Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

1

29.10.2010, 11:02

Bediüzzaman'ın “Cumhuriyet” ve “Hürriyet” kavramlarına bakışı

Bediüzzaman'ın “Cumhuriyet” ve “Hürriyet” kavramlarına bakışı

CEVAP:
‘Halk yönetimi. Siyasî mekanizması seçimle kurulan, adalet ve hukukun
üstünlüğüyle temel hak ve hürriyetleri sağlamayı amaçlayan idare şekli’
olarak tarif edilen cumhuriyet; ve ‘Serbestlik, hür olunsanın ne
kendisine, ne de başkasına zarar vermeden kanun, düzenleme ve değerler
çerçevesinde serbestçe hareket edebilmesi’ şeklinde tarif edilen
hürriyet kavramlarının Risâle-i Nur’da ele alınış şekli bu kavramları
isim ve şekilden ziyade gerçek mânâsıyla yaşatabilmeye yöneliktir.

nsanın
ne kendisine, ne de başkasına zarar vermeden kanun, düzenleme ve
değerler çerçevesinde serbestçe hareket edebilmesi’ şeklinde tarif
edilen hürriyet kavramlarının Risâle-i Nur’da ele alınış şekli bu
kavramları isim ve şekilden ziyade gerçek mânâsıyla yaşatabilmeye
yöneliktir. Saltanat, Meşrûtiyet ve Cumhuriyet olmak üzere üç devir
yaşamış, yaşadığı dönemde Osmanlıdaki hürriyet tartışmalarına bizzat
katılmış olan Said Nursî, bu kavramları anlatırken, İslâmiyet ile
Cumhuriyeti (Meşrûtiyet) bağdaştıramayan İslâm ulemasına ya da bu
kavramları yanlış algılayarak dindarlara baskı aracı olarak kullanan
yöneticilere, cumhuriyet dersi vermiş, gerçek cumhuriyetin nasıl olması
ve uygulanması gerektiğini anlatmıştır.
Meşrûtiyet ve cumhuriyeti
aynı anlamda kullanan Bediüzzaman, Divan-ı Harb-i Örfî adlı eserinde
cumhuriyeti “Cumhuriyet ki, adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı
kuvvetten ibarettir” (s. 65) şeklinde tarif eder ve üç temel esasa
dayandırır: Adalet, meşveret (meclis) ve kanun hâkimiyeti. Bu esasların
kaynağını İslâm olarak gösteren Said Nursî, bunların en mükemmel
uygulama örneklerinin de Asr-ı Saadette yaşandığını ifade eder.
Kur’ân’ın
dört esasından birinin adalet olduğuna değinen Said Nursî, Asr-ı Saadet
uygulamalarını örnek göstererek ve ‘Meşrûtiyet, adalet ve şeriattır’
(D. H. Ö., s. 23) diyerek Cumhuriyete din adına sahip çıkar. Ona göre,
Cumhuriyet idaresi mutlaka adaleti sağlamak zorundadır.
“Onların
aralarındaki işleri meşveret iledir” (Şûrâ, 38) ve “İşlerde onlarla
iştişare et” (Al-i İmran, 159) âyetlerini parlamenter sisteme delil
olarak sunan Said Nursî’ye göre, meclis de Cumhuriyet idaresinin
vazgeçilmez bir unsurudur. Bediüzzaman’a göre fikir hürriyetine ve şer’î
meşverete dayanan meclis, milletin kalbi hükmündedir ve temsil ettiği
milletin fikrine, kalbî, manevî hislerine tercüman olabilmelidir. (D. H.
Ö., s. 85)
“Kanunda inhisar-ı kuvvet” sözüyle kanun hakimiyetini
ifade eden Said Nursî, “Meşrûtiyetin (Cumhuriyet) ağası haktır,
kanundur, efkâr-ı ammedir (kamuoyu)” (Münâzarât s. 23) diyerek keyfi,
kanun dışı, baskıcı uygulamaların Cumhuriyet idaresi ile bağdaşmadığını
vurgular. Bediüzzaman’a göre kuvvet kanunda olmalıdır, yoksa istibdat
(baskı, zorlama) ortaya çıkacaktır.
Risâle-i Nur’da ifade edildiği
şekilde, ‘isimlerin değişmesiyle hakikat değişmez’ prensibine dayanarak;
istibdad-ı mutlaka Cumhuriyet namı vermenin hükümete ve millete tecavüz
olduğunu ifade eden Said Nursî, baskı ve zorlamaların, hak ve
hürriyetleri kısıtlamanın Cumhuriyet idaresiyle bağdaşmayacağını
vurgulamaktadır.
Said Nursî, zulmün meşrûtiyetten değil, kafalardaki
cehaletin zulmetinden kaynaklandığını belirtirken (Beyanat ve Tenvirler,
s. 89) Cumhuriyet hükümetinin vicdan hürriyeti ile birlikte ilim ve
fikir hürriyetini de temin etmesi gerektiğini ifade eder. (Emirdağ
Lâhikası, s. 27)
Sonuç olarak, Cumhuriyetin her şeyden önce isim ve
resimden ibaret kalmaması gerektiğini belirten Bediüzzaman, başta hakikî
adalet ve hürriyet olmak üzere bahsettiğimiz prensiplerin uygulanması
gerektiğini vurgulamaktadır. Kısaca, Bediüzzaman’ın adalet,
parlamento/meclis, kanun hakimiyeti, din ve vicdan hürriyeti, ilim ve
fikir hürriyetine dayandırdığı Cumhuriyet, bugün hâlâ tam anlamıyla
gerçekleştirilemeyen demokrat bir Cumhuriyetten başkası değildir.
Bediüzzaman’a
göre hürriyet, Allah’ı daha iyi tanımak için insana verilen eşsiz bir
ayrıcalıktır. Risâle-i Nur’un fidanlığı olarak nitelendirdiği bir
eserinde: “Cenâb-ı Hak tarafından insanlara verilen benlik ve hürriyet,
ulûhiyet sıfatlarını fehmetmek üzere bir vahid-i kıyasî vazifesini
görüyor. (Mesnevî-i Nuriye, 58)” sözüyle, gerçek anlamda Allah’ı
tanımanın hür olmaktan geçtiğini vurgulamıştır.
“Ben ekmeksiz
yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam. (Emirdağ Lâhikası, 18)” diyecek kadar
her şeyden önce hürriyetine önem veren Bediüzzaman, hürriyetin “herkesi
bir padişah hükmüne getir”diğini ve her insanın hürriyet sevgisiyle
padişah olmaya çalışması gerektiğini söylemiştir. (Münâzarât, 24)
Hürriyeti
‘Başkasına zarar vermemek şartıyla insanın, hatta sefahet ve rezalet de
olsa, her istediğini yapması’ şeklinde tarif edenlere karşı
Bediüzzaman, Kur’ân âdâbıyla edeplenmiş ve süslenmiş olan hürriyeti
şöyle tarif eder: “Sefahat ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir.
Belki, hayvanlıktır. Şeytanın istibdadıdır. Nefs-i emmareye esir
olmaktır. Hürriyetin şe’ni odur ki, ne nefsine ne de başkasına zararı
dokunmasın.” (Bey. ve Ten., s. 40) Buna göre; nefsin her türlü çirkin
arzularına uyarak sefihçe her istediğini yapabilmeyi hürriyetle
bağdaştırmayan Said Nursî, “İnsanlar hür oldular, ama yine
abdullahtırlar” diyerek insanların kulluklarını unutmamaları gerektiğini
vurgulamakta, mutlak hürriyetin olamayacağını belirtmektedir. “Tahdid-i
hürriyet dahi insaniyet nokta-i nazarından zarurîdir.” (Hutbe-i Şamiye,
103) diyerek hürriyetin sınırlandırılmasının gerekliliği üzerine vurgu
yapmıştır. İnsanları nefs-i emmâresinin kölesi yaparak hayvanlaştıran,
bu şekilde manevî çöküşlerle birlikte insanlığı maddî manevî her türlü
hastalığa boğacak yolları açan bir hürriyetin ise, gerçek anlamda bir
hürriyet olamayacağını söylemiştir.
“Hürriyet-i şer’iye, Cenâb-ı
Hakkın Rahman, Rahîm tecellisiyle bir ihsanıdır ve imanın bir
hassasıdır.” (Hutbe-i Şamiye, 67) diyen Bediüzzaman, imanın derecesi
oranında hürriyetin parlayacağını ifade etmiştir. Çünkü Allah’ı tanıyan
bir kişi başkasının baskısını ve istibdadını kabul etmeyeceği gibi;
bilerek hiçbir insanın hürriyet ve hukukuna da tecavüz etmeyecektir.
Birincisine, imanından kaynaklanan cesareti, kahramanlığı izin vermediği
gibi, ikincisine de yine imanından kaynaklanan şefkati ve merhameti
engel teşkil edecektir.
Hürriyet düşüncesi demokrasiyi de
canlandırmaktadır. Aileden, okula, mahalleye, şehre, ta ülkeye kadar her
dairede hürriyetin etkisinin görülmesiyle sağlam, kalıcı bir demokratik
bir yapı oluşur. Bediüzzaman’a göre, Müslümanların ayaklarına konulmuş
çeşit çeşit istibdatların zincirlerini açacak ve Asya medeniyetini ayağa
kaldıracak en önemli iki unsurdan biri hürriyettir.
Sonuç olarak,
İslâmiyetin sınırlarının dışındaki hürriyetin ya istibdada, ya nefsin
kölesi olmaya, ya canavarcasına hayvanlığa, ya da medenîlikten uzak bir
vahşiliğe dönüşeceğini söyleyen Bediüzzaman’a göre hürriyet, Allah’ı
daha iyi tanımak için insana verilen bir ayrıcalık olmakla birlikte, onu
yeryüzünün halifesi olarak bütün varlıklar üstündeki yüce makama
çıkaran Rahmânî eşsiz bir hediyedir.
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bu konuyu değerlendir