Dinler Arası Diyalogun Uhreviyatı. Müslümanlar ıle Hıristiyanlar Kardeş Oluyor: "Kıyamet" Yakın!
Türkiye'deki dinler arası diyalogun yeni gelişmelerini herkes istediği gibi yorumluyor. Bazıları bunu bir kıyamet alameti olarak görüyorlar, zira Said Nursi'ye göre, "Sahih bir hadis ile de sabittir ki Âhir Zaman'a doğru, hakikî Hıristiyan din adamları Kur'ân'ın sâlikleriyle ittifakat edecekler ve müşterek düşmanları olan kâfirlere karşı duracaklar..." [16] ve "Bu hareketin (ateizmin) çok kuvvetli göründüğü o zamanda hakikî Hıristiyanlık ortaya çıkacak, yani semadan ilâhî rahmet inecek; hali hazırdaki Hıristiyanlık dini böyle bir hakikat karşısında arınacak, batıl itikatlardan ve tahriflerden uzaklaşarak, ıslâm'a doğru manevî bir inkılâb geçirecek..." [17]
Said Nursi bu satırları yazdığı sırada, dinler arası basit bir diyalogdan da öte hiç şüphesiz bir ihtida hareketini hedefliyordu. [18] Günümüzdeki dinler arası diyalog henüz bu durumda değil, fakat bunun genel bir şaşkınlık doğurduğu açıktır. 9 şubat 1994'teki Milletlerarası Barış ve Hoşgörü Konferansı münasebetiyle Fener patriği tarafından verilen resepsiyon konusunda Papalık Naibi Monsenyör Pelâtre şunları yazıyordu: "Patrikliğin salonlarında sarıklı Müslümanların Ortodoks Metropolitlerinin başlıkları ile, yeşiller giyinmiş Arnavutluk Bektaşi din adamlarını Katolik Kilisesinin bir Kardinali yanında kardeşler hâline geldiğini görmek, hiç görülmüş şey değildi. Bu yerde Ekümenik Patriğin hemen yanı başındaki Müslümanlara Ramazan dolayısıyla tebrikini sunduğunu duymak alışılmadık bir şeydi. Konferansın Genel Asamblesi boyunca, Türkiye Diyanet ışleri Başkanı ile Fener Patriğinin ve diğer Yahudi delegelerle birlikte Baş Haham şeneier'in yan yana oturdukları görülüyordu." [19]
Bu söz konusu hadis tarafından işaret edilmiş olan kıyamet alâmeti midir? Bir başka deyişle "Kıyamet" yaklaşıyor mu? Bu hususta herhangi bir dinî otorite tarafından hiçbir beyanatta bulunulmadı. Kıyamet, ıslâm âleminde, değişik şekilleri altında Hıristiyanlık ve Yahudilikte görmüş olduğu özel ilgi ve kabulü nadiren bulur. Bununla beraber oldukça yakın bir zamanda, dindar Müslümanların bu meseleyi ciddi ciddi düşünmeleri beklenebilir. Müslüman dindarlığı kıyamet söylemine pek eğilimli değilse de, esrarlı söyleme meyyaldir. Onun için Gülen'in Papa ile buluşmasının ardından basında -ıslâmcı olduğu kadar solcu basında da! -Gülen'in gizli -in pectore- bir kardinal olduğunu zımnen ima eden makalelerin çıktığı görüldü. [20]
Bir Tahlil Denemesi
Türkiye, tarihindeki dinler arası buluşmalarda zengin bir tecrübeye sahip olmakla haklı olarak övünebilirse de, çağdaş manada kurumlaşmış dinler arası diyalog bakımından henüz emekleme devresindedir. Cumhuriyetin ilk on yıllarında, dinler arası diyalogdan ziyade devletler-arası münasebetler söz konusuydu: Genç Cumhuriyet, büyük ihtimalle, hoşgörülü olduğunun işaretini vermek ve böylece Batılılaşma iradesini göstermek istiyordu. 1967'de bile, Papa ile siyasî sorumluların temasa geçmesi bahis mevzuuydu, ıstanbul Müftüsü ise tokalaşmakla yetinmek mecburiyetindeydi. Siyaset, dinî olandan önce geliyordu. Bugünün diyalogunun Müslüman muhatapları çok farklı: Zaman zaman devlet yetkililerinin tasvibiyle hareket eden, konuşmaları meşhur "Türk-ıslâm" sentezi ile dopdolu din adamları var artık. Acaba bu belli bir gelişmenin sessizce kabulü mü?
Said Nursi tarafından öngörülen safhaya ulaşmaktan çok uzak olan dinler arası diyalogun hedefleri ve müstakbel süreci henüz belirsizliğini koruyor. Diğer taraftan, dinler arası diyalogdan her birinin beklediği şeyi açık bir şekilde belirleyebilmek de zor. Barışa hizmet için karşılıklı en iyi anlaşma arayışı ortak ideal olarak öngörülüyor, fakat cemaatlerin farklı beklentileri de var: Türk ilâhiyatçılar Hıristiyanlık konusunda bilgilenmeye çalışıyorlar, halbuki pek çoğu üstün derecede ıslâm uzmanı olan Katolik ilâhiyatçılar "Türk" ıslâm'ını tanımak arzusundalar. Doğu kiliseleri için diyalog,basit bir fikrî çabanın ötesinde, tarihî sebeplerden ötürü tanınmamış olan kimliklerini kabul ettirmenin ve yakın komşuları Müslümanlarla ilişkilerini düzeltmenin bir aracı olabilir. Fethullahçı Müslüman hareketi açısından dinler arası diyalog, dünya çapında yürüttükleri faaliyetlerin olmazsa olmaz bir şartıdır. Diğer Müslüman Türk hareket ve grupları açısındansa, dinler arası diyalog 24 Temmuz 1923 Lozan Anlaşması'nın III. Paragrafı gereğince, Türkiye'deki gayrimüslim azınlıkların faydalandıkları hukukî statüye benzer bir duruma fiilen erişmenin yolları arasında yer alabilir. [21]
Gerek iç ve gerekse dış siyasetin gelgitleri bu münasebetleri etkilemekten geri kalmıyor: Fener ve Ermeni patrikhanelerinin durumları bu konuda tipik örneklerdir. [22] Misyonerlik yapmakla veya ortadaki çatışmaları ve şimdiki gerginlikleri fitillemekle itham edilmek endişesinden ötürü diyalogun tarafları tedbirli, hatta korkak davranmaya devam ediyorlar.
şimdiye kadar dinler arası diyalog iradesi, kendi cemaatlerince izlenen Monsenyör Dubois, Patrik Bartholomeos, Fethullah Gülen gibi karizmatik şahsiyetler tarafından yürütülen daha ziyade ferdî bir tavır alış olarak gözüküyor. Gelecek bize Müslüman Türk toplumunun bütünü itibariyle dinler arası diyalogdan yana olup olmadığını söyleyecek. Resmî teşebbüslere gelince, Diyanet ışleri Başkanlığı'nın faaliyetleri biraz gecikmiş ve oldukça çekingen gözüküyor. Gerçekten de, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana başkanlık dini konularda inisiyatifi tekelinde tutuyor ve hükümete doğrudan bağlı bulunuyor: Başkanlığın açıklamaları, siyasî nüfuzun çok güçlü etkisinde bulunuyor. Halbuki dinler arası diyalogun çağdaş aktörleri, ilâhiyat düzeyinde kalmayı ve politik müdahalelerden uzak olmayı tercih ediyorlar. Bir faaliyet teklifi söz konusu olduğunda Hıristiyan Kiliseleri, çabuk karar alma mekânizmaları bulunan sivil toplum kuruluşlarına müracaat ediyorlar oysa Başkanlığın faaliyetleri için hükümetin oluru gerekiyor. Öte yandan- Avrupa'da idarî birimler, çoğu zaman tarikat veya benzeri diğer gruplara sıkı sıkıya bağlı, bağımsız Müslüman teşekkülleri muhatap almaya ve böylece de Başkanlığın müdahalesinden kaçmaya başladılar. Bazı Avrupa devletleri, Başkanlık tarafından kendi vatandaşlarına rehberlik için gönderilen din adamları, Türklerin içinde yaşadıkları toplumla bütünleşmesine mâni oldukları ve tıpkı millî Kiliseler gibi, millî Müslüman teşkilâtlarla teşriki mesai etmeyi tercih ettikleri kanaatindeler. Hollanda, Müslüman din adamları kadrosunu hazırlamak gayesiyle, Erasmus projesi çerçevesi içinde, bir imam-hatip okulu açmış bulunuyor. [23]
Dinler arası diyalogun şimdiki hâli sanırım bizim iyimser olmamıza imkân tanıyor. Diyaloga girme konusunda Müslüman Türkler tarafından esaslı bir irade var, halbuki geçmişte ıslâm-Hıristiyan diyalogu umumiyetle tek yanlı bir Hıristiyan teşebbüsü olarak görünüyordu. [24] Gün yüzüne çıkan birkaç çekingen girişim, insanlık için ancak yararlı olabilecek bir yaklaşımın nüvelerini taşıyor: Milletlerarası Barış ve Hoşgörü Konferansı'na (bkz. Yukarıda sözünü ettik) iştirak edenlerin hepsi, öz itibariyle, Allah adına savaşı haklı göremeyeceklerini ve din adına işlenen bir cinayetin dine karşı bir cinayet olduğunu açıklamada ittifak ediyorlardı. [25] Bu umutlara rağmen, dinler arası diyalogun hâlâ art niyetler, entrika girişimleri saklamasından ve komplo teorilerine dayanan sert ret tepkiler görmesinden korkulmalıdır. Papa VI. Paul'un ziyaretiyle ilgili basında çıkan yorumların o sıralar bundan Türk turizminin ne gibi yararlar sağlayabileceği üzerine odaklanmış olduğunu burada hatırlatalım. Aynı şekilde bugün, Denizli şehrinin yetkilileri 2000 yılında "inanç turizmi" düzenlenmesi için Hıristiyan din otoriteleriyle temasa geçmek istediklerinde, (Fethullahçı) Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'na müracaat ediyorlar. Vakıf da fırsatçı davranışlarından dolayı onları kınamakla birlikte kendilerine yardımcı oluyor. Din ayırımı yapmaksızın söyleyelim ki Müslüman tarafında olduğu kadar Hıristiyan tarafında da bazen suya sabuna dokunmaz görünen bir konuşmanın bile zaman zaman apaçık bir din yayıcılık gayreti taşıdığı oluyor. Öbür taraftan, aşırı solcu (maoist) bir fraksiyonun haftalık propaganda dergisinde, gelişen dinler arası diyalogun gerisinde Vatikan'ın gizli emperyalizminin yattığı iddia ediliyor ve çok sert bir üslûp ve ifadelerle Amerikan oyunlarından dem vuruluyor. [26]
Bundan böyle "küresel köy" demek âdet haline gelmiş olan şu dünyada temas her hâlükârda kaçınılmazdır. Yabancı şirketlerin ve yatırımların sayısı günden güne artıyor: ıstanbul'un ve daha bir çok şehrin sokaklarında rastlanılan bütün bu yabancıların sadece bir kültürleri, bir dilleri, bir yemek alışkanlıkları... değil, aynı zamanda ve çocuklukla bizimkinden farklı bir dinleri bulunduğunu da bilip anlamanın zamanıdır. [27] "Başkası"nı tanımanın dayanılmaz eğilimi, zengin bir ortak değerler ve de kavramlar mirasının keşfine götürebilir, bu da ön yargıya dayalı farklılıkları ve başkalıkları gölgede bırakır. Büyük batılılaşma çabası ve Avrupa Birliği'ne alınma arzusu içindeki Türkiye Batı medeniyetinin Yahudi-Hıristiyan veçhesi karşısında lâkayt kalamaz. Büyük çoğunluğu itibariyle Müslüman olan ve siyasî-hukukî laik bir yapıya sahip bulunan Türkiye, Batı medeniyetinin Yahudi-Hıristiyan veçhesi karşısında lâkayt kalamaz. Büyük çoğunluğu itibariyle Müslüman olan ve siyasi-hukuki laik bir yapıya Batının toplumla ve politikayla münasebetleri bakımından dinini -dinlerini- tanımaya ve böylece de Batının geçmişinin tecrübesini göz önünde bulundurmaya davet ediliyor, üstelik belki başka bir Müslüman ülkeden çok daha fazla. [28] Belki de burada söz konusu olan, "din, mezhep ve kültür çoğulculuğunu insanın vazgeçemeyeceği bir zenginlik kaynağı şeklinde, dış dünyaya açılan bir pencere niteliğinde ve insan deneyimini zenginleştirmenin bir aracı tarzında yada demokratik bir toplumun esası ve laik devletin temeli olarak kabul etmeye karşı bir meydan okumadır...." [29] Bu sorgulamalar diyalogun bütün tarafları için ancak yarar sağlayabilir: "Hıristiyanlar ile Müslümanlar birbirlerinden pek çok şey öğrenebilirler. Birbirlerine karşı bir dosdoğru yaşama meydana okuma yapabilir ve durmadan öğütleye geldikleri büyük maneviyat âlemlerini ve ahlâkı fiiliyatta da gerçekleştirebilirler." [30]
[16] Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, s. 141. Bkz. Aksiyon, S. 167 (14-20 şubat 199
, s. 31.
[17] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s. 54. Bkz. Köprü, S. 116 (Kasım 1987), s. 11.
[18] Yukarıda zikrettiğimiz birinci paragraf, düşman olarak damgalanmış olan dinsizlere karşı bir ıslâm-Hıristiyan ittifakını öngörür. Böyle bir teşebbüs laik bir devlet içinde en azından arzu edilmez gözüküyor, bu da dinlerarası diyalog konusunda Cumhuriyetin çekincelerini izah edebilir. ıkinci paragrafa gelince, burada görülen din yayıcı yaklaşımın, diyaloğun Hıristiyan kesimi tarafından hiç tasvip görmeyeceğini söylemeye hacet yok. Bkz. Mesela, Jacob, "Les relations... ılişkiler...", s. 116.
[19] Bkz. Pésence, Mart 1994, (zikreden Jacob, "Les relations..."), s. 111.
[20] Biz bu terimle ilâhiyat doktrini olarak dini değil, bir topluma has dinî zihniyeti kastediyoruz.
[21] Bkz. Ahmed Réchid, "Türkiye'de Geçmişte ve Hâlihazırda Azınlık Hakları", Revue Générale de Droit International Public, c. 42, 1935; Emre Öktem, "Azınlıklar Meselesinin Tarihî Gelişimi ve Türkiye'de Azınlıklar Konusunda Lozan Anlaşmasıyla Kurulan Rejim", Turkish Revew of Balkan Studies, 1996/97, s. 3.
[22] ılginç olduğu için kaydedelim ki yeni Ermeni patriğinin seçimi ve boş kalan patriklik koltuğunun durumu ile ilgili kriz (yaz 199
sırasında, (Ekim 1998'de patrik seçilen) Monsenyör Mutafyan, eserleri ıslâm-Hıristiyan ilişkileri hakkında teolojik ve felsefî düşünceler bakımından zengin, seçkin hukukçu ve Müslüman düşünür Prof. Hüseyin Hatemi'nin hukukî desteğinden yararlanmıştı. Bkz. Hüseyin Hatemi, Batılılaşma, Bir Yayınları, 1987 ıstanbul.
[23] Bkz. Avni Özgürel, "Diyanetin Dünü ve Yarını", Radikal, 22 Haziran 2000; Avni Özgürel, "Diyanet ve Avrasya", Radikal, 1 Ağustos 2000.
[24] Bkz. Etienne Renaud, "Müslümanlar Tarafından Görülen ıslâm-Hıristiyan Diyaloğu", Islamochristiana, S. 23, 1997, s. 111.
[25] Jacob, "Les relations...", s. 111.
[26] Erkin Aytunç, "Diyanet'ten ısa Propagandası"; Nail Bulut, "Diyanet'i Diyalog ıçin Ecevit ile Özkan Görevlendirdi", Aydınlık, 6 Ağustos 2000, s. 6-7. Diyanet ışleri Başkanlığı, Ekim 2000'de, Efes'te bir oturumu "ısa'nın dili Aramca"ya hasredilecek olan bir diyalog sempozyumu düzenlemeyi tasarlıyor. Aydınlık dergisi şimdiden Başkanlığı "ısa'nın dilinde propaganda yapmak"la itham ediyor!
[27]Basın Ankara'da büyük bir Protestan kilisesinin inşa edileceği haberini verdi. Protestan misyoner faaliyetleri gerçekten de şu son senelerde, bazen başarısız olmakla birlikte, fevkalâde gelişme gösteriyor. 17 Ağustos 1999 depreminden sonra, birçok Protestan teşkilâtı, Avrupa ınsan Hakları Mahkemesi'nin içtihadında tarif edildiği şekliyle "suistimale dayalı din yayıcılık" niteliği taşıyabilecek faaliyetleri deprem bölgesinde yürütmüşlerdir. Bkz. Kokkinakis C., Yunanistan, 14307/88, 25 Mayıs 1993 kararı, "....bir dine girmelerini sağlamak gayesiyle, çaresizlik veya ihtiyaç içindeki kişilere maddî ve sosyal avantajlar sunan veya suistimale dayalı bir baskı icra eden faaliyet (şekline bürünebilen, gerçek Hıristiyanlaştırmanın) bozulması veya saptırılması..."
[28] Amerikan siyaset bilimcisi, özellikle Türkiye konusunda uzmanlaşmış, Rand Carporation üyesi Graham Fuller 1995'ten Lan Lesser'le birlikte A sense of Siege: The Geopolitics of Islam and the West (Westview Press, Inc. U.S. 1995) adlı bir kitap neşretti. Kitapta ileri sürdüğü fikirler konusunda Türk gazeteciler tarafından kendisine sorular yöneltilen Fuller, Batılıların "Ilımlı ılâm" ile diyaloğa girmelerinde yarar olduğunu tekrar dile getirdi. Fuller, Huntington'un medeniyetler çatışması tezini reddediyor. Fuller'e göre, askerî, psikolojik, siyasî, ekonomik, sosyal, tarihî mahiyetteki çatışmalar, dinî çatışmalar kılığı içinde kendini gösterir. Hakiki çatışma Hz. ısa ile Hz. Muhammed arasında değildir. Bkz. "Çelişki Muhammed ile ısa arasında değil", Graham Fuller ile görüşme, şahin Alpay ve Nilüfer Kuyaş, Millîyet, 21 Ağustos 1995.
[29] Saud al Mawla, Etudes arabes, S. 88-89, 1995/1-2, s. 57, zikreden Renaud, "Le dialogue islamo-chrétien...", s. 137.
[30] Aref Ali Nayed, "Dialogical Engagement as Vigilant Remembrence (Dhikr)", Islamochristiana, S. 21, s. 25, 1995. (Biz Etienne Renaud'nun Fransızca tercümesini kullandık, "Le dialogue islamo-chrétien..", s. 128.)