Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

07.12.2004, 14:55

İhtida Kavşağı - Reed'in İhtida Öyküsü

Faruk ÇAKIR

ıhtida kavşağı




Kanadalı gazeteci Fred A. Reed’in kaleme aldığı “Anadolu Kavşağı” adlı kitap, yazarının Ramazan ayının 2’sinde ihtida edip, ıslâma teslim oluşuyla yeniden gündemimize girdi. (Reed’in ihtida öyküsünü merak edenler, 11 Kasım 2004 tarihli Yeni Asya’ya bakabilirler.) Alt başlığı “Gizli Türkiye’ye Yolculuk” adını taşıyan eseri, yayınlandıktan hemen sonra okuma imkânı bulmuş ve bir de yazı yazmıştık. (Yeni Asya, 10 Kasım 2002) Kitabın öyküsü de şöyle: Reed, bir Kanada gazetesinin/vakfının Balkanlar ve Ortadoğu muhabiri olarak Türkiye’ye gelir/gönderilir. Batının ıslâm topraklarına yönelik zulmü dolayısıyla Müslümanlara karşı kendini yakın hisseder. Bu yakınlaşma ile başlayan adımlar, Bediüzzaman’la ve onun mesleği üzere yürüyen ‘talebeleri’yle tanışmayla devam edip sürer ve neticede bu eser ortaya çıkar. ıngilizce olarak yayınlanan kitap, 2002 yılında Furkan Aydıner tarafından Türkçe’ye çevrilir. Kitapta ‘dışarıdan bir bakış’la tesbit ettiği çarpıcı gerçekler var. Düzenlenen Bediüzzaman Sempozyumlarına da katılan Reed’le yapılan—Müslüman olmadan önce—bir iki röportaj daha önce gazetemizde yayınlanmıştı. “Anadolu Kavşağı” okunduğunda akla ilk gelen, yazarının Müslüman olup olmadığıydı. Biz de aynı soruyu sormuş ve “hayır” cevabını almıştık. Buna rağmen Reed’in ‘hakka taraf ve hakkı teslim edici’ tesbitleri ilgimizi çekmişti. Bugün de “Anadolu Kavşağı”na bakışımızda bir değişiklik yok, çünkü Reed, ihtida etmeden öcne de gerçekleri görmüş ve bunları samimiyetle kaleme almıştı. Fred A. Reed, “Anadolu Kavşağı”nda, kendi ifadesiyle—”Türkiye’nin hiçbir haritada gösterilmeyen, hiçbir turist rehberinde yer almayan gizli kalmış kısmını aydınlığa kavuşturma”ya çalışmış. Karakalem Yayınları arasında yer alan kitabın Türkçe baskısı için yazdığı ‘önsöz’de Reed, kitabını şöyle tarif ediyor: “Üstün bir deha, yüksek bir ahlâkî karakter ve örnek cesaret sahibi bir insan hakkında, dışarıdan birinin gözlemleri...” Kitaptaki tesbitlerden bir kısmını hatırlatalım: “Anadolu içlerine seyahat ettikçe, başka, gizli bir Türkiye, kurak topraklarda gizli bir mânevî bahçe gibi, yavaş yavaş kendini bana gösterdi. Buna, Torosların derinliklerinde küçük bir belde olan Nurs’tan, Urfa’daki boş bir mezara ve onun ötesinde uzanan kısımlarda Said Nursî’nin ayak izlerini arama kararım sayesinde muktedir olabildim. (...) Bediüzzaman’ı incelemeye beni iten başka bir etken vardı. O da, onun üç hükümet ve üç siyasî rejimin değişmesine sahne olan siyasî ve askerî mücadele döneminde aktif bir katılımcı olarak uğradığı ‘yenilgi’ydi. (...) Ancak bu ‘yenilgi’, rasyonalist bir analizin kaçırdığı ilginç bir metodla, zafere dönüşür. Bu zafer, sufi bakış açısıyla ifade edersek; tevazunun kibire, hikmetin kuvvete, ihlâsın dalkavukluğa, imanın küfre ve aczin kudrete karşı bir zaferiydi. “Urfa’daki boş mezar, her parçası yeterince belirgin, ama sessiz bir iddiayı dile getiriyordu. Yokluk varlığı hatıra getirdiği gibi, onun boşluğu da, gizli bir Türkiye’nin varlığını haber veriyordu. (...) Eğer Türkiye devletinin kurucusu yalnızca Bediüzzaman’ın tavsiyelerini hayata geçirseydi, acaba bugün Türkiye’nin hali nasıl olurdu? Ne var ki, o bunu yapmadı, veya bugün bilinmeyen nedenlerle, yapamazdı. (s. 220) Bediüzzaman Said Nursî Türkiye’yi silip süpürecek Batılılaşma seline karşı yüzmeye başlamıştı. (s. 245) Bediüzzaman ve metanetli talebeleri, bu hareketin odağındaki kişilere, onun Barla’daki mütevazi kulübesinden meydan okuyacaklardı. (s. 311)“ Kanadalı gazeteci Fred A. Reed, kitabını şu satırlarla bitiriyor: “Satın alınamayan ve mütevaziliğiyle iftihar eden biri olarak tanıdığım Bediüzzaman, akıntıya karşı yüzmüş, kuvvetin verdiği kibirden nefret etmiş ve zamane ruhlara cesaret vermişti. Onu dost biri bildim. Kendisiyle karşılaşsaydım, sırf bunun için, elini sıkacaktım.” (s. 341) Düşünün Fred A. Reed, bu satırları “Müslüman olmadan önce” yazmış. Belki de “Anadolu Kavşağı” bu yönüyle daha da bir dikkat çekici hale geliyor.

07.12.2004

E-Posta: cakir@yeniasya.com.tr



Fred A. Reed’in ihtida öyküsü


Ramazanın ortasında, sevindirici bir haber, bir ihtida haberi duymuş; ama haberi bizatihî kaynağından duymadan duyurmamayı uygun bulmuştum. Bugün, Kadir Gecesinin arefesinde, o teyide ulaşmış bulunuyorum.

Bu ihtida haberi, yakın dönem Türkiye’sinin tarihini, Bediüzzaman’ın hayatı ekseninde anlatan Anadolu Kavşağı’nın yazarı Fred A. Reed’le ilgili... Zülf-i yâre dokunan bazı yerleri kitaba ve yazarına kalbî/aklî mesafe koyma gerekçesi yapmayıp Anadolu Kavşağı’nı okumuş bulunan nice gönül dostu, merak edip Bediüzzaman’a bu kadar derin bir muhabbet duyan ve bu kadar içten bir dille Bediüzzaman’ı yazan bir insanın Müslüman olup olmadığını soragelmişlerdi. Benim cevabım da, Müslüman olmadığı ama onu ‘gizli bir Müslüman’ olarak gördüğümdü... Ki, kendisinin birkaç yıldır Ramazan’da oruç tutmaya çalıştığını biliyordum.

Ve, işte bu Ramazan’da, Fred, bazı vecibelerine şeklen uyduğu ıslâma fiilen dehalet etmeye karar vermiş.

Ramazan’ın 2’sinde, bulunduğu şehirde, Kanada/Montreal’de Müslüman kardeşlerin bulundugu bir mecliste kelime-i şehadet getirerek, ‘iman kardeşlerimiz’ arasına dahil olmuş...

Fred’in en sonunda 65 yaşında ıslâmı kalben/fikren/fiilen kabul etmesiyle nihayet bulan ihtida (yani, hidayete yürüme) sürecinde en kritik noktayı, adalet duygusu ve zulme itiraz oluşturuyor.

Vietnam savaşını reddedip, Vietnam’da asker olmamak için, doğduğu Amerika’dan Kanada’ya kaçması, sonraki yıllarda bir Kanada gazetesinin Balkanlar ve Ortadoğu muhabiri olarak bizim diyarlara gelmesi, bu kez Batının ıslâm topraklarına yönelik sömürüsü ve zulmü dolayısıyla Müslümanlara karşı kendini yakın ve sorumlu hissetmesi ile başlayıp süregelen bir süreç... Sürecin son ayağında ise Bediüzzaman’la ve onun mesleği üzere yürüyen mü’minlerle tanışması var.

Zulmü red ve adalet duygusunun diriliği sayesinde, kırk yıllık bir yolculukla gelen bu hidayet haberi, bana aziz Üstadın “Leyle-i Kadir’de ihtar edilen bir mes’ele-i mühimme”sini hatırlattı ve bu bahiste söylenenlerin bir teyidi olarak gözüktü. Bilvesile, ıkinci Dünya Savaşının bittiği veya bitmek üzere olduğu bir sırada yazılan bu mektuba bakmakta fayda var diyorum. (Sözler’de, Onuncu Söz’ün parçalarından biri olarak bu mektubu bulabilirsiniz.)

Aşağıda, Fred’in, bir Kadir Gecesi arefesinde aldığım, ihtidasını müjdeleyen mektubunun bir bölümü yer alıyor:

Sevgili kardeşim Metin, selâmün aleyküm...

ıstanbul’daki son gecemde seninle görüştükten sonra ilginç bir gelişme meydana geldi. Ramazan’ın 2. günü Bilal Kuşpınar’ın şirketinde ıslâmı kabul ettim.

Oradaki herkes için duygulandırıcı bir olaydı. Birkaç arkadaşın enstrümanları vardı ve hemen ilâhî tarzında bir müzik çalmaya başladılar.

şimdi yıllar süren tereddütten sonra, o ince çizgiyi aştım. Prensibim her zaman için çevremizdeki dünya hakkında daha fazla şeyler öğrenmeye çalışmak olmuştur. Umarım bu haberi sana geç ilettiğim için beni affedersin. Açıkçası yeni hayatımın etkisi altındaydım. ıtiraf etmeliyim ki, 65 yaşına ulaştığımda, bende böyle bir halin vuku bulacağını beklemiyordum.

Metin KARABAşOğLU

11.11.2004
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir