Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

23.11.2010, 20:13

Baydemir'le Öcalan'ın farkı

Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir'in "Silâhlı mücadele miadını doldurdu" yönündeki açıklamasına Abdullah Öcalan'ın şiddekli tepki gösterdiği anlaşılıyor.

Avukatlarının Öcalan adına yaptığı açıklamada şu ifadeler yer alıyor: “Söyleyin ona, gitsin AK Parti’ye üye olsun, ya da özeleştirisini versin. Silâh olmasaydı, iki ay bile o koltukta oturamazdı.” (Fırat Haber Ajansı) Perdeli de olsa, burada bir temel kırılma noktasının bulunduğu, tartışma götürmez bir gerçek.

Öcalan, silâhlı çatışmaya dayalı odakların adamı, hatta maşasıdır.
Onların çizgisinden dışarı çıkamaz. En büyük endişesi, yine kendi hayatıdır. Türklerle Kürtlerin huzur ve hayatını zerrece düşündüğü yoktur. Kendisi başka kökenden olup, bu iki İslâm unsurundan ayrıca intikam almaktadır.

Kürtler, bu gerçeklerin farkına varmadığı ve ondan yüz çevirmediği müddetçe, bu dünyada huzur ve rahatın yüzünü kolay kolay göremezler.

Baydemir ise, her şeye rağmen, seçim yoluyla başkanlığa gelmiş ve ancak bu sistemle huzurun, barışın sağlanabileceğini bir derece görmektedir.

Ancak, inandığı gerçekleri açıkça söylemekten de çekinmektedir. Bundan yirmi beş sene evvel, kendisi gibi düşünerek Bekaa'da Öcalan'la görüşenlerin hemen tamamı, dönüş yolunda bertaraf edildiler.

Velhasıl, Baydemir gibi düşünenler çok; ancak, o düşünceyi çekinmeden seslendirmek, hiç de kolay değil.

Zira, onlara kimin kötülük edeceğini dahi bir türlü kestiremiyorlar. Geri adım atmak durumunda kalıyorlar.

Zoru başarmaya henüz zaman var görünüyor.

Hastalıkların mânevî boyutu

Hastalıkların maddî sebepleri gibi, mânevî sebepleri de var.

Her iki cepheden gelen sebeplerin birleşmesi halinde ise, hastalık, katlanılması alabildiğine zorlaşan bir azaba dönüşür.

Bu durumda, sebep gibi çarenin de iki yönlü olduğunu/olacağını hatırdan çıkarmamalı... Yani, tedâvi safhasında, maddî ilâçların yanı sıra mânevî reçetelere de ihtiyaç duyulacağını unutmamalı.

Kuş, nasıl tek kanadıyla uçamıyorsa, insan da tek taraflı bir tedâvi yöntemiyle hakiki şifâya kavuşamıyor.

* * *
Hastalıkların maddî/fizikî yönü, tıp ilmiyle alâkalı. Teşhis ve tedâvi, bu ilmin usûl ve esaslarına göre yapılır.

Hastalıkların mânevî sebep ve çaresi hakkında ise, bilhassa şu iki önemli noktaya dikkat etmek lâzım.

Birincisi: Baş ağrısından mide kramplarına kadar hemen bütün hastalıkların üzerinde, sıkıntının, stresin, ye'sin, fâniye bakan üzüntünün, sabırsızlığın, asabiliğin... değişik oranlarda etkisi olduğu hususu, yaygın bir fikir ve kanaat halini almıştır.

Bunun tedâvisi, evvelâ tevekküllü olmaktır. Tevekkülsüz insan, sıkıntıdan kurtulamaz. Ayrıca, ihlâs, ümit, itimad, muhabbet, sabır, tahammül duygularını kuvvetlendirip muhafazaya çalışmak, yarı yarıya tedâvi olmak demektir.

İkincisi: Hemen her insan, şu ya da bu ölçüde "nazar"dan etkilenir.

Hassas kimseler, "isabet–i nazar"dan daha fazla müteessir olur. İncinirler, ateşlenirler, hatta yataklara düşerler.

Nazar değmesi iki türlüdür: Biri hayranlıktan, diğeri hayretten.

Sevimli, nazik bir çocuğa, ebeveyninin de nazarı değer.

Bediüzzaman Hazretleri de yüzüne "hayranlıkla bakış"tan şiddetle rahatsız olmuştur: "Hem de ona (Üstad Bediüzzaman'a) takdirle bakanlar, isabet–i nazar hükmüne geçip onu incitiyor." (Emirdağ Lâhikası, s. 459)

Bu mânevî tehlikelere mâruz kalan insanın başvuracağı çarenin önemli bir kısmı şudur:

1) Şandan, şöhretten, şahsî reytinglerden, çokça göz önünde bulunmaktan kaçınmak. Mütevazı hayatı tercih etmek.

2) Bol bol duâ etmek. Bilhassa Âyete'l–Kürsî ile Nazar Âyetini (Kalem Sûresinin son âyeti) okumak. Ayrıca, Cevşen ve Celcelûtiye gibi vahye dayalı duâları okumak, maddî ve mânevî belâlardan mahfuz olmaya bir sebeptir.

* * *
Tıbbın bütün imkânları seferber edilse, yine de bir türlü geçmeyen, geçmek bilmeyen hastalıklar veya marazî haller var.

Demek ki, işin duâ ağırlıklı mânevî boyutunu hiç unutmamak ve ihmâl etmemek gerekir.

Tarihin yorumu 23 Kasım 1914


Son "Cihad–ı Ekber" çağrısı


Hiç hesapta yokken, kendini bir anda savaşın içinde bulan Osmanlı Devleti, Sultan–Halife Mehmed Reşad'ın emr û fermânıyla "Cihad–ı Ekber" ilân etti. (23 Kasım 1914)

Bilâhare bir beyannâme ile neşredilen ve dünyanın hemen her tarafındaki Müslümanlara dağıtılması istenen bu cihad fetvâsı, hemen hiçbir ülkede makes bulmadı.

İslâm dünyasından beklediği desteği alamayan Osmanlı Devleti, Dünya Savaşında bir bakıma yalnız başına kalarak Almanya ve Avusturya'nın yanında (Rusya ve İngiltere'ye karşı) harbe iştirak etmek durumunda kaldı.

İslâm âlemi nazarında yaşanan bu yalnızlığın birçok sebebi vardı. Bunlar, kısaca şöyle:

1) İran ve Afganistan dışındaki Müslüman ülkelerin hemen tamamı sömürge durumundaydı. Afganistan, Rusya'nın baskısı altındaydı. Şiâ olan İran ise, hiçbir zaman Osmanlı veya bir başka

Müslüman ülkenin yanında savaşa girmiş değildi.

2) Osmanlı'nın iki Hıristiyan ülkenin yanında yer alması, diğer Hıristiyan ülkelerle savaşılmasına mânevî engel teşkil ediyordu.

3) Dünyadaki Müslümanların hemen tamamı, bu süreçte nisbeten yoksuldu, fakr û zaruret içinde yaşıyordu.

4) Müslümanlar, Fransa, Rusya ve İngiltere'ye karşı koyacak silâh ve mühimmat imkânına sahip değildi.

5) İttihatçıların içinde Turancılık/Türkçülük damarının kabarmış olması, başka unsurdan olan dindarları Osmanlı hükûmetinden soğutmuştur.
23.11.2010
"Milletimin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım,.."
Bediüzzaman said Nursi

Bu konuyu değerlendir