Yeni yıla zam furyası ile girmek
Sayın Başbakan, tv'lerde yayınlanan son "Ulusa sesleniş"teki konuşmasında hep iyimser tahminlerde bulundu.
Özellikle 2010 yılı için çizdiği iktisadî tabloların neredeyse tamamı "pembe renkli"ydi.
Başbakan, kısaca şunu diyordu: "2009 yılı az buçuk sıkıntılı geçti. Global krizden biz de nasibimizi aldık. Biraz etkilendik. Ancak, ben inanıyor ve ümit ediyorum ki, önümüzdeki yıl çok rahat ve çok daha güzel geçecek. Buna siz de inanın ve güvenin..."
İşte, yapılan bunca iyimser konuşmanın ve çizilen bu pembe tablonun hemen ardından açıklanan sarsıcı zam furyasının mantığını anlamak, herhalde kolay olmasa gerek.
Sarsmak ne kelime, şok etkisi meydana getirdi, şok!
Yeni yılın arife gününde, vatandaşların bir kesimi adeta balyoz yemişe döndü.
Evet, ekonominin hayat suyuna dönüşen benzin/motorin başta olmak üzere, otoyol ve köprü geçişlerinden tutun, motorlu taşıt vergilerine, sigorta ücretlerinden pasaport işlemlerine varıncaya kadar, pekçok kalemde yapılan fâhiş ölçüdeki zamlar, zaten kıt kanaat geçinen vatandaş ekseriyeti üzerinde sarsıcı etkilere yol açtı.
Zira, hiç şüphe yok ki, bu zam sağanağının devamı da gelecek.
Acaba, benzine ne zaman zam yapıldı da, temel ihtiyaç ve tüketim kalemlerine zam gelmedi?
Üstelik, şimdi yapılan yüzde 7–8 oranındaki zamlar daha başlangıç. Yıl içinde kim bilir daha ne zamlar yağacak üstümüze...
Şayet, aynı orandaki zamlar 2010 yılı maaşlarına da yansıtılmış olsaydı, uygulanan bu zam politikasının mantığını açıklamak da mümkün olabilirdi?
Karşımıza çıkan tabloyu ise, ancak "Kaşıkla verip kepçe ile almak" şeklinde tarif etmek mümkün.
Evet, görünen şu zam politikası, hiç şüphesiz işçiyi, memuru, emekliyi ve onlarla aynı kaderi paylaşan dar ve sabit gelirli vatandaşı enflasyona, yani zam canavarına ezdirmek anlamını taşıyor.
Anlaşılan o ki, hükümet bütçe açığını kapatmak için yine mağdur vatandaşa yüklenmeyi tercih etti.
Yani, hükümet ekonominin kendi dinamiklerini harekete geçiremedi, yatırımı canlandıramadı, işsizliği önleyemedi, yerli üretimi arttıramadı... Tuttu "zam sağanağı" denilen en basit, en kolay alternatifi seçti.
Ne var ki, hükümet nezdinde kolay ve basit olan bu yol, vatandaş ekseriyeti için en ağır, en meşakkatli, en sıkıntılı bir hayat talimidir.
Ay başını zor getiren, aylık faturaları ceza sınırında ödeyebilen, oturduğu veya işlettiği yerin kirasını ödemede büyük sıkıntılar çeken, çocuğunu okutabilmek için boğazından keserek büyük fedâkârlıklarda bulunan vatandaş, acaba yeni yılın sarsıcı zam dalgalarına karşı nasıl duracak, nasıl dayanacak...
Allah, hepimizin yardımcısı olsun ve daha beterinden insanlarımızı korusun.
JİTEM'ci Paşalar var mı?
Yapılan resmî açıklamalara göre, TSK (Ordu) bünyesi içinde JİTEM diye bir birim yoktur.
JİT var, ancak JİTEM yoktur.
Açıklamayı tatminkâr bulup bulmamanız, neticeyi değiştirmez.
Velev ki, bazı emekli paşalar sağda–solda çıkıp "JİTEM vardır" diye tuttursalar bile...
* * *
Bildiğimiz kadarıyla, TSK bünyesinde "Paşalık" diye bir rütbe de yok. 26 Kasım 1934'ten beri yok.
General çok, ancak bir tek paşa gösteremezsiniz.
Resmî sıfatlı olarak gösteremezsiniz.
Dolayısıyla "Bir tek paşamız yoktur" sözünü tatminkâr bulup bulmamanız da neticeyi değiştirmez.
Velev ki, bazı emekli generaller kendilerine "Sayın Paşam!" diye hitabedilmesinden hoşlansalar bile...
Tarihin yorumu - 1 Ocak 1936
İlk yılbaşı tatili ('Hepten gâvura mı benzedik?')
Türkiye'de ilk yılbaşı tatili, 1 Ocak 1936 tarihinde uygulandı.
Dolayısıyla, o günün gecesinde Hıristiyanlar tarzında yapılagelen çılgınca eğlenmelerin başlangıç tarihi de budur.
1935 yılı sonlarında alınan bir kararla, resmî tatil günlerine 1 Ocak günü de eklenmiş oldu. Tıpkı, Batı dünyasında olduğu gibi.
Haliyle, tatilde onlara benzediğiniz gibi, sosyal hayatta da diğer benzerliklerine ayak uydurmak durumunda kalıyorsunuz.
Türkiye'deki haftalık tatil günleri 1 Ocak 1926'dan itibaren değiştirilmeye başlandı. Daha evvel Cuma günü olan hafta tatili, bu tarihten itibaren Cumartesi–Pazar'a çevrildi.
Aynı tarihlerde, saat ve takvim kullanımı da değiştirilerek Batı'ya uyduruldu.
1937'de laiklik prensibine de kabul edilmesiyle birlikte, resmî Türkiye'nin eski köklerinden, kadim örf, adet, gelenek, kültür, medeniyet, ilim, irfan ve hatta inanç değerlerinden uzaklaşma sürecini hemen hemen tamamlamış olduğu görülüyor.
Resmî ideolojinin özellikle 1924'ten itibaren kendi öz değerlerini terk ederek büyük çapta bozuk Avrupa'yı taklide yönelmesi, zamanla vatandaşlar arasında "Hepten gâvura benzedik yahu!" tarzındaki söz ve söylentilerin yaygınlaşmasına yol açtı.
E-Posta:
latif@yeniasya.com.tr