Tam da bununla ilgili bir şey okumuştum,
Ehl-i Kitapla Dost Olmak
Kur’ân-ı Kerim'in, bir taraftan ehl-i kitabın kalbini ıslâm'a karşı yumuşatıcı bir üslup kullanırken diğer taraftan, müminleri, ehl-i kitapla dost olmaktan sakındırması bir tezat gibi gözükmektedir. Ve günümüzde birçok kimse tarafından bu âyet yanlış anlaşılmakta, bu yanlış anlama ise, hatalı hükümlerin verilmesine sebep olmaktadır.
Yahudi ve hıristiyanlarla dost olmanın yasak olduğunu ifade eden âyette; “Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyiniz,”[7] buyurulmaktadır. Elmalılı'nın buradaki yasaklanmayı izahı şu şekildedir: “Yardaklık etmeyiniz, tuzaklarına düşmeyiniz, isteklerine iştirak etmeyiniz.”[8] Aynı zat'ın tefsirinde; “Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez,”[9] âyetine dayanılarak, onları dost edinmemenin onlara iyilik etmeyi engellemediğine dikkat çekilmektedir.[10]
Bu izahlardan onlarla diyalog ve müsamahanın bir ölçüsü karşımıza çıkmaktadır. O da, onlara yardaklık edecek kadar bir gevşeme ve iltifattan uzak durma, ama onlara iyilik edebilme ölçüsüdür.
Peygamberimiz'in(a.s.m.) yahudi ve hıristiyanlara karşı muamelesine baktığımızda; onlara iyilik yapmaktan hiçbir zaman geri durmadığını görmekteyiz:
Bir defasında; Peygamberimiz(a.s.m.) yahudilerden birinin hastalanan oğlunu ziyarete gitmiş, çocuğun hal ve hatırını sorduktan sonra onu Müslümanlığa davet etmiş; çocuk, babasının yüzüne bakmıştı. Yahudi, oğluna; “Peygamber ne diyorsa onu yap” demiş, çocuk da müslüman olmuştu.
Bir defasında da; yahudilerden birinin cenazesi geçiyorken Resul-i Ekrem ayağa kalkmıştı.[11] Bir rivayette; "Ben melekler için, yani cenaze ile birlikte olan melekler için ayağa kalktım," denmiştir.[12]
Yahudiler, Resul-i Ekrem'e(a.s.m.), “Selamün aleyküm” yerine, “kahrolasınız” demek olan, “Sâmün aleyküm,” derlerdi. Bir defa Hazret-i Aişe(r.a.) Yahudilerin bu hareketinden müteessir olarak onlara mukabelede bulunmuş, Hazret-i Peygamber(a.s.m.) Aişe'yi(r.a.) teskin etmiş, ona; “Geniş ol. Çünkü Cenab-ı Hak, geniş olmayı sever,” buyurmuştu.[13]
Necran'dan gelen hıristiyan heyet, Resul-i Ekrem(a.s.m.) tarafından kabul olunduğu zaman Resul-i Ekrem(a.s.m.) bunları mescidde misafir etmiş, hatta onların mescidde ayinlerini yapmalarına da müsaade etmişti. Müslümanlar, buna itiraz ettikleri zaman Resul-i Ekrem(a.s.m.) onları susturmuştur.[14]
Bütün bunlar, ehl-i kitaba barış zamanlarında iyilikte bulunmanın müminlerin görevleri arasında olduğunu göstermektedir. Özellikle de, hıristiyanların ülkelerinde çalışmak zorunda kalan müslümanların hatırı sayılır bir ekseriyeti teşkil ettiği ve ekonomik, askerî bakımlardan yardımlaşmanın zarurî olduğu bir devrede, bu âyet-i kerimenin gerçek mânâsına ne kadar muhtaç olduğumuz ortaya çıkmaktadır.
Said Nursî de, bu hususta Hazret-i Peygamber ve Kur’ân'dan aldığı dersle bize aynı güzel ölçüleri sunmaktadır. Münazarat isimli eserinde, Hıristiyanlık dinine mensup olan Ermenilere düşman olmaya “istibdadın sebep olduğuna” işaret etmiştir. Çünkü, siyasi istibdat; “ınsanlar, kendi idarecilerinin yolundadır,”[15] hadisinin sırrıyla, herkesin damarlarına işlemiştir. Değişik isimler ve görüntüler altında, toplumun her kesiminde kendi etkisini göstermiştir. ıstibdat hakkın değil, kuvvetin esas alındığı; kılıcı keskin, kalbi katı olanın sözünün geçtiği bir anlayış olduğu için düşmanlıkları körüklemiştir.[16] ışte, Said Nursi de, değişik ırklardan müteşekkil bir milletin saadet ve selametinin dostluktan geçtiğini belirterek, bunun ölçüsünü de; “Fakat mütezellilane(alçalarak) dost olmak değil, belki izzet-i milliyeyi muhafaza ederek, müsafaha elini uzatmaktır,” şeklinde koymaktadır.[17]
Said Nursî, bu gibi birçok izahtan sonra; “Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyiniz,” âyetini, hem Kur’ân'ın hükmüne uygun, hem de Hazret-i Peygamber’in(a.s.m.) tatbikatına muvafık bir şekilde şöyle açıklığa kavuşturur:
“Demek bu nehiy, Yahudiyet ve Nasraniyet olan ayineleri hasebiyledir. Hem de bir adam zatı için sevilmez; belki muhabbet sıfat veya sanatı içindir. Öyleyse her bir müslümanın her bir sıfatı müslüman olması lazım olmadığı gibi, her bir kâfirin dahi bütün sıfat ve sanatları kâfir olmak lazım gelmez. Binaenaleyh, müslüman olan bir sıfatı veya bir sanatı, istihsan etmekle iktibas etmek neden caiz olmasın? Ehl-i kitaptan bir haremin(eşin) olsa elbette seveceksin.”[18]
http://www.muhabbetfedaileri.com/viewtopic.php?t=1399