Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

28.12.2009, 06:40

Demokratik Açılım ve Doğu-Güneydoğu Meselesi Hakkında Görüşler ve Teklifler

Memleketimizin, bilhassa Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinin halen içinde bulunduğu meselelerin kısmen de olsa çözümü veya bu mevzudaki bazı engellerin aşılması mevzuunda, Doğu Anadolu’nun bir üniversitesinde bir süre öğretim üyeliği yapmış bir kişi olarak, görüşlerimi ve tekliflerimi dile getirmek istiyorum.

Çözümle ilgili tekliflerimin tümünün hemen uygulamaya konulması elbette ki mümkün olmayabilir; çünkü, bunların bir kısmı kısa, bir kısmı orta ve bir kısmı da uzun vadelidir. Fakat, bu ve benzeri görüşlerin bir bütün olarak düşünülmesinde ve bu bölgelerin meselelerinin yüz yıl kadar bir geçmişi olduğundan, çözümü için de belki o kadar uzun vadeli bir plânlamanın yapılıp uygulanmasında fayda vardır.

Meselenin Sosyolojik Yönü:
1.Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki problem, yılların ihmali sonucu büyümüş, kangrene dönüşmüş ve içinden çıkılmaz gibi görünen bir hal almıştır.
Meseleleri yeni ortaya çıkmış olmayıp aslında en az yüz yıllık bir geçmişe sahip olduğu söylenebilen bu bölge, hem Birinci Dünya Harbi esnasında ve hem de İkinci Dünya Harbi ve sonrasında hedef seçilmiş; bilhassa dış mihrakların planlı olarak devamlı tahrikine ve kendi emelleri doğrultusunda kullanmağa çalışmalarına maruz kalmıştır.
2.Büyük ekseriyeti ile İslâm dinîne; “dindar” denilecek şekilde bağlı olan bu bölge insanının manevi değerleri, son yüzyıl içinde bazı idareciler tarafından maalesef göz ardı edilmiştir. Hattâ bununla da kalınmayıp, tam aksine; dış mihrakların bazı oyunlarına gelinerek onların manevî değerlerinin tahribi yönünde, bu bölge insanını birbirine bağlayan manevî hayatları büyük ölçüde tahrip edilmiş, bunun yerine menfî milliyetçilik ve ırkçılığı esas alan politikalar izlenerek, büyük tahribat meydana getirilmiştir.
3.Geçmişteki bu idarî hatalara rağmen, mevcut hükümetin bu mevzudaki olumlu teşebbüs ve gayretleri çok yerinde, cesur ve ayni zamanda da zorunludur. Beklenen neticeleri hemen alınamasa bile, bu mühim meseleyi çözmek teşebbüsünün bile, halk arasında fevkalade müspet bir tesir meydana getirdiği açıkça görülmektedir.
Bu Konuda Özetle Yapılması Telif Edilenler
A- Etnik guruplara âdil yaklaşım
1.Bütün etnik gruplara eşit mesafede olunmalı, o etnik gurupların tümü devletin imkânlarından adalet ölçüsüyle yararlandırılmalı ve onlara fırsat eşitliği sağlanmalıdır.
2.Bütün etnik grupların dil, din ve kültürlerinin varlığı kabul edilmeli ve o kültür değerlerinin korunması ve geliştirilmesi için, devlet tarafından her türlü destek sağlanmalıdır.
3.O bölgelerimizdeki etnik gruplar arasındaki bağ, “din birliği” üzerine tesis edilmelidir. Zira din, orada tüm etnik guruplar arasında tesis edilebilecek en kuvvetli bağdır.
B- Bölücü terörün önlenmesi
1. Terörü önlemenin en müessir yolu, onu besleyen iç ve dış kaynakların kurutulmasıdır. Bunun için:
a)Bağımsızlık ve özerklik de dahil, terör örgütünün kendine malzeme yapmağa çalıştıkları hakkında, o bölgelerin halkı iyi bilinçlendirilmelidir.
b)Hiç kimseye başkasının yanlışı yüklenemeyeceğinden, şehit ana ve babaları gibi, ölen teröristin anne ve babasının da bu vatanın evladı oldukları ve bu devletin himayesinde bulundukları ihsas edilmelidir.
c)Devletin teröristin kişiliğine değil, “terörist” niteliğine karşı olduğu dile getirilerek, terörden vazgeçip kurtulmak isteyenlere terörden çıkış kapısı hazırlanmalıdır.
d)O bölge vilayetlerinde görev yapan memurlar, mümkün olduğu kadar mesleğinde başarılı, mahallî etnik dili bilen, dindar ve namazını kılanlardan seçilmeğe çalışılmalıdır.
e) Devletin adaleti, yalnız suçluyu cezalandırmakla kalmayıp, hakkı olanın da hakkını vermeyi gerektirdiğinden, bu husustaki noksanlıklar ve ihmaller telafi edilerek, o bölge halkları mağduriyet hissinden arındırılmalıdır.
C- Eğitim
1.Eğitim, gelişmiş Batı ülkelerinde olduğu gibi, etnik söylemlerden arındırılmalıdır.
2.Okullarımızdaki ders müfredatlarında, bin yıldır çeşitli etnik gurupların bir arada yaşamış olmasının sırrı olan millî ve manevî değerlere daha fazla önem verilmelidir.
Böylece, insanlarımızı; kendilerine ailelerine ve vatana daha yararlı yapmak yanında, teröre katılımları da azaltmağa çalışılmalıdır.
3.Okullarımızda öğretilen din derslerinde, tamamına yakını Şafii mezhebinden olan Doğulu ve Güneydoğulu vatandaşlarımız için, Şafii mezhebine de yer verilmelidir
4. Doğu ve Güneydoğu halkımızın etnik guruplarının, Anadolu’nun bize vatan yapılmasındaki katkıları (Malazgirt, Çaldıran Savaşları gibi), Osmanlı tarihindeki diğer hizmetleri ve yakın tarihteki (Birinci Dünya Savaşında ve İstiklal Savaşındaki) rolleri anlatılarak, onların anavatanımıza bağlılık hisleri pekiştirilmelidir.
5.Okullarımızda ana dilimiz, mutlaka çok iyi öğretilmelidir. Ayrıca, bu bölgede görev alan üst düzey bürokratların mahalli dili de bilmeleri sağlanmalıdır.
6.Etnik ayırımcılığın ve ırkçılığın, akıl, mantık, tarih, din ve bölge gerçekleri açısından zararları, hem tüm ülkemizin halkına ve hem de terörün yoğun olduğu o bölgelerdeki halkımıza çok iyi anlatılmalıdır.
7.O bölgelerimizdeki farklı etnik gurupların kendilerini ifade edebilmelerinin önündeki her çeşit engel kaldırılmalı; onların gençlerinin bir terör örgütü liderine bağlanmaları gibi acıklı bir psikolojik duruma düşmeleri önlenmelidir.
8.Toplumun her kesiminde, eğitim düzeyi hızla yükseltilmelidir; meslekî eğitime daha fazla önem verilmeli, özel eğitim kurumları açılması teşvik edilerek bunların sayıları ve nitelikleri arttırılmalıdır.
D- Ekonomik çözümler
1.İşsizlik ve fakirlik, terörün tek sebebi olmamakla beraber, teröre zemin hazırlayıcı ve istismara en açık konulardan olduğundan, bunlara karşı müessir tedbirler alınmalıdır.
2.Sosyal yardımlar gerekli ve terörü azaltmakta da faydalı olmakla beraber, bu yardımlarda ölçünün kaçırılması hazırcılığa, çalışmadan kazanmaya ve üretmeden tüketmeye de alıştırabileceğinden; yalnız sosyal yardım yapmakla kalmayıp, o bölge insanlarını asgari geçimlerini sağlayacak tarzda iş sahibi yapmanın yolları aranmalıdır.
3.İktisat ve kanaatle hayatı devam ettirmek hususunda halk eğitilmelidir.
4.Bölgeler arası ekonomik kalkınmışlık farkı asgariye indirilmeli ve o bölgelere yatırım yapmak sadece özel sektörün insafına bırakılmamalıdır.
Tabiat şartları da zor olan bölgelere özel sektörün yatırım yapmakta isteksiz davrandığı göz önüne alınarak, devletin yapacağı iktisadî yatırımlarına öncelik verilmelidir.
E - Devletin iç ve dış siyasetinin yeniden yapılandırılması
1. Tüm ülkede tam demokrasinin gerekleri yapılmalıdır. Böyle bir ortam, terörü ve ayrılıkçı düşünce sahiplerini bitirebilir. Çünkü o bölgelerdeki etnik guruplarının çoğunluğu, onlar adına hareket ediyor gibi görünen terör ve siyaset örgütlerinin tam destekçisi değildir.
2.Kanunlardaki insan hak ve özgürlüklerinin önüne konulmuş bütün engeller kaldırılmalıdır. Bilhassa, fikir özgürlüğü tam olarak sağlanmalıdır. İnsanların inançlarının gereklerini yapmasında devlet tarafından önlerine konan engeller kaldırılmalı; insanlar inançları ile devletin kanunları arasında tercihe zorlanmamalıdır.
3.Kuzey Irak ile ilişkiler, düşmanca veya korkuya dayalı değil; aksine, bin yıllık beraberliği olan Müslüman kavimlerin kardeşliği çerçevesinde ele alınmalıdır.
4.Avrupa Birliği projesi ve bunun halka getireceği avantajlar; Türkiye’li olmakla Avrupa Birliğine de girebileceği o bölgelerdeki etnik guruplara iyi anlatılmakla, onların Türkiye'den ayrılma istekleri olmayacak veya bu tip düşünceler destek bulmayacaktır.
5.Asıl yer ve şahıs isimlerinin kullanılması önündeki her çeşit engel kaldırılmalıdır.
6.O bölgelerdeki etnik gurupların nüfusu, o bölgelerin büyüklükleri ve yeraltı zenginlikleri dikkate alınarak hareket edilmeli; bu etnik guruplar o bölgeler dışındaki güçlerle işbirliği yapmaya mecbur bırakılmamalıdır.
7.Devlet aleyhine işlenen suçlar için bir “genel af” ilan edilerek; affedilemeyecek kanlı olaylara bulaşmamış olanlar hürriyetlerine kavuşturulmalıdır.
8.Geçmiş hükümetler gibi terörle mücadeleyi sadece askere havale etmeyip, daha müessir başka yöntemler de uygulanmalıdır.
Bunun yanında, demokratik açılımın gerçekleştirilmesiyle, terör örgütü üzerinden kirli bazı uygulamalarla ülkenin zararı sokulması da önlenmelidir.
9.Hiçbir endişeye katılmadan ve korkmadan, o bölgelerdeki mahallî idareler güçlendirilmelidir. Böylece, o bölgelerde ekseriyeti teşkil eden etnik gurupların nasıl yaşamak istediklerinin, ne yapmak istediklerinin daha iyi ortaya çıkması sağlanmalıdır.
Türkiye'nin her tarafına dağılmış ve gittikleri yerlerde büyük yatırımlar yaparak yerleşmiş bulunan ülkemizdeki çeşitli etnik gurup mensuplarının ülkemizden kopmaya, bölünmeye taraf olamayacağı, Doğu ve Güneydoğuda mahallî idarelerin güçlendirilmesinden ülkemizin zarar görmeyeceği, aksine; mahallî idarelerin güçlendirilmesinin o bölgelerdeki etnik gurupların ülkelerine olan sevgisini ve bağlılığını artıracağı göz önüne alınmalıdır.
10.İstibdat; ister ferdî olsun, ister bir grubun veya isterse bir kurumun olsun, mutlaka ortadan kaldırılmalıdır.
11.Bu hususta, söz konusu bölgelerin insanı, asrımızın büyük din âlimi ve mütefekkiri olan Bediüzzaman Said Nursi'nin, en büyük düşmanımızın; cehalet, zaruret ve ihtilaf olduğuna dair teşhisi, tesbiti ve bu en büyük düşmanlarımıza karşı gösterdiği çareler, Doğu ve Güneydoğu meselesi ve demokratik açılım konusunda yıllar önce belirttiği görüşlerini özetleyen bazıları olan aşağıda nakledilen sözleri de, mutlaka dikkatle gözönüne alınmalı ve değerlendirilmelidir:
“… Hem 55 seneden beri, Medresetü'z-Zehra namında Şark Üniversitesinin tesisine çalışmak ve o üniversiteyi biri Van'da, biri Diyarbakır'da, biri de Bitlis'te olmak üzere üç tane veya hiç olmazsa bir tane Van'da tesis etmek için, Hürriyetten evvel İstanbul'a geldim. Hürriyet çıktı, o mesele de geri kaldı. ve Cumhuriyetin ilk yıllarında
Sonra İttihatçılar zamanında Sultan Reşad'ın Rumeli'ye seyahati münasebetiyle Kosova'ya gittim. O vakit Kosova'da büyük bir İslâmî darülfünun tesisine teşebbüs edilmişti. Ben orada hem İttihatçılara, hem Sultan Reşad'a dedim ki: ‘Şark böyle bir darülfünûna daha ziyade muhtaç ve âlem-i İslâmın merkezi hükmündedir.’
…………………….
O vakit bana vaad ettiler. Sonra Balkan harbi çıktı. O medrese yeri istilâ edildi. Ben de dedim ki: ‘Öyleyse o 20 bin altın lirayı Şark Darülfünununa veriniz.’ Kabul ettiler.
Ben de Van'a gittim. Ve bin lira ile Van gölü kenarında Artemit'te temelini attıktan sonra Harb-i Umumî çıktı. Tekrar geri kaldı.
Esaretten kurtulduktan sonra İstanbul'a geldim. Hareket-i Milliyeye hizmetimden dolayı Ankara'ya çağırdılar. Ben de gittim. Sonra dedim: ‘Bütün hayatımda bu darülfünunu takip ediyorum. Sultan Reşad ve İttihatçılar 20 bin altın lirayı verdiler. Siz de o kadar ilâve ediniz.’ Onlar 150 bin banknot vermeye karar verdiler. Ben dedim: ‘Bunu mebuslar imza etmelidirler.’
Bazı mebuslar dediler: ‘Yalnız sen medrese usulüyle sırf İslâmiyet noktasında gidiyorsun. Halbuki şimdi garplılara benzemek lâzım.’
Dedim: O vilâyat-ı Şarkiye âlem-i İslâmın bir nevi merkezi hükmünde, fünûn-u cedide yanında ulûm-u diniye de lâzım ve elzemdir. Çünkü, ekser enbiya Şarkta ve ekser hükema Garpta gelmesi gösteriyor ki, Şarkın terakkiyatı din ile kaimdir.
……………………..
Başka vilâyetlerde sırf fünûn-u cedide okuttursanız da, Şarkta herhalde millet, vatan maslahatı namına, ulûm-u diniye esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan Müslümanlar, Türke hakikî kardeşliği hissedemeyecek. Şimdi bu kadar düşmanlara karşı teavün ve tesanüde mecburuz."
……………………
… Fakat o azîm üniversitenin temelleri ve esasâtı ve mânevî bir programı ve muazzam bir tedrisatı…”(1)
……………………………..
“Bu millet-i İslâmın cemaatleri, çendan bir cemaat namazsız kalsa, fâsık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hattâ, umum Şarkta, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: ‘Acaba namaz kılıyor mu?’ derler. Namaz kılarsa mutlak emniyet ederler; kılmazsa, ne kadar muktedir olsa nazarlarında müttehemdir.
…………………….
Enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağlebi Garpta gelmesi kader-i ezelînin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değil. Şarkı intibaha getirdiniz; fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa, sa'yiniz ya hebâen gider, veya muvakkat, sathî kalır.
……………………

Âlem-i küfür, bütün vesaitiyle, medeniyetiyle, felsefesiyle, fünunuyla, misyonerleriyle âlem-i İslâma hücum ve maddeten uzun zamandan beri galebe ettiği halde, âlem-i İslâma dinen galebe edemedi. Ve dahilî bütün fırak-ı dâlle-i İslâmiye de, birer kemmiye-i kalile-i muzırra suretinde mahkûm kaldığı; ve İslâmiyet metanetini ve salâbetini sünnet ve cemaatle muhafaza eylediği bir zamanda, lâübâliyâne, Avrupa medeniyet-i habise kısmından süzülen bir cereyan-ı bid'atkârâne, sinesinde yer tutamaz. Demek, âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılâpvâri bir iş görmek, İslâmiyetin desâtirini inkıyadla olabilir, başka olamaz. Hem olmamış, olmuşsa da çabuk ölüp sönmüş.”(2)


Dipnot:

(1) Bedüzzaman’ın Reis-i Cumhur ve Başbakana yazdığı mektuptan
(2) Bedüzzaman’ın 1923 yılında Millet Meclisi’ne hitaben yazdıklarından

Prof. Dr. Mustafa NUTKU

Kaynak http://www.saidnursi.de/tr2/index.php/Pr…-Teklifler.html
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

2

28.12.2009, 11:04

Bediüzzaman’ın Suriye müjdesi

Badıllı Ağabey anlatmaya
başladı:
“Yıl 1958 idi. Ben Bediüzzaman’ı Isparta’da ziyaretine gittim. Ders
yapıldı sohbetler yapıldı. Biraz rahatladıktan sonra dedim ki:
“Üstadım ben
Sizi Urfa’ya götürmeye geldim.”
Üstad Hazretleri bana dedi ki:

“Kürdoğlu, ben Urfa’ya gelmem. Çünkü Urfa’ya gelirsem siyasete karışırım.”

“Üstadım Urfa ile siyasetin ne alakası var” diye sorunca, Üstad, “Kürdoğlu,
Suriye ile Türkiye birbirinden ayrı. Bir tarafta Suriye bir tarafta Türkiye.
Onlar böyle ayrı kaldıkları müddetçe ben rahatsız olurum. Ben onları
birleştirmeye çalışırım. Aradaki sınırları kaldırmaya çalışırım ve bu da siyaset
olur. Siyasete karışmış olurum. Onun için ben Urfa’ya
gelmeyeceğim.”
Abdülkadir Badıllı ağabey bu hatırayı anlattıktan sonra
Türkiye ile Suriye arasında vizelerin kaldırılmasını, yakında da sınırları
kaldırma hedefinin olduğunu anlatınca Badıllı Ağabey’in cevabı şu oldu:

“Neden hayret ediyorsunuz? Bunu Bediüzzaman söylemedi mi ki? Bediüzzaman’ın
söylediği şey muhakkak tahakkuk edecektir. O bugünün ve geleceğin bütün
reçetelerini bize Kur’an eczane-i kübrasından tefsir ederek bırakmadı mı?
Bediüzzaman bir gün dedi ki, ‘Ma ketebtu illa ma şahettu.’ Yani, ben hiçbir şeyi
görmeden yazmadım. Bediüzzaman’ın beşaretleri zamanı geldikçe tahakkuk ediyor.
Tiflis’te ‘medresemin planını yapıyorum’ dediği zaman İslam alemi parça
parçaydı. Ama Üstad, o gün Tiflis’teki medresesinin planını yapıyordu. Evet
bugün Tiflis’te, Gürcistan’ın birçok şehrinde, Rusya’nın birçok şehrinde,
Moskova’nın göbeğinde onlarca medresesi var Bediüzzaman’ın.”
Aslında Badıllı
ağabeyin anlattığı bu hatırayı bu ilk yayınlamamız değil; zira daha önce Badıllı
ağabeyle yaptığım röportajda da anlatmıştı fakat o gün böyle bir olay uzak
göründüğü için bizi bu kadar heyecanlandırmamıştı.
Badıllı Ağabey’in
söylediği bir şey daha var. ‘‘Bu bayramdan önce yirmi gün kadar Suriye’de
kaldım. Bugünkü cumhurbaşkanının babası Hafız Esad oğlu Beşşar Esad’a o
zaman demiş ki, ‘Oğlum ben yanlış yaptım. Türkiye’yle aramı hep gergin tuttum.
Sakın sen bunu yapma. Sen Türkiye’yle aranı düzelt.”
Acaba bugün Türkiye ile
Suriye’nin arasının güzel olması bundan mıdır? Yoksa Türkiye’deki yönetimin
Türkiye etrafındaki diğer ülkeleri düşman görmemesinden midir? Hafız Esat’ın
oğluna söylediğinde hakikat payı olabilir. Türkiye bundan çok değil 7-8 sene
öncesine kadar Suriye, Irak, İran, Yunanistan, Rusya ile düşmandı. Neden acaba?
Gerçekten onlar mı aralarını bizimle gergin tuttular? Yoksa biz mi onlarla
düşman olduk? Aslında yıllarca Türkiye’nin başına gelmiş yanlış kişilerin
Türkiye’yi yanlış yönetmelerinden ve ırkçılık denen anayasal düşmanlıktan dolayı
kendimize vehmi düşmanlar üretmişiz. Şükür ki bugün düşmanlıklar aradan
kalkıyor, komşularımızla aramız düzeliyor. Sadece aramız düzelmiyor,
sınırlarımız da düzeliyor.
Badıllı ağabey son yaptığı ziyaretinde Suriye’de
“Yakında Suriye ile Türkiye arasında giriş çıkışların nüfus cüzdanıyla
olacağının” konuşulduğunu da anlattı.
Bu şu demektir. Sınırlar kalkıyor.
İnşallah nice ittihatlara. Sağlıcakla kalın.

Bu konuyu değerlendir