[b]Cübbeli Ahmet Hoca’ya Cevap[/b]
13
Aralık 2009 Pazar günü Habertürk Televizyonunda “Teke Tek” programına
konuk olan Cübbeli Ahmet Hoca olarak da tanınan Ahmet Ünlü, Fatih
Altaylı’nın “Risale-i Nur nedir?” sorusuna verdiği cevapta, birkaç
sayfası dışında Risale-i Nur’u okumadığını ifade etmekle birlikte üç
konuda Risale-i Nur’a yönelik iddialarda bulunmuştur.
Tarih : 17 Aralık 2009, 09:28
Cübbeli’nin iddiaları şu şekilde özetlenebilir:
(1) Risale-i Nur’un dili ağır ve anlaşılmazdır.
(2) Risale-i Nur tefsir değildir.
(3) Said Nursi gayr-i Müslimlerin de –mesela Anzaklar-
“şehit” olabileceğini ileri sürmüştür.
Öncelikle şunu ifade etmek isteriz ki, bütün ömrünü “Kur’an’ı ve
İslami ilimleri en detayına varıncaya kadar öğrenmek ve öğretmek” için
vakfettiğini beyan eden Hoca’nın Risale-i Nur’u okumamış olması onun
noksanıdır. Zira Risale-i Nur, çağımız İslam dünyasında -Hoca’nın da
ilgi alanına giren konuları kapsayacak şekilde- telif edilmiş en
kapsamlı ve etkin metinlerden oluşan bir tefsir külliyatıdır. Ne demek
istediğimizi şu örnekle açıklayabiliriz: Şayet Hoca, 26. Söz olan Kader
Risalesi’ni okumuş ve anlamış olsaydı, söz konusu programda Fatih
Altaylı’nın kader konusundaki soruları karşısında bocalamazdı.
Cübbeli Ahmet Hoca’nın iddialarına karşı cevaplarımız şu şekildedir:
[b]İddia 1: “Risale-i Nur’un dili ağır ve anlaşılmazdır.”[/b]
[b]Cevap 1: Risale-i Nur, 20. yüzyılın ilk yarısında Osmanlıcanın
hâkim dil olduğu bir dönemde kaleme alınmıştır. Dolayısıyla o günlerden
bugüne dilimizdeki fukaralaşma Risale-i Nur’la ilk defa karşılaşanlarda
iddia edildiği gibi bir izlenim bırakabilmektedir. Ancak bu yargının
doğru olmadığı dönemin diğer dini ve seküler metinleriyle yapılan
kıyaslamada hemen anlaşılacaktır. Risale-i Nur'da Osmanlıca bir tabir
ya da terkibin hemen ardından, o zamana göre fazlasıyla sadeleştirilmiş
bir "tercümesi"nin kullanılması, müellifinin eserlerindeki dili, özel
bir seçimle kullandığını gösterir. Said Nursi isteseydi, meselâ,
"levh-i mahv isbat" yerine "yazar-bozar tahta", "irae eder" yerine
"gösterir", "beyder" yerine "harman" kelimelerini kullanabilirdi. Aynı
cümlenin içinde bu kelimeleri ardarda sıralayabilen biri olarak, "eski"
dil ile "yeni" dili birarada kullanmak istemiştir, yeni dilden habersiz
olduğu için eski dile mecbur kalmış değildir. Bu tercih, dile zenginlik
kattığı kadar, okuma ve anlamaya da akıcılık ve kolaylık katmaktadır.
Risale-i Nur'un dilinin bir başka özelliği ise Kur'ân’daki kelimelerin
konuşma diline aktarılması, Nebevî kavramları Türkçe konuşanlar başta
olmak üzere her insanın zihnine yerleştirmesi gibi bir misyonu yerine
getirmesidir. Gerçekten de, Risale-i Nur'u okuyanlar özel bir Arapça
eğitimi almadıkları halde, pek çok vahyî kavramı, Kur'ân kelimelerini
dağarcıklarına almış ve konuşma diline aktarmışlardır. Şu halde,
Risâle-i Nur diğer dilleri konuşan milletler için, Kur'an kelimelerinin
ve Nebevî terminolojinin konuşma diline aktarılması konusunda, bir
prototip, bir çalışma örneği olarak değerlendirilmeli.
Cübbeli Ahmet Hoca okumak ve anlamak için emek sarf etmediği Risale-i
Nur’u “dili ağır ve anlaşılmaz” diyerek zamanın dışında bırakma
gayretlerinden vazgeçmelidir. Kendisinden beklenen, seküler
saldırılarla iğdiş edilen zihnimizi Asr-ı Saadetle, Kur’an ve Peygamber
lisanıyla aşina kılan Risale-i Nur’u okuması ve anlamaya gayret
etmesidir.[/b]
[b]İddia 2: “Risale-i Nur tefsir değildir.”[/b]
[b]Cevap 2: Bu da yeni bir iddia değildir. Risale-i Nur'un bilinen
klasik tefsirler şeklinde –Cübbeli Hocanın ifadesiyle- Fatihayla
başlayıp Nâsla biten sıra içinde kelime ve cümlelere mana verip
yorumlayan bir kitap olmadığını gören bir kısım hocalar ve bazı muhalif
insanlar "Risale-i Nur bir tefsir değildir" demişlerdir. Bu iddialar
karşısında "Risale-i Nur Kur'ân'ın çok kuvvetli, hakikî bir tefsiridir"
diyen Said Nursi, bu itiraza açıklık getirmek için iki kısım tefsir
bulunduğunu ifade eder. [/b]
[b]Özetle şöyle der:[/b]
"Birisi malûm tefsirlerdir ki, Kur'ân'ın ibaresini ve kelime ve
cümlelerinin manalarını beyan ve izah ve isbat ederler. İkinci kısım
tefsir ise, Kur'ân'ın imanî olan hakikatlerini kuvvetli hüccetlerle
beyan ve izah ve isbat etmektir. Bu kısmın pek çok ehemmiyeti vardır.
Zahir malûm tefsirler bu kısmı bazen mücmel bir tarzda dercediyorlar.
Fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş,
emsalsiz bir tarzda muannid feylesofları susturan bir manevî
tefsirdir."
Kur'ân'ın kelimelerini ayrı ayrı inceleyerek lûgat ve ıstılahî
manalarını araştıran ve bu şekilde Kur'ân cümlelerine mana vermeye
çalışan pek çok klasik tefsir vardır. Ancak çağın asıl problemi olan
iman zaafına Kur'ân'dan reçeteler sunan tefsirlere şiddetle ihtiyaç
vardır. İşte Risale-i Nur, Kur'ân'ı Kerim'in asrımızın ihtiyaçlarına
cevap veren ayetlerini tefsir etmiş ve bu konuda orijinal yorumlar
ortaya koymuştur.
[b]İddia 3: “Said Nursi gayr-i Müslimlerin de –mesela Anzaklar- “şehit” olabileceğini ileri sürmüştür.”[/b]
[b]Cevap 3: Risale-i Nur’un hiçbir yerinde Anzaklar’ın şehit
sayılabileceğinden bahsedilmez. Evet, Said Nursi bir mektubunda “kâfir”
de olsalar bazı kişilerin ölümlerini “bir nevi şehadet mertebesi”
olarak nitelendirmiştir. Ancak bu kişiler Çanakkale’ye savaşmak için
gelen Anzak askerler değildir. Said Nursi’nin şefkat ve merhamet hissi
ve “adalet-i mahza [tam adalet]” anlayışıyla bahsettiği şartlar/kişiler
şu şekilde tasnif edilebilir:
1. Felâket, helâket, sefalet ve açlık gibi semavi musibetlere maruz kalanlar
a. On beş yaşından küçük iseler hangi dine mensup olursa olsun zaten masumdurlar, bir nevi şehit sayılırlar.
b. On beş yaşından büyüklerin hepsi aynı kategoride
değerlendirilmemiştir. Burada, “masum ve mazlum” Hıristiyanlardan
bahsedilmiştir. Masum ve mazlum olan Hıristiyanlardan kastedilen de Hz.
İsa’nın din-i hakikisine sarılan Hıristiyanlardır. Zaten Ahirzamanda
Hz. İsa’nın din-i hakikisinin İslamiyetle omuz omuza geleceği, tevhid
inancında birleşeceği dikkate alınırsa, Hıristiyanların cehennemden
kurtulması ya da ölümlerinin “bir nevi şehadet” olarak
değerlendirilmesi daha doğru anlaşılabilir.
2. Mazlumların yardımına koşanlar, insanlığın rahatı, huzuru,
güveni ve sağlığı için mücadele edenler, dini ve mukaddes değerleri
korumak için çalışanlar ve insan hakları mücadelesini sürdürenlerin
başlarına gelen musibetler onlar için dünyevi ve uhrevi şeref
vesilesidir.
Söz konusu programda Cübbeli Hoca’nın verdiği örnekte de olduğu gibi,
bir gemide dokuz cani bir masum olsa, o bir masumun hakkı için o gemi
batırılamaz hükmünü koyan Allah, hiçbir suçu, günahı, sorumluluğu
olmadığı halde zalimlerin zulmüne maruz kalan veya umumun günahlarına
binaen başına gelen felaketlerden zarar gören masumların hukukunu da
koruyacaktır.
Said Nursi’nin bahse konu mektubunda ifade ettiği hususlar da bundan ibarettir.[/b]
[b]Dipnotlar[/b]
1Risale-i
Nur'da metnin akışı içinde gizli bir lûgatçe ile Kur'an kelimelerinin
sade karşılıklarını da verir. Aşağıda, Sözler'den seçilmiş 'iç lûgatçe'
örnekleri sunulmaktadır.
".... o Sultana muhâtab ve halîl ve dost ol!"
[b]halîl = dost
"O rahmetin kuvvetidir ki, zîşuurun nazarlarını celbeder, kendine çeker."
celbetmek = kendine çekmek.
"Nihayet ihtilât içinde ve karışmış oldukları halde, nihayet derecede imtiyaz ve farkla birbirinden ayrılıyor."
ihtilât = karışıklık
imtiyaz = fark = ayrı durmak
"Hakikî istib'ad, hakikî muhaliyet ve akıldan uzaklık..."
istib'ad = muhaliyet = akıldan uzaklık
"Merdâne kabre bak, dinle ne taleb eder. Erkekçesine ölümün yüzüne gül, bak ne ister."
merdâne = erkekçesine
ne taleb eder = ne ister
"Onu bütün hakaikına temel taşı ve üssü'l esas yapıyor."
üssü'l esas = temel taşı
"... levh-i mahv ve isbat namında yazar-bozar tahtası hükmündedir."
levh-i mahv ve isbat = yazar-bozar tahta
"Mahşer ise bir beyderdir, harmandır."
beyder = harman
2Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 917. [/b]
3“Şiddet-i
şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevi ve
şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden biçarelere gelen
felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime
dokundu. Birden ihtar edildi ki:
Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat
vardır ki, o musibet ona nispeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i
semaviye masumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.
Üç dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim
yokken, Avrupa’da, Rusya’daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O
manevi ihtarın beyan ettiği taksimat bu elîm şefkate bir merhem oldu.
Şöyle ki:
O musibet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi
olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar, eğer on beş
yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehit hükmündedir.
Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.
On beşinden yukarı olanlar, eğer masum ve mazlum ise, mükâfatı
büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır. Çünkü ahirzamanda madem
fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık
perdesi gelmiş. Ve madem ahirzamanda Hazret-i İsa’nın (a.s.) din-i
hakikîsi hükmedecek, İslamiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi,
fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa’ya (a.s.) mensup
Hıristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler onlar hakkında bir
nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir
ve zayıflar, müstebit büyük zalimlerin cebir ve şiddetleri altında
musibet çekiyorlar. Elbette o musibet onlar hakkında medeniyetin
sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen
gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye
hakikatten haber aldım, Cenab-ı Erhamürrâhîmine hadsiz şükrettim. Ve o
elim elem ve şefkatten teselli buldum.
Eğer o felâketi gören zalimler ise ve beşerin perişaniyetini ihzar eden
gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateş veren hodgâm, alçak
insî şeytanlar ise, tam müstehak ve tam adalet-i Rabbaniyedir.
Eğer o felâketi çekenler mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-i
beşeriye için ve esasat-ı diniyeyi ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve
hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o
fedakârlığın manevi ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki, o musibeti
onlar hakkında medâr-ı şeref yapar, sevdirir.”
[b](Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, s. 146-14
[/b]
Vefa, Cemal Yener Tosyalı Cad.
No: 117
Süleymaniye/İstanbul
Tel: (212) 513 11 10 - 655 88 59/402
Faks: (212) 474 09 07
e-mail: info@risaleinurenstitusu.org
www.risaleinurenstitusu.org