Namazla yeniden doğan bir yürek..!
Bir açılışa gitmek için eve gelmiş ve üzerini değiştirecekmiş. Televizyondan Sakıp Sabancı’nın vefat ettiğini öğrenmiş. Hiç namaz kılmadığı halde, Fatih Camii’nde kılınacak olan cenaze namazına katılmaya karar vermiş. Böylece başlıyor Yaşar Alptekin’in hikayesi. Ama hikaye devam ediyor. Onun hidayetini kitabından okuyan, konferanslarından dinleyen gençler, yaşlılar namaza başlıyor, “umuda yeniden sarıldık” diyorlar.
Yaşar Alptekin ismini 1980’li yıllarda çok duymuştum. Magazin dünyasını çok fazla izlemediğim için tek bildiğim şey, ünlü bir manken olmasıydı. Katıldığı defileler, oynadığı filmler, fırtınalı hayatından bildiğim hiçbir şey yoktu. Birkaç kez takım elbiseli fotoğrafını görmüştüm, hepsi o kadar.
Geçen yıl hiç tanımadığım bu mankenin “bir ömre değer” meşhur cümlesiyle karşılaştım. Bir arkadaşım aktarmıştı. Hidayete ermiş, namaza başlamış ve “Ben iki buçuk yaşındayım. Namazsız geçen yıllarımı yaşanmış kabul etmiyorum” diyormuş.
Bu cümle beni çok heyecanlandırmış ve zihnimde yepyeni ufuklar açmıştı. Yerli ve yabancı birçok hidayet müjdeleriyle sevinmiştik. Ancak yeniden doğuşun namazla başladığı bir hidayet nadir olmuştur. ışte Yaşar Alptekin, bu eşine ender rastlanan kimselerdendi.
Mecnun’un önüne gelen herkese Leylâ’yı sorması gibi, önüne gelene namazı soran, kurttan kuştan medet uman bu fakir için bundan daha sevinçli bir haber olamazdı. Hemen onunla tanışmalı, radyo ve televizyon programlarına misafir etmeli, namaz davasında omuz omuza çalışmalıydım.
“Geçmişimi çöpe attım”
Tevafuka bakın ki, henüz ben onu aramadan Risale-i Nur’un edebî yönüyle ilgili bir seminere katılmak için Moral FM’in binasına gelmiş, sürekli notlar almıştı. Seminer bitince tanıştım.
“Ağabey, ben sizi tanıyorum. Kitabınızı okudum, hatta Eyüp’ten birkaç tane alıp arkadaşlarıma dağıttım” dedi.
Çok mütevazı ve “bizden” birisiydi. Hani yeni hidayete ermiş kişilerde eski hayatına dair tortular olur ve bir süre bunlar hoşgörüyle karşılanır. Ama o eskiye ait ne varsa terk etmiş, “Geçmişimi çöpe attım” demişti.
Daha ilk görüşmemizde, namazla ilgili çalışmalarımızdan bahsettim. Moral FM’de ve Dost TV’de program misafiri etmek istediğimi söyledim. Sevinçle kabul etti. Nesil Yayınları Müdürü Selahaddin Arslan Bey’le kitap yazarsa basabileceğimizi söyledik. Bir kitap hazırladığını ve olabileceğini belirtti.
Hidayetini gözyaşları içinde anlattı
ıki hafta sonra Moral FM’deki Müminin Miracı Namaz programıma konuktu. Hidayete eriş hikâyesi de, anlatışı da muhteşemdi. Gözyaşları içinde, büyük bir heyecanla anlatıyor, sanki o günleri yeniden yaşıyordu. Önce hidayet sürecinin nasıl başladığını sordum.
Bir açılışa gitmek için eve gelmiş ve üzerini değiştirecekmiş. Televizyondan ünlü işadamı Sakıp Sabancı’nın vefat ettiğini öğrenmiş. Hiç namaz kılmadığı halde, Fatih Camii’nde kılınacak olan cenaze namazına katılmaya karar vermiş.
Ancak namaz kılmasını bilmediği için bir arkadaşıyla 12 Nisan 2004’te Fatih’in yolunu tutmuş.
“Deri montla artist artist camiye gittim”
O kadar güzel anlatıyordu ki, benim gibi bütün dinleyiciler nefeslerini tutmuş, onu dinliyorlardı:
“Üzerimde siyah deri mont, küpeler, bandanalar falan. Çapulcuyuz ya. Artist artist gittim. Ne zaman ki avludan içeri girdim, o artist Yaşar Alptekin’in havası alınmaya başladı. Nasıl ki bir balonun havası alınır, o havamın söndüğünü hissettim.
Sırtımdaki deri mont bir anda bana ağır gelmeye başlamıştı. Omuzlarım çöküyor, ellerim titriyor ve her şeyim değişiyordu sanki. Ama bedenim çökerken içimden başka bir şey yavaş yavaş ayağa kalkıyordu. Adeta yılanın deri değiştirmesi gibi ruhum bedenimden ayrıldı ve insanlara bakmaya başladı.
ılk dikkatimi çeken onların çaktırmadan saatlerine baktığıydı. Kimi insanlar ‘meşhur bir insan görebilir miyim’ diye etrafına bakıyordu. Kimileri birbirlerine kartvizit uzatıyordu. Orası bana cenaze değil kokteyl salonu gibi göründü. Sanki ellerinde bir tek kadehleri eksikti. Ölüm değil, bir dernek buluşması gibi bir ortamdı. Kendi kendime içimden konuşuyordum:
‘Türkiye’nin en zengin adamı ölmüş orada yatıyor musalla taşında. O kadar çok fabrikası, malı, çevresi, şöhreti var. Ama hiçbirini götüremiyor. şu anda tabutta kefene sarılmış ve yapayalnız. Cenazesine gelenler de bir şey yapamıyor. Daha kabrine uğurlamadan unuttular onu.’”
“Tabutta yatan ben olsaydım, ne yapardım?”
Tam burada ölümün nasıl bir uyarıcı, nasihatçi ve ibret dersi olduğunu görüyoruz. Yaşar Alptekin, Fatih Camii avlusunda gördüğü manzaradan nasıl etkilendiğini şöyle anlatıyor:
“Bir an kendimi düşündüm. Nasıl olsa bir gün gelecek ve ben de ölecektim. Acaba şu tabut içinde yatan ben olsaydım, ondan farklı mı olacaktım? Birlikte götürebileceğim bir şey var mıydı? Ya da beni yapayalnız çıktığım yolculukta kurtaracak iyi bir amelim olmuş muydu?
Geçmişime baktım. ışlediğim günahlar gözümün önüne geldi. Ömrümü boşa geçirmiştim. Demek ki, ben, kırk iki sene boyunca havaya, suya yazı yazmıştım. Bir korku sardı içimi. Ben kendimi sıfır gibi görüyordum. Gençlere kötü örnek olmuş, hal ve hareketlerinde aşırıya kaçmış, dejenerasyona uğramış bir insandım ben.
Bu düşünceler içinde yavaş yavaş başımı gayri ihtiyari sol tarafıma çevirdim. Çınar ağacının dibinde yaşlı bir kadın, sürekli hiç kimseye bakmadan sallanarak dua okuyordu. Hipnoza girmiş gibi kadına bakakalmıştım. Etrafımdaki binlerce insanın sesi kesilmişti. Hiçbir şey duymuyordum. Kendi nefesimi bile. Sanki ben sadece bilinç olarak orada vardım ve o kadını izliyordum... Bir rüyanın gözleri gibiydim ve kadın da rüyanın kendisiydi sanki. Binlerce insanın sesi kesildi ve dünyanın geriye kalanı silindi gibi bir şey. Sonra aniden, sanki gündüz vakti kısacık bir uykudan uyanır gibi irkilip kendime geldim. Sağ tarafıma dönüp arkadaşıma daha önce hiç düşünmediğim ve tasarlamadığım bir cümle kurdum: ‘Bana namaz kılmasını öğretir misin?’”
Namazın kerameti
ışte burada namazın muhteşem bir kerametini görüyoruz. Hani hidayet öncesi insanlar önce dini araştırmaya başlar, bilgisini geliştirir, aylar belki yıllar sonra namaza başlar. Meselâ, Halit Ertuğrul’un bir öğrencisi iken hidayetle şereflenen Düzceli Mehmed, hidayet sürecine girdikten sekiz ay sonra namaza başlar. Yine onun Kendini Arayan Adam kitabının gerçek bir kahramanı olan Salih Gökkaya, Halit Hocayla yaptığı on beş saatlik bir konuşmadan sonra ilk namazını kılar.
Yaşar Alptekin’in hidayetle buluşmasının maddî bir sebebi yoktur. Bir kişiden, bir kitap veya konuşmadan etkilenmiş değildir. Bir anda cenaze namazına gitmek istemiş ve hiç hazırlanma süreci yaşamadan namaza başlamıştır. Dolayısıyla Cenab-ı Hak, Hadi ve Mühdî isimlerini âdeta sebepsiz, doğrudan doğruya tecelli ettirmiştir.
ılk namazını kılmak için evde arkadaşından namaz kılmasını öğrenmesi, sure ve duaları ezberlemesi de muhteşemdir. O gece saat 22:00’ye kadar sabah namazını nasıl kılacağını öğrenmiş, evde sabırsızlıkla 02:00’ye kadar beklemiş, neden sonra Mehmed Çavuş Camiinin yolunu tutmuştur.
“42 yıl kaçtığım Efendimin huzurundaydım”
Bundan sonrasını da samimî ifadelerinden okuyalım:
“Camiye yürüyerek vardım. Cami kapalıydı. Orada 2-3 saat üşüyerek bekledim. Sonra yaşlı bir amca geldi ve kapıyı açıp içeriye girdi. Peşinden ben de içeriye girdim. Beni görmesinler diye de sütunların arkasına gizlendim. Çünkü, yanlışım çıkarsa kovulmaktan korkuyordum. Daha önce de camiye gitmiştim elbette. Ama bir turist gibi. ılk defa bir camiye o niyetle ve o yürekle gittim.
ınceliyorum, bütün figürleri, bütün nesneleri, hatta halıları bile. O sırada yaşlı amcalar geldi. Birbirlerine hal hatır sordular, sonra hepsi dizildi en öne. Bense cesaret edemiyorum onların yanına gitmeye.
Camide tam diz çökmüş yerde otururken, bir sesle irkildim. Sanki deprem olmuş, yer gök sarsılıyordu. Ezan sesini duyduğum zaman, en küçük hücrelerim bile titremeye başladı.
ışte bu yıllardır hasret kaldığım ezandı. Ayağa kalktığımda hâlâ titriyordum. Ben ezan sesini daha önce de duymuştum, ama ilk defa o kadar kuvvetli, o kadar derinden hissetmiştim. Ben hâlâ titriyordum. Cemaatten o kadar gizliyim ki. Sütunların arkasındayım. Onlardan saklanıyorum. Dünyevî hiçbir şey düşünmeden, öyle bir namaz kıldım ki. ışte bir köle olduğum halde 42 yıldır kaçtığım Efendimin huzurundayım. Beni yaratan, büyüten, besleyen, her ihtiyacımı karşılayan, adeta koskoca kâinatı bana bağışlayan Yüceler Yücesiyle beraberim. O namazdaki duygu selini anlatacak kelime bulamıyorum.
O gün camiye gittim ve bakan gözlerim ‘gören gözlere’ dönüştü. Her gördüğüm bana Rabbimi hatırlattı ve yüzümdeki tebessüm her geçen gün daha da arttı. Belki de Bediüzzaman’ın, ‘ıman insanı insan eder, belki insanı sultan eder’ sözlerini yaşamaya başlamıştım.”
ılk namaz kıldığı günü doğum günüydü
Kendisi sürekli, “Ben üç yaşındayım” dediği için “hiç doğum gününü kutlayıp kutlamadığını” sormuştum. “Hayır” cevabını alınca, ilk sabah namazını kıldığı günün yıldönümü olan 13 Nisan 2007 Cuma günü bir grup arkadaşla sabah namazı için Eyüp Sultan Camiine davet ettik. Namazdan sonra kahvaltı yapıp ilk doğum gününü kutlayıp, seccade, tespih ve takke hediye ettik. Çok duygulandı ve gözyaşlarına boğuldu.
Sanırım, “Gözler yalan söylemez” sözü, ona çok yakışıyor. Üç yıldır gözyaşı döküyor ve hidayete ermenin sevincini çevresiyle paylaşıyor. Sürekli, “Bana gül bahçesi miras kalmadı. Ben çöplükten geldim. Bu yüzden gül bahçesinin yaprağını, dalını, dikenini bile seviyorum, kokluyorum” diyerek, belki de çoğumuzun farkında olmadığı en muhteşem zenginliği, en harika mutluluğu hatırlatıyor: Hidayet nimeti, iman saadeti, namaz cenneti.
Yaşar Alptekin, hem hidayet sürecini bütün ayrıntılarıyla anlatıyor, hem de başta gençlere ve herkese tavsiyelerde bulunuyordu. Radyo ve televizyonda anlattıklarının tümünü aktarmak isterdim. Ama bu yazımızın sınırlarını aşar. En iyisi Nesil Yayınlarından çıkan “Namazla Yeniden Doğdum” isimli muhteşem kitabını okuyun.
Yaşar Alptekin’in vesile olduğu hidayetler
Yaşar Alptekin’le birlikte olduğumuz radyo, televizyon, imza ve panel programlarında dikkatimi çeken ve beni en çok mutlu eden husus şuydu: O çok tanınıyor, onu insanlar çok seviyor, ondan çok etkileniyor.
Niçin çok etkileniyorlar?
Çünkü o, birçok gencin hayalini süsleyen “dışı süs içi pis” olan bir dünyayı hiçe saydı; kimilerinin özlemi olan para, şöhret, kadın ve eğlencenin zirvesini elinin tersiyle itti ve ıslam’ın güzelliğine, imana, ahlâka, namaza sığındı.
Yaşadığı değişimi anlatmak, insanları güzelliklere davet etmek için kitap yazdı. “Namazla Yeniden Doğdum” isimli kitabı, hem sevilerek okunuyor, hem de insanları etkiliyor. şimdiye kadar birçok genç, bir solukta okuduklarını ve namaza başladıklarını müjdeledi.
“Oğlum TV’de sizi gördü, namaza başladı”
ışte bunlardan birkaç örnek:
Bayrampaşa’dan arayan bir baba, “Oğlum sizi televizyonda izlemiş. Namaza başladı. Allah sizden razı olsun” diyerek müjdeyi veriyor.
50 yaşlarında bir hanım kitabını okuduktan sonra şöyle diyor Yaşar Alptekin’e: “Bir mankenin kitabıyla namaza başlayacağım hiç hatırıma gelmezdi.”
Denizli’den ıstanbul’a gelip öğrencileriyle ziyaret eden ve kitap imzalatan bir öğretmenin mesajı da ilginç: “Biz sizi unutamıyoruz. ıstanbul’un manevî havası ve sizin ihlâsınızla umuda yeniden sarıldık.”
Yakında evlenecek bir delikanlı ise, Eminönü’ne gelinlik almaya geldiklerini belirttikten sonra, “Cumayı Rüstem Paşa Camii’nde kıldık. Kendime şaşırdım, dua ettiğim isimlerdendin. Kitabın için sağ ol” diyor.
Çerkezköy’de verdiği konferansın arkasından namaza başladığını müjdeleyen bir genç ise, dualar ettiğini ve tekrar dinlemek istediğini söylüyor.
şu cep mesajı ise bir anneden geliyor: “Ben sabah namazına erken kalkmazdım. Kızım Duygu şimdi sabah namazı delisi oldu. Rabbim sizden ve Cemil Hocadan razı olsun.”
Ona yardımcı olmalıyız
şimdi hepimize düşen bir görev var: Onun hidayetini, dinimizi güzelce anlatmaya bir vesile kabul ederek, kitabına sahip çıkmak, çevreye tanıtmak, konferans programları düzenlemek, gerçekten de üç yaşındaki bir çocuk safiyetinde olan Yaşar Alptekin’e yardımcı olmak.
Çünkü o, “Gençlere kötü örnek oldum, çok günah işledim; iyi işler yapmak, geçmişimi tamir etmek istiyorum” diyor.
Biz de yürekten, “Hoş geldin gül bahçesine. ınşaallah hem geçmişin acısını çıkarır, hem daha ilerisine gidersin” diyoruz.
[img:132:200]http://www.hanimlar.com/image/yazi_img/yasaralptekin.jpg[/img]
Kaynak: Hanimlar.org