Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

27.02.2009, 13:35

İman Kur´ân dâvâsının nâşiri

ıman Kur’ân dâvâsının nâşiri


Daha Yeni Asya gazetesi çıkmadan önce yayınlanan haftalık ‘ıttihad’ gazetesiyle 1969’da Bayburt’ta tanışmıştım. Buna da sebep, Allah (c.c.) rahmet etsin berber Mehmet Kantar Ağabeyimiz sebep olmuştur. Gerek haberleri ve yorumları, gerekse köşe yazıları çok ilginç geliyordu. Diğer basın ve yayın organlarına hiç benzemiyordu. Öyle ki haftaları adeta iple çekiyorduk. Bir hafta beklemek çok uzun geliyordu.

Okuyucularının “Keşke ıttihat gazetesi günlük olarak çıksa” şeklindeki istek ve arzuları, kuvvetli bir duâ yerine geçmişti. Nihayet günlük bir gazete çıkacak diye müjdeli haberler geldi. Sabırsızlıkla beklerken 21 şubat 1970 Cumartesi günü Yeni Asya gazetesi’nin ilk sayısı çıktı. Okuyucuları arasında adeta bir bayram havası uyandırmıştı. Aynı gün Bayburt’un kurtuluş yıldönümü (21 şubat 1918) kutlama törenlerine rastladığı için, iki bayramı bir arada kutladık ve bu tevafuku büyük bir hayra yorumladık. Bu heyecanla abone kampanyasına girişildi. Rahmetli Berber Ağabeyimiz işini bırakarak, gazeteleri abonelere kendi götürüyor, bize de şevk unsuru oluyordu. Bu sıralarda ben de gazete temsilciliği için müracaat ettim. Birkaç gün sonra Can Alpgüvenç imzasıyla Yeni Asya gazetesi temsilcilik kartım elime ulaştı. Çeşitli haber ve röportajlarda kullandığım bu kartımı hâlâ saklıyorum.

Kırk sene beni Yeni Asya’ya bağlayan en büyük sâik, bir dâvâ gazetesi oluşudur. Bilindiği gibi, bu zamanda en büyük dâvâ ise ıman Kur’ân dâvâsıdır. ışte Yeni Asya gazetesi, bu kimlikle meydana çıkmış ve bu kudsî dâvânın en büyük neşir kaynağı olan ve Kur’ân’ın mû’cizevî bir tefsiri bulunan Risâle-i Nur’un naşir-i efkârı olmuştur. Öyle ki, Risâle-i Nurların yasak sayıldığı darbeci cunta yönetimlerinde bile dik duruşunu bozmamıştır. (Aslında Risâle-i Nurların hukuken yasak edilemeyeceği 2200’e yakın mahkeme kararıyla sabit olmuştur.) Hatta, muhtelif zamanlarda çeşitli engellerle karşılaştığı, maddeten çok büyük darbeler indirildiği, sıkı takibe alındığı halde, başka isimlerle yayınını sürdürmüş, dik duruşunu bozmamış ve dâvâsından taviz vermemiştir. Bu konuda yaşadığı badireleri, verdiği mücadeleleri anlatmak, birkaç cilt kitaba ancak sığar. Bu konuda böylesi çok çetin mücadele veren başka bir yayın organı göremiyorum. ışte beni Yeni Asya’ya bağlayan ve devam ettiren en büyük özelliği budur. Ben her zaman Yeni Asya’yı sıradan bir gazete olarak değil, aynı dâvâya gönül veren, aynı kaynaktan beslenen ve aynı ortak değerlere sahip olan bir kesimin şahs-ı manevîsi olarak algılamışımdır ve bu kanaatim hiçbir zaman değişmemiştir.

Yarım asra yaklaşan bu zaman dilimi içerisinde birçok olaylara şahit oldum ve birçok olayları da bizzat yaşadım. Bunlardan biri: Mart 1971’de askerî yönetim tarafından o zamanki hükümete muhtıra verildiği günlerde Bayburt’ta bir okulda öğretmen idim. Bir gün derste iken, “Müfettişler seni okul müdürünün odasında hemen bekliyorlar” diye bana bir haber geldi. Hiç beklemediğim bu durum karşısında şaşırdım ve heyecanlandım. Çünkü, teftiş olsa, bir müfettiş gelir. Böyle birkaç müfettişin çağırması hayra alâmet değildi. Anlaşılan, hakkımda şikâyet vardı ve görevden alınmam bile söz konusuydu. Her neyse gittim. Müdür odasına girdiğimde, mahkeme salonuna girdiğimi zannettim. Üç müfettiş engizisyon hakimleri gibi yan yana oturmuş beni bekliyorlardı. Derken, karşılarındaki sandalyeye oturdum. Hakkımda bazı ihbarların olduğunu, onun için beni çağırdıklarını belirterek, soracakları sorulara cevap vermemi istediler ve sormaya başladılar: “Sen okuldan çıktıktan sonra bir yerlere toplantılara gidiyormuşsun? Hem de Yeni Asya gazetesi okuyormuşsun? Ayrıca, Avukat Bekir Berk’ten övgüyle bahsediyormuşsun?”

Sorular bitmiş ve sıra bana gelmişti. O anda takınacağım tavrın çok önemli olduğunun farkında idim. Çünkü heyecana veya öfkeye kapılıp, ölçüsüz ifade vermem aleyhimde olabileceği gibi, korkak ve çekingen davranmam da aleyhimde olabilirdi. Onun için itidalimi muhafazaya çalıştım. Derken kısa bir sessizlikten sonra “Sorularınız bitti mi?” dedim. “Evet” cevabını alınca, arkama yaslandım ve şöyle cevap verdim: “Benim okul çıkışımdan, yani mesai bitiminden sonraki özel hayatım kimseyi ilgilendirmez, niçin soruluyor anlayamadım? Ayrıca, herkes bir gazete okuyor, ben de Yeni Asya gazetesi okuyorum, bu tercihim de kimseyi ilgilendirmez her halde. Diğer taraftan, bazı kimseler Deniz Gezmiş’i, Yusuf Aslan’ı ve Hüseyin ınan’ı övüyor, ben de sözü edildiğinde Bekir Berk’i överim. Bu da bana ait bir kanaattir, dolayısıyla kimseyi ilgilendirmez!” dedim.

Sözlerimi bitirdikten sonra, yeni yeni sorular bekliyordum. Fakat, bir müddet kendi aralarında bir şeyler konuştuktan sonra, her halde benim cevabımı yeterli görmüş olacaklar ki, başka soru sorma gereğini duymadılar ve bana dönerek “Özür dileriz Naci Bey, biz görevimiz icabı sizi buraya çağırdık, buyurun dersinize girin” dediler. Bu olay bana daha çok güven ve cesaret vermiş, hizmette ayrı bir şevk unsuru olmuştur!

NACı TEPıR

27.02.2009

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir