Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

1

01.03.2010, 08:49

Hükümetlerin yargı üzerinde etkisi yok


H. HÜSEYİN KEMAL


HÜKÜMETLERİN YARGI ÜZERİNDE ETKİSİ YOK


Erzurum Savcısının başına gelenler Şemdinli’den vahim diyen Marmara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Şentop
”Şemdinli’de bir soruşturma açılmıştı. En azından şeklen hukuka
uygunluk vardı. Burada o bile yok” diye konuştu. Hükümetlerin yargı
üzerindeki etkisinin yok denecek kadar az olduğunu belirten Şentop
Şemdinli ve Erzurum savcılarının durumunu örnek gösterdi.
YARGI BAĞIMSIZLIĞI İÇİN EN BÜYÜK TEHDİT ASKER

Şentop “Ferhat Sarıkaya, Adalet Bakanı ve müsteşar karşı olduğu
halde HSYK tarafından ihraç edilebilmiştir. Sacit Kayasu da aynı
şekilde… 28 Şubat sürecinde, askerler birifing için hakim ve savcıları
çağırdığında, Adalet Bakanı “Gitmeyin” diye genelge yayımlamıştı, ne
oldu? Hepsi gitti… Demek ki, Adalet Bakanının değil askerlerin etkisi
daha güçlü… Yargı bağımsızlığı için en büyük tehdit askerî bürokrasi
ile askerî bürokrasinin etkisine açık hakim ve savcılardı.

ERZURUM SAVCISININ BAŞINA GELENLER

ŞEMDİNLİ’DEN VAHİM!

Geçtiğimiz haftalarda Erzurum Özel Yetkili Savcısı Ergenekon
dâvâsı kapsamında Erzincan Başsavcısı hakkında soruşturma açtığı için
HSYK tarafından görevinden alındı. Biz de Türkiye’de yargının nasıl
işlediğini, HSYK’nın yargı üstündeki etkisini Marmara Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Öğretim Üyelerinden Doç. Dr. Mustafa Şentop’la
konuştuk. Şentop, Erzurum savcısının başına geleni “Şemdinli’den vahim”
diye değerlendiriyor.

Hakimler ve savcıların yargısal faaliyetleri nasıl denetlenebilir?

Hakimlerle savcıları birbirinden ayırmak lâzım. Hakimlerin
vermiş olduğu yargısal kararlar, kararın niteliğine göre ya bir başka
hakim veya mahkeme ya da temyiz yoluyla Yargıtay tarafından
denetlenebilir. Bu denetleme, çoğu zaman hakimin vermiş olduğu kararla
alâkalı olan kişinin itirazı veya başvurusu üzerine yapılır. Savcıların
kararlarının da iki şekilde denetimi olabilir. Savcı yapmış olduğu
soruşturma sonucunda dâvâ açmazsa, takipsizlik kararı verirse buna bir
mahkemede itiraz edilebilir. Dâvâ açtığı takdirde de, iddianamesinin
kanundaki şartları taşıyıp taşımadığı bakımından mahkemece denetlenmesi
gerekmektedir.

Görüldüğü üzere, hem hakimlerin, hem de savcıların kararlarının
denetimi ancak bir başka hakim veya mahkeme tarafından yapılmaktadır.
HSYK idarî görev yapan bir kurumdur, hakim ve savcıların kararlarını
denetleyemez. Bu açıdan Adalet Bakanı ile HSYK arasında hiçbir fark
yoktur.

“HSYK neden Cihaner’in tutuklanması hukuka

aykırı idiyse, neden daha önce böyle bir karar vermedi?”
sorularının yanında “HSYK neden bu kadar acele karar verdi?” deniyor.
Siz nasıl yorumluyorsunuz?

öyle bir kararın verilebilmesi için ortada bir soruşturma olması
lâzım. Soruşturma sürerken tedbir mahiyetinden böyle bir kararın
verilebileceğini düşünmek mümkündür. Ancak ortada bir soruşturma
yokken, re’sen HSYK’nın böyle bir karar vermesi, acele olmanın ötesinde
tamamen hukuka aykırıdır. Hatta, HSYK, savcıların kararlarının hukuka
aykırı olup olmadığını bile bilmemektedir. Savcıların elindeki dosyanın
içeriğini bilmemektedir. Bunları bilmeye, görmeye vakti olmamıştır.
Buna rağmen, televizyondaki haberlere bakarak karar verebilmiştir. Bu
kararı “acele” kelimesiyle anlatabilmek çok yetersiz kalır.

Eğer yürütülen dâvâda bir eksiklik var ise buna nasıl yargı olarak müdahil olunur?

Savcıların “yargısal” kararlarına ancak bir hakim veya mahkeme
müdahil olabilir. Diyelim ki, usûlsüz bir tutuklama var. Gerçi bunlar
da bir hakim kararıyla yapılabilmektedir. O zaman ortada bir savcı
kararı değil, hakim kararı olur. Nitekim Erzurum savcıları da hakim
kararı ile tutuklama yapmışlardır. Eğer hakimler karar vermese
tutuklama olmazdı. Bu hakim kararlarına itiraz yolu vardır. Nitekim
tutukluların avukatları itiraz etmiştir. Yapılan itirazlar da
reddilmiş, savcıların talebiyle verilen tutuklama kararları mahkemeler
tarafından yerinde bulunmuştur. Hatta Diyarbakır’a yapılan bir ikinci
itiraz da reddilmiş, savcıların yapmış olduğu işlemler hukuka uygun
bulunmuştur. Yargı süreci budur. Başka türlü bir müdahale mümkün
değildir, kabul edilemez.

HSYK’nın hukuken böyle bir müdahale hakkı

mevcut mu?

HSYK’nın kararı dikkatle okunursa, ilk maddesinde, savcıların
“CMK’nın 250/3 üncü maddesindeki amir hükmü ihlâl ettikleri tesbit
edilmiştir” denilmekte, böylece bir hukuk kuralının uygulanması
konusunda görüş belirtilmektedir. Bu tamamen yargısal bir karardır. Bir
yargı fonksiyonudur. HSYK, hukuk kuralının nasıl anlaşılması ve
uygulanması gerektiğini belirleyemez. Bu görev yargı organlarına,
hakimlere, mahkemelere ve nihayet Yargıtay’a verilmiştir. HSYK ise
idarî bir görev yapmaktadır. Ancak soruşturma açabilir, savcıların
görevlerini yapmalarıyla ilgili bir sorumlulukları varsa kanunda
belirtilen disiplin cezalarından birini verir. Soruşturma sürecine bu
şekilde doğrudan müdahale etmesi yetki gasbı değil, fonksiyon gasbıdır.
Kararı da yok hükmündedir.

Eğer ortada bir tutuklama var ise bunu

mahkeme, yani yargıç yapmış ise HSYK’nın hakimi de görevden alması gerekmez mi?

Bu soru çok önemli bir sorudur. HSYK’nın yaptığı işlemin hukukî
olmadığını, keyfi olduğunu gösteren bir sorudur. Eğer CMK’nın 250/3
üncü maddesinin amir hükmünü ihlâl etmek bir suçsa, özel yetkinin
kaldırılmasını gerektiriyorsa, savcıların işlediği bu “suç”u hakimler
de işlemiştir. Hakimler de CMK’nın 250/3' üncü maddesindeki amir hükmü,
aynı, görevden alınan savcılar gibi yorumlamışlardır. Savcılara “ceza”
verilmesi gerekiyorsa, hakimlere de verilmesi gerekir. HSYK, bu konuda,
hakimlere ceza vermekten çekinmiştir. Zira anayasada çok açık bir
şekilde, hakimlik teminatı düzenlendiği için, hakimlerle ilgili bir
karar verme yoluna gidememiştir; savcılara müdahale nispeten daha kolay
görünmektedir. Ama savcılara verilen cezanın, hakimler için de bir
ihtar anlamına geldiği, kararın yazılış şeklinden anlaşılmaktadır. Ceza
hukuk kurallarının yanlış anlaşılmasından dolayı verilmiştir; “Siz de
böyle bir yanlış yapmayın” denilmek istenmiştir hakimlere de…
Yürütülen dâvâyla ilgili bir bilgi olmadan HSYK

üyeleri nasıl böyle bir karar alabildi?

HSYK’nın böyle bir karar alabilmesi için önceden bir soruşturma
açılması ve savcıların yapmış oldukları işlemler hakkında müfettiş
raporlarıyla bilgi sahibi olmaları gerekirdi. Bunlar olmamıştır. Sadece
medyadaki haberlerle karar vermiştir, aksini yapmak için zaten vakit
yoktur. Nasıl böyle karar vermiştir, denilirse, bunun tek cevabı var.
HSYK’nın işlemlerine karşı yargı yolu kapalıdır; ne yaparsa yapsın,
bunu yanlış bulacak, iptal edecek, engelleyecek bir organ yoktur. Bunun
vermiş olduğu güvenle kararın hukukiliğine aldırmadan hareket
edilebilmektedir.

Adalet Bakanlığı’ndan bazı bilgileri istedik,

göndermeyince biz de yetkimizi kullandık deniyor. Buradan kamuoyunun anlaması gereken şey nedir?

Bu, hukuken itibar edilmeyecek, bir mazerettir sadece… Bir kere
HSYK’nın böyle bir yetkisi yok. HSYK, savcılarla ilgili bu tür
kararları alabilir; ama bir kanun uygulamasındaki hatta iddiasına
dayanarak böyle bir karar alamaz. Kanunun uygulanmasını denetlemek
HSYK’nın işi değil, bu ancak bir yargı organının işi olabilir. Bu
kararın mazereti olamaz.

Eğer Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı ilhan x

Cihaner’in mesleğiyle ilgili değil de şahsî bir suçtan dolayı tutuklanmışsa HSYK'nın bu kararına ne denebilir?

Böyle bir ihtimali değerlendirmeye gerek yok. Çünkü, göreviyle
ilgili de olsa, CMK’nın 251/1. Maddesi Erzurum özel yetkili Cumhuriyet
Savcılarına bunu yapma yetkisi tanıyor. Bu sadece benim yorumum değil.
Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 5 Haziran 2009 tarihli bir kararında, özel
yetkili savcıların hukuken doğru yaptığı kabul edilmiştir. Benzer bir
olay, İzmir’de, bir Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı ile ilgili olarak
yaşanmış, en azından Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı kadar kıdemli olan
bu hakimin soruşturmasını özel yetkili savcılar yapmış, sekiz ay kadar
tutuklu kalmış ve Yargıtay’da yargılanmıştır. Burada sorun nerede
yargılanacağı sorunu değil, kimin soruşturma yapacağı sorunudur.
Yargılamanın yapılacağı mahkeme başka, savcılıktaki soruşturma aşaması
başkadır. Yargıtay 5. Ceza Dairesi, yargılama Yargıtayda da olsa,
soruşturmayı özel yetkili savcıların yapacağını kabul etmektedir.
Burada sorun yok.

Yargıtay’ın ve Danıştay’ın konuyla ilgili

açıklamaları nasıl yorumlanabilir? Hem de Yargıtay’a taşınabilecek bir dâvâdan önce böyle bir açıklanıyorsa?

Bunlar hukukta açıkça “ihsas-ı re’y” anlamına gelir. Şimdi
bakın, Erzurum’daki savcılar hakkında HSYK suç duyurusunda da bulundu.
Diyelim ki, Adalet Bakanlığı müfettişleri soruşturdu, ama Bakanlık
yargılanmaları için izin vermedi. O zaman Danıştay’a, yargılama için
izin verilmesini talep ederek başvurulacaktır. Ama Danıştay bu konuda
görüşünü önceden bildirdi… Şimdi Danıştay’da yapılacak yargılamaya
nasıl güveneceğiz? Görüşü baştan bildirmiş Danıştay… Nasıl adil
yargılama yapacak?

Yine, Erzurum’daki soruşturmalar tamamlanıp, dâvâ açılsa ve
Yargıtay’a gelse ne olacak? Yargıtay daha önce yapılanların hukuka
aykırı olduğunu bildirdi… Peşinen… Nasıl tarafsız, adil bir yargılama
yapacak?
Sizce yürütme ve yargı arasında mı bir çatışma vardır, yoksa yargı kendi içinde mi bir zafiyete girmiştir?

Yargı, hem yasamayı hem de yürütmeyi kontrol altında tutmak, son
sözü kendisi söylemek istiyor. Ben buna belki on yıldan fazla bir
zamandır “yargıçlar iktidarı” modeli diyorum. Türkiye’nin bunu aşması
lâzımdır. Diğer taraftan, yüksek yargı organlarındaki yapılaşma iyice
kast halini aldığından, tam bir kısır döngüye dönüştürüldüğü için,
yüksek yargı ile kürsü hakimleri ve savcıları arasında çok ciddî
boyutlara varan bir yabancılaşma gerçekleşmiştir. Adeta iki ayrı
dünyanın hukukçuları gibi olmuşlardır. Sorun birkaç hakim, birkaç savcı
ile HSYK veya yüksek yargı arasındaki sorun değildir. Sorun kürsü
hakimleri ve savcıları ile yüksek yargı organı hakimleri savcıları
arasındaki doku uyuşmazlığına dayanmaktadır temelde.

İki grupta yargı bağımsızlığının ihlâlinden

bahsediyor. Bir kesim “hükümetin ilişiği olduğu yerlere
artık savcılar dokunamaz noktaya getiriliyor” denirken diğer taraf
“Savcılar hukuk dışına çıkmış kimse hakkında dâvâ açamaz hale
getiriliyor” iddiasında bulunuyor. Sizce durum nedir?

Hükümetlerin yargı üzerinde etkisi yok denecek kadar azdır.
Bunun binlerce örneği mevcuttur. Yakın örnekler bile yeterli… Son
olayda hükümet, Adalet Bakanı ve müsteşar farklı görüşte olduğu halde,
HSYK dilediği gibi karar verebilmiştir. Ferhat Sarıkaya, Adalet Bakanı
ve müsteşar karşı olduğu halde HSYK tarafından ihraç edilebilmiştir.
Sacit Kayasu da aynı şekilde… 28 Şubat sürecinde, askerler birifing
için hakim ve savcıları çağırdığında, Adalet Bakanı “Gitmeyin” diye
genelge yayımlamıştı, ne oldu? Hepsi gitti… Demek ki, Adalet Bakanının
değil askerlerin etkisi daha güçlü… Yargı bağımsızlığı için en büyük
tehdit askerî bürokrasi ile askerî bürokrasinin etkisine açık hakim ve
savcılardır…

Türkiye’de hukuk sizce demokratik meşrûiyet

konusunda yetersiz mi? Siz hukuk sistemiyle halk arasında bir kopukluk olduğunu düşünüyor musunuz?

Türkiye’de yargının demokratik meşrûiyeti yoktur. Yetersiz
kelimesi yetersiz kalır. Yargı, tamamen kendi içine kapalı, halktan,
Türkiye’deki değişimden bağımsız, bir kast şeklinde oluşmaktadır. 1982
Anayasasının düzenlemesi böyledir. Bu millet adına karar veren yargının
milletle bir münasebeti kurulmalıdır. Her ülkede bir şekilde bu
sağlanmaya çalışılmaktadır. Anglo Sakson sisteminde jüri milleti temsil
eder, temel kararı o verir. Kara Avrupası sisteminde de, yasama
organlarının ve yürütmenin belirleyici etkisi vardır yargının
oluşumunda.
Yargı bağımsızlığını neden hep kendilerini mutlak garantiye
almış yüksek yargıçlar tartışıyor? Alt derece mahkemlerinin neden sesi
çıkmıyor veya çıkamıyor?

Yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı sağlamak için bir araçtır.
Aslolan tarafsızlıktır. Bağımsız olup da tarafsız olmayan bir yargı
adil olamaz. Türkiye bunun en güzel örneğidir. Yargı herşeyden
bağımsızdır… O kadarki, son on yıldır, anayasadan ve kanunlardan bile
bağımsızdır yargı… Ama tarafsız değildir. Bizzat yüksek yargı organları
adına açıklama yapanlar taraf olduklarını söylüyorlar. Taraf olunan şey
ne olursa olsun, yargı için kabul edilemez. Yargı ancak ve sadece
adaletten taraf olabilir.
Yargı bağımsızlığı yargının kendi içindeki hiyerarşik yapıdan olumsuz mânâda etkilenmiyor mu?


28 Şubat’ın yıl dönümü olması hasebiyle ne

söylemek istersiniz?

28 Şubat, Türkiye’de darbeler zincirinin son ve başarısız
halkasıdır. Darbecilerin gerçek yüzünü gösteren, devlet imkânlarının,
bürokrasinin nasıl kişisel menfaatler için kullanıldığını ortaya koyan
bir operasyon olmuştur. 28 Şubat tam bir suçüstü halidir.
{NOT: Geçtiğimiz hafta yayınladığımız röportajda Adem Palabıyık, Said
Nursî’nin görüşlerinin önemine vurgu yapmış ancak ÇÖZÜM SAİD NURSî’DE
başlığı tarafımızdan atılmıştır.}




Gündemin nabzını tutmak için tıklayın!
[url]www.sentezhaber.com
[/url]




H. HÜSEYİN KEMAL


01.03.2010

"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bu konuyu değerlendir