Monsenyör George Marovitch 1931 senesi ıstanbul-Bakırköy doğumlu. ıstanbul Harbiye’deki Vatikan Büyükelçiliği ıstanbul Temsilciliği binasında görevini sürdürüyor. Kendisi aynı zamanda Türkiye’deki Katolik ruhanî liderlerinin sözcüsüdür.
Ama yaptığımız röportajda bu sıfatıyla değil, şahsı adına konuşmuştur. Dolayısıyla burada söylediklerinin Katolikler adına değil de şahsı adına anlaşılması gerektiğini, kendisine verdiğimiz bir söz olarak ifade etmiş olalım.
Samîmî bir dindar olan Monsenyör Marovitch’i, Bediüzzaman Hazretlerinin “Müslüman ısevîleri” dediği grupta zikretsek abartmış olmayız kanaatindeyim. Zaten ıslâm’la diyalog komisyonunun bir üyesi olarak da ıslam dinine ve özelde Bediüzzaman’a oldukça ilgisi olan biri. Hatta Hz. ısa, Hz. Meryem ile birlikte Hz. Muhammed ve Bediüzzaman Hazretlerini de her gün duâlarında andığını söylüyor. Aynı zamanda bir Cevşen aşığı da olan Marovitc’le ilgili ayrıntıları röportajın ilerleyen bölümlerine bırakıyoruz.
Satır aralarında siz de göreceksiniz ki, Sayın Marovitch’in ıslâmiyet, Hz. Peygamber (asm) ve Hz. ısa ile ilgili değerlendirmeleri bizim açımızdan çok da yadırgamayacağımız tarzda. ınsan bunları fark edince, diyalogla çok şeylerin anlaşılacağını ve aşılacağını anlıyor. Nitekim Marovitch de konuşmalarının değişik bölümlerinde insan olarak nice sırlara aklımızın eremediğini, bazı şeylerin zamanla aşılacağını ve hadiselerin çok güzel gelişmelere gebe olduğunu dile getiriyor.
şimdi daha fazla sabrınızı zorlamadan sizleri, dindar bir ısevî’nin samîmî sözleriyle başbaşa bırakıyorum.
Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Vatikan temsilcisi olarak Türkiye’de nasıl bir görev yürütüyorsunuz?
Latin Katolik cemaatinin bir üyesi ve rahibiyim. Gençliğimde ruhanî reisin tahtının bulunduğu merkez kilise olan katedralde görev yaptım. Aynı zamanda Vatikan’da yüksek hukuk tahsilimi yaptım.
Burada Vatikan Temsilciliği, Vatikan’la diplomatik ilişkiler kurulmadan önce gayr-i resmî olarak vardı. Papanın gayr-i resmî temsilcisi bu binada (Vatikan Büyükelçiliği ıstanbul Temsilciliği) ikamet ediyordu ve iki görevi vardı. Hem Vatikan’ın ve diğer Avrupa ülkelerinin dinî liderlerini temsil ediyordu, hem de ıstanbul’daki Latin Cemaatinin ruhanî reisiydi. Bundan dolayı on sene zarfında bütün âyinleri bizim katedralde yapmıştık. Ben de onların yardımcılarıydım.
Sonra, burada 10 sene gayr-i resmî temsilcilik yapmış olan Roncalli, XXIII. Jean adını alarak Papa olunca—ki o Türkleri çok severdi—Celal Bayar ve Menderes döneminde Vatikan’la diplomatik ilişkiler kuruldu. Ankara’da bir elçilik kuruldu. Burada Ankara’nın temsilciliği kaldı. Ben o zaman burada görevime devam ettim. Büyük elçi sık sık Ankara’dan geldiği zaman burada kalıyor tabi. Sonradan bile 6. Poul Türkiye’ye geldiğinde burada kaldı. Patrik Athenagoras’la görüşmüştü. Hıristiyanların birliği ve barışmaları için de çalışırdı. Sonra o da vefat ettikten sonra yerine geçen şimdiki Papa, 25 sene önce geldi buraya. Burada iki-üç gün kaldı. Tabiî Ankara’ya da gitmiş, cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’le de görüşmüştü.
Artık burası daimî olarak Ankara’nın temsilciliğidir ve ben bu temsilciliği yapıyorum.
Yüzlerce Cevşen dağıtıyorum
Bazı toplantılarda Cevşen okuduğunuzu biliyoruz. Cevşen’e olan sevgi ve muhabbetiniz nereden geliyor?
Öncelikle şunu da söylemek istiyorum. Ben bir kilise hukuku uzmanıyım. ılahiyatı ilgilendiren konularda sorularınıza cevaplarım tabiî olarak tüm ilahiyatçılarımız tarafından tasvip edilmeyebilir.
Küçük bir cemaatte bir kişinin çok görevleri vardır. Dolayısıyla benim de çok görevim var. Türkiye’deki tüm ruhanî reislerin bir kurulu var. O kurulun da komisyonları var. ışte ben ıslâm-Hıristiyan diyaloğu komisyonunun da üyesiyim.
Bundan dolayı da ıslâm’la diyaloğa ait konularla alâkadarım.
[B]Aynı zamanda her Kurban ve Ramazan Bayramında ıstanbul Müftüsünü ziyaret ediyoruz ve Vatikan’ın bayram mesajını da iletiyoruz. Evvelki müftü olan Selahaddin Kaya’ya dedim ki: “Görüyorum ki Müslüman kardeşlerimin camilerde tesbihleri var.
Bizim Hıristiyanların da tesbihi var. Her zaman taşıyorum. Meryem Anaya, ısa Mesih’e duâ ediyoruz tesbihle. Müslüman kardeşlerimiz hangi duâyı yapıyorlar?” [/B]
Ve bana ilk önce çok güzel olan Cevşen’i gönderdi. Türkçe okumaya başladım. O kadar hayran oldum ki, “Ne güzel duâlar ve her inananın söyleyeceği en güzel duâlar burada vardır” dedim. Hakikaten Müslüman olalım, Hıristiyan olalım, Yahudi olalım hepimiz bu Allah’ın 99 ismini biliyoruz, okuyoruz.
Dolayısıyla bu kitaba, duâya aşık oldum. Ondan sonra yüzlerce Cevşen almaya başladım. Buraya gelen herkese dağıtıyorum. Ve diyorum ki; “Bakın ne kadar güzel bunlar, okuyun, bunlarla da duâ edin, Müslüman kardeşlerimizle birlikte duâ edelim.” Çünkü Cevşen manevî kalkandır. Siz daha iyi biliyorsunuz. Fazla izah etmeyeceğim. Hz. Muhammed’in bir savaşta gelen oklara karşı kendini müdafaa etmek için bir zırhı vardı. Cebrail melek ona dedi ki: “Zırhı çıkar, ben sana Allah tarafından öyle bir zırh vereceğim ki seni bütün kötülüklere karşı koruyacaktır.” ışte bu Cevşen’dir. Yani manevî zırh demektir. Çoğu Müslüman kardeşlerimiz bundan dolayı üzerlerinde küçük bir Cevşen taşıyorlar ki, her türlü kötülükten korusun diye. Ben de işte memleketimizi ve bütün dünyayı Allah korusun diye Müslüman kardeşlerimle beraber o Cevşen’i her gün okuyorum.
Sokaklarda ıncil dağıtmaya karşıyız
Misyonerlik faaliyetleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sokakta ıncil dağıtmak, parayla birşeyler vaad ederek fakir insanları zorla kandırmak tarzındaki hareketlerin hiçbirini tasvip etmiyoruz. Apostolik denilen Hz. ısa’nın havarilerinin kurmuş olduğu hiçbir kilise bunu tasvip etmez. Bunlar anarşik gruplardır. Biz buna proselytisme (hileye başvurarak bir dine yeni taraftarlar kazanmaya çalışmak) diyoruz.
ıncil bizim yaşantımız olmalıdır. Onu sokaklarda dağıtmaya kalkmak yanlıştır. Biz Müslüman kardeşlerimizle barış ve diyalog içerisinde yaşamak istiyoruz. Galatasaray Lisesi’nin felsefe hocası Pierre Dübois de misyonerdi. Gidip de hiç kimseye “Sen Hıristiyan ol” dememiştir. Ama binlerce talebe yetiştirmiştir. Nitekim Dışişleri Bakanlığı’nca kendisine plaket de verilmiştir.
Baskıyla, zorla, kandırmayla hiçbir şey olmaz. Önemli olan paylaşmaktır, anlatmaktır. Bu anlamda aslında her Müslüman, her Hıristiyan bir misyonerdir de zaten. Ama dediğim gibi basına da yansıyan bu misyonerlik faaliyetleri, anarşik grupların işidir, onları tasvip etmiyoruz.
[size=7]
Türkiye, dinsizliğe karşı Avrupa’ya kalkan oldu [/size]
Türkiye’nin AB sürecine nasıl bakıyorsunuz?
Türkiye, zengin bir medeniyete sahip büyük bir imparatorluğun varisidir. Bu imparatorluğun payitahtı ıstanbul, asırlarca Avrupa kıtasının en büyük şehirleri arasında olmuş olup, kendi bünyesinde bulunan muhtelif ırk ve dinlerin sulh içerisinde beraber yaşamalarını temin etmiştir.
Türkiye’nin bu ruhu, Kur’ân-ı Kerime dayanır. Nitekim Maide Sûresi 48. âyet der ki: “Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdikleriyle sizi imtihan etmek için farklı ümmetlere ayırdı. Siz de hayırlı işlerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır.”
Nisbeten daha yakın devirlerde, yani soğuk savaş senelerinde, Türkiye’nin NATO azası olarak dinsiz komünizme karşı Avrupa’nın kalkanı olduğunu hatırlamak da hakkaniyetin gereğidir. Türkiye’deki ister Musevî, ister Hıristiyan olsun, hepsi kuvvetle inanıyor ki, Türkiye’nin Avrupa Birliğine kabul edilmesi halinde, Türkiye Batı ile Müslüman memleketler arasında köprü vazifesi görüp, bütün Avrupa için hem bir sulh unsuru olacak, hem de maddî-manevî bir kıymet alacaktır.
AB dinî bir organizasyon değildir
Gerek Türkiye’de, gerekse Avrupa’da bazı kesimlerin seslendirdiği gibi AB bir Hıristiyan kulübü müdür? Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Elbette AB’nin içinde Hıristiyanlar çoğunluktadır. Ama AB daha ziyade iyi ve refah içinde yaşamak için kurulan maddî bir organizasyondur. Onların hedefleri bir Hıristiyan birliği yapmak değildir. Tabiî bazı öyle düşünenler de olabilir, her insanın bir ideali vardır. Ama genel olarak Avrupa buna bakmıyor. Avrupa’da laiklik vardır. Dine saygı göstermek vardır, ama bir din Avrupa’sı olmayacaktır. Hem zaten normal olarak şimdi Avrupa’da 6-7 milyonu Türk yaklaşık 15 milyon Müslüman yaşıyor. Sadece 5 milyon Türk Almanya’da, Hollanda’da, ısveç’te, Belçika’da vardır. Onların çoğu hep Müslümandır zaten. Yine de Avrupa, bana göre semavî dinlerin ve bütün inançların Avrupa’sı olacaktır. Fakat dinî bir organizasyon değildir.
Bazıları “Türkiye Avrupa’dan değildir” derler. Ben işte buna cevap veriyorum:
Türkler asırlar boyunca Avrupa’ya, Viyana’ya kadar gitmiştir ve ıstanbul başşehir olmuştur. Avrupa’nın da başşehri sayılıyordu, Kostantinapolis ıstanbul’dur. Ve bunun çok büyük bir etkisi olmuştur.
Hem Türkiye aynı zamanda doğudaki memleketlerle de bir köprü oluyor. Dinler arası da köprü oluyor. Çünkü Müslümandır ve burada ıslâmiyet güzel yaşanıyor, biz bunu gördük. Bundan dolayı bazı Avrupalıların, Türkiye’yi yakından tanımadıkları için, sabit fikirleri vardır, korkuyorlar. Halbuki burada yaşamış olanlar Türkleri tanıdılar ve o manevî zenginliklerini gördüler. ışte ben küçükken Roncalli’yi tanıdım. O, Türkleri iyi tanımıştı.
Diyorum ki; bilmeyenler çekti. Halbuki bu ülkede yaşayanlar hakikaten Türkiye’nin manevî güzelliklerini görüyorlar ve Avrupa’yı zenginleştireceklerine inanıyorlar.
Çünkü Avrupa, söylediğim gibi bazı manevî değerleri kaybetti. Türkler hem çalışkandırlar, hem de büyük saygıları var. Hiçbir zaman Allah’a küfretmezler. Ama Avrupa’da Allah’a küfür vardır. ıtalya’da bazı Hıristiyanlar vardır ki, Allah’a, Meryem Anaya küfrediyorlar.
Türkiye’de katiyen bu yoktur. Müslümanlar Allah’a küfretmiyorlar. Büyüklere, anne-babaya da büyük saygı var. El öpüyorlar. Bir kere şuna şahit olmuştum: Bir toplantı olmuştu. Bir yazara ödül vermişlerdi. Millî Eğitim Bakanı o yazarın elini öptü. Böyle bir hürmet vardır yani. Bu da manevî bir zenginliktir. Türkler Almanya’da da çok çalışkandırlar. Avrupa ıkinci Cihan Harbinden sonra çökmüştü. O işçiler gitti, orada Avrupa’nın kalkınmasına yardımcı oldular.
Türkiye soğuk savaş döneminde NATO’nun içindeydi ve komünist Rusya’ya karşı Avrupa’ya bir kalkan oldu. Bu, Avrupa’nın Türkiye’ye karşı şükran borcudur. Bundan dolayı inanıyorum ki, Türkiye’deki Müslüman olsun, Hıristiyan olsun, Yahudi olsun hepimiz Türkiye’nin AB’ye girmesini istiyoruz ve inanıyoruz ki Türkiye Avrupa’yı zenginleştirecektir.
Türkiye bir dönem geçirdi ki işsizlik vardı, çok kişi Almanya’ya gitti. Fakat Türkiye’ye yardım edilirse, bir süre sonra öyle bir seviyeye gelecektir ki hiç kimse Avrupa’ya gitmeyecektir. Güzelim memleketi bırakıp niye gitsin ki? Nasıl ki Osmanlı ımparatorluğu döneminde bizim atalarımız buralara çalışmaya gelmiştir; yine Avrupalılar iş bulmak ve çalışmak için buraya tekrar geleceklerdir. Çünkü Türkiye bunu gösteriyor. Meselâ Rusya’da en güzel büyük iş merkezlerini açmışlar. Bunu Türkler yaptı. Orta Asya’da kocaman havaalanları ve Türkmenistan’da en büyük cami... Bunları Türk mühendisleri yapıyor. Demek ki Türklerin hakikaten hem maddi, hem manevî enerjisi vardır. Bu, Avrupa’ya çok yararlı olacaktır.
Din eğitimi objektif olmalı
Din eğitimi hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Din eğitimi bir ihtiyaç mıdır ve nasıl verilmelidir?
Din eğitimi hepimizin bir ihtiyacıdır. Çünkü çocuk doğduğu zaman kendiliğinden her şeyi bilemiyor. Meselâ bütün dünya şunu kabul ediyor: ınsanları iyiye, sevgiye, doğruya, hürmete, saygıya götüren dindir.
Din insanlar arasında bunu öğretiyor. Ve bu çok yararlıdır. Gençlere, küçük yaşlarından itibaren bunları anlatmak gerekir. Aile bunu her zaman yapamıyor, çünkü çalışıyorlar, vakitleri yoktur. Demek ki bu, okullarda yapılırsa çok yararlı olur.
şimdi bazıları “Bu tepeden inme, zorlama olarak yapılmamalı” diyor. Ama aileler istedikten sonra din eğitimi neden verilmesin ki? Çocuklar ailelerin üyeleridir. Anne-baba “Çocuğumu bırakıyorum, sen eğit, buna din eğitimi ver” diyor. Ama tabi din eğitimi de objektif olması gerekir. Biliyorsunuz ihtilalden sonra Kenan Evren döneminde mecburî din dersleri konulmuştu ve hepsi—Müslüman olsun, Hıristiyan olsun, Yahudi olsun—aynı din dersine giriyorlardı. Ancak bazı kitaplarda bizim inançlarımızı tam olarak ifade eden şeyler yoktu. şimdi ise Yahudiler ve Hıristiyanlar o mecburî din derslerinden muaf tutuluyorlar. Hıristiyanlar için kiliselerimizin salonları var çünkü. Çocuklara Cumartesi günü Hıristiyan din eğitimi veriliyor.
Fakat Milli Eğitim’e şikâyetler gitti. “Hıristiyan inancı okullarda bir Hıristiyan tarafından anlatılması gerekir” dendi. Çünkü bazen bir Müslüman din adamı belki tam olarak onu bilemiyor. O zaman bize “Kendi bünyenizde bir heyet kurun, bir belge hazırlayıp bize verin ki, yarın öbür gün bizim kitapları da öyle yapalım” dediler. şimdi bir heyet var, bütün Hıristiyan cemaatlerinden görevliler “ışte bizim inancımız budur” demek için bu belgeyi hazırlıyorlar. Böylece bu da birgün Millî Eğitim Bakanlığı kitaplarında çıkacaktır, daha objektif olacak tabiî.