibi ""cosmo""
Sayın muzyyy
Size bir şey sormak istiyorum. Merakımdan...
Sadece malum toplantıda mesleğinizle alakalı başınıza bahsettiğiniz durum geldiği için mi cemaatten ve toplantılardan soğudunuz.
Yoksa bu bahsettiğiniz durumun sonradan katılacağınız bütün toplantılar da da bu şekilde olacağını mı biliyordunuz???
Ve bu bahsettiğiniz durumu buraya yazmadan önce onlarla da istişare ettiniz mi?
Dua ile....
Alıntı sahibi ""YaMusaB""
O F.gülen cemaatinin, yanlış yaptığını iddaa ettiğiniz kişileri kadar, şimdi sizde onların hatalarını burada deşifre ederek hataya düştüğünüzü hiç düşündünüz mü.
Bu forumda bunları açıklamanızdan Allah razı olacak mı, vicdanınız ne diyor.
Bizim yanlışa karşı duruşlarımız bile ıslami olmalı diye biliyorum, yanlış mıyım.
Muhabbetle
Alıntı sahibi ""cosmo""
Selamun Aleyküm
Ben kendi adıma gerekeni yaptım derken gerçek isminin talhagenç olduğu anlaşılıyor. Yok rumuzun talhagenç ise siz kimsiniz.Ve Saidi Nurs-i mesleğine yaptığın hizmetlerden de bizleri haberdar edersen seviniriz. Hem böylece bizlerde sizin yaptığınız hizmeti sorgulayabiliriz. Doğruları ve yanlışlarını etut edebiliriz.....
Dua ile....
Alıntı sahibi ""YaMusaB""
Abi zaten art niyetli yazmış olduğunuz zannına kapılsa idim, size cevap verir miydim.
Ve dayanaksız, ispatsız yazsa idiniz, yazdıklarınız da iftiraya girmezmiydi.
Risale-i Nur'un hukukunu başkalarının kusurlarını ortaya atarak mı koruyacağız, bunun başka yolu yok mu? Rolling Eyes
Karşımızdaki yangın büyükken, böyle konularla zaman mı harcayacağız, zamanımız çok mu? Rolling Eyes
Ne güzel bütün cemaatteki kardeşler, hatta eminim ehl-i tarikattan kardeşler de vardır, şurda iman hakikatlarını konuşurlarken uhuvvetimizin derecesi yükselirken bu gibi konuları gündeme getirmek ne kadar doğru. Rolling Eyes
Rabbimiz kardeşlerimizin kusurlarını deşifre edince bizden ne kadar razı olacak. Rolling Eyes
Kim bir kardeşini, bir günah sebebi ile ayıplarsa, o günahı işlemedikçe o kimse ölmez diyen Efendimizi nasıl anlamalıyız. Rolling Eyes
NOToruları cevap verilsin diye sormadım, sadece vicdanlarda cevaplansın diye uslup olarak kullandım.
muhabbetle
Alıntı sahibi ""YaMusaB""
1-F.gülen ecevit hakkında ne yazdı tam bilmiyorum, ama; eğer yazdıklarına hizmet diyorsa bile bunun lafı burda edilmez, ki yazdıklarını hizmet olarak görmüyorsa şu an sizin yaptığınıza ne denir...
2-ıslam güneş gibidir, her daim parlar. Karanlık yapan veya karanlık gören ancak kendine karanlık yapar. Güneş parlayamayacaktır demek insafsızlık olmuyor mu...
3-F.gülen yanılmıyorsam ben nurcu değilim demiş. Ama grubuna Üstad'ımızı, Risalelerdeki iman hakikatlerini anlatıyorsa, anlatmasın mı. Dışardan başkaları bunlara nurcu diyorsa, onların suçu ne, Risalelerle alakalarını KESSıNLER Mı...Sen nurcusun, sen nurcu değilsin gibi söylemlere hakkımız var mı. Bunun makamı biz miyiz. Ve Her doğruyu her yerde söylemeye hakkımız ne kadar...
4-Benim içinde bulundğum veya sizin içinde bulunduğunuz meşreblere f.gülenin zararı ne, bizim meşreplerin hizmetlerini, sohbetlerini, okumalarını mı engelliyorlar... Orada risalelerle tanışmış kardeşler, imanlarını kurtarmıyorlar mı veya kurtaramayacaklar mı... Üstad mahkemedekilere siz Risalelerle imanlarınızı kurtarın haklarım helal demiyor mu...
5-F.gülen sohbetlerinde Efendimiz(sav) mi, Sahabe efendilerimizi anlatmıyor mu, Kur'an'ı, hadisleri açıklamıyor mu... Bunlara hizmet demez isek insafsızlık yapmış olmazmıyız. Yoksa hizmet sizinle bizim meşreplerin tekelinde mi...Elbette kardeşlerin yanlışları olabilir, ama o yanlışları ortaya çıkarmak DıNSıZLERE hizmet olmaz mı... Onların bıyıklarının altından gülmelerine sebebiyet vermez mi...
6-Yazdıklarımı okudumda, sanki o grubun avukatlığını üstlenmişim gibi olmuş, elbette böyle bir şey haddim değil, Eğer yazılanlar hakikatleri ifade etmiyor ise etmeyen yerleri belirtip, lütfen uyarınız, sileyim.
Üstad'ımız ne demiş;
Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. ıçinde evlâdım yanıyor, îmânım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, îmânımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler...
NOT:http://www.muhabbetfedaileri.com/viewtopic.php?t=7399
Alıntı sahibi ""MıRZASAıD""
forum kuralı var bu konu hakkında:
4.2.16 Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendinin hizmet tarzına saygı duyuyoruz. Fakat bu tarz Risale-i Nur hizmet metoduna uymadığı için ne zaman forumda gündeme gelse sürekli kargaşa ve huzursuzluğa sebeb oluyor. Bu nedenle forumda "Fethullah Gülen" hocaefendi ile alakalı konu açılması ve mesaj atılması kesinlikle yasaklanmıştır. Bu kuralın ihlal edilmesi durumunda mesaj ve üyeliğiniz (hangi cemaat mensubu olursanız olun) ıHTARSIZ silinecektir!
bunun için bu konuların burda konuşlmasını doğru bulmuyorum..