Deprasyon ve toplu ibadet
"Toplu halde ibadet edenler, dinle alakası olmayanlara göre daha az depresyona giriyorlar." Araştırmayı ıngiliz Focus dergisinde yayınlandı. Akşam gazetesi de konuyu haber olarak okuyucularına duyurdu.
31 Mart 2005 12:18
Araştırma 10 madde halinde "dini inanışların bilimsel ispatları" başlığı altında verildi.
Araştırmayı, 2001 yılında Duke Üniversitesi üç dini inceleyerek ele almış.
Konu bir Batılı kurum tarafından araştırıldığına göre, din olarak ıslâmdan ziyade, daha çok Hıristiyanlık ve Yahudilik üzerinde durulduğu görülüyor. Çünkü örnek verilirken "kilise" imajı kullanılıyor.
2003'te Chicago'daki Rush Üniversitesi'nde yürütülen bir başka araştırmaya göre ise, düzenli olarak kiliseye gidenlerin ölüm oranı, gitmeyenlere göre yüzde 25 daha azalıyor.
Kiliseye gidenler nispeten mazbut ve muhafazakâr bir hayat yaşıyor. Uyuşturucu, kumar ve gece hayatı gibi birtakım kötü alışkanlıklardan uzak duruyorlar.
ınsanlar kiliseye sadece Pazar günü belli ve kısa bir süre için gidiyor. Papazın idare ettiği âyine katılıyor, ertesi Pazara kadar bir daha da kiliseye uğramıyor. Zaten evinde böyle bir "ibadet" yaptığı da zaten söz konusu değil.
Ama araştırma, gerçek anlamda ıslâm dini çerçevesinde yapılsaydı, daha çarpıcı ve daha ilginç sonuçlar elde edilecekti.
***
Bir Müslümanın hergün beş vakit namazını camide cemaatle kıldığı düşünülecek olursa ve haftada birgün kalabalık bir cemaat halinde Cuma namazını eda ettiği dikkate alınırsa, toplu halde yapılan ibadetin bir Müslümanın hayatına ne kadar büyük bir ruh zenginliği getirdiği çok rahat tahmin edilecektir.
Üstelik günde beş defa abdest alıp abdest azalarını yıkarken, maddi temizlikle birlikte ruh duruluğunu da yaşıyor. Ardından beş vakit içinde 40 rekât namazda 40 defa eğilip rükûa varıyor, 80 defa secde ediyor. Ve bunu ömür boyu yapıyor.
Namazlarını camide cemaatle kılamadığı zamanlarda ise, evinde, iş yerinde, bağında bostanında imkân buldukça birkaç kişilik cemaatle birlikte kılıyor, mümkün değilse tek başına ibadetini yapıyor.
Her fırsatta kulluğuna öncelik veren bir mü'min, işini gücünü, uykusunu istirahatını, hatta randevularını ve toplantılarını bile namaza göre ayarlamaya çalışıyor.
Yani sürekli olarak aklı ve kalbi ibadette, kulağı ezanda, gözü namazda, elleri duada ve niyazdadır.
Namaz kılarken kendini bütünüyle dünyadan soyutlar, çekip çevirir, dikkatini tek noktaya odaklıyor, düşüncesini ve hayalini ılâhi huzura yönlendiriyor.
***
Bundan dolayıdır ki, günlük meşguliyetlerin yoğunluğu içinde bunalan, ezici ve sıkıntılı işlerin arasında bitkin düşen, karanlık ve boğucu olayların içinde stresler yaşayan bir insanın bir teneffüse ihtiyacı vardır "ve ancak namazın penceresiyle nefes alabilir."
Çünkü insan yaratılışı icabı zayıf bir varlıktır. Her şey ona ilişir, üzer ve acıtır. Hem çok aciz bir yapıdadır. Belaları ve düşmanları bitecek gibi değildir. Hem çok fakir ve muhtaçtır. Oysa ihtiyaçlarının sonu gelmiyor. Hem tembel ve güçsüzdür. Bununla birlikte hayat yükü çok ağırdır. ınsanlık yönüyle de bütün bir kâinatla alakası vardır. Oysa sevdiği ve alıştığı şeyler birer birer elinden çıkıyor, ondan ayrılarak onu incitiyor Oysa eli kısa, ömrü kısa; gücü, kuvveti kısa ve sabrı kısadır.
ışte söyle bir insanın ezan okunur okunmaz, her şeyin sahibi ve maliki olan Kâinatın Sultanı huzurunda el bağlayıp namaza durması, onu ne kadar rahatlatacak ve sevindirecektir, ne kadar canlandıracak ve heyecanlandıracaktır, ne kadar güçlendirecek ve zenginleştirecektir.
Artık böyle bir insanın semtine depresyonun "d"sinin bile uğramayabilir mi?