Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

MeRCaNDeDe

Stajyer

  • Konuyu başlatan "MeRCaNDeDe"

Mesajlar: 119

Konum: ıstanbul

Meslek: Hamal

  • Özel mesaj gönder

1

15.06.2004, 14:23

İslam'da Bence ve bana göre...ler.

Kalemlerin işlediği cinayetlerin en kötüsü. şey, kalemlerin yaptığı toplu katliamların demek daha münasipti. Bu katliamlardan birisi, belki de birincilerinden birisi: umumi hakikatleri, şahıslara izafetle takyit etmek ve o takyitle o hakikatleri idam etmektir! ınsanın, haşyetullah ile tir tir olarak söylemeye ancak cesaret edebileceği nice dinî konularda çok rahatlıkla “bence” diyerek, sonsuz murâd-ı ilâhîyi bir “bence”ye indirgeyebilmektedirler.

Kur’an ve sünnetin açık nasslarını, muhkem ve mutlak hakikatlerini bir şahsa nispet ederek, “falana göre” ön kayıtı ile vermek, en azından o nassların, muhataplarına tesirini kırmak ve genel kabulünü öldürmek derecesinde yaralamak demektir. Sabit olan hakikatlerin değişken olan doğrular -içtihatlar ve yorumlar- gibi belli şahıslara izafe edilerek, onların şahsî görüşleriymiş gibi takdim edilmesi, söz konusu hakikatleri şahıslara yedirmek olur. Yedirmek? Neden? Çünkü hiçbir akıl, bir başka aklı -kendinden üstün olduğunu bilse bile- olduğu gibi kabul etmez. Ancak akılları aşkın bir kaynaktan geldiğini bildiği takdirde o hakikatleri olduğu gibi kabul eder, onlara iman eder, edebilir. Kaldı ki semavî kitapları inkar edenlerin, iman edenlerden çok olması ve imanı zayıf olanların, bütün olanlardan fazla olması da tarihî bir gerçektir.

Bir doçentin bir makalesinden şu cümleyi ele alalım örneğin: “Mevlânâ’ya göre nefis, insanın düşmanıdır.” Bu cümlede korkunç bir cinayet vardır. şöyle ki: Nefsin insana düşman olduğu hakikati, Kur’an ve sünnetin zâhir nassları ile sabittir. “Muhakkak ki nefis (insana) daima kötülüğü emredicidir...” [Yusuf 12/53] âyeti, her Müslümanın bedihiyat denilen (ıslam toplumunda gayet doğal olarak ve mecburen öğrendiği) malumatı cinsindendir. Nefsin insanın düşmanı olduğu, Mevlânâ’nın nasslar üzerindeki bir yorumu, değerlendirmesi değildir ki ona ve şahsına nispet edilsin ve “Ona göre” olsun. Konu, daha nice misaller serdedilerek genişletilebilir, ancak meselenin özünü anlamada bir misal yetse gerektir.

Mutlak ve sabit hakikatleri, fani şahıslara izafe etmek bir salgın hastalıktır. Bu hastalık, felsefeciler karşısında kendini aşağılanmış gören, hakir bulan, kişiliksiz, şahsiyetsiz, taklitçi zihniyet sahiplerinde belli aralıklarla sık sık nüksetmektedir. Hatta yer yer ıslam toplumuna bile sirayet edebilmektedir. Pek çok dengeleri ve değerleri alt üst eden batıcılık, bizim geleneksel ve dinî üslûbumuzu, yorum tarzımızı ve ifade şeklimizi de olumsuz anlamda etkilemiştir. Bizde de artık “ben” merkezli anlatımlar çoğalmakta, yaygınlaşmakta ve sanki benliği inşa etmiş olmanın bir göstergesi olarak algılanmaktadır. Oysa bu, kibrin amcazâdesidir ve bir aldanmışlıktır. ıhlâsa ulaşmada mecburen geçilen riya koridoru gibi, âcilen geçilmesi gereken bir vetiredir.

Kelimeler, insanın düşüncelerini, yaşam felsefesini ve hatta inançlarını bazen belirtir, bazen de belirler. Sürekli kahredilen birinin ümitsizlik hastalığına yakalanmaması, devamlı teşvik edilen birinin de aşk u şevkle dolmaması düşünülemez. Kelimeleri önemsemeyen, varlığı önemsemeyen insandır. Lafızlar manayı açar veya örter. Mana, ruhtur. Ruh, hayattır. Ruhsuz, manasız sözcükler, hayatiyetini kaybetmiş demektir ve kadavralar can bağışlamaktan uzaktırlar. Ben merkezli söz, fiil ve davranışların ahirette rıza-i ilahî ve sevâp cinsinden bir karşılığı olmasa gerektir.

“Kant’ta tanrı düşüncesi.” Bu ve benzeri şeyler, tanrılarını ve onun özelliklerini bile kendileri belirleyen eski felsefecilere güzel yakışıyor. Müslüman yazarlar, sabit hakikatleri, şahıslara bağlamak gaflet ve -kasıtlı ise- hıyanetine düşmemeliler. ılâhî olan hakikatleri, insana nispet ederek beşerî imiş gibi göstermemelidirler. Özellikle, ancak haber-i sâdıkla (vahy-i ilâhî) bilinebilecek mevzularda söz söylerken âzâmî derecede dikkatli olmalı, hassas davranmalıdırlar.

ıçtihat sahası da aklın at oynatması için yeterince geniş bırakılmıştır. Kur’ân ve Sünnet kaynaklı gerçekler, “göre” kaydı olmaksızın takdim edilmeli. Mevrid-i nassta içtihada mesağ yoktur. Umumî gerçeklerden yola çıkılarak yapılan indî yorumlar, ferdî içtihatlar ve kişisel değerlendirmeler ancak, “bence, bana göre, ona göre” gibi kayıtlarla verilmelidir. Takdim tarzında yapılan bir usûl hatası, nice büyük gerçekleri kurban ediyor; etmemeli, ettirmemeli...

Musa HUB
Bir Savaşçıdır Kalbim...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir