Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

18.11.2004, 03:00

Hama, Halepçe ve Felluce

9 Kasım tarihli The Independent gazetesi, Bush’un ikinci defa seçilmesi sonrasına ertelenen Felluce’ye yönelik işgalcilerin askerî operasyonunu, 1982 yılındaki Hama harekâtına benzetiyordu. Gazetenin nitelemesine göre Felluce, ikinci Hama olmuştu. Aslında bu benzetmesiyle The Independent tam 12’den vurmuştu. Felluce hangi yönleriyle Hama’yı andırıyor?

Aslında hem Hama harekâtı, hem de 22 yıl sonra gerçekleştirilen Felluce baskını veya kuşatması fail farkıyla Sünnîlere karşı girişilen iki katliâmdan ibarettir. Hafız ve Rıfat kardeşler Sünnî direnişini kırmak, bastırmak için Hama’yı tenkil etmenin gereğine inanmışlardı. Hama da adeta Baas rejiminden kurtarılmış bir kentti. En önemli özelliği şehrin dinî karakteri idi. şehir dinî karakteriyle adeta rejime geçit vermiyordu. Sünnî direnişi kökünden sökebilmek için gazi şehir Hama’nın yıkılması ve yerle bir edilmesi gerekiyordu. Yüzyıllar öncesi Moğolların, şehir baskınlarıyla ıslâm şehirlerine reva gördükleri gibi. Amerikan idaresi ve onun yerli uşakları ve kuklaları, şiîleri ikna ederek yanlarına çekmişlerdi. Sünnîleri yalnız bırakılmıştı. Toy ve tecrübesiz olarak nitelendirdikleri Mukteda Sadr’ı da ikna etmişlerdi. Necef’le birlikte şiî direnişi de başladığı yerde söndü. Bu şekilde şiîler hem Hazret-i Hüseyin’in direnişçi mirasına, hem de Sevretü’l-ışrin’deki rollerine, miras ve misyonlarına ters düşmüş ve redd-i mirasda bulunmuş oldular.

şiîlik tarafgirlik veya partizanlık mânâsıysa eğer—ki öyledir—bu durumda seçimler için müttefikleri Sünnîleri, Amerikalılara yem olarak bırakan bugünün şiîleri herhalde Hazret-i Ali veya Hüseyin şiî veya taraftarları yerine ‘Amerikan şiileri’ ünvanına daha lâyıktırlar. Sadece Hazret-i Hüseyin’in mirasına değil, aynı zamanda 1920 mirasına da ihanet etmiş bulunuyorlar. Onlar seçimlere şartlanmışken; ABD ve kuklaları, seçimler üzerinden meşrûiyet devşirmek için Sünnî direnişin köklerini sökmeleri gerekiyordu. Buna da, Sünnî üçgeninin sembolü ve merkezi olan Felluce’den başlamalıydılar. Felluce dinî yaşantısı ve direnciyle yani her haliyle Hama’yı hatırlatıyor. Dindarlığı ve camilerinin bolluğuyla gazi şehir Hama’nın adeta ikizi. Rıfat Esat’ın birlikleri de gazi şehir Hama’da önlerine gelen cami ve minarelere saldırmışlardı. Bu şehir fıtratı gereği dindardı ve Irak’taki Sünnîler gibi Hamalılar da Geylani’nin torunları olmakla iftihar ediyor ve övünüyorlardı.

***

Gazi iki şehirle ilgili karşılaştırmasında The Independent şunları yazıyor: “ABD, Suriye’nin 22 yıl önce Hama’da uyguladığı stratejiyi örnek alıyor. Müslüman Kardeşler’in Baas rejimine karşı ulusal ayaklanma başlattığı kent, devlet başkanının emriyle önce bombalanmış, direnişciler ve siviller öldürülmüş, şehri kuşatan özel birlikler, daha sonra Hama’da en az 10 bin kişinin (20 ile 70 bin arasında) ölümüyle sonuçlanan çatışmalara girmişti. şehir topyekün cezalandırılmıştı. Tarihî kenti yerle bir eden harekât, Amerika tarafından o dönem sert bir şekilde kınanmış ve Suriye terörist ülkeler listesine alınmıştı...” ışte aynısını bugün Felluce’de ABD yapıyor ve kimse kendisini teröristlikle suçlamıyor. ABD aslında Hama katliâmı sırasında kendi tanımını da kendisi yapmıştır. Ama katliâmlara rağmen bilincin ve ruhun direnişi kırılamaz. The Independent yarım milyon askere rağmen bu direnişi Fransa’nın Cezayir’de ABD’nin de Vietnam’da kıramadığını ve tarih bu özelliğiyle yeniden Irak’ta tekerrür edeceğini yazıyor. Elhak da öyledir.

Karaltı şehir haline gelen Felluce, ABD için müstebah bir kent. Rusların işgal sonrası Berlin’de yaptıklarına benzer katliâm ve yağmaları bugün Felluce’de Amerikalılar ve onların yerli uşakları deruhte ediyor. En son 13 Kasım 2004 tarihinde Felluce’de tüyler ürpertici bir şekilde camide yaralıları infazları Nikaragua’da yapılanları ve dünün Zerkavi’si Ebu Nidal gibi terörist grupların infaz sahnelerini hatırlatıyor. Onun ötesinde 300 binlik şehirden 250 bin kişi kaçtı, geride kalanlar ise bombaların rahmeti altında bulunuyor! Amerikalılar 1600 direnişciyi öldürdüklerini ilân ettiler. Ama enformetik kuşatma altında da bulunan şehirde Allah bilir kaç yavru sabi ve bebe de vahşi silâhlara kurban gitti. Amerikalılar kitle imha silâhları bahanesiyle Irak’a geldiler onu bulamadıkları gibi ahalisi üzerinde Halepçe’deki gibi misket bombaları ve diğer yasaklanmış silâhları deniyorlar. Bununla da kalmıyorlar terörist olarak tanımladıkları Ebu Nidal gibi karanlık örgütlerin elemanlarının infaz yöntemlerini kullanıyorlar.

***

Peki onları buna sevk eden inanç veya anlayış ne olabilir? ıslâmı yanlış anlamadan kaynaklanan haçlılık dürtüsüdür. Newsweek editörü Michael Hirsh bunu çok güzel ifade etmiştir. ‘B. Lewis doktrini’ olarak tanımladığı bu savaş rehberliği, ABD’nin ıslâmı yanlış okumasının ve anlamasının bir sonucudur. Bu da haçlılık duygularını kamçılamaktadır. Ebu Garip skandalından sonra bile işgal birliklerini Felluce’ye yolcu eden Horne isimli ordu papazı şunları söyleyebiliyor: “Iraklıları baskı, tecavüz ve katledilmekten kurtarmak için gidin... Allah’tan bu işte sizi takdis etmesini diliyoruz...” Bu papazın haçlı savaşlarını kışkırtan papalardan farkı nedir? Bundan dolayı, Bush’un askerleri Felluce girişinde haçlı nümayişi ve gösterisi yaptılar. Bu durumu Dr. Murad Wilfried Hofmann şöyle tavsif ediyor: “Bugün Hıristiyan Siyonistler tarafından yönetilen yeni bir haçlı seferi ile karşı karşıyayız...” Sıradan bir Irak vatandaşı olan pikap sürücüsü ımad Sadık ise Felluce’deki bu vahşeti aynı duyguyla yorumluyor: ‘Bu münkirlerle inanmışların bir savaşıdır. Yasak olduğu halde yaralıları nasıl öldürüyorlar? Hem de cami içinde? Silâhlarıyla ve ayakkabılarıyla camiye girdiklerini görmüyor musunuz?” Gerçekler ise sözlerden daha da çıplak...

Kaynak


2

19.11.2004, 06:56

‘Amerikan şiileri’

Saddam’dan sonra Irak’ta en fazla yaygınlaşan iki eğilim, etnik anlamda kabilecilik ve dinî anlamda da fırkacılıktan başkası değildir. Amerikalılar da bu iki akımı kasıtlı olarak körüklüyorlar. Böylece işleri kolaylaşmış olacak. Klasik sömürgeciliğin formülasyonu olan “böl yönet” (farrik tesud veya divide and rule) veya “parçala hükmet” oyununu oynuyorlar. Bir dereceye kadar da muvaffak oldular. Bunda da en büyük kabahat Iraklı Müslümanların önderlerinde. Çıkış noktalarını, nemelâzımcılık ve “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” düsturu üzerine kurmuşlar. Halbuki bu düstur istibdadın ve sömürgeciliğin eski bir yadigârıdır.

Özellikle bugünkü merci-i taklid olan Ayetullah Ali Sistani’nin, şia’nın çıkarlarını esas alan ve diğerlerini yok farz eden infiradcı bir tutum sergilediğini görüyoruz. Buna fırka bencilliği de denebilir. Halbuki Sünnî kesim baştan beri şiilere el uzattı ve birlikte hareket etmenin yollarını aradı. Zerkavi gibi ne idüğü belirsiz bazıları istisna edilirse bütün aklı başındaki Sünnilerin yaklaşımı bu idi. Hakikatte, Fedaiyan-ı ıslâm örgütü ve Emced Zehavi’nin günlerinden beri Sünnilerle şiiler daima içte ve dışa karşı kenetlenme yolları aramışlardır. ıran-Irak savaşı gibi bunu gölgeleyen dönemler olmuşsa da ulema sağduyusunu kaybetmemiştir. Osmanlı’nın Irak’ta 1917’de yıkılışının akabinde şiî ve Sünnî ulema ortak mücadele kararı almışlardı.

Irak’ta sadece şiî kesimden Muhammed Bakır Es Sadr değil, aynı zamanda Abdulaziz Bedri gibi Sünnî ulema da müteakip zorba ve müstebid yöneticilerin zulmüne kurban gitmiştir. Bütün bunlara rağmen şiilerin işgal karşısında Sünnî üçgeni yalnız bıraktıklarına şahit olmaktayız. Kürtlerin etnik olarak yaptıklarını şiiler de mezhebî noktada yapmaktalar.

Özellikle Sistani burada Sünnî kesimleri ve umumî olarak dindarları hayalkırıklığına uğratmıştır. Amerikalıların kendisi hakkında ‘ortaçağ kalıntısı bir yobaz ve cahil’ hükmünü neredeyse doğrulamıştır. Batılıları kabul etmemenin veya onları huzura kabulde bekletmenin teşrifat veya protokol anlamının dışında fazla bir önemi yoktur. Sistani Batılılarla böyle mücadele ettiğini düşünüyorsa feci şekilde yanılıyor ve onların kendi hakkındaki hükmünü tasdik ediyor demektir. ışgalcilerle asıl mücadele, mazlum ve makhur kesimlere sahip çıkmak ve onlarla dayanışmaktan ve bütünleşmekten geçiyor. Bir ıhvan marşında dile getirildiği gibi, hakkaniyet sahibi bir Müslümanın tutumu bu hallerde şöyle olmalı değil midir: “Muslimune: Haysu kane’l hakku nekun.” Yani biz Müslümanlar olarak hak nerede ise oradayız. Aksi takdirde hakikatı parçalamak ve parçalanmış hakikata tutunmak ancak bizi paralar, parçalar ve fırkalara ayırır ve fırkacılığı derinleştirir. Bu anlamda Sistani, Sevretu’l ışrin direnişinin şiî önderlerinin de gerisine düşmüştür.

***

Sistani kendisini tamamen seçimlere kaptırmıştır. Gözleri başka hiçbir şeyi görmemektedir. şiî tabanı seçimler için mobilize etmiş ve bunun önünde daha önce engel olarak gördüğü Mukteda Sadr’ı ve onun ötesinde Sünnî kesimleri red ve mahkum etmiştir. Bununla birlikte, Mukteda Sadr’a rağmen Necef’e sahip çıkmış ve haklarının geri alınmasına yardımcı olmuştur. Pazarlıklarla mutazarrırların tazminat almalarının önünü açmıştır. Belki iyi de yapmıştır, ama Fellucelilerin katliamı karşısında kılını kıpırdatmamıştır. Yapıcı değil, yıkıcı davranmıştır. Onlara Iraklılık zemininde bile sahip çıkmamıştır. Bu ancak fırkacılık damarıyla açıklanabilir. Halbuki onun dışında şimdiye kadar şiî, Sünnî, laik ve Türkmen 47 farklı grup işgal gölgesinde yapılacak seçimleri boykot etme kararı almıştır. Geçmiş çizgisi gözönüne alındığında Sistani işgal güçleri karşısında hiçbir talebini dikte ettirememiştir. Hep gerilemiştir.

Boykot edenlerin de haklı olarak inandıkları gibi, seçim sonuçları şimdiden işbirlikçiler lehinde garanti altına alınmış bulunuyor. Çünki işgalden sonra önplana çıkan ve organize edilenler onlar. Bundan dolayı, ‘Amerikan şii’si değil de Ali şii’si olanlar; Cevad Halisi, Ayetullah Kasım Tai ve Ayetullah Ahmet Haseni Bağdadi gibiler seçimlerin boykotu yönünde fetva vermişlerdir. Zira işgalcinin meşruiyeti yoktur. En azından seçim süreci BM şemsiyesi altında yaşanmalıydı. ışbirlikçilerle işgalci, seçim görüntüsü altında bekasını garanti altına almanın yollarını aramaktadır. Paul Bremer’in yerine atanan ABD’nin Irak Büyükelçisi Negreponte Felluce vahşetinin demokrasi muhaliflerine bir ders olduğunu söylemiştir. Bu, olsa olsa halktan korkan bir demokrasi çeşidi olabilir. Herkes ABD’nin Irak’ta tatbik ettiği sistemin demokrasi değil, demokrasi adı altında üstten inmeci ve dayatmacı bir yaklaşım olduğunu biliyor. Burada demokrasi anlayışı tersyüz edilmiş durumda. Tersyüz edilmiş demokrasi anlayışından işgalciler bir meşruiyet zemini çıkarmaya çabalıyorlar. Halbuki Sünnî ulemanın da işaret ettiği gibi Irak’ta özgür ve adil seçimlerden korkan Iraklı direnişciler değil, Bush ve Blair ikilisidir.

***

Sistani gibiler fırkacılık taassubuyla ülkeyi bölünmenin eşiğine götürdüklerini fark edemiyorlar. Bağdat’a yönelik modern Moğol saldırısında Ahmet Çelebi ve ıyad Allavi, Alkemi rolüne soyunurken Sistani de Nasirüddin Tusi’nin yaklaşımını sergiliyor. Fırkacılık ve taassup basiretini karartmış. şiiler ne pahasına olursa olsun Irak’ta Amerikan destekli bir şiî hakimiyeti kurma peşindeler. Kelle sayısı fazlasını siyasî hakimiyete dönüştürmek istiyorlar. Amerika ise direnen Sünnilere karşı şiiler ve Kürtleri payanda olarak kullanmanın planlarını yapıyor. Sistani de Amerikan süngüsü altında Irak’ta bir şiî hakimiyeti fikrine saplanmış kalmış durumda. Gelecekte Irak yönetimini paylaşması beklenen isimlerden Bedir Ordusunun şii Lideri Abdulaziz Hakim’in Felluce halkının, yabancı direnişçilere yataklık yapmanın bedelini ödediğini söylemesi de, Negroponte’nin sözlerinden daha az elem verici olmasa gerek.

Kaynak

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir