Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

  • Konuyu başlatan "nihilanth"

Mesajlar: 36

Konum: Kocaeli-ızmir

Meslek: ışletme Öğrenci

Hobiler: Sinema,Yabancı dil,Web

  • Özel mesaj gönder

1

25.08.2004, 03:09

Beddualar? Gereklimi?

Selamün aleyküm abiler ve kardeşler..
Beddua yapılmalı mıdır? Bu konuda bildiğiniz ve sizin şahsi fikirleriniz nelerdir ? Zulüm eden bedduayı hak etmez mi ?
Ben bu konuda zalimler ve şirk koşanlar'a beddua edilmesi gerektiğini düşünüyorum..
Seçkin insanların kurduğu galakside bir karadeliğim ben..

nurladol

Stajyer

Mesajlar: 53

Konum: fransadan

Meslek: ogrenci olabilmek

Hobiler: talebelik gorevine devam etmek

  • Özel mesaj gönder

2

25.08.2004, 03:23

Selam aleykm karde$im,

bildigim bi gerçek vardir ki, Peygamber efendimiz ( sav) kendisine zulum edenler oldugu halde, (Taif de ta$lanmasi gibi ) beddua degil du etmistir o kavmin kimselerin islahi ve hidayeti için, yani Efendimiz Rahmet peygamberi biz de merhamet etmeliyiz ki merhamete layik olalim,
Zalimin zulmu varsa Mazlumun ALLAH'cc'i vardir, ALLAH cc 'un KAHHAR ismi $erifi vardir, biz imanimizi kuvvetlendirip beddua yerine hayir dua etmeliyiz, ama isteyen beddua de edebilir bu benim sahsi goru$um , diger kardesler du$uncelerini de okumak iyi olur, Ama diger tarafdan Ustad haykirarak "Zalimler için yâ$asin Cehennem " demesi de kayda deger...


ALLAH zalimin serriden korusun, zulmeden elbet belasini er yada geç bulacak...

Selam ve dua ile...
En hayırlı genç odur ki ihtiyar gibi ölümü düşünüp ahiretine çalışandır...

3

25.08.2004, 09:03

Bedduâ etmek üzerine

Dost-düşman kime karşı olursa olsun, bedduâ etmek; tel’in etmek, lânetlemek, ilenmek, birisine kötü olması ve başına kötülük gelmesi için duâ etmek ve hakkında kötülük istemek demektir. Bedduâ konumunda olan kişinin iki hâli vardır: Ya haklıdır, ya haksızdır.

1- Haksız ise, bedduâ yapmakla haddini aşmış ve hattâ zulüm yapmış olmaktadır. Ki bu haramdır. Çünkü haksız bedduâ ancak “sû-i zan”dan beslenir. Sû-i zan ise, haramdır. 1

Laf aramızda, aslında toplum olarak, zanlarımızın çoğu kötü cinstendir. Yani kulağımıza gelen bilgi ve haberlerde, ya da içimize düşen şüphelerde muhatabımız lehine delil varsa, ancak o zaman hüsn-ü zanna, yani iyi zanna gidiyoruz. Halbuki delil varken iyi zan sahibi olmak marifet değildir, fazîletten de sayılmaz. Çünkü zaten muhatabımızın delili, kötü zan kapısını kapamıştır.

Biz; muhatabımızın elinde delil varken değil, delil yokken; göstergeler muhatabımızın aleyhine işliyor gibi görülmeye yüz tutmuş iken; muhatabımızı içimizde mahkûm etmeye meyletmişken; kulağımıza muhatabımız aleyhine sözler gelmeye başlamışken; muhatabımızı yargısız infâza kurban etmeye değil, hüsn-ü zanna, yani muhatabımız hakkındaki iyi zannımızı bozmamaya, kulağımıza gelen veya içimize doğan kötülük düşüncesini de muhatabımız lehine tevil etmeye memur ve vazifeliyiz. Yüce dînimiz zanna dayalı bilgilerde muhatabımızı bizim şerrimizden korumuştur. Ki, sû-i zannın hemen arkası, çoğu zaman bedduâdır. Bedduâları araştıralım, inceleyelim: Esefle göreceğiz ki, büyük çoğunluğu haksızdır, yani sû-i zandan beslenmektedir. Böyle haksız yere yapılan bedduâlar, ilenmeler, tel’inler, lânetlemeler, Allah nezdinde makbul de değildir. Çünkü haklılık yoktur, çünkü sû-i zanna dayanmaktadır, çünkü gerçeklerden uzaktır.

2- Haklı konumda olana gelince, eğer insaf sahibi ise bedduâya yol vermez. Ya ıslâhı için duâ eder. Ya da, çok rencîde olmuş ise, sabrı ve insafı kurumuş ise, onu, Allah’ın adâletine, cezâsına, celâline, kahrına ve kibriyâsına havâle etmekle, yani Allah’a ısmarlamakla yetinir.

Haklı olan kişinin böyle bir havâlesini ise Cenâb-ı Hak çoğu zaman makbûle şâyân bulur, kabul eder ve onun hakkını ondan mislî bir cezâ ile alır.

Fakat buradaki havâlenin dil ile, çok galiz tabirlerle, sövüp saymakla, bağırıp çağırmakla yapılmasına gerek yoktur. Esasen, böyle galiz tabirler, sövmek ve saymaklar kişiyi, Allah nezdinde haklı iken, haksız duruma da düşürebilir. Çünkü karşı tarafın el ile verdiği zararı, kendisi de dil ile vermiştir, hakkını dili ile kendisi almıştır, Allah’ın adâletine bırakmamıştır.

Bir kişinin haksız yere kalbinin incitilmesi, gönlünün kırılması, gözlerinin yaşarması esasen fıtrî bir bedduâ hâlidir. Ve asıl bedduâ dili de budur. Dilinin hiçbir biçimde tel’in ifâdesi okumasına, yani bedduâ etmesine gerek yoktur. Çünkü Allah, Ahkemü’l-Hâkimîn’dir; hâkimlerin Hâkim’idir. Erhamü’r-Râhimîn’dir; merhametlilerin en merhametlisidir. Mâsumların, mazlumların, dilsizlerin, yavruların, çaresizlerin, kimsesizlerin, hayvanların hal dili ile çaresizlik içinde yaptıkları beddualardan sakınmalıdır.

Halkımız, ters giden işinde birinin hakkı ve hukûku söz konusu olduğunu düşünür veya üzerinde bedduâ izleri arar. Bunda haksız da değildir. ışimizin ters gidişi bazan üzerimizdeki bir bedduânın eseri olabilir. Düşünürüz, hatâmızı anlarız, pişman oluruz ve tevbe ederiz.

Haklı konumda olduğumuz halde bedduâ yapmamak ve muhatabımızın ıslâhını dilemek, hidâyeti için duâ etmek, ahlâkımızın güzelliğini gösterir. Sünnet olan da budur. Yani zarar gördüğümüz birisinin, ıslâhı için duâ etmek sünnettir.

Hakkı tebliğ için Taif’e giden Peygamber Efendimiz (asm), burada hiçbir güler yüzle karşılaşmamakla berâber, Taif’lilerin küstahça hakâretlerine, alaylarına, istihfaflarına, ağır sözlerine ve ezâlarına maruz kalmıştı. Bununla bırakmadılar; ne kadar ayak takımı, sokak genci ve köle varsa, Fahr-i Kâinât Efendimizin (asm) üzerine saldırttılar. Gözü dönmüş kendini bilmezler, ıki Cihan Güneşini (asm) taşa tuttular. Öyle ki, taşların acısından Peygamber Efendimiz (asm) yürümekte zorlanıyor, oturuyor; fakat vicdan yoksunları yeniden taşa tutuyorlar, Allah Resûlünü (asm) kalkmak ve uzaklaşmak zorunda bırakıyorlardı. Mübârek vücudu yara almıştı, ayakları kan içinde kalmıştı. Kendisini bir bağın içine attı ve Allah’a şöyle duâ etti:

“Allah’ım! Güçsüzlüğümü ve halk tarafından hor ve hakîr görüldüğümü Sana arz ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Sen, zaif olduğunu hissedip Sana sığınanların Rabb’isin. Sen, beni kötü huylu, asık suratlı ve yüzsüz bir düşman eline düşürmeyecek, hattâ işlerimi eline verdiğin akrabadan bir dosta bile beni bırakmayacak derecede üzerimde merhamet sahibisin. Allah’ım, eğer Sen bana karşı gazaplı değilsen, çektiğim mihnetlere, belâlara hiç aldırmam. Bununla berâber, Senin koruyuculuğun, bunları da göstermeyecek kadar geniştir. Senin gazabına uğramaktan, ya da hoşnutsuzluğuna düşmekten, Senin o karanlıkları yırtan, parlatan ve dünya ve âhiret işlerini yoluna koyan ılâhî nûruna sığınıyorum. Sen râzı olasıya kadar affını diliyorum. Allah’ım, beni affet! Her kuvvet ve her kudret ancak Seninle kâimdir.” Sonra Hazret-i Cebrâil (as) ile birlikte dağlar meleği göründü. Hazret-i Cebrâil (as);

“şüphesiz Allah, kavminin sana neler söylediğini işitti. Sana şu dağlar meleğini gönderdi. Kavmin hakkında dilediğini yapmak üzere onlara emredebilirsin” dedi.

Dağlar meleği, emretmesi halinde, kaşla göz arasında müşriklerin üzerine Ebû Kubeys dağı ile Kuaykıan dağlarını yıkarak müşrikleri helâk edebileceğini belirtti. Fakat Rahmet Elçisi Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm) şöyle buyurdu:

“Hayır, ben böyle bir şey istemem. ıstediğim tek şey, Allah’ın, bu müşriklerin sulbünden, yalnız Allah’a ibâdet eden ve hiçbir şeyi Allah’a ortak koşmayan bir nesil meydana çıkarmasıdır.”2

Demek, haklı da olsak, bedduâya sarılmak fazîlet değil, şeref değil, mârifet değil, insaf değil, erdem değildir.

Dipnot:
1- Hucurât Sûresi, 49/12;
2- Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 9/1333; Tecrit Terc. 2/759


Kaynak: www.fikih.info

4

25.08.2004, 11:06

selamunaleykum;

yazılanların hepsi doğru olmakla birlikte bir ilavede ben yapmak istiyorum yanlış anlaşılmaya meydan vermemek için.
Paygamber efendimiz SAV nin beddua etmediği yanlıştır.
19. mektup incelendiğinde oradaki hadiselerin bazılarında beddua ettiği görülecektir.
19. mektup 14. işaretin 4. misalinde bunlara rastlanacaktır.
**********************************************************


ışte bu vakıalar ehâdis-i meşhuredendirler.

DÖRDÜNCÜ MıSAL: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bedduasına mazhar olmuş birkaç vakıayı beyan ederiz.

Birincisi: Perviz denilen Fars Padişahı, nâme-i Nebeviyeyi yırtmış. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma haber geldi. şöyle beddua etti: "Yâ Rab! Nasıl mektubumu paraladı; Sen de onu ve onun mülkünü parça parça et." ışte şu bedduanın tesiriyledir ki, o Kisrâ Perviz'in oğlu şirviye, hançerle onu paraladı. Sa'd ibni Ebî Vakkas da saltanatını parça parça etti. Sâsâniye devletinin hiçbir yerde şevketi kalmadı. Fakat Kayser ve sair melikler, nâme-i Nebeviyeye hürmet ettikleri için, mahvolmadılar.

ıkincisi: Tevatüre yakın meşhurdur ve âyât-ı Kur'âniye işaret ediyor ki: Bidâyet-i ıslâmda, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Mescidü'l-Haramda namaz kılarken, rüesa-yı Kureyş toplandılar, ona karşı gayet bed bir muamele ettiler. O da, o vakit onlara beddua etti. ıbni Mes'ud der ki: "Kasem ederim, o bed muameleyi yapan ve onun bedduasına mazhar olanları, gazve-i Bedir'de birer birer leşlerini gördüm."

Üçüncüsü: Mudariyye denilen Arabın büyük bir kabilesi, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı tekzip ettikleri için, onlara kaht ile beddua etti. Yağmur kesildi, kaht ve galâ başgösterdi. Sonra Mudariyye kavminden olan kabile-i Kureyş, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma iltimas ettiler. Dua etti, yağmur geldi, kahtlık kalktı.[4] Bu vakıa tevatür derecesinde meşhurdur.

BEşıNCı MıSAL: Hususî adamlara bedduasının dehşetli kabulüdür. Bunun çok misalleri var. Kat'î üç misali, nümune olarak beyan ederiz.

Birincisi: Utbe bin Ebî Leheb hakkında şöyle beddua etti: Yani, "Yâ Rab! Ona bir itini musallat et." Sonra, Utbe sefere giderken, bir arslan gelip, kafile içinde onu arayıp bulmuş, parçalamış. şu vakıa meşhurdur; eimme-i hadis nakil ve tashih etmişler.

ıkincisi: Muhallim ibni Cessâme'dir ki, Âmir ibni Azbat'ı gadr ile katletmişti. Halbuki, Âmir'i, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, onu cihad ve harp için kumandan edip bir bölükle göndermişti. Muhallim de beraberdi. Bu gadrin haberi Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma yetiştiği vakit hiddet etmiş, diye beddua buyurmuş. Yedi gün sonra o Muhallim öldü. Kabre koydular, kabir dışarıya attı. Kaç defa koydularsa yer kabul etmedi. Sonra mecbur oldular; iki taş ortasında muhkemce bir duvar yapılmış, o surette yeraltında setredilmiş.

Üçüncüsü: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm görüyordu, bir adam sol eliyle yemek yer. Ferman etmiş: "Sağ elinle ye" demiş. O adam demiş: "Sağ elimle yapamıyorum." Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm demiş: diye beddua etmiş: "Kaldıramayacaksın." ışte ondan sonra o adam sağ elini hiç kaldıramamış.


*********************************

5

26.08.2004, 11:39

Selamun aleykum
Araf 44 -"...Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun."
Bakara 88-"Bizim kalplerimiz kılıflıdır" dediler. Öyle değil! Allah onları kafirlikleri sebebiyle lanetledi; onun için çok az imana gelirler.
Bakara 89-Yanlarındakini (Tevrat'ı) tasdik etmek üzere onlara Allah tarafından bir kitap (Kur'an) gelince; önceden inkar edenlere karşı yardım isteyip dururlarken o tanıdıkları kendilerine gelince tuttular onu inkar ettiler. Artık Allah'ın laneti kafirlerin boynuna olsun!
Maide 78: “ısrailoğullrından kafir olanlar, Davud’un ve ısa bin Meryem’in diliyle lanetlenmişlerdir.Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları sebebiyleydi.”
Bakara 159-ındirdiğimiz apaçık ayetleri ve doğruyu, Biz onları insanlar için kitapta iyice açıkladıktan sonra, gizleyenlere Allah da bütün lanet ediciler de lanet eder.

....Ey insanlar! Allah her hak sahibine mirastaki payını vermiştir. Onun için vârise 1/3’ten fazla vasiyet hakkı yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona âittir. Zinâ eden taşlanarak öldürülmelidir. Kim babasından başkasının oğlu olduğunu iddia eder, efendisinden başkasına intisâba kalkarsa; Allah’ın, meleklerin ve bütün lanet edenlerin laneti onun üzerine olsun. Allah böyle kimselerin ne farz, ne de nâfile ibâdetlerini kabul eder. Kölelerinizin haklarına da riayet edin; onlara yediklerinizden yedirin, giydiklerinizden giydirin. Bağışlayamayacağınız bir hata işlerlerse elinizden çıkarın, ama cezâlandırmayın.....(veda hutbelerinden)


ve Mubahele Ayeti

“(Resulüm!) O söylenenleri biz sana Kur’an’dan okuyoruz; Allah nezdinde ısa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol!” dedi ve o da oluverdi! Bu Rabbinden gelen gerçektir. Öyleyse şüphecilerden olma” (Al-i ımran (3); 59,60) ayeti kerimelerinde açıklanan Hz ısa’nın durumuna itiraz eden Hıristiyanlar Medine’ye gelmiş ve uzun süre tartışmışlardır. Bunun üzerine mübahele için şu ayet inmişdir:
“Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda tartışanlara; “Geliniz, sizler ve bizler dahil olmak üzere karşılıklı olarak çocuklarımızı ve kadınlarımızı çağıralı, sonra da dua edelim de Allah’tan yalancılar üzerine la’net diyelim de” (Al-i ımran (3); 61)

Bu ayetin nazil oluşu üzerine Hz Ali’yi, Hz Fatıma’yı, Hz Hasan’ı ve Hz Huseyn’i çağırmış, onlar gelince hep beraber Necran heyetinin karşısına Mubahele için çıkmışlardır. Ehl-i Beyt’in; bu mübarek şahsiyetlerin yüzünü gören Hıristiyanların kalpleri titremiş ve “bunlar öyle kişilerdir ki eğer Allah’tan dağları yerinden oynatmasını isteyecek olsalar kesinlikle yerinden oynatır!...” diyerek mübahele yapmaktan kaçınmışlardır. Resul’ü Ekrem ile anlaşma yapıp gitmişlerdir. (Bakınız; ıbn-i Kesir 4/1271, Müslim 10/245, El-Mizan 3/223,224, Keşşaf 1/369, Dürül-Mensur ‘/39, Mefatihul-ğayb 6/370,371)

Hıristiyanlar bile bu nurâni simaların sahipleriyle la’netleşmekten çekinirken ve; “Ali’ye küfreden bana; bana küfreden Allah’a küfretmiştir” hadisine rağmen Muaviye ve tarafdarları Cuma hutbelerinde ve sair yerlerde ımam Ali’ye ve Ehl-i Beyt-i Nebi’ye la’net okumuş ve okutmuştur. (örnekleri için bakınız; Müslim: 10/245, 255; ıbn-i Esir: 3/413, 421, 478-479)

Selam ile

  • Konuyu başlatan "nihilanth"

Mesajlar: 36

Konum: Kocaeli-ızmir

Meslek: ışletme Öğrenci

Hobiler: Sinema,Yabancı dil,Web

  • Özel mesaj gönder

6

30.08.2004, 00:39

Allah razı olsun beni bilgilendirdiniz hepiniz, bilhassa @bdullah.
versatile'ye katılıyorum. Ben de güvenilir hadis kaynaklarında Peygamber Efendimiz'in (a.s.m) beddua ettiğini okumuştum. Hem de dua şeklinde ellerini açarak yanılmıyorsam, elbetteki haksız yere bir insanın kötülüğünü istemek haramdır, onu kastetmemiştim. Fakat zalimliğe,haksızlığa karşı dayanamıyorum ve bu konularda Allah'a sığınıyorum Kahhar-ı Zülcelal'dan yardım diliyorum.. Bundada bir sakınca görmüyorum açıkcası..
Seçkin insanların kurduğu galakside bir karadeliğim ben..

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir