Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

  • Konuyu başlatan "alim_ert"

Mesajlar: 3

Konum: Bursa

Meslek: Mühendis

  • Özel mesaj gönder

1

05.10.2006, 12:03

Komünist Rusya da yapamadı, Milli şef de

Komünist Rusya da yapamadı, Milli şef de

Cumhurbaşkanı Sezer, Meclis kürsüsünde son kez konuştu. Tabiri caizse içinde birikenleri bir bütün halinde döküverdi. Böyle bir konuşma yapacağı, elbette hiç kimse için sürpriz değildi.

Sezer yaptığı konuşma ile bu ülkeye, kendi insanına ne kadar yabancı olduğunu net bir şekilde daha ortaya koydu.

Askerlerin, toplumdan uzak olmasını, toplumun nabzını tutamamasını anlamak mümkün. Çünkü, daha ortaokul çağında başlayan ayrı bir dünyada yetişme ortamının sonucu hayata bakışları belli dogmalarla şekilleniyor.

Ama “cumhurun reisi” sıfatını taşıyan Sezer aynı zamanda, cumhurbaşkanı olarak bu devletin başı konumunda bulunuyor ve “Türkiye Cumhuriyeti ile Türk milletinin birliğini” temsil ediyor.

Sezer, yemin edip göreve başladığı 16 Mayıs 2001’den bu yana, toplumda yaşanan gerilimlerde hakem rolü oynama yerine, gerilimlerin kaynağı oldu.

Sezer, Çankaya’da bulunduğu süre içerisinde, (yalnız Ak Parti hükümetleri döneminde değil) önceki yamalı bohça hükümeti döneminde de gerginliklerin kaynağı konumunda idi. 18 şubat 2001’deki Milli Güvenlik Konseyi toplantısında, dönemin Başbakanı Ecevit’e fırlattığı Anayasa kitapçığı, bu ülke insanını Cumhuriyet tarihinin en karanlık günlerine götürdü.

AK Parti hükümetleri döneminde, Meclis’te muhalefet partilerinin yapmadığı muhalefeti, kendisi icra etti. “Kararlarından sorumsuz tutulma” kavramını neredeyse, “sorumsuz olma”şeklinde algıladı.

Anayasa’nın 104. maddesinde belirtilen, “devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir” hükmünü, nedense, “çomak sokar” gibi algılayıp hareket etti.

“CAMBAZA BAK CAMBAZA” DıYENLER

Sezer, Meclis kürsüsüne 1 Ekim’de son kez çıktığındaki konuşması ile kamuoyunda epey bir süre tartışma konusu olarak kalacak. Türkiye’nin sorunlarına sırt dönülerek yapılan konuşma, birileri tarafından alkışlansa da “bir talihsizlik vesikası” olarak hatırlanacak.

Türkiye’de laikliğin tehlikeye düştüğü gerekçesiyle, Sincan’da tankları yürüten zihniyet, bu ülke insanının 50 milyar dolar soyulmasına zemin hazırladı. Laiklik teranesini bu şekilde dillendirenler, “cambaza bak cambaza” diyerek bu ülkeyi soydular.

Sezer’in bu çıkışı ile zirveye taşınmak istenen gerginlik, Türkiye’de yeni bir soyguna zemin mi hazırlıyor diye insanın aklına geliyor.

ıBADET YASAKLANABıLıR HEZEYANI

Siz konuşmanızın önemli bir bölümünü sözümona “özgürlükçü demokrasi”ye ayıracaksınız, “basın özgürlüğü”nden dem vuracaksınız, sonra kalkıp, “kamu düzenini, güvenini ve çıkarlarını korumak amacıyla” bireyin inanç ve ibadet yaşamına sınırlamalar koymayı gündeme getireceksiniz.

Laikliği koruma gerekçesiyle Türkiye’de ibadetlerin yasaklanmasını savunmak, yapılacak talihsizliklerin en büyüğü olur.

Bırakın ibadeti, dini kavramların anılmasının bile yasak olduğu Sovyet komünizmi bile dini inançları yok edemedi. Bugün eski Sovyet ülkelerinin hangisine giderseniz gidin, mabetler ülkenin en ilgi çeken mekanları konumunda.

Bunun son örneğini, geçtiğimiz hafta Ukrayna’ya yaptığım gezide gözlemledim. Ülkenin önemli kiliselerini ziyaret ettim. Hemen hepsinin de dolup taştığını gördüm.

Benim dedem, kendini "Milli şef" diye atayan ısmet ınönü’nün en ceberut dönemlerini yaşamış bir insandı. Çocukluğumun verdiği merak ve heyecanla, uzun kış gecelerinde onun anlattıklarını uzun metrajlı film izler gibi saatlerce dinlerdim.

Nasıl Kur’an okumayı öğrendiğini anlatırdı. 500-600 nüfuslu bir köyde, “dini eğitimin yasaklanması”nı uygulayan jandarmaların neler yaptığını paylaşırdı. ınsanların teşhir için köy meydanında toplanıp dipçiklendiğini söylerdi. Kendilerinin çocuk yaşta Kur’an okumayı öğrenmek için, ahırda samanların altında oluşturdukları bir tür mağarada toplandıklarını anlatması bugün bile zihnimde taptaze duruyor.

1960’lı yılların sonlarına denk gelen ilkokul yıllarımda, ülkede sağlanan nisbî özgürlük ortamında dedemin bahsettiklerine bir anlam veremezdim. Bir ülkenin yöneticilerinin kendi insanına hangi mantıkla böyle davranabildiklerini bir türlü anlamazdım.

şimdi fark ediyorum ki, hasbelkader toplumun geleceğine yön verme makamında olanlar, kimi zaman, yalnız akıl çizgisinden uzaklaşmıyorlar. Aynı zamanda, gözlerindeki at gözlüğü yüzünden, yalnız yan tarafı değil, önlerini göremez oluyorlar.

Sezer ve Sezer gibi düşünenler bilmeliler ki, bu ülkeye gerçek dindarlardan zarar gelmez.

Gerçek dindarlar, özgürlükçü demokrasiyi sağlamış cumhuriyet rejimine, başının üzerinde yer verirler.

Ama dinsizlik şeklinde uygulamaya kalkılan laikliğe “cumhuriyet” adı verilmeye kalkılırsa, üzerinden 80 yıl değil 100 yıl da geçse, o rejim kendi insanından ödü kopmaya devam eder.

Kendi insanına güvenmeyen bir rejim ise, insanına müreffeh bir ülke sunma yerine, ancak küçük diktatoryal bir zümrenin oyuncağı olur.

Ünal TANIK
http://www.haber7.com/artikel.php?artikel_id=135419
Halimize MERHAMET Eyle ALLAHIM

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir