Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

30.05.2010, 00:19

Cellat ve ip parası Menderesler'den istendi



Aydın Menderes, Yassıada'da babasının yaşlı gözlerine bakıp ona sıkı sıkı sarılmak istediği 'veda anı'nı anlattı...

O sırada 14 yaşında olan oğlu Aydın Menderes, annesi Berin Hanım'la birlikte babasıyla vedalaşma anlarını paylaşırken oldukça duygulanıyor. Menderes, içinde ukde kalan sözlerle birlikte o dokunaklı anı şöyle anlatıyor:




AYRILIK SAHNESİ VARDI Kİ

"Komutan yine başımızdaydı. Bir an için baktım rahmetli babamın yüzüne, aklımdan dedim, 'Acaba hangi el o yüce insanın boynuna yağlı ilmiği geçirebilir ki?' diye.. Daha zayıflamış ve daha üzgündü rahmetli. Rahmetli babam gayet hüzünlü, gözleri yaşlı, yine ağladı. Rahmetli annem de öyle. Biz üç kardeş ne kadar tutmak istesek de ağladık. Hele hele, orada ah bir ayrılık sahnesi vardır ki tekrar tekrar kucaklaşarak kapıdan babamın çıkıp gidişi... Yani öyle bir sahneyi Allah hiç kimseye, dost düşman dâhil yaşatmasın. Desem ki ameliyatsız sizin diri diri ciğerinizi sökseler ne hissedersiniz?

Ada komutanı olmasa, hiç olmazsa beş dakikalığına orada çok farklı şeyler konuşulabilir, en azından helalleşebilirdik. 'Efendim var mı son bir arzun, isteğin denilebilirdi'. 'Aman kendisine bir zarar verirler' düşüncesiyle bu bile yapılamadı. Giderken üç kere mi, beş kere mi, hiç ayrılamayacak şekilde tekrar tekrar kucaklaşma... Özellikle annem ve babamın orada birbirlerine kenetlenişi... Ah, ah... Şöyle 1-2 dakika kumandanın yanımızda olmadığı bir ortamda şöyle sıkıca sarılsam babama desem ki, 'Bu millet seni 27 Mayıs'ın öncesinden de yüz milyon kat daha seviyor. Sana bağlıdır ve seni ebediyen de unutmayacaktır. Müsterih ol.' diyemedim bunu ve bu benim içimde ukde olarak kalmıştır."

POSTAL İZLERİ 19 YIL SONRA BİLE DURUYORDU

Yassıada'da yaşanan tek dram Menderes ailesininki değildi. Bir başka örneği de Demokrat Parti'nin Mersin Milletvekili Kemal Sinanoğlu'nun oğlu Niyazi Sinanoğlu veriyor. 1979 yılında babasıyla Samanpazarı'nda eski DP'li vekil Niyazi Soydan'ı ziyaret ettiklerini anlatan Sinanoğlu, hatırasını şöyle naklediyor: "Niyazi amca orada ayaklarını sıvadı, bize gösterdi. 'Bunlar uçağa binerkenki yediğimiz postalların izleri.' dedi. 19 yıl geçmesine rağmen o postal izleri Niyazi amcanın iki ayağında hâlâ duruyordu."

SUBAYDAN İSTİKLAL KAHRAMANINA TOKAT

Niyazi Sinanoğlu darbe olduğunda henüz küçük bir çocuktu. Darbe sabahı yaşadığı bir olay tüyler ürperticiydi. 1950-54 arasının Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut, gözü önünde tekme tokat götürülmüştü cuntacılarca: "Askerler, 'Sizi götürmeye geldik.' dedi önce. Sonra subay olanın 'Hırsızlar! Demek vatanı satacaktınız ha!' dediğini hatırlıyorum. Onun üzerine Paşa asasını kaldırdı, 'Sen bana hakaret edemezsin. Ben Genelkurmay Başkanı'yım, Çanakkale kahramanıyım, İstiklal Savaşı kahramanıyım. Atatürk'ün silah arkadaşıyım.' deyip göğsündeki madalyasını gösterdi. Nuri Paşa bunları söyleyince o subay bir tokat attı ve kolundan şöyle çekip tekme vurdu. Ve koskoca Nuri Paşa merdivenlerden yuvarlanarak düştü. Biz olan biteni izliyoruz. Her tarafı kanadı. Sonra öğrendik ki Yassıada'da vefat etmiş."

Cellat ve ip parası bile Menderes'lerden istendi

27 Mayıs'ın utanç vesikalarından biri de idamların ardından Menderes ailesine giden bir icra mektubu. Aydın Menderes, babasının darağacına gönderilmesinden sonra asıldığı ipin ve celladın parasının bile kendilerinden istendiğini anlatıyor. Eve gelen icra emrinde, "İnfaz parasını ödeyin" yazıyormuş. Aydın Menderes, 27 Mayıs'tan itibaren infazların gerçekleştiği 17 Eylül 1961'e kadar babasının cezaevinde yediği yemeklerin parasının bile ödetildiğini belirtiyor. Menderes, "Hiçbir hakkın, meşruiyetin, merhametin, adaletin, insafın, iz'anın, medeniyetin, insanlığın içerisinde cereyan ettiği bir yer değildi ki. Olan bitenin hangisine normal, hangisine anormal diyeceksin." ifadelerini kullanıyor.

Albaydan, 'Ada Sahillerinde Bekliyorum' yasağı

Yıllardır anlatılagelen trajikomik hatıraların yanı sıra az bilinen ayrıntılar da var. Nakledilen bazı hadiseler, cunta yönetiminin kafa yapısını ortaya koyması bakımından ilginç. Adnan Menderes'in avukatlarından Talat Asal'ın başına gelenler de böyle. Asal, askerlik yaptığı halde sırf Menderes'i savundu diye yeniden askere alındı, yaptığı savunma yüzünden hapse atıldı. Asal, keyfi yönetimin geldiği boyutları anlatırken şu örneği veriyor: "Öyle komiklikler vardı ki. TRT'ye bir albay tayin edildi. Bu albay radyodan, 'Ada Sahillerinde Bekliyorum' şarkısının çalınmasını bile men etmişti."

Sentez Haber
*
Dâvâsını ifâde eden kazanır.

Zübeyir Gündüzalp

2

30.05.2010, 02:42

Nekadar nezih ve nezaketli insan Allah cc Rahmet etsin inşaallah.

Bu başlık altında Üstad’ın, Adnan Menderes’in ruh iklimine ve devrinin siyasi sahasına en ince noktalarına nüfuz eden bir laboratuar tahlili çapındaki "Benim Gözümde Menderes" isimli eserinden yapacağımız iktibaslar ile bir devrin, bir devlet adamının, Türkiye’nin yakın tarihinin bir panoramasını sunacağız ve bütün bunların üzerinde tek tek dolaşan Üstad’ın fikriyatını paylaşacağız. Üstad’ın bâtıl yerine hakkı savunacak bir şahsiyetten pırıltılar gördüğü, devlet yönetiminde hakka doğru bir istikamet sağlayabilmesi için elinden geleni yaptığı, çevresini saran ve mizacı itibariyle de dik ve sabit bir duruş sergileyemeyen, dostunu düşmanından ayıramayan, eğrisiyle, doğrusuyla Üstad tarafından kişiliği, icraatleri tahlil ve tetkik edilen Menderes’le olan münasebetinden ve ince bir tahlile tabi tuttuğu Menderes’in şahsiyetinden bölümlere de yer vereceğiz.

Bu vesileyle birlikte Üstad'ın siyaset arenasında boy gösterme, önderlik yapma sebebinin ulviyetini de daha iyi anlamış olacağız. Bu kitapla birlikte bu mevzuya dair Üstadın muhtelif eserlerinden de yeri geldikçe faydalanacağız.

* * *

TİPİ


Menderes'in tipini (fizik) ve (psikolojik ) iki zaviyeden mütâlea edecek olursak, evvelâ maddede kıyafetine son derece düşkün bir şehirli tipiyle karşılaşırız. Gömleği daima beyaz ve yeni yağmış kar gibi temiz... Denilebilir ki, aynı günde belki bir, iki kere gömlek değiştiriyor. Gömleğinin en tipik tarafı da yakası. Sporcu üslûbundan kaçan, Prusyalı zabit tipini hatırlatıcı, daima resmî, dik ve yüksek bir yaka... Birinci Dünya Harbi Mütareke devri modası gibi bir şey.

Tercih ettiği elbise, umumiyetle (kruaze)dir, renkleri de hep koyu. Ütüsüne o kadar düşkün ki, her ân, beş dakika önce ütücüden almış gibidir. Pot ve kırışıktan eser yok... Hattâ, cepleri şişkin görünmesin diye, onlara küçük not defteri ve sigara paketi gibi şeyler bile koymadığı söylenir.

Ayakkabıları gıcır gıcır ve ipek çorap kadar hafif...

Tatar tipinin birkaç ayrı tipte ana ve babadan süzüle süzüle yalnız müphem bir iz bıraktığı güzelce bir yüz, kalın kaşlar, sivri burun, mevzun bir ağız ve intizamla arkaya taranmış saçlar... Bu yüzün baş hususîliği, devamlı ve gayet aydınlık tebessümlüdür.

Bu kılığı ve haliyle Menderes bir stampa gibi sarih ve katı giyiniş ifadesi içinde, İngilizlere mahsus hafif ihmallerin şiirini pek anlamayan, yarı taşralı bir şıklık heveslisidir. Tam İzmir zarifi tipi...

Sesi daima kısık, gözleri «daüssıla» habercisi ve yiv yiv hüzün burgulariyle dolu, elleri ayniyle büyümüş çocuk elleri gibi pamuk ve narin...

Samet Ağaoğlu onu ilk ve yakından gördüğü demlerdeki intibaını çok canlı ve renkli anlatır:

«Yukarıda söyledim. Birinci Büyük Kongreye kadar karşılaşmalarımız az, resmîce ve çekingen oldu. Bu hava içinde de Menderes'de bazı yeni çizgiler buldum. Hislerini, hattâ hislerle karışık düşüncelerini nasıl da belli ediyordu yüzü! Yalnız yüzü değil, sesi de... Bu hali hoşuma gidiyor, beni ona yaklaştırıyor, ama düşündürüyordu da... Yüzü maskesiz, perdesiz insandan korkulmaz, sade bu nitelik bile ortak yolculuk için yeter. Fakat politikada samimîlik de bir dereceye kadar maskeli, perdeli olmalı... Menderes, Demokrat Parti'nin kurucularından biri, Müteşebbis Genel Kurul üyesi, milletvekili... Sırtında bu elbiselerle, dili tek kelime kullanmadan, yalnız yüzünün çizgileri, sesinin tonu ile hükümler veren bir politikacı, başarıya ulaşmak için çok, pek çok uğraşmalı, didinmeli. İşte beni düşündüren de bu oluyordu.»

Yemek veya meyve yemesi, normal bir doyma ve tad alma sınırı içinde değil, asabî bir kriz ifadesi halindedir ve heyecanlı olduğu anlarda meydana çıkar.

Meselâ, iktidara geldikleri seçim gecesinde, radyoda vaziyet takip edilirken, misafir bulunduğu evin mutfağına dalıp bir tepsi tatlıyı bitirmiştir. Yemekte, ev sahibi «hani tatlı?» dediği zaman da, ahçı, Menderes'i göstererek, «Beyefendi yiyip bitirdi!» cevabını vermiştir.

Yemişi, Burhan Belge'nin anlatışiyle, bir çocuk gibi tıkanasıya, çatlıyasıya yer ve doymak bilmez.

(Psikolojik) cephesini eserimizin her tarafından süzebilirsiniz. Fakat hülâsa olarak başlıca hususiyetleri, mahcupluk, sıkılganlık, aşırı alınganlık ve çabucak küskünlük...

Samed'i okuyunuz:

«Menderes, meselâ ailesinden, yakın arkadaşlarından başkalarının yanında mahcup insandı. Kalabalıklar içinde önce bir kenara çekilir, söze tereddütle, çekine çekine başlar, insanların karşısına çıkmadan, başlarına geçmeden evvel, onlardan bucak bucak kaçardı. On yıllık başbakanlığı zamanında mecbur kalmadıkça, protokolün kesin gerektirmesi olmadıkça şu veya bu resmî suvarede, yemekte, sefarette görülmemiştir. Tiyatro, opera veya sinemaya gitmez, bütün bu çeşit yerlere karşı yabancılık duyardı. Bulunduğu toplantılarda da yine fırsatını arayarak bir kaç arkadaşı ile bir köşeye çekilir, orada kısa bir süre kaldıktan sonra kimseye gözükmeden çıkıp giderdi.»

Konuşması da, (kruaze) elbisesi gibi, ağır kumaştan, iyi ütülü ve muntazam... Samed'e sorarsanız, Türkçeyi onun kadar iyi konuşan kimseye rastlamamıştır:

«Cümleler ağzından, fışkıran sular gibi dökülüyordu. Birçok tekrarlamalara, dönüp dönüp aynı noktalara gelmelere rağmen, fikirler insicamını kaybetmiyor, bunu da konuşmanın nerede bitmesi gerektiğini sezişte gösterdiği maharetle sağlıyordu. Siyasî hitabette demogoji iyi kullanılırsa etkisi büyük bir san'attır. Bizde son yarım yüzyılda demagojiyi gerçekten en çok ve en maharetle kullanan siyasî hatip de inönü... Buna karşılık cesaretle söyliyebilirim, Menderes bu sanata pek az iltifat etmiş karşısına çıkanları daha çok mantık ve bilgi kuvvetiyle yenme yolunu tutmuştur.»

Bu dil, biraz da kocakarı ağzının hususî kiliseleriyle süslüdür ve bilhassa, su katılmamış Osmanlıdır. «Unutmak» yerine «ferâmuş» diyecek kadar osmanlı; hattâ tanzimatçı...

Ani çıkış ve baskınlar karşısında apışıp kalma ve biraz geç toparlanma ve büyük rizikolardan tevahhuş, ruhî markalarından...

Nezaketi, cellâda «sizi rahatsız ettim!» diyecek kadar mübalâğalı...

Bu haller, onun, günlük hayat tablosundan küçük tezahürler çerçevesine mahsus... Büyük ruh ve psikologya çizgileri, dediğimiz gibi, eserimizin başından sonuna kadar yaygın...




MENDERES VE DİN

Adnan Bey, sık sık baş vurduğu kocakarı ağzı nüktelerine rağmen hiçbir zaman pazarlıksız ve fikir kargaşalığından kurtulmuş bir kocakarı mizaciyle dindar olamamıştır.

Buradaki «koca karın!» tâbirini hafife almamak lâzım... Allah'ın Resulü bir hadîsinde şöyle buyurur:

«- Size kocakarıların dini lâzımdır .»

Kocakarıdan murat, işaret ettiğimiz gibi, fikir ve muhakeme denilen o belâlı (fakülte-meleke)nin çok defa sapık girdisi-çıktısından kurtulmuş, topyekûn teslim olmuş ve telkinlere bağrını açmış insan mizacıdır ve işte böyle bir mizaç iledir ki, insan Allah’ı bulur.

Adnan Beyde, muhakemeli, fakat din ölçülerini kendi muhakemesi üstünde gören bir itikat da bulunduğunu sanmıyorum. Sadece bir istidat; ve malik olmadığı kocakarı teslimiyetine mukabil, göğsüne süs eşyası kabilinden birtakım (fetiş)ler takan bir geç kız vehmi ile meçhulden ve gaiplerden korkma ve ürperme hali...

Böyleleri, Allah'ı kabul ettiklerini söylerler, hattâ Resul'ün hak olduğuna inandıklarını sanırlar da onun getirdiği hiçbir din ölçüsüne yanaşmazlar...

Celâl Bayar, Başvekilinin dindar olduğunu anlatırken, vaktiyle kendisinin İttihat ve Terakki Kâtib-i Mesulü iken, Mekteplerinde Hristiyan propagandası yapıldığından şikâyetçi birkaç gencin, ziyaretine geldiklerini, bunlardan birinin de Adnan Bey olduğunu kayd ve şöyle devam eder:

«Yukarıda anlattığım olaydaki gençlerden birinin Adnan Menderes olduğunu da çok sonraları, kendisiyle yakın dost olduğumuz yıllarda kendisinden öğrenmiştim. Benim hatırımda kalan, sadece olayın kendisi idi. Buna özel bir önem verdiğim ve üzerinde durduğum için de unutmamışımdır. Bir gün kendisiyle görüşürken, (Hatırlar mısınız?) dedi. (Sizin izmir Kâtib-i Mesullüğünüz sırasında, Kızılçullu Amerikan Koleji'nden üç öğrenci sizi ziyarete gelmiş ve okullarında bazı misyoner hocaların, Müslüman gençleri Hristiyan yapmaya çalıştığından şikâyet etmişlerdi, işte o üç öğrenciden biri benim...»

Bu kadarı hiçbir şey değildir; ve belki, sonuna kadar devam eden istidadın ilk kıvılcımlarından biridir.

Samed Ağaoğlu'nun da Adnan Beye ait dindarlık vasfı üzerinde müşahedeleri ve fikri vardır

«Menderes'in din inancı, dostlarının, düşmanlarının tartışma konusu oldu. Allah'a inanıyordu. Hayatını çerçeveleyen her şey bu imânı Menderes'e derinden aşılamıştı. Allaha inanmak için, gözleri kupkuru topraktan maviliği baş döndüren göğe gidip gelerek bir damla yağmur bekleyen çiftçi ile aynı yağmuru,orumluluğu omuzlarında otuz milyon halk için dileyen devlet adamının ne farkı var? Büyük kudret, geçtiğinden beri bütün işlerinde yardımcı olmuş, anne ve kız kardeşini alıp götüren hastalıktan, yedi yıllık askerlik hayatının çeşitli tehlikelerinden korumuştu. Çiftliği her yıl biraz daha fazla mahsul vermiş, genç yaşta mebus olmuş yine genç yaşta Türkiye'de demokratik rejimin kurucuları arasına kolayca girmişti. 1959'da uçak kazasından kurtuluşunu kendisi de bir çokları gibi ilâhi bir korumaya bağlamakta tereddüd etmedi.

O kadar etmedi ki, (Allah’ın sevdiği insan olduğunu) gurup toplantısında zevkle, gururla söyleyebildi.

Menderes’in din inancına ait bir hâtıramı yazmaktan kendimi alamıyorum;

Galiba 1956'da idi. Topkapı müzesini beraber ziyaret ettik. Yeni müdür rahmetli Halûk Şehsuvaroğlu bizi (Emanet-i mübareke'nin - Peygambere ait eşyalar) bulunduğu bölüme götürdü. Adnan Beyin Gümüş Odanın önünde sapsarı kesildiğini gördüm. Bütün ısrarıma rağmen içeri girerek sandığı açmağa, eşyalara bakmağa cesaret edemedi. Heyecanı buna mâni olacak kadar ileri idi. Adnan Beyin Eyüp Sultan'ı ziyaretleri, camilere halılar hediye etmesi, büyüklü, küçüklü bir çok caminin aynı zamanda onarılmasına emir vermesi, müsteşarına iftarlar tertipletmesi gibi hareketleri göze batıyordu. Muhalefet bunları, dinin politikaya âlet edilmesi diye yorumluyor. Demokrat Partiye gericilik damgasının vurulması için vesileler olarak kullanıyordu. Bu arada ezanı Türkçe okuma mecburiyetinin kaldırılmasını da politik bir hareket diye göstermek isteyenler var... Haksız bir isnattır bu! Ezanın Türkçe okunması mecburiyeti, Anayasa'ya aykırı idi. Demokrat iktidarın yaptığı mecburiyeti kaldırmak, böylece Anayasanın, ibadetin serbestliği hükmünü yerine getirmiş olmaktan ibaretti.»

Fakat asıl fikir, pazarlıksız dindar sıfatiyle bizimdir:

O göklere bakarken gaipler âlemine karşı duyduğu (metafizik - madde ötesi) ürpertiyi hiçbir zaman kaybetmemiş bir insan olmakla beraber, ne yazık ki, ebediyet kasasını açıcı şifre rakamlarından başka bir şey olmayan mukaddes şeriat ölçülerine gönül verememiştir.

Böyle bir gönülden pay aldığını bildiğim Tevfik İleri ile sık sık bu mevzuu konuşur ve Adnan Beyin itikat cephesini kurcalardım. Tevfik İleri'ye göre Adnan Menderes bir mutekittir; ve meselâ beraber gittikleri Bağdat'da, Imam-ı Azam Hazretleri'nin türbesini haşyetle ziyaret etmiş ve ellerini kaldırarak, gözyaşları içinde dua etmiş, gayesi İslâmî olan Bağdat Paktı işinde muvaffak olması için Büyük Mezhep Kurucusunun ruhaniyetine sığınmıştır.

Fakat böyle hikâyeler ne ifade eder? Gözyaşları içinde ciğere çekilen bir Celâl ismiyle namazda alınan bir tekbir, bu türlü yakıştırmaların kat kat üstündedir.

Ben, Adnan Beyi, bütün görüşmelerim esnasında hiçbir defa dinî hassasiyet içinde görmedim; ve kabul ettim ki, o küfür ve inkârın ve sahte inkılapların galiz tarafını görmüş, fakat topyekûn imân ve İslâm letafetine varamamış, yarım bir istidattan ibarettir ve işte bizim de bu istidada göre gitmemiz, onu üfleyip, ateşlendirmemiz lâzımdır.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

3

30.05.2010, 12:46

Her Kanaat katiyet ifade etmez. Seriat zahire bakar onun yapmis oldugu hizmetleri bugün islamiyetin dem ve damarlarina karismis dindar hükümet bir meselesini yapamiyor. Acaba kim daha hassas?
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Bu konuyu değerlendir