Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Sultan

Stajyer

  • Konuyu başlatan "Sultan"

Mesajlar: 99

Konum: Kütahya

Meslek: Dağcı

Hobiler: Kızak, yüzme, orman gezileri

  • Özel mesaj gönder

1

20.05.2004, 03:53

"Kurtla kuzuyu birleştirmek"

Kurtla kuzuyu birleştirmek iddiası taşıyan Harran toplantılarının üçüncüsü, “Dinlerarası Diyalog” aşkına, Mardin’deki Kasımiye Medresesi’nde yapıldı. Bin yıllık medrese bundan memnun mu oldu, yoksa için için ağladı mı, bunu anlamak için toplantının şekline göz atalım:

Medresenin avlusunda üç ayrı dinden insanlar toplanmış. ıçlerinde papaz ve hahamların da bulunduğu, siyah dinî kisvelerinden hemen anlaşılıyor. ıslâmı temsilen müftü de var mı, belli değil... Takdimcinin takdiminden anlıyoruz ki, kravatlı fakat sarıksız olarak ıstanbul Müftüsü de oradaymış.

En başta kıyafette bile eşitsizlik olacak da, siz de bu toplantıdan fayda umacaksınız. Heyhât.

Bakıyorsunuz ki, tarihinde kapısından istavroz, yani Hıristiyan haçı ve 6 köşeli Yahudi yıldızı girmemiş olan tarihi medresenin duvarlarına, yer yer haç ve Yahudi yıldızı asılmış...

Oysa, bu medresede senelerce Kur’an’ın şu mealdeki âyetleri tekrar edildi durdu: “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir diyenler, Allah üçün üçüncüsüdür diyenler kâfirdir. Size en şiddetli düşmanlık besleyenler Yahudilerdir. Hıristiyan ve Yahudilere uyarsanız, sizi kâfir yaparlar. Siz onların dinine girmedikçe, onlar sizden asla razı olmazlar...”

Bu ayetlerin hükmü mü kalktı? Yoksa Hıristiyan ve Yahudiler değişti mi? Bunu anlamak için Afganistan ve Irak’a ve Ortadoğu’ya bir göz atıvermek yeter.

Toplantıda kısa saçlı, uzun boylu birisi takdimcilik yapıyordu. Onu da size ben takdim edeyim: Bu zât, fıkıh âlimlerine ve fıkha zıt. Buna karşılık “insanlığı kurtaracak olan ıncil’dir” iddiasında bulunan ve bu hususta bir de kitap yazan bir yayıncıyla iyi dost. “Derviş dervişi bulur tekkede” kabilinden onun dükkânına gelip gidiyor. ıki ay önce o yayınevinde karşılaşmıştık. Bana aynen şöyle söyledi: “Bana fıkıhçılardan bahsetme. Biz fıkıhçıları sevmiyoruz.”

Dinlerarası Diyalogcular, bula bula takdimci olarak işte onu bulmuşlar. Sayın takdimci zaten bu düşüncedeki bir kuruluşta muhabir olarak çalışıyor.

Fıkıh nedir? Fıkıh kitapları abdest, namaz, oruç, hac, zekât, nikâh gibi ibadetlerden bahseder. Bu kitaplar olmasa ibadetlerin nasıl yapılacağını bilemeyiz. Dinlerarası Diyalog toplantısının takdimcisinin sevmediği kimseler, işte bu kitapları yazan âlimler...

Değerli okuyucular, ıslâm’ın ilk yıllarında, namaz vakitlerinin bilinmesi için çeşitli teklifler olmuştu. Bazıları, “Yâ Resulallah, namaz vakti girince çan çalınsın; çan sesini duyar, namaza geliriz” demişlerdi de, Peygamberimiz, “Hayır! Çan Hıristiyanlara benzemek olur” diye derhal reddetmişti. Mardin toplantısındaysa, çan sesiyle karışık ezan okutturdular. Bir de, “Ezan sesinin çan sesini saygıyla selâmladığı toplantı” diye övünüyorlar.

Kurban derisi tamimiyle bizi derinden yaralayan ıçişleri Bakanı Sayın Abdülkadir Aksu, bu toplantıda da, “Müslümanlık, Hıristiyanlık ve Yahudilik aynı inançlara sahiptir” diyerek, ikinci defa yaraladı.

Hıristiyanlar Allah’ın üç olduğuna inanıyorlar. Yahudiler Hz. Nuh’a oğlunun -hâşâ- tecavüz ettiğine ve Hz. Lut’un, sarhoş olup kendi kızlarına tecavüz ettiğine ve kızların babalarından hamile kaldıklarına inanıyorlar. Hâşâ, biz Müslümanlar bu inançlara mı sahibiz!..

Diyalogcular, “ortak inançlara sahibiz” diyebilirler. Biz ise asla... Ve kimse, “Müslümanlar onlarla aynı inanca sahiptir” diye bizim namımıza konuşamaz; siz de konuşamazsınız Sayın Bakan! Konuşmamalıydınız. Özür dileyip, sözünüzü geri almalısınız...

Bakan Bey’in yanlış konuşmasına karşı, Fener Patriği, “Aramızda ilahiyat farklılıkları mevcuttur” diyerek doğru konuştu. Farklılığı ıspat edercesine de, “Bizler tanrının sadık evlâtlarıyız” dedi... Allah’a evlât isnat etmek en büyük farklardan birisidir ve Kur’an’ın beyanına göre, “Allah evlât edindi” dedikleri için, gök çatlayacak hale gelmektedir. Böyle inananlar, buyursun inansın!

Bartholomeos, “Teröristler, masum insanları öldürmektedirler” dedi. ABD askerleri terörist olarak anılmadıklarına göre, terörist denilenler sakın tanka taşla karşılık verenler olmasınlar?

Ve dedi ki, “ıbrahim bizi başkalarının günahlarını hoş görmeye çağırıyor.”

Sen Diyalog ve Hoşgörü toplantısına çağırırsan, o da gelir; “Günahları hoş görelim” der... Gelin öyleyse, Irak’ta yapılanları hoş görelim...


_____________________
Ali Eren
Vakit - 20.05.2004
Sevgi Çiçekleri

Risale Okuyorum

Üyeliği İptal Edildi

  • "Risale Okuyorum" bir erkek
  • "Risale Okuyorum" adlı kullanıcı yasaklandı

Mesajlar: 663

Konum: Ankara

Meslek: Öğrenci

Hobiler: İnternet, Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

2

21.05.2004, 15:34

Dinler arası diyalog konusunda Milli Görüşe mensup kardeşlerimizin yanlış kanıda olduklarını düşünüyorum. Zira daha öncesinde de AB için Hristiyan klübü diyen bu kardeşlerimiz bugün farklı düşünmektedirler....

Bununla birlikte Dinler Arası Diyalog'dan maksat gaye birliğidir. Ortak gaye ise dinsizlik, anarşi ve terör musibetlerine karşı güç birliğine varmaktır.

Ümitvar olunuz! şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sada ıslam'ın sadası olacaktır.
"şimdi oku, kabirde okuyamazsın!" (Zübeyir Gündüzalp)

Sultan

Stajyer

  • Konuyu başlatan "Sultan"

Mesajlar: 99

Konum: Kütahya

Meslek: Dağcı

Hobiler: Kızak, yüzme, orman gezileri

  • Özel mesaj gönder

3

02.06.2004, 17:51

Alıntı sahibi ""Risale Okuyorum""



Bununla birlikte Dinler Arası Diyalog'dan maksat gaye birliğidir. Ortak gaye ise dinsizlik, anarşi ve terör musibetlerine karşı güç birliğine varmaktır.

.


Diyalog kurmak istediginiz muhataplariniz da keske böyle düsünebilse..

mesela yahudilerin tek ideali olan israil ne yapiyor?

mesela hristiyanlarin merkezi sayilan Watikan neyin pesinde?

Deve kusu gibi kafamiza kuma gömmenin alemi yok..

Hic bir müslüman kilise canlari altinda ezan sesinin ayni mabette dinlenilmesine katlanamaz.
Sevgi Çiçekleri

4

03.06.2004, 08:04

saygıdeğer Sultan kardeşim;

hiç bir meselede ifrat ve tefrit uygun değildir.

sizin yukarıda bahsettiğiniz konuda haklı olduğunuzu düşünüyorum.
çünkü yazıda bahis konusu olan "müslüman-hıristiyan diyaloğu" ifrata varmış bir tarzdır. Ve bu tür bir diylog tarzı Risale-i Nurun prensiplerine de uygun değildir.

fakat müslüman-hıristiyan diyaloğunu kökten reddetmekle siz de tefrite düşüyorsunuz. Hırıstiyan dünyasına islamı anlatabilmek için ciddi ve yapıcı ve tutarlı bir diyalog tarzına ihtiyaç olduğu açıktır.

bu da Risale-i Nurun tarzı ile olur.
Üstad hazretleri "Kuranı ve peygamberimizi" kabul eden hırıstiyanların elh-i necat olacaklarını söyler.

bu noktada bizim diyalogtan anlayacağımız ıslamın hakikatlerini ve güzelliklerini hırıstiyan dünyasına anlatmaktır. Yoksa onların bozulmuş inanç ve düşüncelerini canlandırmak ve onlar karşısında ezilmek değil.

üstelik bu diyalog hırıstiyan dünyası ile olmalı.
yahudiden pek diyalog olmaz gibi gözüküyor.
Risale-i Nurda özellikle hırıstıyanlar ile diyaloğa vuru yapılmış.

saygılar

5

03.06.2004, 10:29

Suda unutulmamaliki ,islamin güzelliklerini alip kendi güzelliklerini gibi sunmaya basladilar ,bunada cok dikkat etmeliyiz ,cok sinsi bir hareket icerisindeler ,Ben dinler arasi diyaloga karsiyim ,ayeti kerime buyuruyorki siz onlardan olmadiginiz müddetce ,onlar sizi kendi icerisinde kabul etmezler ,ve bu hakikaten böyledir ,müslümanlarin aldatildiklari devir gecti diye düsünüyorum Insallah yanilmiyorumdur..
Ümitvar olunuz..

6

03.06.2004, 12:37

Ali ımran Suresi:
64-De ki: "Ey kendilerine kitap verilenler, gelin aramızda ortak bir kelimede birleşelim, Allah'tan başkasına tapmayalım, O'na hiçbir ortak koşmayalım ve Allah'tan başka kimimiz kimimizi Rab edinmesin!" Eğer bundan yüz çevirirlerse: "Bizim gerçekten müslüman olduğumuza şahit olun!" deyin.


Bizim onların dininden bir şey almaya ihtiyacımız yok,
fakat onların bizden alması gereken çok şey var,

"Dinler arası diyalog" olayını nasıl anladığımıza bağlı bunun yanlış olup olmadığı,


Misâl;

Onlar der ki:"Meryem (a.s.) oğlu Mesih ısa (a.s.) peygamberdir"

Biz de deriz ki: "Evet öyledir,biz de Onu peygamber kabul ederiz,severiz,saygı duyarız,hürmet ederiz."

Onlar der ki:"Meryem (a.s.) oğlu ısa (a.s.) (haşa) Allah'ın oğludur"

Biz de deriz ki:"Haşa ve kella,asla ve kat'a, Allah her türlü eksikten münezzehtir,O hiç bir zaman evlat edinmemiştir."

Burada konuşmalar olur.Tabiat Risalesinde geçtiği gibi deriz ki :"Nasıl bir şehirde bir vali,bütün bir orduyu yöneten bir kumandan varsa gördüğün bütün bu akıl almaz şahane işleri de yöneten bir tek Kadir-i Zülcelâl vardır.Nasıl ki bir şehirde birden fazla vali olursa karışıklıklar olur, haşa O'nun işine müdahale eden olsaydı bu mükemmel düzende karışıklıklar olur,uzayda yıldızlar birbirine girerdi.Hem Rabbimizin bize bildirdiğine göre,hem Rabbimizin bize verdiği akla göre bu terstir.ısa (a.s.) bin Meryem (a.s.) Allah'ın sevdiği kullarındandır,peygamberidir."


----------------------------------------



Allah'ın Peygamberimiz Muhammed Mustafa aleyhissâlâtu vesselâm efendimize vahyettiği haktır,

O zaman çekinmeyin ve hatırlayın ki:

ısra 81:
Ve de ki: "Hak geldi, batıl yok oldu; gerçekten batıl pek zavallıdır!"

7

03.06.2004, 13:22

Dalgalar halinde geliyorlar...

Kasaları tıka basa dolu. Milyarlarca dolar paraları var. On binlerce okul ve yardım kuruluşuna sahipler. Pek çok batılı hükümetten doğrudan destek alıyorlar. "Eleman" derseniz, ibadullah. ıki milyon civarında inanmış insanla mücadele ediyorlar.

Sürekli saldırıyorlar.

Yavaş yavaş değerlerimizi yok etmeye çalışıyorlar.

Sistemli olarak Hz. Muhammed'i küçük düşürme stratejisi izliyorlar. ıslam inancının altını oyuyorlar.

Hedeflerinden biri de Türkiye.

Üstelik, bütün bunları gizli-saklı da yapmıyorlar. Açıktan, göz göre göre, göstere göstere faaliyetlerini sürdürüyorlar.

Özbekistan'da, 7 ayrı misyonerlik teşkilatına bağlı 63 cemaat faaliyet gösteriyor. 10 binin üzerinde misyonerleri var.

Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Azerbaycan'da, "Yehova şahitleri", "Barış Gönüllüleri" ve "Presbiteryenler" adı altında at koşturuyorlar.

Türkiye'deki yığınakları çok daha fazla...

Herkes faaliyetlerinden haberdar. Buna rağmen, gerçek sayıları bilinmiyor. Üstüne üstlük, yaz aylarında yeniden atağa geçecekler. Yığınaklarını iyice arttıracaklar.

* * *

Amaç belli:

- Yeryüzünde kendi dinlerini hâkim kılmak!

Bunun gereğini de sistemli olarak yerine getiriyorlar. Papalığın, en önemli hedefi ve ideali bu.

Papa, 22 Ocak 1991'de bir bildiri yayınladı...

ABD Başkanı, 3 Mart 1992'de bir konuşma yaptı...

Her ikisinde de aynı talimat yer aldı:

"Misyonerlerin, kilise öğretileri ve Hristiyanlığın yayılması için özellikle eski komünist blok, üçüncü dünya ve ıslam ülkelerine yayılmaları."

Yıllardır, bu talimatı yerine getirmeye çalışıyorlar.

Bugün, ABD yönetiminin hedefi de aynı. Başkan Bush'un koyu bir Hristiyan olduğunu, kilise öğretilerini dünyaya yaymak için çabaladığını artık bilmeyen yok.

Zaten, Irak Harekâtı başlarken, açık açık söyledi:

- Bu bir Haçlı seferidir!

* * *

Türkiye'nin dört bir yanı kaçak kilise dolu. Bunların büyük bölümü tespit edilmiş durumda.

Artık, gizli vaftiz görüntüleri, istihbarat birimlerinin elinden işporta tezgâhlarına kadar düştü.

Propaganda kitapları, ilkokullara kadar girdi. Minicik çocuklara, "Resimli Roman" adı altında Hristiyanlık propagandası yapan kitaplar dağıtılıyor.

Özel kurulmuş radyolara sahipler. Her gün, belli saatlerde ıncil'den pasajlar okuyorlar. Hristiyanlığa davetler çıkarıyorlar.

Peki, herhangi bir tedbir alınabiliyor mu?

Elbette hayır!

Çünkü, bütün bunlar "Din özgürlüğü" kisvesi adı altında yapılıyor. AB de Türkiye'yi sıkıştırıp, misyonerlere "dikensiz gül bahçesi" oluşturmaya çalışıyor.

"Aman Avrupa rahatsız olacak" düşüncesiyle, kimse sesini çıkaramıyor!

* * *

Karşımızdaki fotoğraf son derece net:

Hedef, Türk toplumunu Hristiyanlaştırmak!

Bunu, artık Sağır Sultan bile duydu. Türk Devleti de bütün ayrıntıları ile durumun gayet iyi farkında.

Alınan bir tedbir yok.

Tersine, misyonerlik faaliyetlerine altyapı oluşturmak için elden gelen de yapılıyor. Bilerek ya da bilmeyerek!

Biz, onlarla değil, kendi dinimizle savaşıyoruz!..

Kendi kendimizi yerden yere vuruyoruz.

Misyonerlik faaliyetlerine sesimizi çıkardığımız yok. Kaçak kiliseleri sadece seyretmekle yetiniyoruz...

ımam hatipleri ise, ayaklar altına alıyoruz!

Baksanıza, günlerdir tekrarlananlar hep aynı...

ımam hatipleri "irtica yuvası" olarak gösteriyoruz. Rejim düşmanı ve zararlı kuruluşlar olarak ilan ediyoruz.

Misyonerler de zil takıp oynuyorlar!

Biz, önlerindeki bütün engelleri temizliyoruz. Yollarını alabildiğine açıyoruz. Onlar da ellerini kollarını sallaya sallaya geçiyorlar!

Öylesine şaşkın bir haldeyiz ki, durumumuz evlere şenlik!

Emin Pazarcı
Tercüman-3.6.2003



Bu yazı benim çok garibime gitti.Biz diyalog kurmaya çalışıyoruz. Dinsizlikle mücadele için. Onlar kuyumuzu kazmak için bin bir vaadle müslümanları kandırmaya çalışıyorlar.

Bu noktada Abdurrahim Karakoç'un hiç aklımdan çıkmayan bir şiiri geldi aklıma. sizlerle paylaşmak istiyorum kardeşlerim.

Mektup yazdım Hasan'a
Ha Hasan'a ha sana.

HASAN'A MEKTUP
Çok oku, çok düşün, çok şeyler anla,
Aha bu mektubu alınca Hasan
Manalar iplikten incedir amma,
Kelimeler biraz kalınca Hasan.

Gene ağzımızı açmıyor bıçak
Huzur size ömür... Dert salkım-saçak
Oyuna kalkıyor yüzlerce köçek
Batıdan bir hava çalınca Hasan

Kök saldı bahçeye AYRIK OTLARI,
Yemler pay edildi, sattık atları.
Biz kovalım derken baştan bitleri,
Sülükler yapıştı kulunca Hasan

Süt dolu güğümü çalarız taşa;
Kutsal görevimiz(!) "Sağ ol, çok yaşa"
Mülkte hakikati aramak boşa,
Tüm suçlular güçlü olunca Hasan.

Derisini yüzdük demokrasinin
ışi iştir imtiyazlı asinin,
Hakikatte vahşi, sözde vasinin
Dörtnala gidiyor yolunca Hasan

Canım hürriyeti koydunsa ara!
Ekmek yalınayak kaçtı dağlara...
Çevremize küsmüş kardeşlik var ya,
Haber ver, izini bulunca Hasan.

Soysuzlar "taş" atar mukaddesata;
Karşı durmazsak bizdedir hata.
Tahammül teşviktir böyle hayata;
Öl... ınsan küçülmez ölünce be Hasan

8

03.06.2004, 14:56

Arkadaslar umidinizi ve sevkinizi artıracagini dusundugum "DÜNYA'NIN MUHTELıF ÜLKELERıNDEN NUR HıZMETLERıYLE ALAKALI GELEN MEKTUPLAR.." www.saidur.com adresinden okursanız...Birkac nur talebesinin gittikleri ulkelerde nasil manevi fetihlere vesile oldugunu goreceksiniz,insallah...
Onlarin bunca maddi imkanlarla kendi insanlarina bile anlatamadiklari Allah inancini ve dini ihlasli bir kac musluman basariyorlar...

Bir ornek olarak filipinlerden gelen 3. mektup:

BISMILLAHIRRAHMANIRRAHIM

ASSALAMU ALAIKUM WA RAHMATULLAHI WA BARAKATUHU



BISMILLAHIRRAHMANIRRAHIM

ASSALAMU ALAIKUM WA RAHMATULLAHI WA BARAKATUHU


Muhterem Abiler;


Nur davasinin, Risale-i Nur eserlerinin ve Hz. Nur Ustadimizin vazifesinin Filipinler'de, basta baskent Manila olmak uzere, simdi muhtelif vesileler vasitasiyla diger adalarda da inkisafini ve intisarini bayram telakki ediyor, bu bayrami tebrik manasinda bir iki mujdeli haber arzetmek istiyoruz.

4-5 ay evvel "hakikat merkezi" diye bir organizasyonu ziyaret etmis, kitaplarimizdan vermis, Resul-i Ekrem (ASM) ve Hz. Ustad'dan bahsetmistik. Bir kac hafta sonra da, bu organizasyonun genel baskani dersanemizi ziyaret etmis, gece gec vakitlere kadar Risale-i Nur okumus mutaala etmistik.

Ve gecen gunlerde sayin baskan, Vic Hao Chin Jr bizi arayarak soyle dedi; "Bohol adasinda, tum Filipinler temsilcilerimizin katilacagi, Felsefe Semineri duzenliyoruz, sizin isminizi de konusmacilar listesine yazdim, Said Nursi ve Risale-i Nur hususunda bilgi verebilir misiniz? Ucak biletleriniz ve oteliniz ayarlandi."

Zaten biz de, bir zemin ve zaman ariyorduk, ve kabul ettik. Sempozyumun mevzuu, "Dinler isigi altinda kisisel gelisim, insan, meditasyon" Biz ise "Risale-i Nur ve Hz.Bediuzzaman" baslikli bir yazi hazirladik.

Cuma gunu sabah saat 06.00'da Manila'dan hareket ettik, Manila'dan bir bucuk saat mesafede. Bohol adasinin baskenti Tagbilaran'da sabah kahvaltisini yaptik. Daha kahvalti esnasinda, Musluman oldugumuzu, Turk oldugumuzu duyanlar kahvalti suresince sualler tevcih ettiler. Bu kahvaltidan belli oldu ki, sempozyum suresince yogun olacagiz. Buradan, sempozyumun yapilacagi Karmen adasina gectik. Bu adanin ozelligi, burada 1268 tepecik var. Otelimiz bu tepelerden en buyugune kurulmus, otelden ucsuz bucaksiz ovaya bakinca, yemyesil adanin her tarafinda, dest-i hikmetle sacilmis 1268 tepecik
goruyorsunuz.

Cuma gunu ikindiyi muteakip sempozyum basladi. Hindistan'dan Budizm temsilcileri, Hinduizm temsilcileri, Filipinler'in hemen hemen her tarafindan Hristiyan komiteleri, Kilise temsilcileri, interfaith komitelerinin onde gelenleri katilmisti. Biz ise(Ingilizce hocamiz ve biz) sempozyumdaki tek Musluman temsilciydik. Dolayisiyla uzerimizdeki vazife, sadece Risale-i Nuru ve Nur Ustadimizi anlatmak degil, temel olarak da olsa Islam'dan da bahsetmek oldugunu farkettik.

Sempozyumda dort konusmaci vardi, bizim haricimizdeki uc konusmaci Self integration, meditasyon, dinler arasi dialog, sevgi, baris icinde yasanabilir bir toplum vs. mevzularda konustular. Herbir konusmacinin konusmasindan sonra aralar verildi, kahve ve yemek aralari. Ne zamanki ara verildi, biz hemen kitaplarimizi dagitmaya basladik, zaten fitri olarak bir kaynasma olmustu.

Sempozyumun basinda konusmacilar takdim edildiginde bizim Turkiye'den oldugumuz, Musluman oldugumuz soylendiginden, herkes tanismak istiyor, birseyler sormak istiyorlardi. Mevlana soruluyor, dagittigimiz kitaplar soruluyor, Hz.Ustad'i soruyorlardi.

Ozellikle bu aralarda Hocamizin etrafinda hep 10-15 kisilik gruplar oluyor, O da sevkle Hz.Ustadin hayatini, Risale-i Nurlarin nasil yazildigini anlatiyordu, bazen Ingilizce bazen Tagalogca. Bazen agliyor, Ustadimizin cektilerini anlatiyordu, hatta bir ara soyle dedi; "Siz burada meditasyondan bahsediyorsunuz, bir insan dusununki, mekani daglar, magaralar, surgun koseleri ve hapishaneler, fakat o mekan boyutunu coktan asmis ve hayati meditasyonla gecmis, her an tefekkur halinde bir insan, her an dusunen bir insan, herseyin guzel yanina bakabilen bir insan, yazdigi eserler ile kainati degistiren ve degistirecek bir insan, az uyuyan, az yiyen, az konusan fakat hikmetli konusan; hikmet insani (the man of wisdom) tefekkur insani. ilaahir..

Gece odama cekildigimde, iki rahip geldi. Beraberce Hz.Ustad'dan dersimizi aldik. Ihlas risalesindeki Hristiyanlarla alakali hasiyeden, 20.Mektuba kadar cok guzel sohbetler ettik. Onlarda incil getirmislerdi. Oradan okudular bana. Mevzu tevhid oldugundan, ben musaade isteyip ellerindeki Incil'i aldim ve oradan okumaya basladim.

Sadece bir misal; "Musa aglayarak kavmine dedi; Rabbimiz olan Allah'dan baska Rab yok, O tektir, nicin Ona es ararsiniz." 16.Mektuptan 16.Isarette yeralan bazi ayetleri hususiyle Incil'deki ayetleri okuduk, Onlar da ayeti okuyup, hemen Incil'den buluyorlar ve saskinlikla, "Bu Zat'in bu ayetleri bilebilmesi
icin butun Incili cok iyi bilmesi icab eder" diyorlardi.

Fakat birisi dedi: "Aslinda buradaki mujdeler, Hz.Muhammed'den degil, Holy Spirit (kutsal ruhtan) haber veriyor." cevaben dedik; "Hz.Isa kendisinden sonra gelecek birisini mujdeliyor, eger dediginiz gibi olsa, kutsal ruhun Hz.Isa'dan sonra gelecek birisi olmasi icabederki, bu incile ters, zira Rabbimiz Hz. Isa'yi Hz. Meryem'e mujdelerken Kutsal Ruhu gonderdigini soyler. Yine mesela son yemekte Havarilerine hitaben "Where I m going, you cant go with me, but dont worry, the Helper will come, he will tell the truth about Allah" "Ben gidiyorum, siz ise gelemezsiniz benim gittigim yere, fakat korkmayin, uzulmeyin, O (yardim edici) gelecek ve O Allah hakkinda hakikati soyleyecek" ve bu hakikatin da hakikatini Risale-i Nurdan 19. Mektup'dan okuduk, kisaca nev'i beserin besten birisini ve kure-i arzin yarisini hukmune tabi eden, kendisine Allah tarafindan inzal edilen Kuran ile Allah hakkinda hakikati beyan eden, Hz.Isa'dan sonra gelen, Hz.Muhammed'den baska kim vardir?

Sonunda dediler: "Biz geldik, Incil ile seni iknaya, fakat kabul ediyoruz Hz.Muhammed Peygamberdir, yani Musa gibi, Yunus gibi bir peygamberdir. Fakat Isa baskadir.." dediler. Biz kitaplarimizdan verdik, dua ettik, Rabbim hidayet nasip etsin diye...

Cumartesi sabahi bize, gecen donem icisleri bakani, bu donem milli guvenlik bakani olan ve basbakanliga aday oldugu icin istifa eden buranin en buyuk partilerinden birisinin genel baskani Ping Lacson'un ayni otelde oldugunu soylediler. Bu zati, bir vesile bularak ziyaret ettik. 20 dakika kadar Risale-i Nur dan ve Hz. Ustad'dan bahsettikten sonra kitaplarimizdan verdik. O da sonunda "cok mesgulum fakat okumaya calisacagim " dedi ve ekledi: "Bana Turkiye'den bir arastirmaci-yazar gelmis, sizinle gorusmek, roportaj yapmak istiyor dediler, ben siz bana soru soracaksiniz, ben de cevapliyacam diye bekliyordum, fakat siz anlattiniz, ben dinledim, ben sordum siz cevapladiniz, yani ben arastirmaci oldum, siz benim arastirmama konu, cok memnunum, tesekkur ederim, Muslumanlar bu ulkede ikinci sinif vatandas degiller, ileride herhangi bir konuda komitenize yardim edebilecegim bir konu olursa bana ulasmanizi isterim..." sekreterlerine ve korumalarina da kitaplar verdik...

Cumartesi Risale-i Nur gunu idi. Bir saate yakin bir konusma biz yaptik, Risale-i Nur'dan insan ile alakali bahisleri okuduk. (23.soz, 11.soz, Asay-i Musa'dan 7. meseledeki o uzun paragraf, 31.pencere. vs yerlerden) Daha onceden bir fotokopi cektirip buralari hazirlayip dagitmistik zaten. Sualler geldi buralarla alakali, ve iki defa 11. Soz'deki hayatin gayelerini tekrar tekrar okumamiz istendi. 85 yasinda felsefe profosoru bir hanim soz istedi, (bu hanim ayni zamanda 'theosophical society'nin Filipinler genel baskani) ve soyle dedi: "Ben bugune kadar, bu yasima kadar, insan ile alakali yuzlerce kitap okudum, Aristo'dan, Avi Cenna (Ibni Sina'dan), Sokrates'den, eski yunan felsefecilerinden, modern asir dusunurlerine kadar binlerle kitaplar okudum, kendim kitaplar yazdim; insan denen mucizeyle alakali, fakat bu genc; benim dortte bir yasimda, hic bir akademik kariyere sahip degil, fakat benim butun o ders aldiklarima Bediuzzaman'in kitaplarindan ders verebilir. Ben bugune kadar 70 senemi felsefeye verdim, fakat utanc icerisindeyim, ve hem cok mutluyum.. utanc icerisindeyim, zira 85 yasindayim fakat Said Nursi'yi tanimadim, cok mutluyum, cunki olmeden Allah bana Onu ve fikirlerini tanittirdi, insani kesfeden bir insan buldum, size tavsiyem; 70 senelik felsefe calismak yerine Said Nursi'yi okuyun..." Bu uzun ve cok tesirli konusmadan sonra tekrar insanin tarifi deyip fihristevari o mukemmel tarifi okuduk, kelime kelime, cumle cumle...

Bunun akabinde Hocamiz soz isteyip mikrofon basina geldi ve 10 dakika isteyip 40 dakika Hz.Ustad'in hayatindan bahsetti. Kendisinde husule gelen inkilabattan da bahisler acti. Risale-i Nurun bu millete pirinc (burada ekmek yok, hep pirinc lapasi yiyorlar) kadar zaruri oldugunu anlatti. Konusmalarimizin akabinde, coklari kendi vilayetlerine konusma yapmamiz icin davet ettiler,adresler verdiler,kesinlikle kitaplari gondermemizi istediler. Pazartesi saat besteydi ucagimiz, "bu vakte kadar ne yapalim" diye dusunurken, kaldigimiz yere bazi ziyaretciler gelip, kitaplardan istediler. Biz de elimizde kalan kitaplardan (Hasir risalesi gibi Ayetul kubra gibi) verdik. Dediler: "Burada muslumanlarin yasadigi yerler var, hayret icindeydik, kimse bize burada muslumanlarin oldugunu soylememisti, ne ise hemen ciktik yola, ilk duragimiz cok fakir bir mahalle idi, yol yok, dogru durust ev yok fakat camileri var. Imam Haci Nur Ampa bizi karsiladi, 25 aile musluman olduklarini
soyledi, dedim: "eviniz yok dogru durust, fakat caminiz var" dedi; "Rasulullah Medine'ye gittiginde evi yoktu, ama cami insaatina basladilar once, biz de buraya gelince coluk cocuk once cami yaptik, evimiz yok ama bes vakit ezan sesimiz var, evlerimize de basladik, hukumet yardim ediyor, bu arsayi hazineden verdiler.."

Simdi bunu sunun icin arzediyoruz: Iste bu imana sahip bu insanlar, bir de Risale-i Nur'la imanlarini takviye etseler, Filipinler kavim kavim, kabile kabile Islamiyet'e dehalet etmez mi? Bunlara kitaplarimizdan, burada fotokopi ile cogalttigimiz 23.Soz ve 20.Mektup'dan verdik. Bize bir adres daha verdiler, orada da manzara ayni idi, Ustad Habib Tanda buranin imami, "Ar-Rahim" diye ustunu cadir ile kapattiklari, etrafi acik bir camileri var, ogle namazini kildiktan sonra, musaade isteyip tesbihati aciktan yaptik, cok hoslarina gitti, bir kac sayfada ders okuduk. Burada da 100 aile vardi. Bohol adasinin toplam nufusu 1 milyon 200 bin, Musluman olarak 1000 aile kadarlar, yani 5000 civarinda Musluman var...

En son olarak valiyi ve belediye baskanini ve baskent kutuphanesini ziyaret edip Risale-i Nurlari biraktik... InshaAllah dua edin, haftaya Hz.Ustad ve Risale-i Nur ile alakali Tagalogca ve ingilizce hazirladigimiz kitapcigimizdan 10000 adet bastirmis olacagiz, su anda matbaada baskisi devam ediyor... Uzun yazdik, hakkinizi helal edin, Duaniza cok muhtac kardesleriniz

S.T, E., M.R.
Ey bu yerlerin hakimi!Senin bahtına düştüm.Sana dahalet ediyorum ve sana hizmetkarım ve senin rızanı istiyorum ve seni arıyorum.

MeRCaNDeDe

Stajyer

Mesajlar: 119

Konum: ıstanbul

Meslek: Hamal

  • Özel mesaj gönder

9

03.06.2004, 15:21

Bazı meseleler varki ifadesi de zor anlatılmasıda,anlaşılmasıda.Hele hele bu işler Hudeybiye Barışı gibi bir hadise olunca kardeşlerimizin itirazlarını anlamak daha anlaşılır oluyor.Zira Hudeybiyede Peygamber SAV'a itiraz eden Sahabe idi.

Elimizde bir ayna yok ki geleceği gösterelim.Nur Talebesi olmayan kardeşlerin itirazlarını anlamak mümkünde Nurtalebesi olanların itirazlarını anlamakdaha zor sanırım.Zira kardeşlerimiz meşveretsiz işlerin yürümeyeceğini anlamaları lazım.Hele hele Risale-i Nur okuyan kardeşlerimizi Üstadın ısevi ruhanilerinin tevhid etrafında birleşeceği müjdesini hatırlamamaları çok acı.(Sikke-i Tasdiki Gaybi)

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendiye itiraz edenlerin mazisi elbette yeni değil.Bizimde amacımız Fethullah Güleni savunmak değil.Kendiside buna onay vermiyor zaten.Sadece kardeşlerimizin çok aceleci ve çok nefisperver davrandıklarıdır.Hayatımıza bir baksak içimiz dışımıza bir yansısa bunu görebilsek kendi halimizin şahsi durumumuzun gerçekliği karşısında paramparça olmamız içten bile değil.1980 de başlayan itirazların şu an devam eden noktası 2004 dür.Ve bu inanın son bulacakta değil.Ancak Nesiller geçtikçe yapılan hizmetlerin mantığıve durumu daha iyi anlaşılacaktır.Yada nasibi olanlar için.

Boğazımıza kadar battığımız çamurları bırakıp karşımızdaki insanların ayaklarındaki çamurlar bizim gözümüze batmamalı.Davamız Hakk ise neden yaralanıyorsunuz ki.Allah haşa aciz yada görmezlikten mi geliyor.

Kafirin ortada oynadığı bir oyun var ve bu oyunları şu halimizde güçlü manevralarla geçiştirip ileri bir manevra yapmamız onların oyunlarıyla onları vurmamız ve Allahın hesabınıda göz önüne almamız gereklidir.Müslümanlar artık rahat olsunlar.Bu din ne Fethullah Gülenler yıkılır nede başka biri tarafından hiç değilse buna inanın artık.
Bir Savaşçıdır Kalbim...

MeRCaNDeDe

Stajyer

Mesajlar: 119

Konum: ıstanbul

Meslek: Hamal

  • Özel mesaj gönder

10

03.06.2004, 15:24

"... Herkes kelime-i tevhidi esas alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta kelime-i tevhidin ikinci bölümünü, yani 'Muhammed Allah'ın rasûlüdür' kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar eden kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır. Zira, hadislere göre, kıyamet günü Allah'ın sonsuz rahmeti öyle bir tecelli edecek ki şeytan bile umuda kapılacak ve bu rahmetten istifade edip edemeyeceğini merak edecek. Böylesine âlicenap bir merhamet karşısında, bizim cimrilik etmemiz ve bu cimriliği temsil etmemiz tasavvur edilemez. Hem sonra bunun bizimle alâkası ne? Hükümranlık O'nun, hazine O'nun, hepsi O'nun kulları... Öyleyse herkes haddi aşmaktan sakınmalıdır."

Fethullah Gülen'in bir kitabından (Fasıldan Fasıla) alınmış olan bu paragraf, bir Katolik din adamı tarafından fotokopi ile çoğaltılarak, Müslüman dostlarına -tıpkı kendi cemaatinden kimselere dinî resimler dağıtır gibi- dağıtılmıştır. Bu paragraf, dinlerarası diyalog konusunda en aktif rol oynayan Fethullahcı hareketin kalkış noktasını özetlemektedir.

Fethullah Gülen, IV. Vatikan konsilinden çok daha önce bir diyalog başlatmış bulunan Said Nursi'nin bir tilmizidir. Gerçekten de 1940'lı yıllardan itibaren Said Nursi Müslümanları, tanrıtanımazların (atelerin)... saldırısına karşı mücadele etmek için dindar (samimi) Hıristiyanlarla ittifak kurmaya teşvik ediyordu. [1]

Kaleme aldıklarını Papa XII. Pie'ye gönderdi ve Papa da kendisine cevap verdi. 1950'li yıllarda Said Nursi Fener semtinde ikamet etti ve bu durum Rum Patrik Atenagoras ile görüşmelerini kolaylaştırdı.

Fethullah Gülen'in Türkiye'nin siyasi ve sosyal hayatında ortaya çıkışı ve hareketinin neleri gerçekleştirdiği konusu üzerinde durmayacağız. Yazdıklarında, konuşmalarında ve eylemlerinde her ne kadar tedbirli davransa da, Gülen'in dinlerarası diyalogdan yana peşinen tavır aldığını belirtelim. Vatikan'ın Türkiye'deki Büyükelçisi, Fener Rum ve Ermeni Patrikleri ve Türkiye'deki Musevilerin Başhahamı ile sık sık ve değişik münasebetlerle buluşuyor; ayrıca Fethullahcılar, çok çeşitli (entellektüel, eğitim gibi) düzeylerde gayrimüslimlerle işbirliği yapmakta tereddüt etmiyorlar.

şimdiki Fener Patriği I. Bartholomeos, Müslümanlarla diyalog kurma arzusunu daha önce dile getirmişti: "Hıristiyanlar, özellikle de Ortodoks Hıristiyanlar..." diyordu Patrik, "yeni bir kültür değişimi ile 'iç' moderniteyi aşabilmek için sahih ıslâm ile ittifak kurmalıdırlar. Böylece onlar, Hıristiyanlar açısından 'Allah'ın sureti', Müslümanlar açısından da Allah'ın halifesi niteliğindeki insanın yok edilemez karakterini hatırlayacaklar." [2] Aşırı sağcı medyanın ve ıslamcıların, ıki Başlı Kartal'ı diriltmek için çalışan fesat yuvası olarak damgaladığı Fener Patrikhanesine verip veriştirmesini; çok enteresandır, bir süreden beri, bir kısım Türk entellektüeli Fener Patrikhanesine karşı yürütülen ananevî Türk siyasetini sorguluyorlar ve bu politikayı gözden geçirmeyi teklif ediyorlar. Bu değişikliğin Türkiye'nin nüfuzunu, bilhassa Balkanlarda ve Ortadoğu'da, büyük ölçüde artıracağını ve Moskova Patrikliğinin nüfuz alanını genişletme peşindeki Rusya'nın emellerine mani olacağını ifade ediyorlar. [3] Gerçekten de I. Bartholomeos'un 1991'de seçilmesinden beri ıstanbul Fener Patrikhanesi, geçmiş dönemlerin durgunluğunu kesinlikle kesip atan kültürel ve ilmî (dikkate değer "Din, Bilim ve Çevre" Sempozyumu gibi) olduğu kadar dinî faaliyetlerin de hakiki bir merkezi haline geldi. Bir dönemde Patrik I. Bartholomeos Fethullah Gülen'i diyaloğa davet eder. ılk buluşma, Alevi kökenli ve Gülen'in hemşehrisi, yani Erzurumlu iş adamı Adnan Polat'a ait, son derecede sembolik bir mekânda, Polat Hotel'de 6 Nisan 1996'de gerçekleşir.1994 yılı Ramazan ayında Gülen'in kamuoyuna uzlaşma çağrısında bulunduğu meşhur iftar yemeğinin verildiği yer de aynı oteldir. [4] Bartholomeos, 29 senedir kapalı bulunan ve Ortodoks din adamlarını bir eğitim kurumundan mahrum eden Heybeliada Ruhban Okulu'nun yeniden açılması konusunda ısrar ediyor ve medyanın kamuoyuna yansıttığı, Fener Patrikhanesinin olumsuz imajına dikkat çekiyor. Gülen'e gelince, o ise kendisinin okullar zincirine Selânik'te açılacak bir Türk lisesi ilâve etmek istiyor. [5] Kendisiyle yapılan bir görüşmede Fethullah Gülen, karşılıklı okul açma projesini şöyle anlatıyor: "şimdiki (1998) Hava Kuvvetleri Komutanı ve Millî Güvenlik Konseyi Genel sekreteri ılhan Kılıç, o zamanlar bu projeden haberdardı. Patrikle bir randevum vardı ve onun benden Heybeliada Ruhban Okulunun yeniden açılması için siyasiler nezdinde teşebbüslerde bulunmamı isteyeceğini biliyordum. Kanaatimce, Ortodoks âleminden gelen din adamlarının Türkiye'de eğitim görmeleri yerinde olur; vicdanın olduğu kadar siyasetin de gereği budur. Buna karşılık, ben de Patrik'ten Selânik'te Atatürk'ün adını taşıyacak bir lisenin açılması için girişimlerde bulunmasını istemeyi düşündüm. Bu düşüncelerimi General Kılıç'a açtım; onun tasvibiyle bu düşüncelerimi Patrik'e ilettim. Mamafih hiç bir netice hasıl olmadı." [6] "Bu okul, hiçbir dinî yayıcılık gayesi gütmeyen, bir şark araştırmaları koleji, "ahlâkımızı, kültürümüzü ve mazimizi" tanıyan kimselerin bir buluşma mekânı olacaktı. (Zira) Bizler komşuyuz, birbirimize yakınız... Yanyana yaşayacağız, aynı kaderi paylaşacağız." Medya, bu buluşmaya büyük önem atfeder, hatta ıslâmcı ve milliyetçi basın bile bunu genellikle olumlu olarak yorumlar. Fethullahçı Aksiyon dergisi tarafından görüşü alınan Dokuz Eylül ılâhiyat Fakültesi Dekanı Mehmet Aydın, Gülen'in ve Bartholemeos'nun girişimini bütün kalbiyle tasvip ediyor ve diyaloğu ilk başlatanların Müslümanlar olması gerektiğini söylüyor: "Din barış için müdahale etmelidir."

Bu karşılaşma yalnızca bir başlangıç oldu. Gülen ile Bartholomeos defalarca karşılaştılar ve Patrik, Fethullahçılar tarafından düzenlenen faaliyetlere hep şeref misafiri olarak davet edildi. Göğsü ikonolı siyah, zarif Bizans raso'u içinde gösterişli Patrik ile mütevazice bir takım elbise ve bir kazak giyinmiş haldeki Gülen'in resimlerini çekmek için medya hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Siyasî bir hareket görüntüsü vermekten kaçınmak için büyük bir itina ile kurumsal işbirliği de sürdürülüyor. Çünkü tedbirlilik, Hıristiyanlıkta olduğu kadar Müslümanlıkta da bir fazilettir.

Son zamanlarda, Bartholomeos Türk kamuoyunun sempatisini toplamaya devam ediyor. Müslüman dostlarına iftarlar veriyor, din ayırımı yapmadan hayır kurumlarını ziyaret ediyor. 17 Ağustos 1999'deki korkunç deprem sonrasında, Ermeni Patriği Mesrob Mutafyan ile birlikte depremzedelerle görüşmek ve onları teselli etmek için deprem bölgesine gitti. Daha yakın zamanda ise Bartholomeos, Osmanlı döneminde kurulmuş ve içinde bir cami, bir kilise ve bir sinagog bulunan, yaşlıların kaldığı bir huzurevi olan "Dârülaceze"de bir bayram yemeği verdi.

Bütün odaları ziyaret edip laleler dağıttı ve kendisine üzerinde Hz. ısa'nın tasviri yapılmış porselen bir tabak ile huzurevi sakinleri tarafından örülmüş çoraplar hediye edildi. [7]

Fethullah Gülen'in dinlerarası münasebetleri Doğu Kilisesi ile sınırlı kalmıyor. Mart 1997'de, Gülen Papa'ya bir mektup gönderir ve Jean-Paul bu mektuba hediyelerle cevap verir. Bu arada, Türkiye Piskoposluk Konferansı Genel Sekreteri ve Papalık Büyükelçiliği "Ataşesi" Mgr. Maroviç, Ankara'daki Papalık Büyükelçiliğini Papa ile Gülen'in buluşmasının önemi ve uygunluğu konusunda ikna eder. Çok yüklü programına rağmen Papa 1998'in şubat ayında görüşmeyi kabul eder. Vatikan Radyosu o sıralar bu buluşmayı ana haber saatinde "ilk" haber olarak verir. Gülen, Fiumicino Havaalanında Türkiye Büyükelçisi Altan Güven tarafından karşılanır. [8] Papa ile buluşmadan önce Gülen, Papalık Dinlerarası Diyalog Meclisi Başkanı Kardinal Arinze ile bir görüşme yapar. "Gülen tarafından verilen hizmetler ve kendisinin bilimsel ıslâmî bakış açısı, yerli ve yabancı çok sayıda siyaset bilimci, sosyal bilimler uzmanı ve basının gündeminde yer alır" diyen Nijeryalı bu Kardinal ile Gülen arasında bir dostluk ortamı teşekkül eder. [9] Papa ile buluşması sırasında Gülen, açık ve son derece saygılı bir üslûpla kaleme alınmış bir konuşma yapar ve bu kısa konuşmasında, şayet ıslâm yanlış anlaşılmış bir dinse bunun sorumlusunun Müslümanlar olduğunu belirtir ve yanılgıları ortadan kaldırmak için diyalog fırsatı elde eder. Ayrıca konuşmasında Türkiye'deki diğer Hıristiyan mezheplerinin temsilcileriyle buluşmalarından bahseder ve yaptığı kültür faaliyetlerini de anlatır. Gülen Papa'yı Samuel Huntington'un, önemli ifadesi olan bir "medeniyetler çatışması"nın çıkmasına karşı işbirliğine davet eder. Hıristiyanlığın yaklaşan ikinci bin yıl sonu kutlamaları münasebetiyle Ortadoğu'nun önemli kutsal mekânlarını, yani Antakya, Tarsus, Efes ve Kudüs'ü birlikte ziyaret etmeyi Papa'ya teklif eder. Kudüs'ün ortaklaşa ziyareti, bu şehrin durumunun acıklı halinin çözümüne katkıda bulunabilecektir. Gülen'in bir başka teklifi, bir Müslüman ve Hıristiyan öğrenci mübadelesi tertip etmek ve son olarak da Hz. ıbrahim'in doğduğu şehir olan Harran'da bir ıslâm-Hıristiyan ilahiyat okulu kurmaktır. [10]

Papa-Gülen buluşmasının, Papa'nın, Müslüman fakat laik Ortadoğu'dan Endonezya'ya kadar esen fundamantalizm rüzgârlarına kapılmayacak kadar da hakikî bir tarafsız bölge olan Türkiye'ye olan özel ilgisine dikkat çeken basın tarafından geniş bir şekilde yorumlandığını söylemeye hacet yok. Katoliklik ile ıslâm arasında çatışma çıkmasını önlemenin en iyi yolu, iki din arasında ortak bir payda bulmaktır. Bu ortak paydayı bulmaya imkân verecek şey dinlerarası diyalog ve hoşgörüden başka ne olabilir ve en iyi uzlaşma yeri de Türkiye'den gayrı neresi olabilir. [11] Türk aydınlarına gelince, bazıları bu karşılaşmayı 20. yüzyılın en mühim hadiselerinden biri olarak görmekte tereddüt etmez: "Dün ferdî olan diyalog bundan böyle kurumsal hale gelecek ve ıslâm Batı tarafından "ciddiye" alınacak." [12]

Gülen'in dinlerarası diyalogla ilgili bir diğer projesi, Erivan'da bir lise açmaktır. Gülen ıstanbul Ermeni Patriği Karekin ile çok güzel ilişkiler kurdu ve teşebbüslerini kolaylaştırmak için Gregoryan Kilisesinin aracı olmasını istedi. Proje Ermeni hükümetince hoş karşılandı ve Trabzonlu bir grup iş adamı bunu finanse etmeyi teklif etti. Gerçekten de, ülkenin doğusundaki pek çok Türk iş adamı, sınırların açılmasıyla birlikte Ermenistan ile Türkiye arasında düzenli ticarî münasebetler kurulması arzusunu taşıyor. Fethullahcı Aksiyon dergisinin ıstanbul'daki Ermeni cemaati üyeleriyle ve Türkiye'nin ileri gelen iş çevreleriyle gerçekleştirdiği görüşmeler de böyle bir projenin iktisadi bakımdan yararlı olduğu kadar karşılıklı anlayış ve bilgilenme bakımından da çok yararlı olacağını gözler önüne seriyor. Günümüzde, Ermeni-Azeri çatışmasından dolayı engellenen bu proje askıda. Azerbaycan'da çok sayıda Fethullahçı eğitim kurumunun ve bir üniversitenin varlığı, Erivan'da açılacak bir lise yüzünden tehlikeye düşebilirdi. [13]

Son olarak, Gülen'in dinî temaslarının çeşitlilik yelpazesini taçlandırmak üzere, Kudüs Sefarad Başhahamı Eliyahu Bakşi Doron ile yaptığı görüşmeyi de zikretmeliyiz. [14] Gülen Yahudilerin de, tıpkı Türkiye'de veya ABD'de karşılaştığı Hıristiyanlar gibi, diyaloğa ve birbirini anlamaya hazır olduklarını açıklar. [15]


[1] Bkz. Köprü, S. 2, s. 116, Kasım 1997.
[2] Clément, Olivier, La vérité vous rendra libre. Entretiens avec le Patriarche œcuménik Bartholomé l er (Hakikat Sizi Hürriyete Erdirecek, Ekümenik Patrik I. Bartholomeo ile Görüşmeler, J.-C. Lattés, Desclée de Brouwer, 1996, s. 281.
[3] Bkz., Hasan Ünal, "Komplo Teorilerinin Dışına Çıkmak", Radikal, 18 Kasım 1997; Cengiz Aktar, "Türkiye'nin Uluslararası Politikada Söz Sahibi Olması ıçin Önemli Bir Etken- Patrikhaneye Tavır Değişmeli", Milliyet, 24 Ekim 1997; Cengiz Çandar , "Patrik ve Fethullah Hoca", Sabah, 7 Nisan 1996.)
[4] Bkz. Cengiz Çandar, "Patrik ve Fethullah Hoca", Sabah, 7 Nisan 1996.
[5] Bkz. Hadi Uluengin, "Sivil Dinler Buluşurken", Hürriyet, 11 Nisan 1996.
[6] Avni Özgürel ile görüşme, "Mürteci mi, Çağdaş Müslüman mı?", Radikal, 21 Haziran 1998.
[7] "Patrikhaneden Bayram Yemeği", Radikal, 11 Ocak 2000.
[8] Dışişleri Bakanlığı yetkililerine göre, Gülen'in resmî olarak karşılanması hiçbir şekilde olağan değildir ve Bakan'ın bizzat iznini gerektirmiştir. Eski Büyükelçi şükrü Elekdağ'a göre, Papa Gülen'in şahsıyla ilgili mutlaka araştırmalar yaptırmış ve onun eğitim konusundaki başarılarını, laikler nezdinde bile gördüğü desteği ve uzlaşmacı niyetini öğrenmiştir. Türkiye resmî bir daveti reddetmiş olsaydı Vatikan ile ilişkilerin bozulması tehlikesiyle karşı karşıya kalmış olurdu. Bkz. Özcan Ercan, "Ilımlı ıslam'a zeytin Dalı mı", Millîyet, 12 şubat 1998.
[9] "Medeniyetler Buluşması", Mehmet Kamış, Aksiyon, S. 167 (14-20 şubat 1998), s. 27.
[10] "Hocaefendinin Papa ile Yaptığı Konuşmanın Metni", Aksiyon, S. 167 (14-20 şubat 1998), s. 30.
[11] Özcan Ercan, "Ilımlı ıslam'a Zeytin Dalı mı?", Millîyet, 12 şubat 1998.
[12] Niyazi Öktem ile görüşme, Mehmed Gündem, Zaman, 15 şubat 1998.
[13] Aslında, Ermeni-Azeri çatışması bağlamında dinlerarası diyalog, söz konusu çatışmanın dinî hiçbir yanı olmadığını ifade eden ve Ermeniler ile Azeriler arasında diyalog kurulması için milletlerarası mahfilleri girişimlerde bulunmaya davet eden Eçmiadzin'den Ermeni Patriği 2. Karekin, Moskova'dan Patrik Aleksis ve Azerbeycan'dan şeyhülislam Paşazade'nin bir araya gelmesiyle daha önce 1995 Haziran ayında başlamıştı. Bkz. "Azerilerle Çatışma Dinsel Değil. 2. Karekin ile Konuşma", Leyla Tavşanoğlu, Cumhuriyet, 16 Mayıs 1996.
[14] Bkz. Harun Tokak, "Fethullah Gülen. His Meeting with the Pope, and the Turkish Media Reaction (Fethullah Gülen. Papa ile Buluşması ve Türk Medyasının Tepkisi), (Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından dağıtılan fotokopi), s. 4. Tokak, Arap-ısrail çatışmasının Batı'nın ıslâm'ı siyasî ideoloji olarak görmesine katkıda bulunduğunun ve Müslümanlar, Yahudiler ve Hıristiyanların Hz. ıbrahim'in imanına dayalı müşterek hayli şeyleri olduğunun daha yeni farkına vardıklarının altını çiziyordu (age. s. 13).
[15] "ınsanın Mayasındaki Güzelliğe Güveniyorum", Fethullah Gülen ile konuşma, Aksiyon, S. 167 (14-20 şubat 1998), s. 29.
Bir Savaşçıdır Kalbim...

MeRCaNDeDe

Stajyer

Mesajlar: 119

Konum: ıstanbul

Meslek: Hamal

  • Özel mesaj gönder

11

03.06.2004, 15:26

Dinler Arası Diyalogun Uhreviyatı. Müslümanlar ıle Hıristiyanlar Kardeş Oluyor: "Kıyamet" Yakın!

Türkiye'deki dinler arası diyalogun yeni gelişmelerini herkes istediği gibi yorumluyor. Bazıları bunu bir kıyamet alameti olarak görüyorlar, zira Said Nursi'ye göre, "Sahih bir hadis ile de sabittir ki Âhir Zaman'a doğru, hakikî Hıristiyan din adamları Kur'ân'ın sâlikleriyle ittifakat edecekler ve müşterek düşmanları olan kâfirlere karşı duracaklar..." [16] ve "Bu hareketin (ateizmin) çok kuvvetli göründüğü o zamanda hakikî Hıristiyanlık ortaya çıkacak, yani semadan ilâhî rahmet inecek; hali hazırdaki Hıristiyanlık dini böyle bir hakikat karşısında arınacak, batıl itikatlardan ve tahriflerden uzaklaşarak, ıslâm'a doğru manevî bir inkılâb geçirecek..." [17]

Said Nursi bu satırları yazdığı sırada, dinler arası basit bir diyalogdan da öte hiç şüphesiz bir ihtida hareketini hedefliyordu. [18] Günümüzdeki dinler arası diyalog henüz bu durumda değil, fakat bunun genel bir şaşkınlık doğurduğu açıktır. 9 şubat 1994'teki Milletlerarası Barış ve Hoşgörü Konferansı münasebetiyle Fener patriği tarafından verilen resepsiyon konusunda Papalık Naibi Monsenyör Pelâtre şunları yazıyordu: "Patrikliğin salonlarında sarıklı Müslümanların Ortodoks Metropolitlerinin başlıkları ile, yeşiller giyinmiş Arnavutluk Bektaşi din adamlarını Katolik Kilisesinin bir Kardinali yanında kardeşler hâline geldiğini görmek, hiç görülmüş şey değildi. Bu yerde Ekümenik Patriğin hemen yanı başındaki Müslümanlara Ramazan dolayısıyla tebrikini sunduğunu duymak alışılmadık bir şeydi. Konferansın Genel Asamblesi boyunca, Türkiye Diyanet ışleri Başkanı ile Fener Patriğinin ve diğer Yahudi delegelerle birlikte Baş Haham şeneier'in yan yana oturdukları görülüyordu." [19]

Bu söz konusu hadis tarafından işaret edilmiş olan kıyamet alâmeti midir? Bir başka deyişle "Kıyamet" yaklaşıyor mu? Bu hususta herhangi bir dinî otorite tarafından hiçbir beyanatta bulunulmadı. Kıyamet, ıslâm âleminde, değişik şekilleri altında Hıristiyanlık ve Yahudilikte görmüş olduğu özel ilgi ve kabulü nadiren bulur. Bununla beraber oldukça yakın bir zamanda, dindar Müslümanların bu meseleyi ciddi ciddi düşünmeleri beklenebilir. Müslüman dindarlığı kıyamet söylemine pek eğilimli değilse de, esrarlı söyleme meyyaldir. Onun için Gülen'in Papa ile buluşmasının ardından basında -ıslâmcı olduğu kadar solcu basında da! -Gülen'in gizli -in pectore- bir kardinal olduğunu zımnen ima eden makalelerin çıktığı görüldü. [20]

Bir Tahlil Denemesi

Türkiye, tarihindeki dinler arası buluşmalarda zengin bir tecrübeye sahip olmakla haklı olarak övünebilirse de, çağdaş manada kurumlaşmış dinler arası diyalog bakımından henüz emekleme devresindedir. Cumhuriyetin ilk on yıllarında, dinler arası diyalogdan ziyade devletler-arası münasebetler söz konusuydu: Genç Cumhuriyet, büyük ihtimalle, hoşgörülü olduğunun işaretini vermek ve böylece Batılılaşma iradesini göstermek istiyordu. 1967'de bile, Papa ile siyasî sorumluların temasa geçmesi bahis mevzuuydu, ıstanbul Müftüsü ise tokalaşmakla yetinmek mecburiyetindeydi. Siyaset, dinî olandan önce geliyordu. Bugünün diyalogunun Müslüman muhatapları çok farklı: Zaman zaman devlet yetkililerinin tasvibiyle hareket eden, konuşmaları meşhur "Türk-ıslâm" sentezi ile dopdolu din adamları var artık. Acaba bu belli bir gelişmenin sessizce kabulü mü?

Said Nursi tarafından öngörülen safhaya ulaşmaktan çok uzak olan dinler arası diyalogun hedefleri ve müstakbel süreci henüz belirsizliğini koruyor. Diğer taraftan, dinler arası diyalogdan her birinin beklediği şeyi açık bir şekilde belirleyebilmek de zor. Barışa hizmet için karşılıklı en iyi anlaşma arayışı ortak ideal olarak öngörülüyor, fakat cemaatlerin farklı beklentileri de var: Türk ilâhiyatçılar Hıristiyanlık konusunda bilgilenmeye çalışıyorlar, halbuki pek çoğu üstün derecede ıslâm uzmanı olan Katolik ilâhiyatçılar "Türk" ıslâm'ını tanımak arzusundalar. Doğu kiliseleri için diyalog,basit bir fikrî çabanın ötesinde, tarihî sebeplerden ötürü tanınmamış olan kimliklerini kabul ettirmenin ve yakın komşuları Müslümanlarla ilişkilerini düzeltmenin bir aracı olabilir. Fethullahçı Müslüman hareketi açısından dinler arası diyalog, dünya çapında yürüttükleri faaliyetlerin olmazsa olmaz bir şartıdır. Diğer Müslüman Türk hareket ve grupları açısındansa, dinler arası diyalog 24 Temmuz 1923 Lozan Anlaşması'nın III. Paragrafı gereğince, Türkiye'deki gayrimüslim azınlıkların faydalandıkları hukukî statüye benzer bir duruma fiilen erişmenin yolları arasında yer alabilir. [21]

Gerek iç ve gerekse dış siyasetin gelgitleri bu münasebetleri etkilemekten geri kalmıyor: Fener ve Ermeni patrikhanelerinin durumları bu konuda tipik örneklerdir. [22] Misyonerlik yapmakla veya ortadaki çatışmaları ve şimdiki gerginlikleri fitillemekle itham edilmek endişesinden ötürü diyalogun tarafları tedbirli, hatta korkak davranmaya devam ediyorlar.

şimdiye kadar dinler arası diyalog iradesi, kendi cemaatlerince izlenen Monsenyör Dubois, Patrik Bartholomeos, Fethullah Gülen gibi karizmatik şahsiyetler tarafından yürütülen daha ziyade ferdî bir tavır alış olarak gözüküyor. Gelecek bize Müslüman Türk toplumunun bütünü itibariyle dinler arası diyalogdan yana olup olmadığını söyleyecek. Resmî teşebbüslere gelince, Diyanet ışleri Başkanlığı'nın faaliyetleri biraz gecikmiş ve oldukça çekingen gözüküyor. Gerçekten de, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana başkanlık dini konularda inisiyatifi tekelinde tutuyor ve hükümete doğrudan bağlı bulunuyor: Başkanlığın açıklamaları, siyasî nüfuzun çok güçlü etkisinde bulunuyor. Halbuki dinler arası diyalogun çağdaş aktörleri, ilâhiyat düzeyinde kalmayı ve politik müdahalelerden uzak olmayı tercih ediyorlar. Bir faaliyet teklifi söz konusu olduğunda Hıristiyan Kiliseleri, çabuk karar alma mekânizmaları bulunan sivil toplum kuruluşlarına müracaat ediyorlar oysa Başkanlığın faaliyetleri için hükümetin oluru gerekiyor. Öte yandan- Avrupa'da idarî birimler, çoğu zaman tarikat veya benzeri diğer gruplara sıkı sıkıya bağlı, bağımsız Müslüman teşekkülleri muhatap almaya ve böylece de Başkanlığın müdahalesinden kaçmaya başladılar. Bazı Avrupa devletleri, Başkanlık tarafından kendi vatandaşlarına rehberlik için gönderilen din adamları, Türklerin içinde yaşadıkları toplumla bütünleşmesine mâni oldukları ve tıpkı millî Kiliseler gibi, millî Müslüman teşkilâtlarla teşriki mesai etmeyi tercih ettikleri kanaatindeler. Hollanda, Müslüman din adamları kadrosunu hazırlamak gayesiyle, Erasmus projesi çerçevesi içinde, bir imam-hatip okulu açmış bulunuyor. [23]

Dinler arası diyalogun şimdiki hâli sanırım bizim iyimser olmamıza imkân tanıyor. Diyaloga girme konusunda Müslüman Türkler tarafından esaslı bir irade var, halbuki geçmişte ıslâm-Hıristiyan diyalogu umumiyetle tek yanlı bir Hıristiyan teşebbüsü olarak görünüyordu. [24] Gün yüzüne çıkan birkaç çekingen girişim, insanlık için ancak yararlı olabilecek bir yaklaşımın nüvelerini taşıyor: Milletlerarası Barış ve Hoşgörü Konferansı'na (bkz. Yukarıda sözünü ettik) iştirak edenlerin hepsi, öz itibariyle, Allah adına savaşı haklı göremeyeceklerini ve din adına işlenen bir cinayetin dine karşı bir cinayet olduğunu açıklamada ittifak ediyorlardı. [25] Bu umutlara rağmen, dinler arası diyalogun hâlâ art niyetler, entrika girişimleri saklamasından ve komplo teorilerine dayanan sert ret tepkiler görmesinden korkulmalıdır. Papa VI. Paul'un ziyaretiyle ilgili basında çıkan yorumların o sıralar bundan Türk turizminin ne gibi yararlar sağlayabileceği üzerine odaklanmış olduğunu burada hatırlatalım. Aynı şekilde bugün, Denizli şehrinin yetkilileri 2000 yılında "inanç turizmi" düzenlenmesi için Hıristiyan din otoriteleriyle temasa geçmek istediklerinde, (Fethullahçı) Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'na müracaat ediyorlar. Vakıf da fırsatçı davranışlarından dolayı onları kınamakla birlikte kendilerine yardımcı oluyor. Din ayırımı yapmaksızın söyleyelim ki Müslüman tarafında olduğu kadar Hıristiyan tarafında da bazen suya sabuna dokunmaz görünen bir konuşmanın bile zaman zaman apaçık bir din yayıcılık gayreti taşıdığı oluyor. Öbür taraftan, aşırı solcu (maoist) bir fraksiyonun haftalık propaganda dergisinde, gelişen dinler arası diyalogun gerisinde Vatikan'ın gizli emperyalizminin yattığı iddia ediliyor ve çok sert bir üslûp ve ifadelerle Amerikan oyunlarından dem vuruluyor. [26]

Bundan böyle "küresel köy" demek âdet haline gelmiş olan şu dünyada temas her hâlükârda kaçınılmazdır. Yabancı şirketlerin ve yatırımların sayısı günden güne artıyor: ıstanbul'un ve daha bir çok şehrin sokaklarında rastlanılan bütün bu yabancıların sadece bir kültürleri, bir dilleri, bir yemek alışkanlıkları... değil, aynı zamanda ve çocuklukla bizimkinden farklı bir dinleri bulunduğunu da bilip anlamanın zamanıdır. [27] "Başkası"nı tanımanın dayanılmaz eğilimi, zengin bir ortak değerler ve de kavramlar mirasının keşfine götürebilir, bu da ön yargıya dayalı farklılıkları ve başkalıkları gölgede bırakır. Büyük batılılaşma çabası ve Avrupa Birliği'ne alınma arzusu içindeki Türkiye Batı medeniyetinin Yahudi-Hıristiyan veçhesi karşısında lâkayt kalamaz. Büyük çoğunluğu itibariyle Müslüman olan ve siyasî-hukukî laik bir yapıya sahip bulunan Türkiye, Batı medeniyetinin Yahudi-Hıristiyan veçhesi karşısında lâkayt kalamaz. Büyük çoğunluğu itibariyle Müslüman olan ve siyasi-hukuki laik bir yapıya Batının toplumla ve politikayla münasebetleri bakımından dinini -dinlerini- tanımaya ve böylece de Batının geçmişinin tecrübesini göz önünde bulundurmaya davet ediliyor, üstelik belki başka bir Müslüman ülkeden çok daha fazla. [28] Belki de burada söz konusu olan, "din, mezhep ve kültür çoğulculuğunu insanın vazgeçemeyeceği bir zenginlik kaynağı şeklinde, dış dünyaya açılan bir pencere niteliğinde ve insan deneyimini zenginleştirmenin bir aracı tarzında yada demokratik bir toplumun esası ve laik devletin temeli olarak kabul etmeye karşı bir meydan okumadır...." [29] Bu sorgulamalar diyalogun bütün tarafları için ancak yarar sağlayabilir: "Hıristiyanlar ile Müslümanlar birbirlerinden pek çok şey öğrenebilirler. Birbirlerine karşı bir dosdoğru yaşama meydana okuma yapabilir ve durmadan öğütleye geldikleri büyük maneviyat âlemlerini ve ahlâkı fiiliyatta da gerçekleştirebilirler." [30]


[16] Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, s. 141. Bkz. Aksiyon, S. 167 (14-20 şubat 1998), s. 31.
[17] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s. 54. Bkz. Köprü, S. 116 (Kasım 1987), s. 11.
[18] Yukarıda zikrettiğimiz birinci paragraf, düşman olarak damgalanmış olan dinsizlere karşı bir ıslâm-Hıristiyan ittifakını öngörür. Böyle bir teşebbüs laik bir devlet içinde en azından arzu edilmez gözüküyor, bu da dinlerarası diyalog konusunda Cumhuriyetin çekincelerini izah edebilir. ıkinci paragrafa gelince, burada görülen din yayıcı yaklaşımın, diyaloğun Hıristiyan kesimi tarafından hiç tasvip görmeyeceğini söylemeye hacet yok. Bkz. Mesela, Jacob, "Les relations... ılişkiler...", s. 116.
[19] Bkz. Pésence, Mart 1994, (zikreden Jacob, "Les relations..."), s. 111.
[20] Biz bu terimle ilâhiyat doktrini olarak dini değil, bir topluma has dinî zihniyeti kastediyoruz.
[21] Bkz. Ahmed Réchid, "Türkiye'de Geçmişte ve Hâlihazırda Azınlık Hakları", Revue Générale de Droit International Public, c. 42, 1935; Emre Öktem, "Azınlıklar Meselesinin Tarihî Gelişimi ve Türkiye'de Azınlıklar Konusunda Lozan Anlaşmasıyla Kurulan Rejim", Turkish Revew of Balkan Studies, 1996/97, s. 3.
[22] ılginç olduğu için kaydedelim ki yeni Ermeni patriğinin seçimi ve boş kalan patriklik koltuğunun durumu ile ilgili kriz (yaz 1998) sırasında, (Ekim 1998'de patrik seçilen) Monsenyör Mutafyan, eserleri ıslâm-Hıristiyan ilişkileri hakkında teolojik ve felsefî düşünceler bakımından zengin, seçkin hukukçu ve Müslüman düşünür Prof. Hüseyin Hatemi'nin hukukî desteğinden yararlanmıştı. Bkz. Hüseyin Hatemi, Batılılaşma, Bir Yayınları, 1987 ıstanbul.
[23] Bkz. Avni Özgürel, "Diyanetin Dünü ve Yarını", Radikal, 22 Haziran 2000; Avni Özgürel, "Diyanet ve Avrasya", Radikal, 1 Ağustos 2000.
[24] Bkz. Etienne Renaud, "Müslümanlar Tarafından Görülen ıslâm-Hıristiyan Diyaloğu", Islamochristiana, S. 23, 1997, s. 111.
[25] Jacob, "Les relations...", s. 111.
[26] Erkin Aytunç, "Diyanet'ten ısa Propagandası"; Nail Bulut, "Diyanet'i Diyalog ıçin Ecevit ile Özkan Görevlendirdi", Aydınlık, 6 Ağustos 2000, s. 6-7. Diyanet ışleri Başkanlığı, Ekim 2000'de, Efes'te bir oturumu "ısa'nın dili Aramca"ya hasredilecek olan bir diyalog sempozyumu düzenlemeyi tasarlıyor. Aydınlık dergisi şimdiden Başkanlığı "ısa'nın dilinde propaganda yapmak"la itham ediyor!
[27]Basın Ankara'da büyük bir Protestan kilisesinin inşa edileceği haberini verdi. Protestan misyoner faaliyetleri gerçekten de şu son senelerde, bazen başarısız olmakla birlikte, fevkalâde gelişme gösteriyor. 17 Ağustos 1999 depreminden sonra, birçok Protestan teşkilâtı, Avrupa ınsan Hakları Mahkemesi'nin içtihadında tarif edildiği şekliyle "suistimale dayalı din yayıcılık" niteliği taşıyabilecek faaliyetleri deprem bölgesinde yürütmüşlerdir. Bkz. Kokkinakis C., Yunanistan, 14307/88, 25 Mayıs 1993 kararı, "....bir dine girmelerini sağlamak gayesiyle, çaresizlik veya ihtiyaç içindeki kişilere maddî ve sosyal avantajlar sunan veya suistimale dayalı bir baskı icra eden faaliyet (şekline bürünebilen, gerçek Hıristiyanlaştırmanın) bozulması veya saptırılması..."
[28] Amerikan siyaset bilimcisi, özellikle Türkiye konusunda uzmanlaşmış, Rand Carporation üyesi Graham Fuller 1995'ten Lan Lesser'le birlikte A sense of Siege: The Geopolitics of Islam and the West (Westview Press, Inc. U.S. 1995) adlı bir kitap neşretti. Kitapta ileri sürdüğü fikirler konusunda Türk gazeteciler tarafından kendisine sorular yöneltilen Fuller, Batılıların "Ilımlı ılâm" ile diyaloğa girmelerinde yarar olduğunu tekrar dile getirdi. Fuller, Huntington'un medeniyetler çatışması tezini reddediyor. Fuller'e göre, askerî, psikolojik, siyasî, ekonomik, sosyal, tarihî mahiyetteki çatışmalar, dinî çatışmalar kılığı içinde kendini gösterir. Hakiki çatışma Hz. ısa ile Hz. Muhammed arasında değildir. Bkz. "Çelişki Muhammed ile ısa arasında değil", Graham Fuller ile görüşme, şahin Alpay ve Nilüfer Kuyaş, Millîyet, 21 Ağustos 1995.
[29] Saud al Mawla, Etudes arabes, S. 88-89, 1995/1-2, s. 57, zikreden Renaud, "Le dialogue islamo-chrétien...", s. 137.
[30] Aref Ali Nayed, "Dialogical Engagement as Vigilant Remembrence (Dhikr)", Islamochristiana, S. 21, s. 25, 1995. (Biz Etienne Renaud'nun Fransızca tercümesini kullandık, "Le dialogue islamo-chrétien..", s. 128.)
Bir Savaşçıdır Kalbim...

12

03.06.2004, 15:35

Alıntı sahibi ""ahmetsaid""


Üstad hazretleri "Kuranı ve peygamberimizi" kabul eden hırıstiyanların elh-i necat olacaklarını söyler.



Azizim nerde diyor üstad bunu... :shock:
Kastamonu lahikasında bu meseleyle ilgili bir yer var ama dediğiniz tarzda olmasa gerek... Hangi risalede sayfa numarasıyla birlikte verirseniz sevinirim...

MeRCaNDeDe

Stajyer

Mesajlar: 119

Konum: ıstanbul

Meslek: Hamal

  • Özel mesaj gönder

13

03.06.2004, 16:14

Allahu Alem Mektubat- sayfa 322
Bir Savaşçıdır Kalbim...

14

04.06.2004, 13:05

Alıntı sahibi ""MeRCaNDeDe""

Allahu Alem Mektubat- sayfa 322


Kaçıncı Mektup? şu aralar sadece net üzerinden külliyata bakabiliyorum? Onun için sayfa numaraları haliyle tutmuyor..

15

04.06.2004, 13:31

Alıntı sahibi ""MeRCaNDeDe""

"... Herkes kelime-i tevhidi esas alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta kelime-i tevhidin ikinci bölümünü, yani 'Muhammed Allah'ın rasûlüdür' kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar eden kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır. Zira, hadislere göre, kıyamet günü Allah'ın sonsuz rahmeti öyle bir tecelli edecek ki şeytan bile umuda kapılacak ve bu rahmetten istifade edip edemeyeceğini merak edecek. Böylesine âlicenap bir merhamet karşısında, bizim cimrilik etmemiz ve bu cimriliği temsil etmemiz tasavvur edilemez. Hem sonra bunun bizimle alâkası ne? Hükümranlık O'nun, hazine O'nun, hepsi O'nun kulları... Öyleyse herkes haddi aşmaktan sakınmalıdır."


Azizim, kelime-i tevhidin ilk kısmını kabul edenlerin ehl-i necat olamayacakları Mektubatta bahsedilmektedir.. Müslüman olmayan mü'min- Müslüman olan kafir mevzuusunda... Birinden birini kabul etmeyen ehl-i necat olamaz...

şeytan dahi umuda kapılacaktır..... Doğrudur, umuda kapılacaktır, ancak şeytanın kalbinde bir zerre olsun iyilik, güzellik, marifet yoktur... ışarat'ül ı'caz'da üstad şeytanın kalbinde bir zerre olsun marifet, iyilik olup olmayacağını açıklamış... şimdi kalkıp şeytan'a acıyalım mı? Onun cennetlik olması için dua mı edelim?

Böylesine âlicenap bir merhamet karşısında, bizim cimrilik etmemiz ve bu cimriliği temsil etmemiz tasavvur edilemez.....

Malumunuz, ıhsan-ı ılahi'den fazla ihsan, ihsan değildir... şefkat-ı ılahi'den fazla şefkat, acımakta, şefkat ve acımak değildir... Bence kimse cimrilik yapmıyor, mesele cimrilik meselesi olmasa gerek... Ortada bir gerçek var...

Üstad demiş... "Hakiki hristiyanlarla medar-ı münakaşa olan meseleleri açmayınız...."

Benim üstadın bu meselelerde söyledi sözlerden anladığım:
Hristiyanlarla tartışmamak lazım, ateistler bu tartışmalardan istifade eder... Ama onları da kucaklamamak gerek... Bir insanla tartışmamak için illa o kişiyle muhabbet kurmak gerekmez sanırım.. Alakadar olmazsınız, o kişiye dikkat etmezsiniz olur biter...

Bunları yazıyorum ama ismi geçen Fetullah Hoca'nın bu hususlarda ne yaptığını da bilmiyorum açıkcası... Eleştiri olarak algılanmasın bu yazdıklarım... ınanın bilmiyorum, ne yapmış ne diyalog kurmuş... Belki ölçülü kalmış, belki de ifrat etmiş hiç bilmiyorum...

MeRCaNDeDe

Stajyer

Mesajlar: 119

Konum: ıstanbul

Meslek: Hamal

  • Özel mesaj gönder

16

05.06.2004, 17:09

YıRMı ALTINCI MEKTUP Sayfa 322

(http://www.yeniasya.org.tr/index.asp?Section=Kull iyat&Book=Mektubat&Page=322)


Kulliyat birlesik yazılacak
Bir Savaşçıdır Kalbim...

17

05.06.2004, 17:24

Sevgili MeRCaNDeDe,

Foruma link verirken verdiğiniz linkin uzunluğu 50 harfi geçiyorsa, otomatik olarak ara bırakılıyor. Buda linkin çalışmamasına sebeb veriyor. Bu önlemi almamızın sebebi bazan üyelerin aralık bırakmadan gereksiz uzun çizgiler çekmesiydi. Aralık bırakmadan çekilen çizgilerse (-------------) okunan sayfanın genişlemesine sebeb veriyor.

50 harften uzun bir link eklemek istiyorsanız aşağıdaki gibi eklemeniz gerekiyor.

Örnek:

[url=http//www.adres.com]Link ismi[/url]


Yazınızdaki linki bu şekilde vermelisiniz:

[url=http//www.yeniasya.org.tr/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Mektubat&Page=322]Mektubat Sayfa 322[/url]

Tabi linki böyle verirken BBCode kullanma opsiyonu seçili olmayacak.

Bâki selamlar
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

18

06.06.2004, 11:41

Alıntı sahibi ""MeRCaNDeDe""

YıRMı ALTINCI MEKTUP Sayfa 322

(http://www.yeniasya.org.tr/index.asp?Section=Kull iyat&Book=Mektubat&Page=322)

Kulliyat birlesik yazılacak


Burada bahsedilen meselenin bambaşka olduğunu düşünüyorum...

"Fakat Peygamberi işiten ve dâvâsını bilen adamlar onu tasdik etmezse, Cenâb-ı Hakkı tanımaz." cümlesinde de bahsedildiği gibi çok ince şartları var ve peygamberimizi duymamış olması gerekiyor.. Davasından islamiyetten haberinin olmamış olması gerekiyor. Ki bu topic altında işlenen konuyla bence alakası yok bu mektubun.

MeRCaNDeDe

Stajyer

Mesajlar: 119

Konum: ıstanbul

Meslek: Hamal

  • Özel mesaj gönder

19

07.06.2004, 17:33

Kardeşim emr sorduğunuz sorunun cevabı risalelerde budur.Ama bu işin ehli olanlar size daha net cevap vereceklerdir
Bir Savaşçıdır Kalbim...

20

08.08.2004, 17:07

AhmetSaid bey kardeşim...

Ortaya bir laf attınız... devamı gelmiyor... Bence bu forumda işlenen konuların en büyüğü burada... O sayfa numaralarını istediğim mesajınız... Yanlış anlaşılmalara mahal vermemek için isterseniz bu hususta biraz açıklama yapın...

Bu konuyu değerlendir