Bizans’ı da unutmalı; Beylikleri de...
Üsküp’ten ayrılacağımız gün Vardar nehri boyunca zihnimi dolduran bu düşünceler, sonraki günler ve aylar boyu zihnimi hep meşgul etti ve tabir yerindeyse silinmemek üzere zihnime yerleşti.
Ama, benim için en önemli kısmını şimdi söyleyeyim: Bunun, bir ‘tarih tecrübesi’ olmanın ötesinde bir anlamı vardı benim için.
Nitekim, bir iman hizmeti hareketi olarak Fethullah Gülen Hocaefendinin öncülüğünde gerçekleşen manevî fütuhatın sırrı, manevî hizmetler alanında mesaisini ve enerjisini ‘Bizans’a ve ‘Beylikler’e harcamak yerine yeni hizmet alanlarına sarfedebilmesidir. Bu hizmetin ızmir gibi manevî hizmetler açısından çorak bir iklimden başlayarak küresel bir ölçeğe ulaşması, bir rastlantı değildir.
Üsküp’te açıkça karşıma çıkan bu Osmanlı gerçeğinin ve bu gerçeği bu zamanın manevî hizmetler alanına tatbikin, benim açımdan hususî bir tarafı da var. Çünkü, vaktiyle içinde bulunduğumuz hizmet dairesiyle manidar bir münasebetimiz sözkonusu. Bu camia içinde yer alan mü’minlerin büyük çoğunluğuyla bir gönül ve fikir beraberliğimizin mevcudiyetine karşılık, ‘Bizans’la ve ‘Beylikleri’yle yıldızımız bir türlü barışmıyor. Vaktiyle türlü-çeşit iftirayı vicdanı sızlamadan peşimize takarak bize yol gösterenler, aradan geçen yirmi yıla rağmen, ‘tez’ olamayıp ‘antitez’ olmanın yol açtığı ‘düşman üretme’ ihtiyacından hasıl olsa gerek, ‘meşveret kararı’ rengine büründürülmüş Bizans entrikalarıyla yoluna devam ediyor.
Nitekim, geçen hafta, Bizans’ın bir Anadolu beyliği üzerinden hakkımda kendince giriştiği son icraattan haberdar oldum.
Risale-i Nur adına yapılacak nice nice vazifenin yükü omzumu çökertmişken, bütün hoşgörüsünü Mehmet Ağar ve Süleyman Demirel’e harcadığı için Risale-i Nur hizmeti içindeki iman kardeşlerine sarfedeceği hoşgörüsü kalmamış acınası haldeki bir zâtın hâlâ daha bizimle nasıl uğraştığını öğrenince, doğrusu “Mü’min mü’mini sever ve sevmeli, fenalığı için yalnız acır” sırrınca kendisine ziyadesiyle acıdım.
Ona bir mesajım var: Gözümle aldığım bu Üsküp dersinden sonra, Bizans’la ve Beyliklerle meşguliyete ne meylim var, ne vaktim, ne de niyetim. Onu bu kalble ve bu kafayla Bizans kadar küçülmeye mahkum ‘imparatorluğu’nda kendi kaderiyle baş başa bırakıyorum. Ama ah, bir adanın hakimi olmak yerine, bir yarımadanın sakini olabilseydin!
Anlıyorum; yine husumetle beslenmek istiyorsun. Ama, başka kapıya lütfen.
Zira, biz Bizans’ı kendi kaderine terk edeli çok oldu. Ve şimdi, ben Üsküp’e gidiyorum...
Metin Karabaşoğlu
yazının tamamı için:
http://www.karakalem.net/?article=3563