AKP, bilhassa lider kadrosunun geçmişte mensup olduğu, ama iktidara geldikten sonra “Artık o gömleği çıkarıp attık” diye ilânatta bulunduğu millî görüş çizgisinin de unutulmaz katkılarıyla “ateş topu” haline getirilen başörtüsü meselesinde başından beri geri duran çekingen bir tutum izliyor.
Daha birkaç gün önce Başbakan “Bu sorun sadece benim sorunum değil, herkesin sorunu” deyip topu “herkes”e attıktan sonra, “Toplumsal bir uzlaşma sağlanmadıkça başörtüsü işine girmeyiz” diyerek, bu konudaki politikasını bir defa daha deklare etti.
Ama iktidarın, hele de AKP gibi büyük Meclis çoğunluğuna sahip bir iktidarın, halkı rahatsız eden tüm sorunların—ve tabiî ki başörtüsü yasağının!—çözümünde birinci derecede sorumluluk taşıdığını gözardı ediyor.
Başörtüsü için toplumsal uzlaşma ortamının sağlanmasında hükümetin öncelikle inisiyatif alması gerekirken, Başbakan bu konuda topu medyaya atıyor; “Çözümün altyapı ve psikolojisini oluşturma görevi özellikle yazılı ve görsel medyanındır” diyor. (Dünden Bugüne Tercüman, 1 Mart 2004)
Ancak medyayı buna teşvik edecek altyapıyı hazırlamak da hükümetin işi değil mi?
Ne yazık ki AKP’nin bu konudaki hareketsizliği devam ediyor ve edecek gibi de görünüyor. ışin garibi, AKP’ye oylarıyla destek veren kitleler de başörtüsü için bu partiden birşey beklemiyor. Daha da tuhafı, bu sorunun çözümü için CHP’den medet umuluyor. CHP ise bir taraftan “Türban serbest olursa beş-on yıl sonra Türkiye’de hiçbir kadın başı açık gezemez” diye saçmalarken, diğer taraftan seçimlerde “türbanlıdan oy isteme” yüzsüzlüğünü pişkince sürdürüyor.
Ve bir buçuk yıllık AKP iktidarıyla gelinen noktada, iktidar canibinden gelen resepsiyon ve defile atraksiyonlarının yasakçı cephe tarafından muhkemleştirilen “kamusal alan” duvarına çarptığı bir kronik kilitlenme söz konusu. AKP’nin bu kilitlenmeyi açacak bir inisiyatif geliştirmesi ise zor görünüyor.
Dolayısıyla, hâlâ en temel hakları ellerinden alınan yasak mağdurlarına, başörtülü Başbakan ve Bakan eşlerinin Davos’ta ve Beyaz Saray’da boy göstermelerine bakarak kendi kendilerini tesellî edip avunmak ve yutkunmak dışında yapacak birşey kalmıyor.
Böyle bir tabloda Dışişleri Bakanının eşi Hayrünnisa Gül’ün, yasağa karşı AıHM’de açtığı dâvâyı geri çekmesi, hak arayışı sürecine zarar verebilecek yeni ve talihsiz bir adım olarak kayıtlara geçecek gibi görünüyor.
Hayrünnisa Hanımın, eşinin konumundan dolayı dâvânın siyasallaştığına dair gerekçesi haklı olabilir. Ama bu gerekçe aynı zamanda, tüm “Değiştik” iddialarına rağmen AKP’nin peşini bir türlü bırakmayan “din adına siyaset” heyûlâsının başörtüsü hak ve hürriyetine hâlâ zarar vermeye devam ettiğinin yeni bir belgesi olmuyor mu?
Demek ki, yıllarını “din adına siyaset” için harcayanlar, sonradan “Vazgeçtik” deseler de yol açtıkları tahribatı kolay kolay temizleyemiyorlar. Ve bunun bedelini en yakınlarından başlayarak bütün bir millet ödüyor.
Kaynak