Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

1

27.09.2010, 09:18

Devletin Said Nursî’ye tavrı, İslâmı konuşmak isteyenlere müdahalenin çarpıcı örneğidir

Devletin Said Nursî’ye tavrı, İslâmı konuşmak isteyenlere müdahalenin çarpıcı örneğidir


<img src="http://www.yeniasya.com.tr/2010/09/27/resim/manset.jpg" align="left" />
“Dindarların ve dinî cemaatlerin, topluma değişik alanlarda katkı
yapmalarının önü açılmalı. İdeolojik önyargı ve klişe korkularla,
dindarların sosyal hayata yapabilecekleri katkılar engellenmemeli.
Dindarlar arasında demokrasi, sivilleşme ve özgürleşmenin önemini çok
iyi kavrayan kesimler var ve bunlar ülkenin özgürleşmesine çok ciddî
katkılar sunuyorlar.”

12 Eylül’le hesaplaşmanın konuşulduğu bugünlerde Yeni Asya'nın 12
Eylül Anayasasına karşı verdiği mücadele unutulmamalı. Yeni Asya
darbenin zor günlerinde darbe anayasasına karşı çıktı, demokrasiyi
savundu, militarizme muhalefetinden dolayı aylarca kapatıldı, değişik
baskılara maruz kaldı.”

Türkiye’de gün geçtikçe görünür olan İslâmî hayat tarzı büyük
tartışmalara neden oluyor. İnançlı insanların yarın bir gün,
inanmayanlara hayatı dar edeceği iddiları kafaları karıştırıyor. Biz de
Türkiye’de ve dünyadaki İslâmî algının nasıl olduğunu Süleyman Demirel
Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü Din
Psikolojisi Anabilim Dalında hocalık yapan Doç. Dr. Bilâl Sambur’a
sorduk.

Gün geçtikçe dünyada ve Türkiye’de İslâmî

görünürlük tartışılıyor. Bu İslâmın gerçekten güç
kazanmasından mı kaynaklanıyor, yoksa Batının yeni bir düşman olarak
İslâmı öne çıkarma isteğinden mi?


Dinî tecrübe, insanla beraber var olmuş, gelişmiş, çeşitlenmiş ve
süreklilik kazanmış doğal bir insanî tecrübe kategorisidir. İnsanlığın
dinî tecrübesi, sadece dinin lehine olan inanç, tutum ve davranışlarla
sınırlı değildir. Aynı zamanda din karşıtı hatta din dışı sayılacak
tutum, davranış ve inançlar da evrensel dinî tecrübenin bir parçasıdır.
Teizmi ateizm olmadan ele almak mümkün olmadığı gibi, tevhidi şirk
olgusundan bağımsız olarak ele almak mümkün değildir. Kur’ân, insanlığın
dinî tecrübesinden farklı bağlamlarda bize değişik örnekler verirken
tevhit-şirk karşıtlığı etrafında doğal din tecrübesinin nitelik ve
muhtevasını anlatmaktadır. Dindarlık ya da din karşıtlığı formunda din,
insan hayatında hep var olmuştur. Dinden arınmış olma anlamında dinsiz
bir hayat hiçbir zaman var olmamıştır. Din karşıtlığı ya da dinsizlik,
hiçbir zaman yeryüzünde medeniyet diyebileceğimiz bir olgu
oluşturamamıştır. İnsanlığın bütün medeniyet havzalarının oluşumunda hep
din etkili olmuştur.

Ya pozitivizmin oluşturduğu algı dünyası ve onun etrafında toparlanan insanlar?

İnsanın olduğu her yerde onunla beraber din var olmasına rağmen,
son iki yüzyılda insanlık için dinden arınmış bir gelecek tasarısı yapan
düşünürler ve düşünce akımları ortaya çıkmış bulunmaktadır. Dinsiz bir
hayat ve gelecek tasarımı, şimdiye kadar hiçbir şekilde
gerçekleşmemiştir. İnsanlık için dinsiz bir gelecek ve hayat dizayn eden
pozitivizm ve sekülarizm, şu anda başarısızlıkları ortaya konmuş
projeler olarak önümüzde durmaktadırlar. Pozitivizm ve sekülarizmin
insan hayatını dinden arındırmayacağı anlaşılmasına rağmen, bunların
dinin insan hayatındaki önem ve etkisini azaltacağı beklentisinde
olanlar hâlâ bulunmaktadır. Pozitivizm, bilimcilik ve sekülarizm gibi
eğilimlerin kurumsal ve tarihsel dini zayıflattığı bir gerçektir. Ancak
dindarlık canlı bir şekilde kendini devam ettirmesini bilmiştir.


Uzun bir süre İslâma özgü bir düşünce üretme amacıyla
Müslümanlar, İslâm kaynakları ve geleneği çerçevesinde iddialar ileri
sürdüler. Özgün İslâmî fikirler olarak ileri sürülen iddiaların büyük
bölümü Batı’da üretilip geliştirilen fikirlere karşı verilen
reaksiyoner, apolojetik ve reddedici cevaplar şeklindeydi. Özgün İslâmî
fikirler arayışı, temelde İslâmın Batıya üstünlüğünü ortaya koymak gibi
bir amaç güdüyordu. Ancak İslâma özgün saf fikirler arayışının obsesyon
düzeyine çıkması, Müslüman düşüncesini zenginleştirmemiş, aksine
yoksullaştırmıştır. Saflık ve özgünlük adına İslâm, dar ve sığ bir
literalizme ve selefiliğe sıkıştırılma tehlikesiyle karşı karşıya
getirilmiştir.

Şimdiye kadar özgün bir İslâm düşüncesi ortaya konmadığı gibi,
özgür ve çoğulcu çizgide gelişen bir dinî düşünce çizgisi de güçlü bir
şekilde geliştirilmiş değildir. Müslüman dünyada dinî konularda farklı
yaklaşım tarzları ortaya koymaya çalışan kişiler bulunmaktadır. Ancak
özgün ve özgür dinî düşünceler ortaya koyanların, geleneksel dinî
kurumların ve literalist çevrelerin baskıları karşısında bastırıldığı ve
susturulduğu görülmektedir.

Özgür düşünce, ancak özgür zihinlerin olduğu, fikirlerin özgürce
birbirine meydan okuduğu iklimlerde yeşerir, gelişir ve serpilir. İslâm
dünyasında dinî düşüncenin özgürce oluşturulması için evrensel
standartlarda ifade özgürlüğünün, din ve vicdan özgürlüğünün sağlanması
gerekmektedir. İfade özgürlüğü başta olmak üzere bireysel hak ve
özgürlükler, keyfi bir şekilde baskı altına alınmamalı ve ihlâl
edilmemelidir. Müslümanlar, ifade özgürlüğü başta olmak üzere temel hak
ve özgürlüklerine sahip çıktıkça, onları savundukça, kendi ihtiyaçlarına
uygun dinî düşünce ve teoloji oluşturma konusunda daha güçlü, donanımlı
ve yeterli olacaklardır. Maalesef Müslüman dünyasında bugün özgürlük,
birincil değer olarak anlaşılmamakta, özgürlük konusu ana tema olarak
ele alınmamaktadır. Bireysel ve sosyal hayatta özgürlük değerini esas
alan bir anlayışın İslâm dünyasında çok zayıf ve cılız olduğunu
söyleyebiliriz.

Özgürlükten bahsetmişken başörtüsü sorununun çözümü için Türkiye’ye baskı yapılması sizce ironik mi?

Türkiye’de yıllardan beri devam eden bir başörtüsü yasağı sorunu
bulunmaktadır. Hukuken hiçbir temeli olmayan bu yasak, sayısız ayırımcı
uygulamaya ve insan hakları ihlâline neden olmuştur. Şimdiye kadar
Türkiye, bu anlamsız ve saçma yasağı sona erdirme konusunda başarısız
olmuştur. Türkiye’nin sona erdiremediği başörtüsü yasağı sorunu, artık
ulusal olmaktan çıkmış, uluslar arası bir nitelik kazanmış
bulunmaktadır. ABD’nin, AB’nin ve BM’nin insan hakları, din özgürlüğü ve
ayırımcılık konusunda yayınladıkları belge ve raporlarda Türkiye’deki
başörtüsü yasağının bir an önce sona erdirilmesi istenmektedir. Uluslar
arası kurumlar, bu taleple Türkiye’nin içişlerine karışmamakta, sadece
insan haklarına aykırı bir yasağın ve ihlâlin ortadan kaldırılmasını
istemektedirler. Uluslar arası kurumların, insan hakları ve bireysel
özgürlükler konusunda devletler üzerinde baskı kurması çok olumlu bir
gelişmedir. Uluslar arası baskılar, ulus devletlerin keyfi insan hakları
ihlâllerine karşı bir mekanizma ve güvence işlevi görmektedir.
Türkiye’nin iç dinamiklerinin başörtüsü yasağını kaldırmaya yetmediği
anlaşıldığı için, devreye uluslar arası kurumlar girmektedir. Uluslar
arası baskıların çoğu zaman iç dinamiklerden daha fazla yasağı koyan
statükocu güçler üzerinde daha etkili olduğu dikkate alındığında, insan
hakları ihlâllerine karşı çıkan uluslar arası girişimleri günümüzde bir
gereklilik ve olumlu gelişme olarak değerlendirmek lâzımdır.

11 Eylül döneminde rahibin Kur’ân yakma eylemi yapacağı
söylendi. Ancak büyük bir facia yaşanmadı. Siz bu tür olayları nasıl
yorumluyorsunuz?


11 Eylül, sıradan bir tarih değildir. 11 Eylül’de yaşanan büyük
saldırının üzerinden yıllar geçmesine rağmen, onun neden olduğu derin
sarsıntı, şok ve travma hâlâ devam etmektedir. 11 Eylül saldırılarının
neden olduğu duygusal, kültürel, dinsel ve toplumsal tahribat hâlâ
giderilmiş değildir. 11 Eylül, insanlık ailesinin iki büyük parçası olan
doğu ile batı, Müslüman ve Hıristiyan dünyaları arasındaki farklılığı
derinleştirmiş, hatta bu farklılığı çatışma konumuna getirmiştir. 11
Eylül’de Kur’ân yakma gibi bir girişime kalkışmaya niyetlenmek ve bu
niyetin propagandasını günlerce medya aracılığıyla yapmak, doğu ve
batıyı, Müslümanlar ve Hıristiyanları birbirlerine daha fazla
yabancılaştırmıştır. Bu eylem girişimi, nefret, fanatizmi ve çatışmayı
derinleştirmekten başka bir işe yaramamıştır. 11 Eylül’de Kur’ân yakmaya
girişmek, ateşe benzin dökmekten başka bir şey değildir.

İkiz Kuleler'in yakınına cami yapma fikri provakatif değil mi?

İkiz Kuleler'e yapılan saldırılardan sonra, doğulu, batılı,
Müslüman ya da Hıristiyan artık hiç kimse kendini güvende
hissetmemektedir. Herkes kendisinden farklı olana şüphe, tedirginlik ve
düşmanlık karışımı duygularla bakmaya başlamıştır. Böyle yoğun
olumsuzlukların olduğu bir dünyada, yıkılan ikiz kuleler ile caminin
karşı karşıya getirilmesi verimsiz ve yıkıcı tartışmalara neden olmanın
dışında hiçbir işe yaramamıştır. İnsanlar, bugün birbirlerine karşı olan
hasmane pozisyonlarını ve mücadelelerini hassas semboller üzerinden
yürütmektedirler. İkiz Kuleler ve cami, Batılılar ve Müslümanlar için
yoğun anlamları olan mekânlardır. İnsanlar, bu sembolleri özenle karşı
karşıya getirmekten vazgeçmeli, her iki mekânı çatıştırmayacak yollar
bulmalıdırlar.

Türkiye’nin yüzde doksanı Müslüman olduğu halde İslâmî konuları ele alışımız neden bu kadar gecikti?

Müslüman bir coğrafya olarak Türkiye’de İslâm, hep gündemin ön
sıralarında oldu. Türkiye toplumu, dinini yoğun olarak konuşan, tartışan
ve yaşayan bir toplumdur. Ülkemizde bütün tartışmaların, konuşmaların
ve konumlandırmaların hep din üzerinden yapıldığını görmekteyiz. Dinin
her türlü tartışmanın ve konumlandırmanın aracı haline getirilmesi doğal
olarak İslâmla ilgili tartışmaların sağlıklı olmayan bir şekilde
yürütülmesine neden olmuştur.

İslâmı konuşan, yaşayan ve tartışan bir toplum olmamıza rağmen,
bu ülkede yaşayan insanlar hiçbir zaman sahici anlamda İslâmı konuşanlar
ve tartışanlar olmadılar. İslâmî konuları konuşmaya ve tartışmaya
girişen bireyler ve toplum kesimleri, devletin birçok müdahalesiyle
karşı karşıya kaldı. İslâmın iman hakikatlerini günümüz insanına
anlatmaktan başka hiçbir amacı olmayan Said Nursî’nin hayatının
hapishanelerde ve sürgünlerde geçmesi, mezarına bile tahammül edilmemesi
ve eserlerinin yasaklanması, devletin İslâmî konuları konuşmak ve
tartışmak isteyenlere karşı yaptığı müdahalenin çarpıcı örneğidir.
İslâm, sivil, özgür ve çoğulcu bir şekilde konuşulup tartışılmadığı
için, dinî konuları ele alış biçimimiz, içinde bulunduğu sığlık ve
kısırlık düzeyinden kurtulamamaktadır.

Türkiye cumhuriyetinin din-devlet ilişkilerini, din özgürlüğü açısından nasıl değerlendirebiliriz?

Türkiye Cumhuriyeti, devlete resmî ideolojiye uygun bir toplum
oluşturma görevi veren bir felsefeyle kurulmuştur. Kendisine göre millet
‘yaramak’ isteyen devletin sosyal mühendislik projesinde istenen,
maksimum düzeyde dinden arınmış bir toplumsal hayattır. Bu toplumsal
mühendislik projesi, doğası gereği din özgürlüğüne karşı olup militan
bir laisizmi benimsemiştir. Devlet, dine sosyal bir olgu olarak değil,
bir hasım olarak görme alışkanlığında olmuştur. Günümüzde devlet, dini
hasım olarak görmekten vazgeçmelidir. Günümüzde ihtiyaç duyulan toplumun
dinden arınması değildir. Toplumun devletten arınması, ülkemizin en
önemli gereksinimidir. Devlet, birey ve toplumu kendi uzantıları olarak
görmekten vazgeçmelidir.

Toplumsal sorunlarının çözümünde dinî değerlere müracaat neden
garip karşılanıyor? Toplumun sorunlarının çözümünde dinî değerler katkı
sağlayamaz mı?


Din, birey ve toplum hayatında ortaya koyduğu anlam ve değer
haritasıyla önemli etkilere ve işlevlere sahiptir. Birey ve toplum
hayatında her şey dinin kontrolünde değildir, ama birçok şey dinin
etkisi dahilindedir. Dinin insan hayatı için ifade ettiği anlam ve önemi
kavrayamayan ve hazmetmeyen katı bakış açısının terk edilmesi
gerekmektedir. Din her şeydir demek yanlış olduğu gibi, din hiçbir
şeydir diyen bakış açısı da yanlıştır. Din, her şey olmadığı gibi,
hiçbir şey de değildir. Ama din, birçok şeydir. Bugün liberal
demokrasiyle idare edilen ülkelerde ekonomi, sağlık, eğitim, basın ve
daha birçok alanda dinler, kurumlarıyla toplumsal hayata katkı
sunmaktadırlar. Dindarların ve dinî cemaatlerin, topluma değişik
alanlarda katkı yapmalarının önü açılmalıdır. İdeolojik önyargılar ve
klişe korkular gerekçe gösterilerek, dindar insanların sosyal hayata
yapabilecekleri katkılar engellenmemelidir.

Bir de toplumun iki kesimini bir araya getirmek için “İslâmî
Sol” diye bir kavram geliştirildi. Sizce bu kavram gerçekliğe uygun mu?


İslâmî sol kavramı, Müslüman ve solcuları bir araya getirmek için
uydurulmuş bir kavram değildir. Bir kısım İslâmist ve solcunun,
benimsedikleri ideolojileri etrafında yeni bir cazibe merkezi oluşturmak
için uydurdukları bir kavramdır. Solcular, İslâmın kitleler üzerindeki
etkisinden ve manevî dünyasını etkileyen derin doğasından yararlanmak
istediler. İslâmistler de, solun bünyesinde doğal olarak barındırdığı
iddia edilen devrimciliğinden ve muhalifliğinden istifade edeceklerini
umdular. Hem İslâmistler hem solcular, karşılıklı olarak birbirlerinden
bir şeyler ödünç almaya çalıştılar. Aslında İslâmî sol, kolektivist
İslâmism ile solculuğu bir araya getirmekten ibarettir. Hem
İslâmistlerin hem solcuların ortak noktası kolektivist olmalarıdır.
Kolektivist bir yaklaşım olarak İslâmî sol, kolektivizmin geleneksel
miti olan sosyal adalet efsanesini tekrar etmekten başka ortaya bir şey
koymadı. İslâmî sol, günümüzde toplumda var olan bir talebe cevap olarak
ortaya çıkmadı. Sadece kolektivist İslâmistlerin ve solcuların,
ideolojik yetersizliklerini ve açmazlarını kapamayı hedefleyen bir
mitti.

Bir de Müslümanlar adaletsizliklere karşı yeterince tepki vermedikleri eleştirisine muhatap oluyorlar...

Ülkemizde derin bir demokrasi ve sivilleşme sorunu bulunmaktadır.
Ancak Türkiye’de bütün sorunların ana kaynağının sahici anlamda
özgürlüğün yokluğundan neşet ettiğini söyleyebiliriz. Kürt sorunu, Alevî
sorunu, başörtüsü sorunu, azınlıklar sorunu, resmî ideoloji sorunu ve
din sorunu gibi temel konular özgürlüğün yokluğundan kaynaklanmaktadır.


Özgürlük, sadece kendimize özgürlük istemek demek değildir.
Bizimle aynı olan kadar, farklı olanın da özgürlüğünü ve hakkını
savunmak, özgürlüğün sahici testidir. Müslümanlar, hiçbir koşul ve
önyargıya sahip olmadan tutarlı ve ilkeli bir şekilde herkes için
özgürlük, herkes için adalet prensibini içselleştirebilmeleri halinde,
ülkemizde farklılıklarımızı koruyarak özgürce bir arada yaşamanın çok
değerli kaynağı olacaklardır.

H. HÜSEYİN KEMAL

hhkemal@yeniasya.com.tr




27.09.2010






"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bu konuyu değerlendir