Seçkinci aydının mangal ateşiyle imtihanı
Radikal’in monşer radikal yazarı Mine Kırıkkanat, Zeytinburnu sahilinde piknik yapanlara ‘kıllı kara halkımız’, Caddebostan’da denize girenlere “tesettür anaları kumsalda mangal yeller, babaları don paça yatarken, irili ufakları danaları da pamukludan dalgıç tulumlarıyla suda cıp cıp yapıyorlardı” diye başlayan halk sevgisinden dem vurunca küçük kıyamet koptu. Uzun süredir seğirmekte olan entel damarım anında devreye girdi. Kendimi hem denizde hem de piknikte halkımın arasında buldum.
Türk entelektüellerinin mangal ateşiyle imtihanına vesile olan tartışmanın özeti şudur: Radikal Gazetesi’nin monşer yazarı Mine Kırıkkanat, Zeytinburnu sahilinde piknik yapanlar için “don paça soyunup geviş getiren, kalın, kısa bacaklı, kıllı kara halkımız” diye başlayan, estetik unsurlara son derece riayet eden radikal bir yazı yazar. Olayı epilasyona getirip işi bağlamayı düşünürken halk sevgisi rezervine hokkasını daldırır ve dağdan taş yuvarlar gibi lafları ardı ardına sıralar: “Don paça soyunmuş, adamlar geviş getirerek yatarken, siyah çarşaflı ya da türbanlı, istisnasız hepsi tesettürlü kadınlar mangal yellemekte, çay demlemekte ve ayaklarında ve salıncakta bebe sallamaktadırlar. Her 10 metrekarede bu manzara tekrarlanmakta, kara halkımız kıçını döndüğü deniz kenarında mutlaka et pişirmektedir. Aralarında mangalında balık pişiren tek bir aileye rastlayamazsınız. Belki balık sevseler, pişirmeyi bilseler, kirli beyaz atletleri ve paçalı donlarıyla yatmazlar, hart hart kaşınmazlar, geviş getirip geğirmezler, zaten bu kadar kalın, bu kadar kısa bacaklı, bu kadar uzun kollu ve kıllarla kaplı da olmazlardı.” Hikaye şudur: Monşer yazarımızdan sarılıp durduğu Darwin teorisini destekleyen bu durum karşısında sevinmesini bekleriz ama öfke baldan tatlıdır. Köşesinde yaşından küçük ve mevcut kilosundan daha zayıf fotoğrafını kullanan Kırıkkanat’a, Hürriyet yazarı Ahmet Hakan “Faşist cesareti, bravo aferin” diye cevap verirken Radikal gazetesi yazarı Nuray Mert “Bu zihniyetten ve onunla aynı gazetede yazmaktan utanıyorum. Psikolojik olarak hastalıklı bir durum.” tespitinde bulunur. Yine kendi gazetesinin yazarı Yıldırım Türker alır sazı eline, bakalım neler söyler: “Yazarın Kemalizm varaklı çerçevesi içinde sergilediği ırkçılıkla tanışıklığımız var. Edepsizliği öylesine gemlenemez ki, mangaldan yakınırken kendi dili kuyruk yağı kokuyor.” Tespitler, tahditler ve teklifler alır başını gider. Yazarınız dayanamaz ve kalburla tartışmaya su taşımaya çalışır.
Epilasyon haftası ilan edilsin!
Benimkisi Kayseriliye eşek boyatmayı öğretmek olacak; ama naçizane önerilerim şunlardır: Mine Kırıkkanat’ın yazısının yayınlandığı temmuz ayının son haftasını “Türk Epilasyon Haftası” ilan edelim. Kılımızdan ve tüyümüzden arınıp, Avrupa Birliği standartlarında cillop vatandaşlar olalım. Mangallarda et değil, balık hatta bulabiliyorsak havyar pişirelim. Dudak arasından çıkan bir tutam lafla milleti Mısır Çarşısı’nın önüne yığan Prof. Dr. Osman Müftüoğlu ve Mehmet Öz’ü kampanyaya dahil edelim: “Balık yiyin, sırtınızı denize dönüp mangal yellemeyin. Entel olun, cillop olun. Her şey güzel ıstanbul için” sloganları eşliğinde gıdım gıdım ilerleyelim. Türk’süz bir Türkiye özlemini birinci beş yıllık kalkınma planı içine dahil edelim. Yamyam olmadığımıza şükredelim, denize bikinisiz ve mayosuz girmeyelim. Ey halkım, kendinizi hor görmeye devam edin. Deniz sizin neyinize hem, varoşlara geri çekilin. Ayy dayanamayacağım. Ben denize gidiyorum.
Plajda herkes zenci Türk!
Beyanatlar, tepkiler alıp başını gidince önce Kadıköy Caddebostan plajına yöneldim. Zenci Türk tartışmasının yaşandığı söylenen ve ıstanbullular için 40 yıl sonra yeniden açılan plajda şezlong tartışmasından başka bir ayrımcılık yok. Zenci-Türk ayrımı hiç yok, zira herkes cayır cayır yakan güneşin altında kavrulduğu için doğal olarak eşitlenmiş zenci Türk kolonisi mevcut. Plajda zenci Türkler ile sabah yürüyüşleri yapan ‘creme de la creme’ Kadıköylüler ayrımından çok, ıstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Kadıköy Belediyesi arasında yaşanan bir ayrımdan söz etmek mümkün. Büfeler ve şemsiyelerden bu ayrımı sezmek için dalgıç olmaya gerek yok. Coca Cola şemsiyeli Kadıköy Belediyesi ile Ülker Golf baskılı ıstanbul Büyükşehir Belediyesi şemsiyeleri altında gölgelenen insanlar açısından bir sorun oluşturmuyor bu durum, ama büfelerde işler biraz karışıyor. Zira Beltur’un işlettiği büfelerde satılan ürünler, Kadıköy Belediyesi’ninkinden ortalama % 25-% 50 daha pahalı. Kadıköy Belediyesi’nden 500 bin liraya aldığınız şişe su, Beltur’da 750 bin liradan satılıyor. Uzatmanın anlamı yok, zira plajın gözetleme kulesi yok. Cankurtaranlar denizde tekneyle geziniyor. Kadıköy’deki tek korkum, belediyeye bağlı çalışan cankurtaran işçilerinin zamları protesto edip, sendika aklıyla greve gitmeleri. Greve gittikleri neyse de, eylem için halkı boğmaya başlarlarsa işte işler asıl o zaman karışır.
Dümen suyundan ayrılmadan bitireyim: Denize donuyla giren kimseye rastlamadım; modernliğin ölçüsü mayo -bikini ise halkımız kısa yol tuşunu çoktan bulmuş. Bir yandan çimeyim bir yandan eğleneyim derdinden de vazgeçmemiş; bu minvalde iç lastikle denize dalanlar olduğu gibi lastik şambrelini bot olarak kullananlar da var.
Ne şiş yansın ne kebap!
Mine Kırıkkanat’ın ‘kıllı kara halkımız’ diye hedef gösterdiği Zeytinburnu sahilinde değişen bir şey yok. Kıllı-kılsız (!) ayrımına muhatap olan ve ikindi serinliğine mangalını kurmuş, semaverini yakmış her türden vatandaşla sohbet ettik. Halkımız Mine Kırıkkanat’ın düşüncelerine itiraz edip sinirlense ‘vız gelir tırıs gider’ mantığıyla şişleri çevirmeyi daha uygun görüyorlar. Çünkü tartışmanın karın doyurmayacağını onlar da benim kadar biliyor olmalılar. Bu sırada meydanda bir davul zurnacı belirip, sofra sofra gezmeye başlayınca herkesin keyfi yerine geliyor. Mine Kırıkkanat’a bir yazı da bu davul zurnadan çıkar kanaatimce. Tabii Paris’ten, davulun sesi hoş gelebilir, o ayrı...
Kebap yemek ve pişirmenin, çime oturup doğayla baş başa olmanın nesi cahillik diye sorup duran halka inanın yanıt veremedim. Daha doğrusu Kırıkkanat’ın söylediklerini açıp keyiflerini kaçırmayı istemedim. Gani Gündüz isimli vatandaş, insan beşer kuldur şaşar faslından girip, “Mangal gelenek ve göreneklerimize aykırı değil ki! Herkesin medeniyet anlayışı farklıdır. Mangalsız doymayız biz. Balık da pişiriyorum. Ne yani et pişirince mi görgüsüz oluyorum?”dan çıkarken bana da şunu demek düşer: Et taze ayran bayat, oldu mu şimdi Mine Kırıkkanat?
‘Ben Alman vatandaşıyım; ama kıllıyım; medeniyetin kılla alakası ne?’
Yılmaz Yıldız: “33 yaşındayım ve 31 yıldır Almanya’dayım. Bir fabrikada kalite kontrol mühendisi olarak çalışmaktayım. Avrupa’daki insanlar çalışmak için yaşarlar, Türkler ise yaşamak için çalışıyorlar. Bu piknik manzarası güzel bir manzara, çoluk çocuk bu imkanı yaşıyor. Avrupalı bunun özlemini çekiyor. Bu kadıncağız kendi adına utanılacak bir laf söylemiş. Bizim insanlarımız eğlenmesini biliyor. Avrupa insanı birahanede birasını içer, hanımına, çocuğuna zaman ayırmaz, tek bildikleri bu. Avrupa medeniyeti bu işte. Mine Hanım kıllı adam beğenmiyormuş, gitsin kılsızları bulsun o zaman. Ne alakası var medeniyetin kılla? şu an burada olsa iki kelime ile mars ederdim. Avrupa, medeniyeti yeni yeni Müslümanlardan, Türklerden öğrendi. Pislik içindeler. Mine Hanım burayı gelip gördü mü ki, herkesin mangal yaptığını ve mangalda et pişirdiğini iddia ediyor. Ayrıca belki eti daha çok seviyor. Medeniyet için balık şart mı ya? Ben Alman vatandaşıyım. Onun bahsettiği kadar da kıllıyım. Orada oturanların burada piknik yapan insanların çeyreği kadar medeni olamazlar. Biz Almanya’da evlerimizin arka bahçesinde de mangal yapıyoruz. Bu kanımızda var. Buyursun Mine Hanım evime gelsin ve kıllı burada ev yapmış, mangal yapıyor desin de göreyim!”
07.08.2005
H. SALıH ZENGıN
turkuaz