Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

  • Konuyu başlatan "insirah"

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

1

02.03.2007, 08:03

28 şubat Mağduru Prof.Dr.Nevzat Tarhan:''...''



Talat Aydemir tipi darbe girişimi

28 şubat mağduru Prof. Dr. Nevzat Tarhan, hatıra ve değerlendirmelerini ilk kez Aksiyon’la paylaştı: “28 şubat, Cumhuriyet tarihinin en büyük kadrolaşma operasyonudur.”

Ufuk şanlı
Aksiyon Dergisi, Sayı: 638 - 26.02.2007


Ekranlardan yüzüne aşina olduğumuz deneyimli psikiyatr Prof. Dr. Nevzat Tarhan, aslında 28 şubat’ın pek bilinmeyen mağdurlarından. Gülhane Askerî Tıp Akedemisi’nde (GATA) klinik şefliği yaparken dönemin Genelkurmay ıkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir’in talimatıyla Gaziantep’e veteriner olarak atanınca ‘derin devletle’ tanışır. Dönemin GATA komutanı tarafından makama çağrılan Tarhan’a “yargı kararları ne olursa olsun bir daha GATA’da çalışamayacağı” bildirilir. Gerekçe olarak da “yaşam tarzı” gösterilir. Bunun üzerine emekliliğini ister ve yıllarca giydiği askerî üniformasını büyük bir üzüntü ile dolabına asar.

Hakkındaki düzmece raporların Batı Çalışma Grubu (BÇG) tarafından hazırlandığını iddia eden Tarhan, emir komuta zinciri dışında hareket eden bir oluşum diye tanımladığı bu ekibin gerçek maksadının irtica ile mücadele adı altında kadrolaşmak olduğunu ileri sürüyor. 28 şubat’ı “Cumhuriyet tarihinin en büyük kadrolaşmasının yaşandığı dönem” olarak tanımlayarak, bu dönemde 1565 subay ve astsubayın ordudan uzaklaştırıldığına, 10 bine yakın askerî personelin de emekliliğe mecbur bırakıldığına dikkat çekiyor. “Çanakkale ruhunu” hedef alan bu tasfiye hareketinin milletle orduyu karşı karşıya getirmeyi amaçladığını dile getirerek, bu grubun yeni hedefinin cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi ülkeyi kana bulamak olduğunu iddia ediyor.

‘ORDU GÖREVE’ PANKARTI

-Psikolojik savaş ile psikolojik harekât arasındaki fark nedir?

Psikolojik savaş dışarıya karşı yürütülen psikolojik operasyonları ifade eder. Psikolojik harekât ise iç düşmana karşı uygulanan bir savaş yöntemidir. Bugün silahla sonuca varmak çok iyi karşılanmadığı için düşmanı teslim almaya yönelik çalışmalar, yani psikolojik savaş ve harekât büyük önem kazanmıştır. Aklın ve sabrın ön planda olduğu bir savaş türüdür.

-Psikolojik savaşta temel amaç nedir?

Psikolojik savaş, maksadına göre üçe ayrılır. Birincisi taktik psikolojik savaştır. Kısa vadeli sonuçlar almakta, anlık görevlerde kullanılan bu savaşa verilebilecek en iyi örnek “ordu göreve” pankartının açıldığı rektörler yürüyüşüdür. ıkincisi stratejik psikolojik savaştır. Burada temel amaç çok iyi belirlenmiştir. Gereken araçlar devreye sokulmuştur ve kesin sonuca yönelik bir eylem planı uygulanmaktadır. Buna örnek olarak da AK Parti’yi devirmeyi verebiliriz. Bir toplumun kültürünü değiştirerek, tarihî seyir içinde onu kültüründen uzaklaştırarak, onu kontrol altına almaya yönelik adımların tümü de kültürel psikolojik savaştır. “Biz adam olmayız” cümlesi Tanzimat’tan bu yana milletimize karşı uygulanan psikolojik savaşın bir ürünüdür.

PSıKOLOJıK SAVAşIN ANAHTAR KELıMESı: ıRTıCA

-Psikolojik savaşın araçları nelerdir?

Psikolojik savaşın mermileri kelimelerdir. Tüm kavgalar ve mücadeleler kavramlar üzerinde yapılır. Bu nedenle Batı artık psikolojik savaşı (bilgi savaşı - information warfare) olarak tanımlıyor. Burada kavramları üreten, kullanılmasını sağlayan, yani yayan, muharebeyi kazanır. Zihinleri ele geçirmek ve bu yolla tutumları değiştirmek temel gayedir.

-Örnek vermek gerekirse?

Psikolojik savaşta anahtar kelimeler ve semboller imal edilir. 28 şubat’ın anahtar kelimesi ‘irtica’, anahtar sembolü de ‘türban’dır. Toplumun bunlara bakışı gayet iyi bilindiğinden bu iki kavramın içini dolduracak ve bunlara negatif anlamlar yükleyecek olay ve oyuncular piyasaya sürülmüş ve kitlelerin algıları değiştirilmek istenmiştir. Psikolojik savaş sistematik bir faaliyettir. Tartışılan fikirler rasgele değil, yetiştirilmiş fikirlerdir. Bu grup lehine veya aleyhine nefret ya da taraftarlık duyguları meydana getirme faaliyetidir.

-ırticanın belirgin bir tanımının yapılmamış olması da psikolojik savaşın bir taktiği mi?

ırtica konusu muz gibi, yani tadına bakanın algısına bırakılmıştır. Kimisi bunu dinin tümü olarak değerlendirirken kimisi de iktidara talip olan siyasal ıslam gibi değerlendirmiştir. ırtica net olarak tanımlanmadığı için dinin bütün tezahürlerini irtica olarak değerlendirenlerin eli güçlenmiştir. Erzincan’da askerî hastanede görev yaparken birliğimizi ziyaret eden Sabri Yirmibeşoğlu (o tarihte korgeneraldi) diş laboratuarında asılı duran diyanet takvimini görünce “Kaldırın bu irtica takvimini buradan.” diye bağırmıştı. Yani devletin din işlerinden sorumlu kurumunu bile irtica olarak değerlendiren insanlar olduğu müddetçe bu mücadelenin kimi ve neyi hedef aldığı, tanımlayanlar dışında kimse tarafından anlaşılamayacaktır.

EMıR-KOMUTA ZıNCıRı DIşINDAKı BıR BıRıM, BENı ıSTEMEMış

Bu dönemde irtica ile mücadele için Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde kurulan Batı Çalışma Grubu’nu psikolojik harekât açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Benim açımdan derin devlet sözünü anlamlı kılan kuruluş, Batı Çalışma Grubu’dur. Artık vaktinin geldiğini düşünerek basında ilk kez size anlatıyorum. GATA’da görev yaparken haksız bir şekilde tayinim çıktı. Ben de mahkemeye verdim ve kazandım. Tekrar tayinim çıktı; yine mahkemeye gittim, yine kazandım. Bunun üzerinde dönemin GATA komutanı beni makamına çağırdı. “Nevzat yine kazanırsın biliyorum; ama bu sefer tayinin şırnak’a çıkacak, bunu söylemek zorundayım.” dedi. Ben de kendisine ne kusur işlediğimizi sorunca, “Devlet içinde emir-komuta zinciri dışında bir odak var; sizi istemiyor.” dedi. “Neden beğenmiyor?” diye sorunca da “Sizin yaşam tarzınızı beğenmiyor.” cevabını verdi.

-Bu birim nedir?

Tabii ki BÇG. Emir-komuta zinciri dışında istihbarat topluyor, kişileri fişliyor, yalan-yanlış bilgilerle hazırladığı raporları Yüksek Askerî şûra’da projeksiyon cihazlarıyla komutanlara sunuyor ve bunun neticesinde bazı kişiler ordudan uzaklaştırılıyor. Bu tasfiye ise ciddi bir psikolojik harekâtla gerçekleştiriliyor.

10 BıN ASKER TASFıYE EDıLDı

-Bahsettiğiniz tasfiye operasyonunun amacı neydi?

Kimilerine Amerikancı, kimilerine dinci, kimilerine kafatasçı denilerek ordu içindeki bir ekip tasfiye edildi. 28 şubat sürecinde 1565 subay-astsubay re’sen emekli edildi. 10 bine yakın subay-astsubay da zorla emekli edildi. Bu, bir tasfiye operasyonudur ve her tasfiye operasyonunun doğal sonucu yeni bir kadrolaşmadır. Bu kadar insan ordudan atılınca yerleri boş kalacak değildi ya! Ciddi bir kadrolaşma gerçekleşti ve bugün de bu süreç devam ediyor.

-BÇG’nin kimlik bilgilerine herkesin ulaşması mümkün olmayan askerî personelle alakalı istihbarat toplayabilmesi için askerî istihbarattan destek alması gerekir; ancak siz bunun olmadığını mı söylüyorsunuz?
TSK’nın en tepesinde olan kişi bu yüzden, gelen sözde raporların birçoğuna itibar etmedi; ancak hukukî anlamda askerî personelin geleceğine dair kararları alması mümkün olmayan, sadece bir danışma kurulu gibi hareket etmesi beklenen Yüksek Askerî şûra’nın diğer üyeleri aynı iradeyi ve direnci gösteremedi. Bu dönemde bu fişleme faaliyetlerinin başında Doğu Aktulga yer alıyordu. Aktulga, atılan her personelin yerine kendi adamlarını yerleştirdi. Bu kişiler Aktulga’ya o kadar sadıktı ki eşler hatta çocuklar bile istihbarat toplama görevini seve seve yerine getirdi.

-Batı Çalışma Grubu’nun deniz kuvvetleri bünyesinde bir oluşum olduğunu biliyoruz. Aktulga ise karada görevliydi. Aralarında nasıl bir ilişki vardı?
Batı Çalışma Grubu’nun karargâhı deniz kuvvetlerinde olmasına karşın bu kuruma getirilen bilgiler kara kuvvetleri personeli tarafından temin ediliyordu. Dolayısıyla BÇG karargâhı kara kuvvetleri tarafından yönlendiriliyordu. Burada bilgiler harmanlanıyor ve ihtiyaca göre servis ediliyordu. Genelde dezenformasyon (yanlış bilgilendirme) amaçlı bu haberler basında yayınlandıktan sonra bu sefer resmî belge olarak kayıtlara giriyordu. Mesela andıçlama da bu grubun işiydi.

-Bazı gazetecilerin PKK ile işbirliği içinde olduğunu öne süren andıçtan bahsediyorsunuz?

Evet, mesela bu da psikolojik harekâta çok iyi bir örnektir. Bu insanlar işlerini kaybettiler; hatta neredeyse hayatlarını kaybedeceklerdi; çünkü bazı birimler de bu açıklamalardan hareketle kendilerine vazife çıkarmışlar ve bu ‘hainleri’ ortadan kaldırmak için harekete geçmişlerdi!

-YAş toplantıları öncesinde hazırlanan raporların büyük bölümü yanlı ve maksatlıysa mağdurların hukukî yollardan haklarını aramaları gerekmez mi?

YAş, demokrasi dışı bir kurumdur. Temel vazifesi şûra, yani danışma kurulu olan bir kurumun eylem yapması başlı başına bir suçtur. Alınan kararların yargıya kapalı olması, birtakım şeylerin hukuksuz olduğunu gösteriyor. Bugün YAş kararı ile ordudan uzaklaştırılan askerî personel ne acıdır ki terör örgütü liderine tanınan yargılama hakkından yararlanmak için uğraşıyor. Ordudan uzaklaştırılan bin 500 personelin büyük bölümü ciddi askerî eğitimden geçmiş, muharebe deneyimine sahip, feragat madalyası taşıyan subay ve astsubaylardır. Bu insanlar iddia edildiği gibi dinci, faşist veya çete olsalardı eylem yaparlardı değil mi? Ama bakın bir tanesi bile devletine, milletine karşı sesini çıkarmadı ve vehim sahiplerinin iddialarının ne kadar haksız olduğunu duruşlarıyla ortaya koydu. Bu bile 28 şubat’ın içinin boş ve tek amacının kadrolaşmak olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

-28 şubat’ta yürütülen psikolojik savaşta basın nasıl bir rol oynadı?

O dönemde yaşananları Sabah gazetesinin patronu Dinç Bilgin, “Gazetelerin Ankara büroları devşirildi” diyerek açıkladı. Medya burada psikolojik savaşta önemli bir rol oynadı. Gazetelerdeki köşe yazarları ücretli fikir işçisi olarak görülür. Bunlara hangi haberleri yazacakları, nasıl yazmaları gerektiği hatta mizanpajları bile tarif edilmiştir. Telefonla fırça atılan gazetecilerin bence konuşması gerekiyor. Toplumu bilgilendirmek gibi önemli bir rol üstlenen medyanın o dönemde dezenformasyon kampanyalarına alet olması, üzerinde durulması gereken konulardan birisidir. 28 şubat’ın kullandığı argümanlardan birisi de “demokrasinin halk popülizmi” olarak sunulmasıydı. “Halk istediği partiyi iktidara getirebilir; ancak bu kişiler devleti yönetemez” mesajı çok önemli. Burada verilmek istenen mesaj çok nettir: Siz hükümet olabilirsiniz; ancak iktidar olamazsınız. Bu mesaj son 50 yıldır tüm hükümetlere verilir ve halkın iradesini hiçe sayan bu mesajı verenlerden bir tanesi bile yargı önüne çıkarılmamıştır.

-Dönemin önemli isimlerinden Erol Özkasnak 28 şubat’ı ‘postmodern darbe’ olarak tanımlıyor.

Bu da psikolojik savaş taktiğidir. Postmodern darbe nedir? Aslında maskeli darbedir. Yani görünen yüzü farklı; ancak sonuçları darbe tesiri meydana getirmiş bir süreci ifade eder. Güya kimsenin burnu bile kanamadan Refah Partisi (RP) ve bunun temsil ettiği siyasal ıslamcı çizgi iktidardan uzaklaştırılmış, bu yüzden post-modern darbeymiş. Böyle olması gerçek hedefin bu olduğunu göstermez. Hasan Celal Güzel’in açıkladığı BÇG belgelerinde binlerce kişilik tutuklama listeleri olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekiyor. Aynı listelerde infaz edilecekler de yer alıyordu. Dolayısıyla planlama ile uygulamanın çakışmaması olayın vahametini ortadan kaldırmaz.

-28 şubat’ın önemli isimlerinin daha sonra bankacı, danışman sıfatıyla holdinglerde görev almasını nasıl yorumluyorsunuz?


Bu, üzerinde hassasiyetle durulması gereken çok önemli bir meseledir. 28 şubat’ta aktif rol oynayan asker ve sivil bürokratlarla gazetecilerin mal varlıklarının masaya yatırılıp incelenmesi gerekiyor. Kimler nasıl zenginleşti? O dönemde alışılmışın dışında yani devletin kendilerine takdir ettiği maaşın dışında aşırı şekilde zenginleşen, residanslarda veya villalarda oturan generallerin durumunun sorgulanması gerekiyor. Bu sorgulama olmadığı müddetçe bu tür hevesler her zaman devam edecektir.

BÇG, ıTTıHATÇI ZıHNıYETıN UZANTISI

-Bu süreç TSK’yı nasıl etkilemiştir?

Belirli bir hiyerarşi içinde yetişen ve hareket eden Türk ordusu ıttihat ve Terakki döneminde bozulmuştur. Halaskar-ı zabitan olarak tanımlanan bu çetelerin masonluk ve diğer gayri millî unsurlarla bağlantılı olmasından kaynaklanan şoven, ırkçı zihniyeti, ordunun işleyişini ve felsefesini bozarak imparatorluğu çöküşe götürmüştür. Bunlar, vatanı ırk birliğine bağlı bir coğrafya olarak tanımlamışlar ve kendi yanlışlarını despotizmle hâkim kılarak koskoca bir imparatorluğun 10 sene içinde yok olmasına neden olmuşlardı. BÇG de görünürde çağdaş; ama Doğu despotizmini benimsemiş bu zihniyetin bir uzantısıdır. Kendisi gibi düşünmeyen, giyinmeyen, içmeyen velhasıl hayat tarzı kendisiyle uyuşmayan kitleleri tasfiye etmekten ve bunun neticesinde ülkeyi yıkıma götürmekten çekinmeyen bu zihniyet, ordu içindeki “Çanakkale ruhunu” ortadan kaldırmayı hedeflemiştir.

-Çanakkale ruhu nedir?
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran büyük ruhtur. “Çanakkale ruhu” beş dakika sonra şehit düşeceğini bile bile büyük bir tefekkürle siperde bekleyen Mehmetçik ve onun kahraman kumandalarının dünyanın en büyük iki gücü ıngiltere ve Fransa’yı dize getirmelerini sağlayan ruhtur. 28 şubatçılar, TSK içinde bu zihniyeti taşıyan dinî duyarlılığı yüksek kadroları tasfiye ederek Çanakkale ruhunu öldürmeyi hedeflemişlerdir. Bu milletin ordusunu bu milletten uzaklaştırmak hangi amaca hizmet etmektedir? Toplumun kültüründen uzak bir askerî kültür inşa etmeyi amaçlayan bu operasyonla dış düşmanlara karşı zayıf (tıpkı Suriye ordusu gibi) ama içeride rejimi koruyan, kendi halkından korkan ve onu tehdit olarak gören bir ordu mu oluşturulmak istenmektedir? Bakın emekli Orgeneral Kemal Yamak ne diyor? “Bizim askerimiz başında komutanını, bayrağını görür ve ezan sesini de duyarsa savaşır.” Bugün annesi başörtülü çocuklar harp okullarına alınmıyor. Askerî birliklerdeki mescitlerde ezan sesi duyulmuyor. Dinî duyarlılığı olan insanların TSK’ya girme çabaları ise “sızma girişimi” olarak adlandırılarak lanetleniyor. Peki, sizin lanetlemek istediğiniz bu insanlar kimlerdir? Evinden en az bir şehit çıkmış, vatan denince gözleri dolan ve acısını kalbine gömüp her daim “vatan sağ olsun” diyen insanlardır. Halkına yabancılaşmış bir ordu projesi kimin projesidir? Bu soruyu iyi düşünmek gerekiyor.

-28 şubat sürecinde yaşanan Ali Kalkancı, Fadime şahin, Aczimendiler olayları da birer proje miydi?

Evet. Ajan provokatörler kullanılarak büyük bir camianın topyekûn mahkûm edilmek istenmesi psikolojik savaşın boyutlarını gözler önüne seriyor. Çok radikal küçük grupların eylemleri abartılarak ciddi bir psikolojik savaş süreci başlatıldı. Türkiye’nin ıran veya Cezayir olacağı korkusu oluşturuldu ve bunlar kullanıldı.

DARBE şıDDETı, 10’DAN 50’YE YÜKSELDı

-şu anda yine bazı olaylar yaşanıyor. 28 şubat sürecinde olduğu gibi asker-polis çatışması görüntüsü var. Kuvayı Milliye adı altında bazı derneklerin faaliyetleri var. Bu derneklerde silah üzerine yemin olayları var.

şu anda yaşanan çatışmanın temelinde cumhurbaşkanlığı seçimi yatıyor. Darbe heveslerinin darbe yapma isteğinin şiddeti eskiden 10 idiyse şimdi 50 olduğunu rahatça söyleyebilirim; ancak öncekinden farklı olarak bu dönem uluslararası konjonktür açısından müsait değil. Bu durumda emir zinciri içinde olmasa da Talat Aydemir olayındaki gibi münferit gruplar darbe girişiminde bulunabilir veya bulunmalarına göz yumulabilir. 28 şubat sürecindeki “ıslami fundamentalizm” projesi tutmayınca 2002’den itibaren adına “ulusalcılık” adı verilen yeni bir oyun başladı. Burada kontrollü gerilim stratejisi uygulanarak önce iç düşmanlar tespit edildi. Kitlesel iç düşman yoluyla toplumun bir hedef doğrultusunda harekete geçirilmesini planlayanların esas hedeflerinin bir Türk-Kürt çatışması çıkarmak olduğu anlaşılıyor. Bunu yapanların kimliklerine baktığımız zaman ortada garip bir durum olduğunu görüyoruz.

ULUSALCILARIN HAYAT TARZI ÇELışKıSı

-Nedir bu garip durum?

Kendisini “ulusalcı” olarak tanımlayan grupların hedef kitleleri ile hayat tarzlarının uyuşmadığını görüyoruz. Yönlendirmenin başındaki isimler seküler bir milliyetçilik anlayışını -hatta şamanist olarak bile tanımlanabilir- savunurken, etkilemek istedikleri kesimin ise ıslam’la barışık Anadolu milliyetçiliğini yaşamaları garip bir durumdur. Tıpkı 12 Eylül öncesinde sola karşı kurulan ittifakın bir benzeri kurulmak isteniyor. Hatırlarsanız o dönemde SSCB düşmanlığı adı altında milliyetçi, dindar ve demokrat isimler toplanmıştı. Bugün de Amerikan düşmanlığı çatısı altında böyle bir koalisyon kurulmak isteniyor. Düşmanlık üzerine bir politika inşa edilerek muhafazakârlar, milliyetçiler ve solcuları bir araya getiren bu çatıyı örgütleyenlerin hedeflerinin tıpkı 12 Eylül öncesinde olduğu gibi büyük bir karışıklık meydana getirerek yönetimi ele geçirmek olduğu açıktır. Burada sorulması gereken hayatî soru ise Amerikan düşmanlığında bayrağı kimseye bırakmayanların gerçekte nereye hizmet ettikleridir.

-Başında emekli bazı askerlerin olduğu bir grup, ülkeyi “hainlerden temizlemek” için bayrak ve silah üzerine yemin ediyor.

Kitlesel düşman konseptine uygun bir psikolojik savaş yöntemidir. Hainler kimlerdir? Bunu belirlerken alınan esaslar nelerdir? Daha önce 27 Mayıs’ta Menderes hükümetini suçlayanların ıngiltere ve ABD ile sıkı ilişkisi olduğu; hatta bunun için icazet aldıkları ortaya çıkmadı mı? Bu durumda tüm suçlamaların sadece ve sadece yönetimi ele geçirmek için yapıldığı açıkça ortadadır.

ışÇı PARTıSı’NE YAKIN EMEKLı ASKERLER

-Son dönemde silahlı kuvvetlerden emekli askerî personelin çeşitli dernek ve organizasyonların çatısı altında görev yapmaları da psikolojik harekâtla ilgili bir durum mu?

Türkiye Emekli Subaylar Derneği üyesi subayların Kuvayı Milliye dernekleri çatısı altında örgütlendiklerini biliyoruz. Halkı bu Kuvayı Milliye dernekleri çatısı altında toplamaya çalışan bu hareketlerin tesadüfen ortaya çıkmadığını düşünüyorum; ancak demokratik temayüller açısından değerlendirildiğinde bu demokratik bir haktır. ınsanların kendi düşüncelerini özgürce ifade etmeleri iyi bir şeydir. Burada önemli olan bu hakkın nasıl kullanıldığıdır ve söylemlerdir. Yoksa bu tür organizasyonların sayısının artması çok da önemli değil. Dikkat çekici olan emekli subayların kontrolündeki bu derneklerin ışçi Partisi ile yakınlığıdır. Yaptıkları yayınlarla 1970 ve 1990 yılları arasında birçok devlet görevlisinin hayatını kaybetmesine neden olan bir grubun lideriyle askerlerin yakınlığı, üzerinde durulması gereken bir husustur. Bu büyük bir tenakuzdur. Bunu iyi incelemek gerekiyor.



HIRS KURBANI DARBECı ALBAY


Albay Talat Aydemir önce Demokrat Parti (DP) iktidarını devirmeye çalıştı. Daha sonra ise ısmet ınönü’yü. 1962’deki başarısız darbe girişiminin ardından emekliye sevk edilen kudretli albay bir yıl sonra şansını tekrar denedi. Aydemir’in iktidar hırsı darağacında noktalandı.



PSıKOLOJıK SAVAşTA YENı HEDEF ÇANKAYA

-28 şubat’ı seçilmiş hükümetlere karşı uygulanan psikolojik savaşlardan faklı kılan yönler nelerdi?

Taktik ve stratejik açıdan cumhuriyet tarihinin en büyük psikolojik savaş organizasyonudur. Buna karşın sosyo-psikolojik açıdan tam bir hezimettir. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra AP, 28 şubat sonrasında da AK Parti iktidara gelmiştir.

-Yeni 28 şubatların yaşanmaması için alınması gereken önlemler neler?

Psikolojik savaşı planlayan 28 şubatçı zihniyetin şu anda en önemli hedefi TBMM’nin kendi çizgilerinde olmayan bir ismi Köşk’e taşımasıdır. Bunu önlemek için düşman olarak tanımladıkları siyasi güçleri felç edecek eylemler planlıyorlar. Son kale olarak gördükleri Çankaya Köşkü’nü korumak için her yolu deneyeceklerdir. Siyasi irade, güç odaklarının çıkaracağı sorunlara karşı hazırlıklı olmalıdır. Psikolojik savaş, akıl ve sabır gerektirir; hükümet bu duruşu gösterirse sorun yaşanmaz. Burada akıllı bir komutan gibi davranmak, basiret göstermek ve milletin sesi olmanın bedellerini

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir