Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

23.01.2005, 15:01

Felluce de bir serçe

Giriş:

"De ki; - Ey millet! Var gücünüzle elinizden geleni yapın! Ben de (memur olduğum) vazifemi yapıyorum.


- Güzel akıbetin kime ait olacağını yakında bileceksiniz. Muhakkak olan şu ki zalimler felaha eremeyeceklerdir." (Kur'an, En'am, 135)

Dekor:

Perdeleri yarı indirilmiş melal boyalı bir oda. Ortada bir kadın, köşede bir çocuk; yerde upuzun, sütbeyazı bir çarşaf... Çarşafın üstünde gittikçe genişleyen kanlı desenler ve altında boylu boyunca uzanmış, ayakuçları günün son ışığıyla gıdıklanan taze bir ölüm. Tebessüm dolu dudağının ucunda bir mutluluk, ve donuk yüzünde birdenbire gelen kutlu meleğin aydınlık sevinci. Zulmün ve zalim güllelerin arasından giriliveren bir hadika... Nefeslerden başka kımıldama yok odada. Uzaktan uzağa kurşun ve top sesleri bölüyor muhteşem sükûtu, ve bir de ölü saçların çığlığıyla çırpınan aynanın görüntüsü. Bu, koynuna doğduğu yurttan, sonsuz sılaya dönüvermesi ansızın bir yiğidin. Oğlunun başına dokunamadan ve belki kırkıncı mevlidi okunamadan; eşinin yüzüne doyunca bakamadan ve vatanının sevgisine bir çivi çakamadan... Hangi bahçelerde kaldığını bilmeden özlediği çiçeklerin; ve hangi kurşunla devrildiğini anlayamadan dilediği dileklerin... Bir dönüş vatana apansız... Göğsünde bir yara yalnızca ve şahadetinin mermisini ılahî çağrıya uçurup götüren bir can kuşu... Karşı dünyadan umut ve tebessümle bakıyor geride bıraktıklarına...

Olay:

Babalar ölür, saçlarına dolaşır çocukların hasret; ve dillerine anaların... Kuşlar havalanır uzaklardan; ikindi kısmetlerini aramaya... Duadayken elleri ananın, hasretini aramak üzere süzüldü kapıdan çocuk... Ellerinde tane tane bulgurlar ve yüreğinde bulgur bulgur umutlar. Dağlardan kentin üstüne bir serçe, ve ölümlü odadan sokağa bir çocuk... Caddelere serpilmiş umutların peşinde iki yanlı bir koşu kan tere batmışçasına, durmadan dinlenmeden ve dinlenmeden durmadan... Yüz yüze kanatlar ve adımlar... Birbirine umutlar ve hüzünler... Ve kaderleri kilitlenerek hızla çarpan minicik yürekler... Savaş kentinin sokaklarında gündelik çırpınmaları yöneten acıların doyumsuz yoldaşlığına doğru iki can. Köşe başlarında toprağa uzanmış yığın yığın gölgelerin üstünden; kimliksiz ölüleri başında nereye ve kime gideceğini şaşırmış atların kıyısından, ve düşürüldü mü gelişleri gidiş eyleyen zalim tetiklerin arasından, bir daha görünmeyecek olan görüntülerin içinden, ve bütün güzellikleri geride bırakarak donup kalan güneşin altından lirik bir mısra gibi, içli bir rüya gibi ve hüzzam bir şarkı gibi birbirine... Neden sonra düğümlendi kanatlar ve adımlar bulgur tanelerinde... Dışarıdaki ölüler, ve içerideki ölüler arasında... (Ya dışımızdaki ölüler; ya içimizdeki ölüler arasında!?..) Masum yüzlü delikanlılar, umut sözlü kızlar... Bir merminin, ya şarapnellerin kurbanları... Caddelere korku ve dehşet, evlere şiddet ve vahşet olarak akan istilanın damıtılmış acıları... Pencerede yanan son karanfil dalı ve dehşetle gözünü göğe çeviren toprak şiddetli bir sesle dağılıp büyük bir alevle yandı... Bir gülleydi, bir çığlık, bir ölüm oldu. Anaların, kardeşlerin, arkadaşların ve arkadaşlıkların ölümü; insanın ve insanlığın ölümü!.. Ve de bir serçenin... Ve de bir çocuğun...

Düğüm:

Sen ey!.. Kuş seslerine gömülesi çocuk!.. Parmaksız avucuna düşen serçenin en hafif teleği adına; pas tutsun inşallah zulümler ve öfkeler artık, inşallah pas tutsun namlular ve tetikler. Ayak ucuna gurubu, başucuna şafağı dikelim biz senin. Sen ey!.. Mor ikindilere verilesi serçe!.. Küçücük dilinin üstünde bekleyen son bulgur tanesi adına; artık vakitsiz solmasın tomurcuklar, ve kurşunların yerinde papatyalar açsın. Siz ey, gelinlerin ölüleri, ve âşıkların, ve anaların, ve kardeşlerin ölüleri... Bir vatanın ölüleri... ınşallah sizden sonra kazılacak ilk mezar, mezarcının mezarı olsun ve inşallah dünyada zalimlere arka çıkan bütün anneler, bebeklerinin gözlerine kapanırken, dünya kapansın gözbebeklerine. Sonuç:

Gülüm!.. Bugün bir oyun daha bitti... Perde indi, çığlıklar, gürültüler, ağıtlar kaldı geriye... Yarın, melekler yeniden gelecek ölen çocukların üstüne örtülecek atlasın kalıbını almak için; ve serçeler yeniden konacak şefkatli avuçlarına çocukların... Sen dur demezsen eğer, kim bilir, ne zaman, hangi baharda bitecek çocuğun üstünde güller; kim bilir, ne zaman, hangi nisanda yağacak toprağına yağmurlar!.. Gülüm!.. Sahi, yalnızca sessiz harflerle konuştukları için mi duyuramazlar seslerini bize ölüler? Yoksa kurşunlar, kalplerimizi de kulaklarımız gibi sağır ettiği için mi işitmeyiz onları!?.. Bir an gülüm, yalnızca bir an, evinde şefkatle başını okşadığın çocuğu, dağlardan gelen serçeyle birlikte güllelerin arasında, kanlar içinde düşün... Peki de, zalimlerin ürünlerini boykot etmek de mi gelmez elinden?!..

ıSKENDER PALA
ÇÖllere inen akşamIn genişliginde kalbime

inşiraH indi..

Kalbim kendi darliginda Genişledi..

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir