Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

1

23.11.2010, 16:14

“Füze Kalkanı” oyunu ve yanıltması

Cevher İLHAN

“Füze Kalkanı” oyunu ve yanıltması (1)

AKP
iktidarında Türkiye, ABD’nin iki milyondan fazla sivili katlettiği
Müslüman komşu Irak ve yüzbinlerce insanın öldürüldüğü Afganistan
işgaline tam destek verip kanlı “kirli savaş”ın ortağı edilirken, bu
kez Amerikan küresel hegemonya ve çıkarlarına “kalkan” ediliyor.


Gerçek şu ki, Türkiye topraklarında ve denizlerinde
konuşlandırılacak “Oynak Füze Savunma Sistemi”, NATO paravanında
makyajlanan Bush döneminden kalma bir “Amerikan projesi”.


Zira, Amerikan Başkanı Obama, Savunma Bakanı Gates ve
Genelkurmay Başkanı’nın onayladığı 17 Eylül tarihli Beyaz Saray damgalı
“genel bilgiler”de açık açık “Füze savunma sistemi, İran tehdidi
algılaması temeline dayalıdır” deniliyor.


Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde oluşturulması
plânlanan, ancak Rusya’nın karşı çıkması sebebiyle Türkiye üzerine
odaklanan “proje”nin amacı, Pentagon belgelerinde açıkça “İran’a karşı
Amerikan füzelerinin güçlendirilmesi” olarak tanımlanıyor. Diğer bütün
Amerikan belgelerinde de füzelerin “ABD ve Güney Avrupa’yı İran’ın füze
tehdidinden korumak(!)” olduğu belirtiliyor…


Aslında Pentagon’un Avrupa ve NATO politikalarından
sorumlu üst düzey yetkilisi Jim Townsend’ın, en başta Ankara ile derin
görüşmeler yaptıklarını, Türkiye’ye yerleştirilecek füzelerin hedefinin
İran olduğunu söylemesi, asıl hedefin İran olduğunun ikrarıydı…


Bunun içindir ki, “İran” kelimesinin çıkarılması, bir yanıltma olarak karşımıza çıkıyor…



“KARŞIYMIŞ” GÖRÜNTÜSÜYLE

KAMUOYU ALIŞTIRILDI…

Bilindiği gibi, en evvel NATO Genel Sekreteri
Rasmussen, “Tehdit altındayız. Dünyada 30’dan fazla ülke balistik füze
teknolojisi üzerinde çalışıyor ve bazılarının menzili Avrupa’ya
ulaşıyor” demişti. Peşinden Gates, ABD’nin Avrupa’ya kurmayı plânladığı
yeni stratejik konsept çerçevesindeki “hava savunma kompleksi” için
Türkiye’ye baskı yapmadıklarını, ancak konuyu uzun süredir görüşmeye
devam ettiklerini duyurdu.


Ardından Millî Savunma Bakanı Gönül, 19-20 Kasım’da
Lizbon’daki NATO zirvesinde değişen yeni tehdit algılamasıyla alınacak
kararla Karadeniz, Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu’ya SM-3 ve Patriot PAC 3
füzelerin konuşlandırılacağını te’yid etti.


Peşinden Başbakan Erdoğan, “Bu işin komutasının kime
verileceği hususu”nu gündeme getirerek, “Özellikle topraklarımızın
genelinde böyle bir şey düşünülüyorsa, zaten kesinlikle bu bize
verilmeli, aksi takdirde böyle bir şeyin kabulü mümkün değil” dedi.
“Tabiî yerleşim noktası bunların, çok çok önemli. Ve bu serpilme nerede
olacak, nasıl olacak, bu önemli. Hangi irtifada olacak, bunlar önemli”
diyerek, kamuoyuna “direndikleri” mesajını pompaladı.


Erdoğan, bununla da kalmadı. “Lizbon Zirvesi’nde eğer
mutabakat sağlanırsa ne âlâ, sağlanmazsa söyleyecek bir şey yok”
cümlesiyle Türkiye’nin şartları kabul edilmezse vazgeçecekleri havasını
verdi. “Şu anda verilmiş olan nihaî bir karar söz konusu değildir”
cümlesiyle, Türkiye’nin ciddî bir müzâkere ve pazarlık içinde olduğu
imajını vermeye çalıştı.


Ne var ki, Güney Kore’ye giderken füze kalkanının
ABD’nin projesi olduğunu nazarlardan kaçırarak, “NATO’nun bir üyesi
olarak şüphesiz ki bu kapsamda atılacak bir adım” ifâdesiyle “Füze
Kalkanı”na ilk “sıcak sinyalleri” çaktı. Seul’de görüştüğü Obama’ya
“Füze Kalkanı” Projesi ile ilgili Türkiye’nin hassasiyetini aktardığını
söyledikten sonra, “Bunun NATO çerçevesinde olması halinde bu adımı
atabileceğiz” yeşil ışığını yaktı.


Kısacası, hükûmetçe önce “Füze Kalkanı”na “karşıymış” görüntüsü verilerek kamuoyu adım adım hazırlandı!..



TÜRKİYE’NİN HANGİ

HASSASİYETİ DİKKATE ALINDI?

Ve “İngiliz Kraliyet ödülü” için Londra’ya giden
Cumhurbaşkanı Gül’ün, “kararlarını verdiklerini” açıklaması, son nokta
oldu. Erdoğan’ın dile getirdiği beklentileri tekrarlayan Gül’ün,
zirvenin ikinci gününde “ilkesel olarak arzu ettiğimiz çerçevede bir
karar çıktı” demesi bunun ifâdesi.


Oysa “stratejik belge”de “İran” zikredilmezse de herkes hedefin “İran” olduğunu biliyor.

Böylece, zirveye katılmak için Lizbon’a hareketinden
önce, “İran veya başka bir ülkenin hedef gösterilmesini asla kabul
etmeyiz” sözüyle Ankara’nın şartlarını âdeta bire indiren teminatının
da bir anlamı kalmıyor.


Neticede, ortaya attığı “Türkiye’nin çekinceleri”nin
hiçbiri yerine getirilmeden, Türkiye “Füze Kalkanı” emr-i vakisine
resmen getiriliyor. İleri sürülen “şartlar”ın kamuoyunu oyalamak ve
alıştırmak taktiğiyle olduğu açığa çıkıyor.


Ankara, baştan beri yetkililerin ağzından “Füze Kalkanı’ kararında öncelikle ülke menfaatlerinin esas alınacağı” iddiasındaydı…

Sormak lâzım, “Türkiye’nin arzu ettiği çerçevede bir
karar çıktı” mı? Türkiye’nin hangi hassasiyeti dikkate alındı?
Komuta-kontrol Türkiye’de mi yoksa başkalarında mı olacak? Gerçekten
“Füze Kalkanı”nda Türkiye’yi memnun edecek hangi talebi yerine
getirildi ki Cumhurbaşkanı “memnuniyeti”ni bildiriyor?


Bu soruların cevabı “ayrıntılar”a havale edilmiş; ve “ayrıntılar” da geleceğe ötelenmiş...

Yani “Füze Kalkanı” Türkiye’de konuşlandırıldıktan ve iş işten geçtikten sonra…

Cevher İLHAN

“Füze Kalkanı” oyunu ve yanıltması (2)

Tesbit şu ki
Türkiye, “Füze Kalkanı”yla yeni bir emr-i vakiyle karşı karşıya.
İngiliz Daily Telegraph gazetesinde yayınlanan, Amerikan Dışişleri
Bakanı Clinton ile Savunma Bakanı Gates’in kapalı kapılar ardında Türk
yetkililerine, “Füze Kalkanı’na katılmazsanız, ilişkiler zarar görür”
tehdidinin anlamı bu.


Cumhurbaşkanı Gül’ün Lizbon’daki açıklamalarının satır
aralarında bu emr-i vaki okunuyor. Her fırsatta “Ankara’nın şartları”
olarak koşulan “Füze Kalkanı’nda komutanın kime verileceği, düğmeye
kimin basacağı”, “füzelerin Türkiye topraklarının tümünde konuşlanması,
yerleşim noktaları-serpilmeleri ile hangi irtifada olacakları” ve
“bütün NATO ülkelerini kapsaması” başlıklarına zirvede hiçbir açıklık
getirilmemesi, bunun göstergesi.


Zirve öncesi Gül’ün, “Füze Kalkanı’yla ilgili NATO’ya
ve müttefik ülkelere kesin net kararlarımızı yazılı olarak önceden
gönderdik, beklentilerimiz bunların hepsinin kabul görmesi” sözüne
rağmen, hâlâ cevaplanmayan bir dizi soru ve belirsizlik duruyor.


Füzelerin Ankara’dan habersiz ateşlenmesi, netliğe
kavuşmamış. “Şeytan ayrıntıda gizli” deyimini haklı çıkarırcasına bütün
detaylar yine Gül’ün ikrarıyla “teknik çalışmalar” olarak 2011’deki
NATO Savunma Bakanları toplantısına bırakılmış.


Böylece, gelinen süreçte, kararların oy birliğinde
alındığı NATO’da “Füze Kalkanı”nda en kritik ülke olarak Türkiye’nin
“onay” verdiği “stratejik konsept” için, Gül’ün “Arzu ettiğimiz
çerçevede çıktı, bundan büyük memnuniyet duyuyoruz; millî
menfaatlerimiz ve ittifak dayanışması temelinde önemli katkı
sağlamıştır” sözlerinin altı boş kalıyor…




HANİ, “KOMUTA”

TÜRKİYE’DE OLACAKTI?

Keza Başbakan Erdoğan’ın baştan beri kamuoyuna deklâre
ettiği “komuta kontrol şartı”yla “Düğmeye kimin basacağı önemli.
Füzelerin komutası kesinlikle bize verilmeli, aksi takdirde böyle bir
şeyin kabulü mümkün değil” taahhüdüne rağmen, “düğme”nin Türkiye’ye
verilmemesi üzerine, “Komuta NATO’da olmalıdır” demesi dikkat çekici.
Butonun ABD’nin etkili olduğu NATO’da olduğunu bile bile kamuoyunun
oyalandığı ve alıştırıldığı anlaşılıyor.


Peki, “yeni stratejik konsept”te sözkonusu “Füze
Kalkanı” neden ille de Türkiye’de konuşlanıyor? Amerikan resmî
belgelerinde asıl hedef İran olduğuna göre, ABD, “Füze Kalkanı”nı niçin
bu ülkenin yanıbaşında işgali altındaki Irak’a ya da bölgedeki en
ileri işbirlikçisi kuklası Kuzey Irak’a bu füzeleri konuşlandırmıyor?


Veya yüzbinlerce askerini bulundurduğu İran’a komşu
güdümündeki Körfez ülkelerine, Katar’a, Kuveyt’e, yine işgali altındaki
Afganistan’a, kıskaca aldığı Pakistan’a niçin yerleştirmiyor?


Yahut yüzlerce nükleer başlıklı füzeye sahip ABD’nin
“güvenliği”ni her şeyin üstündü tuttuğu stratejik müttefiki İsrail’e
neden monte edilmiyor? ABD istese Hint Okyanusundaki, Körfezdeki savaş
uçaklarından İran’ı vuramaz mı? Neden ille de Türkiye?


Bütün bu sorular, “NATO’nun savunması”nda öte
Kasrışirin anlaşmasından bu yana 400 senedir barış içinde yaşadığı
Müslüman komşusu İran’la Türkiye’yi karşı karşıya getirtme endişesini
haklı kılıyor.


Görünen o ki ABD Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi
NATO kapsamında bütün masraflarını başkalarına yükleyerek açtığı “İran
cephesi”nde Türkiye’yi cepheye sürmekte.


BOP’a zemin hazırlamak hesâbına İslâm dünyasında ve
Ortadoğu’da Sünnî-Şiî kutuplaşmasıyla yüz milyarlarca dolar silâh
sattığı Ortadoğu ülkelerinden Orta Asya’ya uzanan kuşakta topyekûn
bölgeyi kapsayan kargaşa, kaos ve güvensizlikle bir mezhep çatışmasına
zemin hazırlandığı tezini açığa çıkarıyor.




ANKARA, ÇARPITIYOR

VE YANILTIYOR

Bir başka garâbet, “Baştan beri çok ilkesel bir tavır
aldık. Şu ülke bu ülke değil. Kimde varsa, yarın kimde olacaksa” diyen
Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın, “stratejik belge”de “İran” kelimesinin
geçmemesini “büyük başarı” ve “hedefin düzeltilmesi” olarak sunmaları;
bunu Türkiye’nin hassasiyetlerinin kabulü için yeterli gösterip
propaganda etmeleri...


Gerçekten, Fransa’nın “nükleer silâh çalışmalarını
engelleyeceği kaygısını” nazara alıp, “Fransa ile İngiltere’nin nükleer
silâh faaliyetlerinin NATO’nun bir parçası olduğunu” “belge”ye ekleyen
NATO ve ABD, Türkiye’nin hangi kaygılarını dikkate aldı?


Propaganda edilen “stratejik konsept belgesi”nde “İran
isminin çıkarıldığı” iddiasının tamamen bir gözboyamadan ibâret olduğu
Sarkozy’in, “NATO’nun kamuoyuna açıklanan belgelerinde isim
açıklanmıyor ama ‘biz kediye kedi deriz’, hedef İran’dır” ikrarıyla
sırıtıyor. Özetle “Ankara’nın itirazının nazara alındığı” ve “bir
diplomatik zafer kazanıldığı” asparagasıyla bir nevi “ölümü gösterip
sıtmaya râzı etme” taktiği güdülüyor.


Sözde Türkiye’nin hassasiyeti naza alınmış numarasıyla
“Pentagon belgesi”nde “asıl hedef” olarak konulan İran’ın çıkarılması,
aslında sonucu ve “Füze Kalkanı”nın hedefini değiştirmiyor. Ve “sinsî
maksat” gözden kaçırılarak bu çarpıtmaya ve dayatmaya geliniyor.


Hûlâsa, “yandaş” ve sözde “karşıt” medyanın methiyeler
dizerek propaganda ettiği Ankara-Lizbon-Washington hattında sahnelenen
ve Türkiye’nin “ABD ve İsrail’in kalkanı” yapılmasında tam bir
şaşırtma ve kamuoyunu yanıltma oyunu oynanıyor.


Sonra AKP hükûmeti, neden buna mecburiyet duyuyor ki bu uğurda halkın aldatılması ve yanıltılması oyunlarına başvuruluyor…

Yazık, çok yazık…

23.11.2010
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bu konuyu değerlendir