Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

MeRCaNDeDe

Stajyer

  • Konuyu başlatan "MeRCaNDeDe"

Mesajlar: 119

Konum: ıstanbul

Meslek: Hamal

  • Özel mesaj gönder

1

16.06.2004, 18:58

Serzeniş



Etrafımıza bir bakalım, her tarafta şuurluca Din-i Mübin-i ıslama yapılan saldırılar var. Bu manzara karşısında kalbine bıçak saplanmış gibi yara aldığını hissetmiyen, hatta ölmeyen insanın diniyle kalbî irtibatını gözden geçirmesi lazım. “Allah onlara fırsat vermez ki?” deyip kenara çekilenlere, gamsız ve dertsiz laubalice hayat sürenlere sormak isterim; siz bu sözlerinizle Allah'a tevekkülünüzü mü ifade ediyorsunuz? Bence hayır; çünkü Cenab-ı Hakkın, bu lütfu ihsan buyuracağı seviyenin insanı böyle demez. Ne yaptık şimdiye kadar O'nun için? Gecelerimizde kaç damla göz yaşı var seccadelerimizde? Kaç defa inledik, ah u vah ettik Din-i Mübin-i ıslam için? Kaç defa yüreklerimizi deldik Allah aşkına?

Allah sonsuz hikmeti icabı kendi varlığını inkar edenlere bile imkanlar verir. Bolluk ve refah içinde hayat sürmelerini murad edebilir. Onlara bakıp “bize de versin” demek hem Allah'a, hem de mensubu olduğumuz dine ve dinî düşünceye karşı saygısızlıktır. Biz kendimize bakalım; bakalım ve O'na layık, O'nun lütuf ve ihsanlarına layık kul olmaya çalışalım.

Hem biz bozuk olduktan sonra devletler muvazenesinde hakim unsur olmuşuz olmamışız ne ifade eder ki? Yarım yamalak müslümanlıkla bir yere varılamaz. O yarım yamalak müslümanlar değil mi Osmanlı'yı batıran? Hakperest olmalı, Allah'tan güzel şeyler istemeden önce o güzelliklere layık olmayı dilemeli. “Allahümme ahsin âkıbetenâ fi ümûri külliha – Allahım! Bütün işlerimizde akibet u encamımızı güzel eyle”

ınanmıyorum ben bizim samimi olduğumuza.. her tarafımızdan riya dökülüyor.. her davranışımız gösteriş.. nefsani bir sürü açıklarımız var.. zaaflarımız diz boyu. Tövbe kapısı sûrun üfleneceği ana kadar açıktır ve Allah'ın affetmeyeceği günah da yok. Öyleyse halimizi düzeltmek, kötülüklerden nedamet duymak, bir daha tövbeler tövbesi demek, kendimizi istikamete zorlamak, kendimize rağmen istikamette yaşamak için ne bekliyoruz? Niçin nefsaniliğe açık pencerelerden ağyar yüzüne bakıyoruz? Niçin nifak emareleri taşıyoruz?

Nefsim için söylediğimi zannetmiyorum bu sözleri. Çünkü nefsim için kavga etmiyorum ben. Ama hakikat-ı imaniyeye karşı lakaytlığı hazmedemiyorum. Neden imanda derinleşme gibi bir mefkûremiz yok? Neden elimizin altında hazine gibi eserlere yabancıyız? Neden onları okurken yabancılar gibi ağzımızda geveliyoruz? Neden ibadet ü taatimiz bizim gafletimizin gölgesinde cereyan ediyor? Neden okumayı, düşünmeyi, evrad u ezkarı angarya gibi kabul ediyoruz? Neden bazen yaptıklarımıza riya karıştırıyoruz? Neden hüsûf ve küsûf yaşıyor kalplerimiz? Neden, neden? ışte bu nedenlere cevap bulamıyorum ben.

Bu can sıkıntısı beni çok meşgul ediyor. Çoklarınızın idrak boyutunun üstünde hassas ve fazlasıyla duyarlı bir insanım. Yüzüne vurmasam bile birinin riyası beni bir gün rahatsız eder. Mesela birisi yok yere sesini yükseltiyorsa namazda, tesbihatta. Biliyorum ki gönlü yok sesinin içinde. Amelinin üzerine kezzap döküyor, farkında değil. Ama söyleyemiyorsun. Söylememe iradî fakat hissetme ve anlama gayri iradi. Ve olan bana oluyor.

Bir özenti, bir imrenme, bir taklit, bir yabancılaşma düşüncesi, bir mâsiyet hissi, küçük bile olsa günahı kâle almama, hareketin haysiyetini düşünmeme, gayri ciddi, laubali davranma almış başını gidiyor. Yara bunların hepsi. Zahirî yara ise bunlar zamanla geçer, ama ya batınî ise? Ya kalpte oturmuş ise? ışte böylesi basit müdahaleler ile geçmiyor, çok güçlü ameliyat-i cerrahiyeler istiyor. Üstad buyuruyor ki, "ıçimizi dışımıza çevirseler Hazreti Eyüp aleyhisselam'dan daha dertli olduğumuz görülecektir.

Mâsiyeti hafife alanlar var. Mesâvî ahlak üzerine bir tortu gibi oturmuş. Para zaafı var kimilerinde. Kimilerinde yeme-içme gibi oldukça basit cismani zaaflar var. Bazılarında daha başka nefsani arızalar var. Ve daha ilerisinde Allah'ın haram kıldığı münasebetlere “Keşke meşru olsaydı!” diyenler. “Keşke küfrün mahsuru olmasaydı!” demek gibi şeyler bunlar.

Halbuki insan kendi zaaflarını bir şekilde görebilir, görmelidir de. Efendimiz'le (sallallahu aleyhi vesellem), ashab-ı kiramla, her dönemde davranışlarını örnek aldığı insanlarla kendini kıyas ederek boşluklarını görebilir. Aksi halde bu zaaf ve boşluklar farkında olmadan tabiat haline gelebilir. Bu da kalbin tab'ına (mühürlenmesine) vesile olur. şeytanın durumu da böyledir. Yoksa şeytan bilmiyor değildi hak ve hakikatı. Allah hakkında malumata sahipti. “Senin ululuğuna kasem ederim ki Sen galipsin.” diyor şeytan Allah'a. ızzetine yemin ediyor O'nun. Fakat Kur'an'a karşı asi, Allah'ın emirlerine karşı isyankar. Işığın yanında zulmet gibi koruyor kendisini. şeytan böyle davranıyor çünkü tabiatına öyle mal olmuş. Öyle bir noktada tutuyor ki kendini, oradan ayrılması mümkün değil. Adeta kilitlemiş kendisini. ınsan da böyledir, bir şeye kilitlenirse, ona zıt olan en yumuşak şeylere bile tepki verir. ışte şeytan da küfre böyle kilitlenmiş ve günah işlemek tabiatı haline gelmiş.

Evet, Allah içimizi dışımız gibi, dışımızı da içimiz gibi biliyor. Onun için bu zaaf ve boşluklar tabiat haline gelmeden terbiye edilmesi, izlerinin silin

Muhammed Fethullah Gülen
herkul.org
Bir Savaşçıdır Kalbim...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir