AĞLAYARAK İSTİKLÂL MARŞI SÖYLEMEK
<img src="http://www.yeniasya.com.tr/2010/03/08/resim/manset.jpg" align="left" />
n“Bende o dönemden kalma birşey, ağlayarak İstiklâl Marşı söylemektir.
Marşı okurken ağlardım. Çünkü hür değilsin ve İstiklâl Marşı
söylüyorsun. O marşın yazılmasının sebebi ‘Biz Kurtuluş Savaşını
kazandık ve hür olduk’ idi. Ama nasıl hürüz?”
“ÖĞRETMENKEN İKNA ODASINA ALINDIM”“Lise yıllarında bilim
adamı ve astronot olmak isterdim. Ama sırf tesettürüme izin verilmez
diye fen lisesine gidemedim” diyen Hacınebioğlu, birçok zorluk ve
engeli aşarak İngilizce bölümünü bitirdikten sonra öğretmenlik yaparken
okulda “ikna odası”na alınarak başını açmaya zorlandığını söyledi.
YASAK ENGELİNE TAKILAN İDEALLERBaşörtüsüyle öğretmenlik yapması
engellenen Fatma Nur Hacınebioğlu, öğrencilik yıllarında ve kısa süren
öğretmenlik hayatında, başını örttüğü için maruz kaldığı baskı ve
sıkıntıları dile getirirken, ileriye dönük parlak hayal ve ideallerinin
nasıl yasak engeline takılıp söndüğünü anlattı.
Ülkemizde yabancı muamelesi gördük28 Şubat sürecinde
yaşananları 1. kaynaktan öğrenmeye devam ediyoruz. İngilizce öğretmeni
olan Fatıma Nur Hacınebioğlu, öğrencilerden ayrılırken neler yaşadığını
anlattı. Başörtüsü mağduriyetinin daha ilk okulda başladığını ifade
eden Hacınebioğlu, hayatının her safhasında sırf başörtülü olduğu için
karşısına çıkan zorlukları gözyaşlarıyla bizimle paylaştı..
Örtünmeye ne zaman karar verdiniz?
Dindar bir ailem vardı. Annem ve babam Risâle-i Nurları okuyan
insanlar. O yılların da sosyal hayatına baktığımızda aileler genelde
kız çocuklarının küçük yaşlarda başını örtmesini istiyorlar. Ciddî bir
tepkiyle karşılaşmıyorlar. Daha okula gitmeden ben başımı örtüyordum.
Bunda da herhangi bir zorlanma yaşamadım. Fakat ilkokula gideceğim
zaman annemler özellikle başı açık gitsin dediler. Zaten dinen de farz
değildi. Başörtüsü yasağının etkisi bir nevi ilkokul 1. sınıfta başladı
desek çok da yanlış olmaz. Çünkü anneme bunu düşündüren mesele, okula
gittiğimde öğretmenlerin bunu kafaya takması veya arkadaşlarım
tarafından horlanmam ihtimaliydi. Bu benim ilerdeki manevî hayatımı
veya başarımı etkileyebilir diye düşünüyorlardı. Ailemde bir baskı
olmadı. Namaz kılma noktasında da öğretiliyordu ve illaki yapacaksın
denmiyordu. Tabi o manevî havanın içinde sen kendi kararını
verebiliyorsun. Ben daha küçükken karar vermiştim. “İlkokul diplomamı
aldığım gün başımı açmamak üzere örteceğim” diye kendi kendime söz
verdim.
İmam Hatip’te okuyan başarılı örnekler vardı önümde. Baktım bu
insanlar hem başarılı, hem dindar, hem ahlâkları düzgün, insanî
ilişkileri güzel. Ben de onlara bakarak İmam Hatip’te okumak istedim.
İlkokuldan sonra İmam Hatip'e başladım. Eğitim ortamı çok
güzeldi. İmam Hatip’e başladığım zaman 500 civarında öğrenci vardı
benimle birlikte yeni başlayan. Ama 7 yıl sonra İmam Hatipten mezun
olurken biz 50 kişi kadar mezun olduk.
O kadar öğrenci nereye gitti?
O süreçte biz 1980 ihtilâlini yaşadık. Bazıları tamamen okul
hayatını bıraktı, bazıları “Nasıl olsa İmam Hatipte de baş açılıyor”
diye başka okullara gitti. Belli dönemde yaşanan başörtüsü probleminden
sonra tamamen açılanlar da oldu.
İmam Hatipte başörtüsü yasağı ile ne zaman
karşılaştınız?
İlk iki yıl iyiydi. Sonra 1980 ihtilâli olduğunda başörtüsü
yasağı geldi. O dönem anarşik bir dönem. Bizim okulumuz İzmir
Konak’taydı. Konak, pek çok olayın olduğu bir yerdi. Sabah okula
geldiğimizde okulumuzun yanındaki bir binanın havaya uçmuş olduğunu,
yerinde yeller estiğini bile görebiliyorduk. İhtilâl olduktan sonra
biraz farklılaşmalar başladı. Okulun içinde öğretmenlerimiz tarafından
siyasî hiçbir şey empoze edilmedi. Sadece ders konusunda ciddî bir
eğitim veriliyordu. Hiçbir problem olmamasına rağmen okulumuzda ihtilâl
sonrası jandarmalar, askerler beklemeye başladı. Biz bunu garip
karşılıyorduk. Çünkü okulda kavga bile olmazdı. Herkes uygun bir
şekilde dersine devam ederdi.
Biz orta 3. sınıftayken ülke çapında bir başörtüsü problemi
yaşandı. Çok ciddî bir şeydi. Çocuksun, inançların var ve iç dünyanda
çok gelgitler yaşıyorsun. Okumaya da devam etmek istiyorsun. O dönemde
gelen yasakta sadece Kur’ân-ı Kerim derslerinde başörtülü olmak
serbestti. İşin komik yanı, diğer dinî derslerde de Kur’ân’dan âyet
okunmasına rağmen onlarda başörtüsü yasağı vardı.
Siz ortaokuldayken gelen bu yasak ne kadar
sürdü?
Bayağı uzun sürdü. Ben orta sondan lise hayatımın bitmesine
kadar devam etti. 1990’lı yıllara gelirken Türkiye’de başka bölgelerde
imam hatip liselerine başörtülü girenlerin olduğunu duyduk, ama bizim
okulumuzda yasaktı.
O dönemdeki yasak çok iğrençti. Meselâ İmam Hatip’te okuyan
kız talebelerine 29 Ekim’de başı açık yürüyüşe kattılar. 19 Mayıs
gösterilerine aldılar. Manevî yönden eksik bazı talebelerin olması bizi
katılmaktan kurtardı. Katılmayanlar okuldan atılmayla tehdit edildi.
İnsanlar ahlâk ölçülerinin çok ötesinde açık bir kıyafetle bayrama
çıkmaya zorlandı.
İmam Hatipte okuyan öğrenciler bayrama bu
şekilde katılmayı kabul etti yani. Direniş olmadı mı?
Katılan öğrenci sayısı zaten azdı. Bir şekilde manevî yönden
eksikler olan arkadaşlar katılmayı istiyorlardı zaten. Tabi beden
eğitimi ve kültür dersi öğretmenlerinin onları etkilemesinde de bunun
payı var. Çünkü 1980 ihtilâli sonrası meslek dersi öğretmenlerinin
neredeyse ağzı bandajlandı. Din dersine, Fıkıh dersine giren
öğretmenler, “başörtüsü farz” bile diyemez hale geldiler. Dediği zaman
defterini dürüyorlar çünkü.
O dönemde öğretmenlerimizin de yaşadığı bir başörtüsü sorunu vardı. Lise bitinceye kadar böyle devam etti.
Üniversite yıllarınızdan bahseder misiniz?
Ben Üniversiteye gitmeden oranın çok özgür bir ortam olduğunu
düşünüyordum. Gittiğim zaman özgürlük veya söz hürriyeti ile
karşılaşmadım. 9 Eylül Üniversitesi İngilizce öğretmenliği bölümünde
okudum. 1986’da Üniversiteye girdiğimizde başörtülü başladık. Sonra
bölüm başkanı bizi çağırdı. “Direkt başınızı açın demiyoruz, ama farklı
bir şey yapın. Bone tarzı bir şeyler takın” dedi. Biz ardından bone
diktirdik. Yakalı kıyafetler giyiyorduk. Saçımız gözükmüyordu ve örtülü
olduğumuz belliydi.
İkna odalarına benzer örnekler o tarihlerde
başladı demek?
Evet, tabiî ki. Biz İmam Hatipten gelirken de bazı şeyler
kazandırılmadığı için ciddî bir direniş gösteremiyorduk. Zaten
ortaokulda o direniş kırıldı bir kere. Hatta bize “Müslümanların da bir
şekilde okuması lâzım, eğer siz okumazsanız bu okullar kapatılır ve siz
vebalini yaşarsınız” düşüncesi empoze ediliyordu. Tabiî bu anlayışın ne
kadar yanlış olduğunu ben bugün anlıyorum. “İyi ki de başımı açıyorum”
demiyorsun, ama o acıyla beraber bu bir imtihan diyorsun. Biz Risâle-i
Nurları dikkatle okumaya başladığımızdan itibaren bu düşüncenin ne
kadar yanlış olduğunu fark ettik. İşin acı tarafı o yanlış zihniyet,
çok ciddî kesimlerin alt yapısını oluşturdu. İnsanların hemen pes
etmesine sebep oldu.
Üniversite’de 2. sınıfa doğru sanırım tekrar başörtüsü
problemi daha ciddî bir şekilde başladı. Artık boneye de izin vermemeye
başladılar. İlk başlangıçta bırakmak ve devam etmek arasındaki
bocalamayı yaşıyorsun. Fakat yasağı nereden delebilirsek onu kâr
görüyorduk. Her yerde kendimizi korumaya çalışıyorduk. Kendi kendime
yasağı kırma yolları icat ettim meselâ. Bunda en büyük etkinin Risâle-i
Nur olduğunu düşünüyorum. Saçımı göstermeden başörtüsünü farklı şekilde
bağlamaya başladım. Çağırıp “Niye böyle takıyorsun” diye sorulunca “bu
normal bir başörtüsü değil ki yasak olsun” diyordum.
Korku rüzgârlarıyla gelen bir geçmişten geliyorsunuz. Bu
ülkenin demokrasisi havada kalmış. Sosyal hayatta demokrasi ile
yetişmediğimiz için ilk başta haklarımızı aramamız kolay değil.
Risâle-i Nurları okuyunca farkına vardık. Meselâ Üstad’ın beni en
etkileyen meselesi; fıkhen sünnet olduğu halde, başından sarığını
çıkarmaması ve o konuda hayatını ortaya koymasıydı. “Başörtüsü farz, o
halde hiçbir şekilde baştan çıkamaz” şeklinde düşünmeye başlayınca
başımı açmak sıkıntı veriyordu.
Ben 1991’de mezun olurken başörtüsü üniversite’de serbest
oldu. Ama keyfi uygulamalarla karşılaştık. Meselâ; İzmir’deki Atatürk
İlke ve İnkılâpları Kürsü Başkanı Ergün Aybars, bütün İnkılâp Tarihi
öğretmenlerini toplayıp, “Şu anda başörtüsü serbest olabilir, ama
hiçbirinizin, hiçbir şekilde derslere başörtülü aldığınızı
görmeyeceğim” şeklinde öğretmenlene ültimatom vermiş. O dönemde İnkılâp
derslerini almayı, sonraya bırakmıştık bu yüzden.
1991 Haziran’ında mezun olacağım zaman, tamamen Hıristiyan
geleneği olsa da kep töreni yapacaktık. Herkes mezun olurken giydiği
için bizim âdetimizmiş gibi gözüküyor. Başörtüsü serbest olmasına
rağmen başörtülü hiçbir öğrencinin programa katılamayacağına dair bir
yazı çıktı.
Yalnızca mezuniyet törenine has böyle bir yasak konulması çok
ilginç. Kamuoyuna başörtülü öğrencilerin başarısını mı göstermek
istemiyorlardı?
Bilemiyorum artık. Ama hep içimde kalmıştır diplomamı alıp,
cübbe giyemeden mezun olmak. Balo tarzı mezuniyet geceleri
düzenlenmişti. Ama bizim yaşayışımıza uygun değildi tabi. Resmî olarak
yapılan kep törenine katılabilirdik.
Açıkçası üniversitede okurken okulu bitirebileceğim noktasında
bir umudum yoktu. Herkes okul bittikten sonrası için plan yapar, ama
bizim ümit etmek gibi bir lüksümüz bile yoktu. Türkiye’de yaşayan
dindar bir bayansanız umut edebilme şansınız elinizden alınmış
demektir. Lise yıllarında bilim adamı olmak, astronot olmak isterdim.
Hatta ortaokuldan sonra Fen Lisesi’ne gitmek istedim. Beni engelleyen
tek şey, dinimi yaşayamayıp, tesettürlü kalamayacağımdı. Beni bu
platformda barındırmayacaklar endişesi taşıyorduk. Yapabilecek
kapasitemiz de vardı. Hatta ortaokulda Fen Öğretmenim bize kızmıştı
“Sizin yarınız kadar olmayan adamlar Fen Lisesi sınavına girip kazandı,
siz teşebbüs bile etmediniz” diye. Hayal kurup bir şeyler
hedefleyemiyorsun bile…
Belki yaş olarak çok küçüksün, ama bazı şeyleri iç dünyamızda
fark ediyorduk. Ortaokulda başörtüsü problemi geldiğinde ben böyle bir
şeyin olabileceğini algılayamıyordum. Ortalıkta panzerler gezen,
askerler dolaşan bir ülke. Hatta hiç unutmuyorum İzmir’in köylerinden
gelen, burslu okuyan, durumu olmayan birçok öğrenci vardı. İhtilâl
döneminde bize ilk yaptırılan şey, bütün öğrencilerden mecburi para
toplayarak okula büst yaptırmaktı. Normal bir büsttü, san'at eseri
özelliği de yoktu, biz o büstün açılışına gittik. Bütün öğrencilerden
para toplatıldı ve herkes bu parayı vermeye mecbur edildi. Ben o parayı
vermekte çok zorlanmadım, ama durumu olmayıp zorlanan çok arkadaşımız
oldu. Vermezse ciddî bir disiplin suçu karşısına çıkıyordu. Açılışa
resmî askerî tören ekibi geldi. O anda kendimi hiç hür hissetmedim.
Şimdi konuşurken bile o duyguları tekrar yaşamak istemiyorum. Çok acı
duygulardı çünkü. Kendi ülkende yabancı gibi… Meselâ bende o dönemden
kalma bir şey ağlayarak İstiklâl Marşı söylemektir. İstiklâl Marşını
okurken ağladığımı hatırlıyorum. Çünkü hür değilsin ve İstiklâl Marşı
söylüyorsun. O İstiklâl Marşının yazılmasının sebebi “biz kurtuluş
savaşını kazandık, hür olduk” idi. Ama nasıl hürüz? Bende uzun zaman
devam etti bu. İstiklâl Marşı benim için hüzünlendiğim acı bir şeydi.
İkna odalarının benzerini Iğdır'da da yaşadım
nİzmir “Cumhuriyetin kalesi” diye tabir edilen bir şehir. İzmir
gibi bir şehirde başörtülü olarak üniversite okumanız zor oldu mu?
Arkadaşlarınızın tepkisi nasıldı?
Arkadaşlarımla hiçbir problemim yoktu. Yalnız yasak ilk geldiği
zaman ne olduğunu anlamlandıramadılar. Destek de köstek de olmadılar.
Bazıları iyi de oldu diyebilir aileden gelen bir duruşları da vardı,
ama genel olarak aradaki ilişkiler kötü değildi.
Öğretmenlik hayatınız nasıl başladı?
Okul bitmesine yakın özel bir okuldan çağırıldım. Benimle
mülâkat yaptılar, beğendiler. “Yalnız siz başörtülüsünüz, ama bizim
müfettişlerimiz gelir. Onlar geldiği zaman dışarıdaki öğretmenler gibi
olmanızı istiyoruz” dediler. “Ben eğitim fakültesi mezunuyum. Stajımı
yapamadığım zaman diplomamı alamıyorum. Başörtüm yüzünden okulum
tehlikeye girdi ben başımı açmadım. Şimdi diplomamı aldım. İş yüzünden
kesinlikle açmam” dedim.
Okul bitti, Ankara’da yeterlilik sınavına girdim. 100 üzerinden
90 puan aldım Tayinim Iğdır Lisesi’ne çıktı. Iğdır, hayatımda hiç yeri
olmayan bir şehirdi. Tanıdığım, akrabam kimsem yok. İzmir’den çok
farklı bir yer. Gidip gitmeme konusunda tereddütlüydüm. Müdüre telefon
açtım. “Ben sizin yeni atanmış İngilizce öğretmeninizim. Tesettürlü bir
insanım, buna da devam etmeyi düşünüyorum. Siz ne düşünüyorsunuz”
dedim. Müdür “Ben mevzuat neyse onu yerine getiririm. Yalnız
kütüphanede ve kantinde örtebilirsiniz” diye bir ifade kullandı. Müdür
iyi niyetli birisi diye düşündüm, hâlbuki ne bileyim kantin ve
kütüphanenin depo gibi bir yer olduğunu. “Kimsenin görmeyeceği ücra
yerlerde örtersen bir şey demem” anlamında söylemiş.
“İkna odaları”nın benzerini Iğdır’da da yaşadım. Müdür muavini
olan bayan arkadaş benimle konuşuyordu. Fakat beni istifa etme
noktasında ikna etmeye çalışıyorlardı. İki yıl boyunca ara ara ikna
etmeye çalıştılar. Bir gün sınıfa müfettiş geldi, öğrencilere branşla
ilgili sorular sordu. Sonra aşağı indik, “Sen böyle ne kadar devam
edebileceksin” dedi. Ben başörtülüyüm tabi üzerimde de forma var, ama
pardösü gibi bir şey. “Allah’ın izniyle yapabildiğim kadar yapacağım.
Ne kadar bu vatana ve millete hizmet edersem kadar çalışacağım” dedim.
Sadece yazılı uyarı cezası verildi.
{YARIN: 28 ŞUBAT’TAN SONRA SIKINTILAR DAHA DA ARTTI.}
ELİF NUR KURTOĞLU
elifnur@yeniasya.com.tr