ıstibdat tahakkümdür, muâmele-i keyfiyedir, kuvvete istinad ile cebirdir, rey-i vâhiddir, sû-i istimâlâta gâyet müsâit bir zemindir, zulmün temelidir, insâniyetin mâhisidir. Sefâlet derelerinin esfel-i sâfilînine insanı tekerlendiren ve âlem-i ıslâmiyeti zillet ve sefâlete düşürttüren ve ağrâz ve husûmeti uyandıran ve ıslâmiyeti zehirlendiren, hattâ herşeye sirâyet ile zehrini atan, o derece ihtilâfâtı beyne’l-ıslâm îkâ edip, Mûtezile, Cebriye, Mürcie gibi dalâlet fırkalarını tevlid eden, istibdattır.
Evet, taklidin pederi ve istibdâd-ı siyâsînin veledi olan istibdâd-ı ilmîdir ki, Cebriye, Râfıziye, Mûtezile gibi ıslâmiyeti müşevveş eden fırkaları tevlid etmiştir.
Iste bu sözler bu zamanki bütün sIkIntilarin kaynagini acikliyor. Buna mesrutiyeti mesrua ile karsilik vermek elzemdir.
Evet, meşrûtiyet hâkimiyet-i millettir; siz dahi hâkim oldunuz. Umum akvâmın sebeb-i saadetidir; siz de saadete gideceksiniz. Bütün eşvâk ve hissiyât-ı âliyeyi uyandırır; uyku bes, siz de uyanınız. ınsanı hayvanlıktan kurtarır; siz de tam insan olunuz. ıslâmiyetin bahtını, Asya’nın tâliini açacaktır. Size müjde. Bizim devleti ömr-ü ebedîye mazhar eder. Milletin bekâsıyla ibkâ edecek; siz daha me’yus olmayınız.
Hür bir milletin hür iradesi olur. Kendi iradesiyle sectigini kendisi yine iradesiyle sorgular. "Ben ekmeksiz yasarim hürriyetsiz yasayamam" diyen üstadimiza istinaden derim ki: Milletimiz uyandi fakat hür olamiyor belki ürküyor. 80 sene esir olduktan sonra "HÜR" olmakta nerden cikti gibi bir mana cikartiyor. Esir oldugumuzu tahayyül ettigimiz müddetce basimizdakiler bizi ezmeye devam edecek.
Sual: Hâl-i hâzırın eskisi gibi çok fenalığı var, bize zulmeder; hem de zaafta, kuvvetsizlikte eskisine benzer. Demek, târif ettiğin meşrûtiyet daha bize selâm etmemiş; tâ ki, biz de ’Ehlen ve sehlen’ desek?"
-Cevap: Fakat, sizin dîvâneliğinizden korkmuş, gelememiş. Zulüm, meşrûtiyetin hatâsı değil, belki kafanızdaki cehâletin zulmetindendir. Siz dîvânelikle kısa yolu uzun yapıyorsunuz.
Suâl: "Neden böyle bulanıktır, sâfî olmuyor?"
Cevap: Yüz seneden beri harâba yüz tutan birşey, birden yapılamaz. Size bir misâl söyleyeceğim. Bir bulagbaşı, çok zaman taaffün ve tesemmüm etmiş, içine çok pislik düşmüş, sonra da onu tasfiye için o pislikleri içinden çıkarılırsa ve bir havuz gibi yapılırsa, acaba pınarın suyu bir zaman bulanık olarak gelmeyecek mi? Fakat merak etmeyiniz; âkıbet berrak olacaktır.