Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

25.02.2007, 17:52

Yıkılan Gölgeler Kırılan şerler

On dört asır önce Kur'an inzale başladığı an, Hz. şeyma'nın dudaklarından dökülen Muhammed türküsü;

"Müjdeler olsun kimsesizler, öksüzler, çaresizler; Karanlıklar sönüyor, Muhammed (s.a.v.) geldi."

Mısra’ı ile başlıyordu. Evet, âlemlerin nuru yeryüzüne teşrif ettiği an, gaflet karanlıkları ve bütün yanlışlar bir gölge gibi tek tek sönmeye başladı. Çünkü Allah, bütün kainatı kendi bilinmezliğini bildirmek için yaratmıştı ve sonra bu muhteşem yaradılışın özünde gizli olan kendi güzelliğini seyretmek ıçin Nûr-u Mûhammedî’yi (SAV) yansıttı.

Bütün âlemler, hilkatin bu temel kanununa tabidir. Atomdaki elektrondan, galaksideki gezegenlere kadar her varlık, Fahr-i Kâinat Efendimize (s.a.v.) ait yaradılış güzelliğini, hamd niyazı ile terennüm eder durur.

Hamd-ü senalar olsun ki çağımızdaki bütün gölgeler ve pislikler, müthiş bir sür'atle yıkılmaya başlamış, kafatasında bir tek beyin hücresi kalan insan bile. Efendimizin (S.A.V.) gösterdiği istikametlerde yaşayabilme şansı olduğuna ınanmıştır. Artık emr-i Muhammedi'nin (s.a.v.) bir çığ gibi dünyayı sardığını ve ona uymak istemeyenleri silip süpürdüğünü görmemek için gerçek kör olmak gerekmektedir.

Kevser süresinin 4. ayetinde geçen gerçek, "sana ters düşenler ebter kalmaya, yıkılmaya mahkûmdur." hükmü ite bildirilmiştir. Daha önceki yazılarımızdan hatırlayacağınız "Duha Sırrı" tecelli edince Fahri-Kainatın (s.a.v.) muhteşem sistemine ters düşen doktrinler, toplumlar ve fertler, teker teker yok oldular. Ayakta kalmak isteyenler ise, Efendimizin (s.a-v.) emirlerine bilerek veya bilmeyerek uyma cabası içine girdiler.

Efendimiz (s.a.v.), hayatın en basit biyolojik kanunlarından, en girift toplum problemlerine kadar herşeyi anlatmış ve saadetin değişmez yolunu çizmiştir. ıslam dünyasının gafleti dolayısıyla unuttuğu ve Batının sırf yaşayabilmek gayesiyle döne dolaşa bulduğu hikmetler. Efendimizin (s.a.v.) emirlerinin sezilmesinden ibarettir.

ınsan hayatinin en basit gibi görünen fakat gerçekte en önemli yanlarından biri olan beslenme bile, dört başı mamur bir şekilde ancak Efendimiz (s.a.v.) tarafından tarif edilmiştir. Yorgun ve stresli iken yemek yememek ile sevdiği bir insanla yemeyi tercih etmek gerçeğinden tutun da, bugün dünyanın trilyonlar sarf edip yüz binden fazla uzman yetiştirdiği rejim problemlerine kadar her şey, Efendimiz'in (s.a.v.) emirlerinde ve icraatında mevcuttur. Bunun en çarpıcı örneği, Hz. Ayşe validemizin kilo almasına karşılık Efendimiz'in (s.a.v.) onu rejime tabi tutmasıdır.

Efendimiz (s.a.v.), bilindiği gibi Ayşe validemizle birlikte koşu yapardı. Zamanla kendisinden geri kalması üzerine, ona zayıflama rejimi tavsiye etti. Ve perhizlerini bizzat kontrol etti. şaşkın insanoğlu da Efendimiz'in (s.a.v.) bu emirlerim vaktiyle dinlememenin diyetini edercesine, şimdi milyarlar sarf ediyor. ınsanoğlu, Efendimiz'in (s.a.v.) diş sağlığından yıkanmaya kadar koyduğu bütün prensiplerin, yaşamak ıçin zarurî olduğunu henüz farkedebildi. Üstelik de bunları, yeni keşfetmiş gibi sevinç naraları atarak, Cenab-ı Hak'kın haram kıldığı yollardan giderek, manasını da maddesini de bir pislik küpüne çeviren insanları, bir ibret numunesi halinde zillete mahkûm etti. Haramları yiyin ve alkollü içkileri için ki, Efendimiz'e (s.a.v.) karşı gelmenin cezasını toplumlar halinde kepaze olarak ödeyin.

Fahr-ı Kâinat Efendimiz'in '(s.a.v.) getirdiği her hüküm, yağmurun toprağa kazandırdığı hayatiyet unsurundan farksızdır. Bu yüzden politikadaki cambazlıklar ve şerrin ortak planları, bir daha mecal bulmamak üzere yok olmaktan kurtulamayacaktır. Allah'ın (c.c.) akıl almaz bir hikmeti ise, bu kurtuluş reçetesinin bu zaman diliminde bizim elimizde olmasındadır.

Evet, aklı basında olan doğulu-batılı bütün politikacılar, bu anahtarın bizde olduğunu açık açık ifade etmektedir. Allah (c.c.) Fahr-i Kâinat Efendimiz'in (s.a.v.) emirlerine, 13 asırdır büyük bir ihlâsla uyan Milletimize, bir ihsan olarak dünyanın saadet anahtarını lütfetmiştir. Bu anahtarı yerden alıp, asırlardır açılmayı bekleyen kapıları açabilmek, acaba hangi bahtiyar insana nasip olacaktır?

Fahr-i Kâinat Efendimiz'in (s.a.v.) emirlerim bu milletin anladığı gibi anlamak ve öyle yaşamak, gerçek insanların başvuracağı tek reçetedir ve Allah'ın lütfettiği bir ihsandır. Evet, vücut temizliğinden diş fırçalamaya, çevre temizliğinden yeşile saygı kampanyasına kadar olan her güzel şey, Fahr-i Kâinat Efendimiz'in (s.a.v.) asırlar önceki emirleridir. Mesela Efendimiz’in (s.a.v.), ağaç kesmenin bir canlıyı öldürmekle eşdeğer olduğunu bildiren sözleri dünyanın çevre kaosuna girdiği şu günlerde bütün ağaçlara tek tek asılmalıdır.

Bernard Shaw bile; "Yeryüzündeki hangi faziletin perdesini açarsanız, altında Muhammed'in (s.a.v.) ımzası vardır" dediği halde, büyük bir kısmı çökmüş ve gerisi de çöküşün eşiğine gelmiş olan Batı âlemine hala hayranlık duyulması gerçek bir şaşkınlıktır.

Efendimiz'in (s.a.v.} yeryüzüne getirdiği bütün güzelliklerin batıdan gelen rüzgârlar arasında aranması ve birçok gerçeğin hala batının icadı sayılması anlaşılır şey değildir. Bizzat rönesansın, yani batının dirilişinin, Fatih'in Efendimiz'in (s.a.v.) rüzgârıyla koskoca bir estirmesi sayesinde olduğunu, aklı basında her düşünür şöylemesine rağmen, hala böyle bir iddiada bulunmak, gerçek bir "cinnet mantığıdır". Bugünkü teknolojinin ortaya çıkması, yine Efendimiz'in (s.a.v.) rüzgârıyla koskoca bir cebir ilmini icad ederek estiren Horasanlı Cabir sayesindedir. Efendimiz (s.a.v.) yeryüzüne teşrif etmeseydi, ne Cabir olacaktı, ne cebir, ne de ay'a giden bir roket.

Efendimiz (s.a.v.) yeryüzüne teşrif etmeseydi, ıncil'e bile el sürmesi yasaklanan kadınların, haktan hiç bir zaman gündeme gelmeyecek ve ortaçağın zulmeti aralanmayacaktı. Tarihi, haysiyetli bir gözle inceleyenler, batıda ılim ve düşünce ile uğraşmış bir tek kadın tespit edemezler. Hâlbuki ıslam toplumunda ince şair ve düşünür hanımlar pek çoktur. Hz. Ayşe validemiz, yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük hukuk âlimidir. Yeryüzünde ilk tıp fakültesini kuran Nesibe sultanda, bir başkası.

Hz. Nesibe yeryüzünde ilk defa bir devletin en üst kademesinde politik üyelik yapmıştır. Medine Devleti kurulduğu zaman, Efendimiz (s.a.v.) 12 kişilik yönetim kurulunda, biri Hz. Nesibe olmak üzere iki hanımı ıdarî ve politik mevkiye getirmiştir. Medine'nin ilk belediye reisi de Hz. şifa isminde kıymetli bir annemizdi. Kısacası toplumun her katındaki diriliş, Efendimiz'in (s.a.v.) rüzgârı ile yeşermiştir. Vakıflar, ilk meslek kuruluşları olan Ahilik ve eski çağlarda Medrese denilen üniversiteler, bunlar arasındadır.

Çağlar boyunca bütün toplumlar hastalıklarına büyücüler ve şifacılar aracılığıyla çare ararken, Efendimiz'in (s.a.v.) direktifi ile tıp ilmi tecrübî ve biyolojik mesnetlere dayanarak gelişmiş, yine o güne kadar herkes bildiğini gizlerken, Efendimiz'in (s.a.v.) "Her ilim adamı bildiğini açıklayacak ve öğretecektir" şeklindeki emri sayesinde, bütün ilimler insan zekâsına sunulabilmiştir. Fatih'in ıstanbul’da açtığı üniversitenin, ilme karşı sonsuz boyutlarda gösterdiği tolerans sürerken, o tarihten 200 yıl sonra batı, Galile'yi nasıl yakacağını düşünüyordu. Oysaki Efendimiz'in (s.a-v.) mübarek dudaklarından dökülen her söz, aynı zamanda ilmî bir harika niteliğindeydi. Sözler, o mübarek ağızdan bir defa ıntişar etti mi, bütün mekânlar ve zaman dilimlerine yansıyor, cemiyet huzurunun temel kaynağı oluyordu. Toplum nizamları şimdi de bu emirlerin izdüşümü haline gelmedikçe, huzur vermesi imkânsızdır. Kaynakları yine ılahî kitaplardan alınmakla beraber, sonradan insanların saptırdığı kanun ve kaideler, dünyanın bu sonbaharında, sararmış yapraklar gibi dökülmeye mahkûmdur.

Efendimiz'in (s.a.v.), Medine Beyannamesi'nde insanın yaşama hakkını, hürriyetini ve istediği yargı merciinde yargılanma serbestliğini renk, cins ve inanç farklılığı gözetmeden ilan etmesi, bugün bile modern dünyanın ulaşmak için çırpındığı, fakat bir türlü erişemediği bir hürriyet harikasıdır. Ondan, 14 asır sonra yayınlanan Birleşmiş Milletler Ana sözleşmesi, 2. maddesini kelimesi kelimesine Medine Beyannamesi'nden alarak tespit etmiştir. Fakat 14 asır boyunca Efendimiz'in (s.a.v.) bu nefis emrine uymayanlar, türlü ızdıraplar çekmiş, fakat Mucize-i Muhammedi (s.a.v.), bu defa bu emri dünyanın sinesine çelik harflerle yazmıştır.

• • •

Kur'an'ın ve Efendimiz'in (s.a-v.) yasakladığı çirkin cinsî ilgiler sonunda ortaya çıkan AıDS belası da, o emirlere uymamanın bir sonucudur. ıslamiyet'in abdest almak, namaz kılmak, oruç tutmak gibi en olağan tavırları, bugün batı âleminde bile, insan sağlığının vazgeçilmez prensipleri halinde hayata yayılmaya başlamıştır. Çok yakın zamanda, ancak namaz kılanların omurga ve eklemlerinin sağlam kalabildiğim net bir şekilde görebileceğiz.

şimdi yaradılışın ilahî güzelliğinin vazgeçilmez nuru olan Efendimiz'e (s.a.v.) ve onun getirdiklerine karşı direnmeye çalışanlara bir kez daha sesleniyoruz:

ışiniz bitti, sahte gölgeleriniz söndü. Mukavva sığınaklarınız yıkıldı. ınsanlığın önünden çekilin ve ayaklarımıza dolanmayın. Allah (c.c.) sizi yeryüzünden silerken, insanlık da Fahr-i Kâinat Efendimiz'in (s.a.v.) sırrını bütün haşmetiyle sezdi, ona koşuyor.

Onk. Dr. Haluk Nurbaki

ZAFER ılim – Araştırma Dergisi 1993 Sayı:199

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir