Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

1

17.03.2010, 09:13

Toplumu cemaatler ayakta tutuyor


H.Hüseyin KEMAL



H.Hüseyin KEMAL

Toplumu cemaatler ayakta tutuyor



Türkiye’de değişim, dönüşüm, gelişerek değişim tartışmaları devam
ediyor, ancak sistemin ne kadar değiştiği, geliştiği ise tam olarak
algılanamıyor. Biz de Türkiye’deki değişim süreci, sistemi, dindarların
bu dönüşümde nasıl bir etkilenme içinde olduğunu ÖZGÜR-DER Başkanı
Rıdvan Kaya’ya sorduk…

İslâmî kesimin kendi dilini özgürce kullandığını

düşünüyor musunuz?

28 Şubat’tan sonra İslâmî kimliğin kendi kavramları ve
tezleriyle kendini ifade etmesi noktasında büyük bir kırılma yaşandı.
Türkiye’deki vesayetçi sistem eğitimden, siyasete, ekonomiden, medyaya
kadar insanları hangi inanıştan, etnik kimlikten olursa olsun üst
kimlik olarak Kemalizmi benimsemek mecburiyetinde bırakıyor. Darbelerin
de amacı budur. Bu noktada belli bir kimliğe ait dilin başka bir dile
dönüşmesini sağlıklı görmüyorum. Toplumsal hayatta her düşüncenin
olduğu gibi İslâmî düşüncenin de kendi kimliğini yaygınlaştırmada ve
ifade etmede baskılara maruz kaldığını biliyoruz. Yapılan darbeler ve
zulümler insanları İslâmî kimliğin öngördüğü talepleri dile getirme
noktasında imtina eder duruma soktu. Çocuklarımız okullara antla
başlıyor ve eğitim boyunca resmî ideolojinin dayatmalarına maruz
kalıyor.

Devlet dindarlara savaş açıyor, ancak aynı

zamanda dini yönetmeye çalışıyor bunu nasıl açıklarsınız?

28 Şubat’ta devletin İslâmî görünüme savaş açtığı dönemde
şehitli ve gazilik gibi değerleri araçsal olarak kullanılması “Dinin
nasıl olacağına da ben karar veririm” anlayışından kaynaklanıyor.
Diyanet de bunun uzantısıdır. İslâmcı kesimin baskılar nedeniyle
sorunlarına liberal bir dille çözüm getirmeye başladılar. Bu süreç bir
bakıma AK Parti’yi beslemiştir. AK Parti döneminde bu daha da ivme
kazanmıştır.

Okur-yazar İslâmî kesimin Batı felsefesi

okumalarına yönelmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Toplumsal kesimler değişik dönemlerde farklı değerlendirmelerde
bulunabilir. Bunun doğal akışına bırakılması gerekir. Ancak ben
Türkiye’de yaşananın toplumsal mühendislik süreci olduğunu düşünüyorum.
28 Şubat’ta askerler İslâmî görünürlülüğün engellenmesi konusunda karar
verdiler ve kesintisiz eğitim yasasını geçirttiler. Bunun yanında
başörtüyle üniversiteye girmeyi yasakladılar. Nasıl bazı insanlar
başörtüyle üniversiteye giremeyeceklerini anlayınca peruk takmayı
tercih ettiler, İslâmî kavramlar da peruklanarak başka dillerle ifade
edilmeye başlandı.

Sizin isteğiniz nedir?

Diğer hayat görüşlerinde olduğu gibi İslâmî kesimin de kendi
kavramlarıyla konuşma konusunda özgürleştirilmesi ve İslâmın bireysel
ve toplumsal hayatla ilgili hükümlerini yayma çalışmaları konusunda
baskıların kaldırılması. Biliyoruz ki insanların düşüncelerini
açıklamasını engellemek için 312. madde giyotin gibi kullanıldı.
Partiler dernekler kapatıldı. İnsanlar İslâmî kimliklerinin öngördüğü
tapleplerde bulunmakta imtina eder hale geldiler. Çocuklarımız eğitim
hayatına ‘ant’la başlıyor ve eğitim sürecinde resmî görüşün
dayatmalarına maruz kalıyor.

Sivil dikta tartışmalarının yapıldığı şu son

dönemde “İleride askerî vesayet kalktığında Müslümanların
vesayetiyle mi karışlaşacağız” diyen bazı toplum kesimlerine ne
söylemek istersiniz?


İnsanların inançlarını, hayat tarzlarını belirleme noktasında
özgür olması gerektiğine inanıyoruz. Bu noktada bir dayatmanın ilahlık
iddiası olduğunu düşünüyoruz. Müslümanların cumhuriyetin kuruluşundan
bu yana maruz kaldığı baskıların dile getirilmesi bazı çevreler
tarafından manipülasyon aracı olarak kullanılabiliyor. Benim
görünürlülüğümden başkasının baskı hissetmesinin mantığı yok. İleride
baskı yapacaklar diye Müslümanların özgürlüklerinin kısıtlanması
Amerika’nın Irak’a karşı vahşi saldırıya önleyici vuruş ismini
vermesine benziyor. Müslümanlar içinden bazı insanlar güç ellerine
geçtiklerinde başkalarına baskı yapmaya kalkabilirler, ancak hukuk da
bunun için vardır.

Siyasal İslâm sizce farklı kesimlerin bir arada

yaşaması noktasında korku verici olabilir mi?

Olabilir. Maalesef yürütülen politikalar neticesinde İslâm bazı
toplum kesimlerince öcü ve baskı aracı olarak algılatıldı. İslâmî
kimlik başkalarına adil ve eşit davranmayı öngören bir dindir. İslâmın
doğru anlatıldığında insanların benimsemese bile karşı çıkacağını
düşünmüyorum.

“Bunca yıldır onlar bizi fişledi, sıra bizde” diyen milletvekilleri çıktı. Sizce rövanşist bir tavır gelişiyor mu?

Somut olaylar üzerinden hareket etmek gerekir. Bazı kesimler
açısından duygusal mânâda böyle bir şey olabilir, ancak Rablerine hesap
vereceklerine inanan insanların adil davranma eğiliminde olduğunu
düşünüyorum. Bugün hukuk dışı yapılanmalara karşı tavır almayı
rövanşizm olarak lanse etmek tamamen propagandadır.

“İslâmî görüş yaygın olursa laikliğin kazanımları geri döndürülür” açıklaması hakkındaki kanaatiniz nedir?

Öncelikle Türkiye’deki laiklik anlayışının evrensel standartlara
uymadığını söylemek gerekir. Türkiye’de uygulanan laiklik İslâmın
toplumsal hatta bireysel hayattan dışlanmasına yöneliktir. Bizim
kanaatimize gelince İslâmın bireysel ve toplumsal hayatta sözü vardır.
Tarihsel tecrübeler İslâmın bir dayatma içinde olmadığını göstermiş,
Yezidiler bile özgürce ibadetlerini yerine getirmiştir. “Laiklik
olmazsa din özgürlüğü olmaz” gibi bir anlayışın doğru olmadığını
düşünüyoruz. İslâmın sahip olduğu hoşgörü ve farklı inanıştaki
insanları kuşatıcı anlayışı bugünkü özgürlük ortamına kıyasla daha
özgürlükçü olacağı kesin.

Dindar kitlenin iktidarı yeterince eleştirmediği

savına katılıyor musunuz?

Haklı olduğu boyutlar var. Bunun daha çok toplumun devlete
itiraz kültüründeki eksiklikle alâkalı olduğunu düşünüyorum. İktidar o
kadar yoğun baskı ve kuşatma altında ki hergün darbe planları ortaya
çıkıyor “Biz de yıpratmayalım” mantığıyla hareket ediliyor. Yargı
hukuku takmayan karar aldığı için toplum kendisine yakın iktidarın
yıpranmaması için bir takım haklarından vazgeçebiliyor. Biz iktidarın
yanlışlarının dile getirilmesinden yanayız. Onur Öymen, Dersim
konusunda CHP’yi zora sokacak bir açıklama yapıyor, ancak kendilerinden
biri konuştuğu için susuyorlar. Kim olursa olsun takım tutar gibi
hareket etmesi ve yanlışların üstünü örtmesi yanlış. Meselâ biz
hükümetin Tekel konusundaki tavrına rağmen Tekel çadırını ziyaret
ettik.

Vaz mı geçiyor yoksa erteliyor mu?

Yedi sene bir talebinizi ertelerseniz vazgeçmişsiniz anlamına gelir.

Demin söylediğiniz gibi yargısal bir direnç de söz konusu…

İnsanların kimliklerini özgürce ortaya koyabileceği anayasal
zeminden eksik bir ülke burası. Herkes Kemalist olmak zorunda. Bu
müthiş bir dogmatizm. Ben Müslüman biri olarak Rabbimin gönderdiği
vahyi kimseye dayatamam. Kemalizm ise çağlar ötesi bir dogmatizmle
değişmez maddeler dayatıyor. Benim dedem anayasanın bazı maddeleri
üzerinde mutabık kalmış olabilir, ancak ben ona uymak zorunda mıyım?
Belki toplum bunları değiştirmek isteyecek. Her değişime karşı
tehditler ve darbeler var. Bu kadar darbelere maruz kalmış bir toplumun
hükümetiyle sağlıklı bir ilişkiye girmesi, yeterince eleştirmesi
beklenemez.

Sizce bu yapının kırılması nasıl olabilir?

Toplum çok edilgen bir durumda. Topluma öncülük etmek durumunda
olan aydınlar, basın, STK’lar, partiler toplumun ataletinin kırılması
noktasında çaba sarf etmeliler. Üst yapıdaki değişim kanunun
değişiklikleriyle sağlanabilir ancak toplumsal yapının kırılması daha
zahmetlidir. Bununla birlikte mevcut oligarşik yapıyı besleyen
anayasanın değiştirilmesi gerekir. Hâlâ bu kadar darbe planlarının
ortaya çıktığı bir yerde Genelkurmay çıkıp “Bize güvenin” teminatı
veriyor. Genelkurmayın teminat verdiği bir ülkenin sisteminin çok
sağlıksız olduğunu düşünüyorum. Genelkurmay Başkanı geçmişteki
darbeleri açık bir dille lânetlemedikten sonra bunu bir anlayışa
dönüştürmedikten sonra bu tür açıklamaların bir değeri yoktur. Çünkü
bütün darbeler demokrasiyi korumak adına yapılmıştır!

İktidarın daha önce eleştirdiği kurumsal yapıyı kendi
adamlarını başına getirdikten sonra değiştirmediği yönündeki görüşlere
ne dersiniz? Meselâ YÖK…


12 Eylül, YÖK’ü üniversiteleri zapt-u rapt altına almak için
düşünmüştür. Kemal Gürüz döneminde ise giyotin gibi çalışmıştır. Bugün
ise YÖK’ün üniversitelere baskı yapmadığını görüyoruz. Bugün YÖK’ün
olmaması bazı üniversitelerin derebeylik gibi ortaya çıkmasını
beraberinde getirebilir. Burada önemli olan hukuka uygun hareket ediyor
mu etmiyor mu? Ona bakmak lâzım. Hükümetin Emasya Protokolünü kaldırmak
için yedi sene beklemesi kabul edilebilir bir durum değil. Hâlâ MGSB’de
iç tehdit tanımının kaldırılması noktasında adımlar atmaktan kaçındığı,
çekindiği ve kendine yararı olan noktalarda geri durduğunu görüyoruz ve
eleştiriyoruz. Hükümeti eleştirenlerin öncelikle vesayetçi devlet
yapısını ve anayasasını eleştirmesi gerekir, ancak o zaman bu
eleştirilere katılabiliriz. Askerî vesayeti devam ettirmek için sivil
dikta tartışmaları manipülasyon aracı olarak kullanılmamalı. Hükümetler
seçimle gelir giderler, ancak askerler seçimle gelmiyorlar, tankla
geliyorlar ve istedikleri zaman gidiyorlar. Bu iki durumu eşitlemek
mantıklı değil.

Özgür-Der olarak “Kapitalizm ve Cemaatler”

konulu bir semineriniz oldu. Sizce kapitalizm cemaatlere nasıl etki ediyor?

Kapitalizmin çok boyutlu ve kuşatıcı yapısına karşı güçlü bir
hayat felsefesi ortaya konulmadığı sürece dönüştürme sürecinin olduğunu
görüyoruz. Türkiye’de kapitalizm, sistemin anti-İslâmî geleneğiyle
örtüştüğü için daha etkili oluyor. İnsanlar İslâmî kimliklerini açıkça
ifade edemedikleri için farklı kimliklere yönelebiliyor, kendilerini
başka şekilde sunma noktasına gelebiliyorlar. Başörtüsünün kabul
edilmediği bir ortamda siz başörtüsünü ciple örtüp daha kabul edilir
bir noktaya taşıyabilirsiniz. Bunun yanında eğer kendinizi camide ifade
edemiyorsanız iftarlarınızı lüks bir otelde yaparak daha meşrû bir
görüntü verebilirsiniz. Bu noktada Türkiye’de sürecin hızla devam
ettiğini görüyoruz.

Yani İslâm kapitalizm karşısında kendi kimliğini

kayıp mı ediyor?

Küresel sistem İslâmî kimliği dönüştüremiyor. Onun için de
İslâmî tehdit gibi algıladığından Afganistan, Irak, Filistin gibi
konularda saldırgan tutumlar izliyor. Avrupa’daki Müslümanların maruz
kaldığı hak ihlâlleri kapitalizmin İslâmî içselleştiremediğini
gösteriyor. Türkiye’de de tam mânâsıyla bir yutulmuşluk söz konusu
değil. Daha çok yutamadığı için doğrudan doğruya baskıya başvuruluyor.

AKP iktidarıyla sekülerleşmenin hız kazandığı

yorumlarına katılıyor musunuz?

Belli boyutlarda bunu görmek lâzım. Siz siyasî hayatta kendi
kimliğinizle olamazsanız bir müddet sonra bu bireysel pratiklerinizi
etkileyebiliyor. Bunu 28 Şubat’ın iftihar tablosu olarak görebiliriz.
Kendi kimliğiyle hareket edememek bir müddet sonra birilerinin onayını
almak adına farklı kimliklerle, düşüncelerle düşünme ve yaşama
pratiklerini beraberinde getiriyor. Türkiye’de başörtülü ve camiye
gidenler kalabalıklaşıyor, ancak günlük hayatlarında İslâmî bütüncüllük
göremiyoruz. Yozlaşma ibarelerine gelecek durumlar var, ama bu ifade
edildiği gibi bütün İslâmî kesimi kuşatmış ve yönlendiren bir süreç
değil.

Bu süreçler yaşanırken Bediüzzaman’ın Türkiye üzerindeki etkisinden de biraz bahseder misiniz?

Türkiye’de belli toplumsal gelişim süreçleri var. Farklı
zamanlarda farklı isimler buna katkılar yapmışlar. Toplumun
dinsizleştirme politikasına maruz kaldığı bir ortamda Said Nursî,
Kur’ân’a dikkat çeken çabalarıyla toplumun diniyle olan ilişkisinin
kopmaması noktasında hizmet etmiştir. Said Nursî’yi kendine örnek alan
insanların yani cemaatlerin toplumda ayakta kalmak için gerekli yapılar
olduğunu düşünüyorum. Maalesef resmî ideoloji İslâmî kesimi o kadar
eziyor ve mağdur ediyor ki bireysel olarak buna direnme imkânı yok.
İnsanlar ancak sosyal dayanışma içine girerek bu sistemin baskısı
karşısında ayakta kalabiliyorlar. Bu çabalara kaynaklık eden
mecralardan biri Said Nursî. Cumhuriyetin yaptığı baskılara
baktığımızda sistemin ne kadar yok edici, tasfiye edici olduğunu görmek
mümkün. Bunların şu an yaşanmıyor olması geçmişte bunların yapılmadığı
anlamına gelmez. Hakeza eline fırsat geçtiğinde “Erzincan örneği”nde
olduğu gibi neler yapmayı planladıkları ortada.



"HABERDE DOĞRULUK, YORUMDA İSABET"





Devamı için tıklayın..http://www.yeniasya.com.tr/2010/03/17/roportaj/default.htm



"HABERDE DOĞRULUK, YORUMDA İSABET"
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bu konuyu değerlendir