Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

1

12.01.2010, 09:15

Said Nursî ve Demokratik Açılım”

LAİKLİK İLE DİNDARLIK SOPALANDI



“Bölgenin liderleri hep din adamlarıydı. 1925'ten sonra önderlik,
dinî şahsiyetlerden seküler şahsiyetlere geçti. Laiklik ile dindarlık
sopalandı. Said Nursî'ye de çok ağır baskı uygulandı. Sonraki yıllarda
Kürt hareketi sola, Marksist-Stalinist anlayışa kaydı. Bu anlayıştaki
Kürt öğrenciler, PKK'nın nüvesi oldu. Problemin ana kaynağı bu.”

SAİD NURSî'NİN BÖLGEYLE BAĞI KOPTU

“Bölgede dinî boşluk başladı. Said Nursî'nin sürgün edilmesi
bölge ile olan fizikî bağının kopmasına sebep oldu. Bu kopuşlarla
bugüne gelindi. Müslümanlıkla Kürtlerin yolları ayrılmak istendi.
Bölgedeki dindar gençler, ‘Müslüman Kardeşler’in aşırı fikirleriyle
beslendiler ve kendilerinin gerçek İslâma sahip olduklarını iddia edip
halkla çatıştılar.”

ESKİ SİYASAL İSLÀMCI, BUGÜN PKK'LI

“Seyyid Kutup ve Mevdudî'nin eserlerinde işlenen anlayışı halk
benimsemedi. Eskiden siyasal İslâmcı olup da bugün DTP ya da PKK'ya
yakın olan çok kişi vardır. İdeolojik selefîlik dediğimiz yanlış
cereyan, din karşıtı olanların elini güçlendirdi."

Din dışlandı, terör geldi

Sosyolog Müfit Yüksel, Kürtlerin ‘dindar öncü’lerle bağları koparılınca bölgeye terörün hakim olmaya başladığını söyledi.

Risale-i Nur Enstitüsü’nün Süleymaniye’deki Yeni Asya Vakfı
Konferans Salonunda düzenlediği “Said Nursî ve Demokratik Açılım”
konulu seminerde konuşan sosyolog Müfit Yüksel, Güneydoğu problemi ve
demokratik açılım konularında değerlendirmelerde bulundu. Tarihten
verdiği örneklerle konuşmasını süsleyen Müfit Yüksel, Kürtlerle ‘dindar
öncüler’in irtibatının kesilmesinin bölgedeki problemleri arttırdığını
ve kopuş sürecinin hızlandını söyledi. “Niye böyle bir mesele var? Bu
güne nasıl gelindi?” diye soran Yüksel, “İnsanlarda bir zihin tutulması
var. Daha Abbasi döneminde başlayan bir sıkıntı ile karşı karşıyayız”
diyerek hadisenin tarihi seyrini anlattı. Yüksel, Halifeliğin
Osmanlı'da olması sebebiyle Kürtlerin Yavuz Sultan Selim döneminde
başlayan ve Kanuni döneminde pekişen yapının Tanzimat’a kadar devam
ettiğini söyledi.

“TAYİN EDİLEN VALİLER

BOŞLUĞU DOLDURAMADI”

Müfit Yüksel, Tanzimat’tan sonra sistemde değşikliklerin
başladığını belirterek, bunun sebebinin de batılılaşma olduğuna dikkat
çekti. Batılı devletlerin baskısıyla oradaki beyliklerin ortadan
kaldırıldığına dikkat çeken Yüksel, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“1830’dan sonra bölgede Amerikan okulları açılmaya başladı.
Osmanlı, bir Rumeli devletiydi. Yükselişi de çöküşü de oradan başladı.
Bu baskılar sonunda Osmanlı bu beylikleri ortadan kaldırmaya başladı.
Elimizde Cizre Beyi Berihan Bey’in yerinden kaldırılmasıyla ilgili
batılı devletlerin verdiği memorandum/emir var. Bu tarihten sonra
Osmanlı, başka bir devletle işbirliği yapmadan ayakta duramamaya
başladı. Bu ittifakların da bir bedeli oldu elbet. Mesela, Islahat
Fermanı. Bu fermanla azınlıklara özel haklar verildi. Bu beyliklerin de
yerlerinden kaldırılması bir boşluk meydana getirdi. Tayin edilen
valiler bu boşluğu dolduramadı, çünkü toplum; beylere alışmıştı,
valiler halkla iç içe olamadı. Tam o esnada Nakşibendilik imdana
yetişti. Mevlânâ Halid-i Bağdadi, kısa zamanda çok mürid topladı. Bu
bölgede 100’ü aşkın halifesi vardı. Seyyid Taha el Hakkari,
Bediüzzaman’ın hocasının da hocasıdır aynı zamanda. Bölge, hanedana
alışmış bir topluluk olduğu için, Nakşilik bölgedeye hakim oluyor.
Nakşi şeyhleri, beylerin yerini alıyor. Önce Mevlana Halid’e cephe alan
yönetim, sonra destek vermeye başlıyor. Ben çocukken yaylada bile
medrese hatırlıyorum. Bediüzzaman bu ortamda ortaya çıktı. Baba Mirza
ile anne Nuriye’nin nikâhını da Nakşi şeyhi kıymıştı. Nakşilerin
hakimiyeti bazı siyasî rahatsızlıklara da sebep oluyor. 1924’e kadar
bölgede ciddî bir kopuş yok. İlk idamlar 1913’de başlıyor. Şeyh
Abdusselam Barzani (Mesut Barzani’nin amcası) idam ediliyor. Buna
rağmen 1. Dünya Savaşında Osmanlı’ya destek sürüyor.”

“BEDİÜZZAMAN, MEDRESELERİN

ISLÂHINI İSTEDİ”

Sosyolog Yüksel, Bediüzzaman’ın Mardin’deyken bazı faaliyetlerde
bulunduğunu, medreselerin ıslâhı, Hamidiye Alayları ile ilgili
itirazları olduğunu belirtti. Meşrûtiyet Anayasası’nda da problemler
görüldüğünü, Kanun-i Esasi’nin ‘ulus devlet’ istediğini anlatan Yüksel,
şöyle devam etti:

“Bu, Osmanlıyı parçalayan bir uygulama oluyor. Osmanlının son
döneminde açılan batı tipi okullardan ‘inançsız’lar yeşitiyor. Bu
okullardan ‘tasviye’ kadrosu yetişti. Said Nursî, İstanbul’a gelince
İstanbul ile o bölgeyi karşılaştırıyor. 19. yy’da Rumeli dinden kısmen
uzaklaşırken, Kürt bölgeleri ise daha da dindarlaşıyor. O dindar yapı
Mevlânâ Halid’i ve Bediüzzman’ı ortaya çıkarıyor. Bediüzzaman çok
heyecanlı. Teklifler sunuyor. Ama Üstad İstanbul’da umduğunu bulamıyor.
Onu anlamıyorlar. Volkan Dergisi’nde yazılar yazıyor. Bir mecmua
çıkartmak isityor. İstanbul’da aydınlarla bir araya geliyor, Ebuzziya
Tevfik gibi... Hamal topluluklarıyla ileşitimini devam ettiriyor.
Selanik’te Nutuk irad ediyor. İttihad ve Terakki yönetimi, ‘Divan-i
Harbi Örfi’ adlı eserini toplatma kararı çıkartıyor. Bediüzzaman’ın
maksadı, Van’da ‘Medresetü'z-zehra’ adını verdiği bir eğitim yuvası
kurmaktı. Çünkü ona göre medreselerin ıslâha ihtiyacı vardı. Mevcut
medrese yapısı, yenilikleri takip edemiyordu. Bediüzzaman, İttihad ve
Terakki kadrolarının Osmanlıyı parçaladığını ve bu kadroların
çürüdüğünü tesbit edip, fark ediyor. İlk Meclise davet edilinece,
‘zındıka komitesi’nin nasıl her yere sirayet ettiğini de görüyor. Van’a
dönüyor. Şeyh Said isyanına katılmaya davet eden Kör Hüseyin Paşa’ya
‘Bu hareket akim kalacak’ diyor ve onu da o harekete katılmaktan
vazgeçiriyor.”

“MÜSLÜMANLIKLA KÜRTLERİN

YOLLARI AYRILMAK İSTENDİ”

Yüksel, o bölgeyi İstanbul’a bağlayan Hilafet bağı olduğunu
kaydederek, Hilafet kaldırılınca kopuşunda başladığını söyledi.
Medreselerin de kapatılmasıyla kopuşun iyice hızlandığını ifade eden
Yüksel, “Bölgede Şeyh Said isyanına destek vermeyen aileler de sürgüne
gönderildi. Sürgün olayları yeni bir kopuşa sebep oldu. Bölgede dini
boşluk başladı. Said Nursî’nin sürgün edilmesi de bölge ile olan
bağının kopmasına sebep oldu. Bölge liderleri hep din adamlarıydı.
1925’den sonra önderlik, dini şahsiyetlerden seküler şahsiyetlere
geçti. Laiklik ile dindarlık sopalandı. Said Nursî’ye de çok ağır baskı
uygulandı. Sonraki yıllarda da Kürt hareketi Marksist-Stalinist
anlayışa kaydı. Bu anlayıştaki Kürt öğrenciler, PKK’nın nüvesi oldu.
Dinî şahsiyetlerin önderliği ‘sol’a geçti. Problemin ana kaynağı bu.
Bediüzzaman gibi şahsiyetlerin o bölge ile fizikî bağı koparıldı. Bu
kopuşlarla bu güne gelindi. Müslümanlıkla Kürtlerin yolları ayrılmak
istendi. Bölgedeki dindar gençler, ‘Müslüman Kardeşler’in aşırı
fikirleriyle beslendiler ve kendilerini gerçek İslama sahip olduklarını
iddia edip halkla çatıştılar. Seyyid Kutup ve Mevdudi’nin eserlerinden
beslendiler. Halk bu anlayışı benimsemedi. Bugün, eskiden siyasal
İslâmacı olup da DTP ya da PKK’ya yakın olan çok kişi vardır. İdeolojik
selefilik dediğimiz anlış din barşıkı olanların ileni güçlendirdi” diye
konuştu.

Müfit Yüksel, konuşma sonrasında dinleyicilerin sorularını da cevaplandırdı.

FARUK ÇAKIR




http://www.yeniasya.com.tr/2010/01/12/guncel/h2.htm









"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bu konuyu değerlendir