Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

07.11.2006, 17:13

ilginç bir hikaye(Hiç hastalık olmasaydı)

kardeşler ilginç bir hikaye gördüm buraya ekliyorum.
sizce de ilginç mi acaba?

Alıntı

HıÇ HASTALIK OLMASAYDI

ınsanlar hastaneleri pek sevmezler. Perişan insan görüntüleri, ağlayanlar, sızlayanlar, inleyenler insanın ruh dünyasını sıkar. bu yüzden hastanelere durduk yere iş olsun diye gidilmez. Çoğumuz da gitmek istemez zaten.

Doğrusunu söylemek gerekirse ben de hastaneleri pek sevmem. Küçüklüğümden beri biraz da korkarım. Belki de analarımızın “ığneci geliyor bak” diye korkuttuğu zamanlardan kalan bir korku bu.

Hastaneleri sevseniz de sevmesiniz de mutlaka oralara yolunuz düşer. Ya kendiniz için ya bir yakınınız için, ya da başka bir sebep için hastaneleri ziyaret etmek zorunda kalırsınız. Hayat bu, başka çaresi yok.

ışte böyle mecbur olduğum bir gündü. Yakın bir arkadaşımın tahliller ve raporları var, onu doktora göstereceğiz. Hastane özel olduğu için hemen gösterir çıkarız diye düşünüyoruz. Devlet hastanesi de sıra mı bekleyeceğiz? Özel hastane burası. Bu iş birkaç dakikamızı alır. Eh, kısa bir süre için hastane ziyareti de çok fazla ürkütücü olmaz herhalde.

Neyse, arkadaşımla kapıdan içeri girdik. Gerçekten güzel, temiz, mis gibi kokan bir hastane burası. Böyle bir hastanenin varlığı bizi korkutmak yerine sevindiriyor. Hemen ortopedi bölümüne yöneliyoruz.

“Çok güzel sıra da yok. Sen bekle ben hemen şu tahlilleri ve raporları gösterip çıkayım” diye ortopedi polikliniğinin kapısına yöneldi arkadaşım.

Daha sözlerini bitirmeden beyaz önlüklü doktor kapıda göründü. Sempatik, gencecik bir doktor. Hafif de tontoncuk. ınsana güven veren bir yüzü var. Ne maksatla geldiğimizi anladı, ama telaşından belli ki çok acil bir işi var.

“Arkadaşlar çok özür diliyorum. Çok acil bir işim çıktı. Siz birkaç dakika bekleyin, hemen geliyorum” dedi, biz daha cevap vermeye fırsat vermeden çıktı gitti.

Orada öylece şaşkın kalakaldık. Arkadaşım ne diyeceğini bilemeden çaresiz bana baktı. Ben ise biraz sinirli ve kızgın “ Haydi gidelim. Sonra gelirsin. Bir sürü işim var seni bekleyemem.” dedim.

Ama nafile. Sözü boşluğa söyledim sanki.

“Bak adam şimdi geleceğim dedi. Lütfen biraz bekleyelim. Bir daha gelme fırsatım olmaz.”

Ne gideceğimi, ne kalacağımı bilebildim. Arkadaşım haklı idi. Hastane uzak zaten vasıtası da yoktu. Bir daha gelmesi zordu. “Madem bir iş yaptın, tam yap” kendimi ikna ettim.

Çaresiz kalacaktık. Zaten doktor da hemen geliyorum demişti. Birkaç dakika beklemekten bir şey çıkmazdı. Üstelik bu hastane temiz ve bakımlı idi. Nezih bir havası vardı. Hastanelerin sıkıcı havası burada yoktu.
“Peki” dedim yine gönülsüzce.

Çar naçar beklemeye başladık. Oradaki rahat koltuklardan birisine oturduk. Arkadaşımla tam bir sohbete başlayacaktık ki, karşı pencereden bizim doktorun arabasına binip yola çıkmaya hazırlandığını gördüm. Bu elbette ki biraz moralimizi bozdu ikimizin de. Çünkü yoğun trafikte en yakın mesafe bile yarım saatten az olmazdı. Demek ki doktorun birkaç dakikası en az yarım saat kadar uzayacaktı.

“Mecbur bekleyeceğiz” dedi, aynı manzarayı gören arkadaşım, biraz da mahcup.

“Peki, peki” dedim biraz sinirlice.

Sustum, yapacak bir şey yoktu. Sessizce beklemeye koyuldum. Arkadaşım da anlamıştı sinirlendiğimi, bir şey söylemedi etrafını seyretmeye başladı. Ben, arada bir çevreme bakıyor, çoğu kez de kendi iç dünyamda yapacağım işlerin planını yapıyordum. Böylece hem hastane ortamından hayalen uzak durur, hem de yarım kalan işlerimin planını yapardım. şunun şurası birkaç dakika bekleyeceğiz. Hem, canım hayatımızda hiç mi beklemedik yani. Böylece zihni egzersizlerle devam ederken, bir ara iyice dalmışım ki bir anda, “Sedye yok mu, sedye getirin” diye feryada yakın bir sesle irkildim.

Baktım, az ötede bir kişi ayakta yürüyemiyor, oraya yığıldı kaldı. Görevliler hemen koştular, adamı sedyeye koyup bizim şaşkın bakışlarımız arasında alıp götürdüler. Adamın bu acıklı hali beni üzdü, ama görevli kişilerin gayret ve çabalarına sevinmiştim. Hastane burası, böyle şeyler olacak tabi ki. Yine kendi iç dünyama döndüm. Biraz önce eksik kalan hayalimdeki işi tamamlamaya koyuldum. Daha birkaç dakika geçmemişti ki, bir kadının çığlığı benim gibi hayalinde meşgul olan bütün insanları işinden alıkoydu. Ambulansla gerilen bir hasta vardı önümüzde. Kolları bacakları kan revan içindeydi. Belli ki bir kaza geçirmişti. Yarı baygın bir vaziyette sedyedeydi. Başındaki kadın feryad ü figan ediyordu. Kendisini teselli eden diğer bir kadına hiç de aldırmadan sedyenin arkasından gidiyordu. Uzaklaşan kadının arkasından baka kaldık. Ne yapalım hastane burası dedik, ama bu sefer hayalime geri dönmem çok zor oldu. Zaten hayalimdeki iş de uçup gitmişti.

Çaresiz çevremizi seyre koyulduk arkadaşımla birlikte. Biraz sonra yine bir hastanın önümüzde baygınlık geçirmesiyle iyice allak bullak olmuştum. Niçin böyle hastalar hep bizim önümüze geliyordu? Hayret doğrusu. Sanki ben hastalardan kaçtıkça onlar beni kovalıyordu. Bu düşüncemin ne derece önyargılı ve yanlış olduğunu koridorun sonundaki “Acil Servis” yazısını okuyunca anladım. Meğer biz acil servis girişinin önüne oturmuşuz. Tam da yerine oturmuşuz yani. Artık gözümü hastalardan ayıramıyordum. Her hasta ile birlikte ben de servise girip çıkıyordum. Biraz sonra elimde olmayarak hastaların hallerini de yaşamaya başladım. Sanki onların çektiği acıları ben de çekiyordum, sanki bendim bayılan, kollarım ve bacaklarım da durduk yere ağrımaya başlamıştı. Çaresiz, perişan, düşmüş, hayatları acılaşmış bir sürü insan ve onların içinde ben. Yazık… Acılar içimde çığ gibi büyümeye başladı.

Duygularım allak bullak olmuştu. Gördüğüm manzaranın tesiriyle zihnimde oluşmaya başlayan garip düşünceler hayalimin her köşesini sarsıyordu.

“Hastalık, hastalık, hastalık… Acılar,sıkıntılar, çileler… Niçin..niçin, niçin”

“Niçin insanlar böyle acı çekiyor? Niçin şu aciz yavrular, şu ihtiyarlamış nine, şu hayatının baharında gencecik delikanlı acılar içinde kıvranıyor? Niçin insanlar hastalanıyor?”

Bu boğucu düşüncelere dur demek zordu.

Biraz sonra da tehlikeli itirazlar yükselemeye başladı his dünyamdan.

Önümde kat kat beton duvarlar vardı, ama ben onların hepsini hayalimle delip semaya gözlerimi diktim. “Ya Rabbi keşke hiç hastalık olmasaydı. ınsanlar hiç hastalanmasaydı. Bu acıları hiç çekmeselerdi. Ne olurdu?” diye adeta kadere itiraz etmeye başladım. Nefsim bu itirazla içindeyken bir süre direnen aklım ve vicdanım çektiğim acının tesiriyle nefsin itirazlarına katılmaya başladı. “Sahi hiç hastalık olmasaydı, insanlar böylesine acılar içinde kıvranmasalardı, daha iyi olmaz mıydı? şu insanlara bak. Aciz, perişan, çaresiz!. Hiç hastalık olmasa bu insanlar da böylesine acı çekmezlerdi. Sağlıklı insanlar gibi mutlu olurlardı. Hayatın zevkini tadarlar, huzur içinde acısız ve sancısız bir hayat yaşarlardı. Evet, evet keşke hiç, ama hiç hastalık olmasaydı… ”
şöyle bir hayalimi yokladım. Hayalde oluşturduğum hastalıksız dünyanın ferleri çok mutlu idi. Ne hastalık, ne de hastalığa yol açan sebepler vardı. ışte tam bir mutluluk dünyasıydı bu.
ışte ben tam da hayalimde oluşturduğum hastalıksız dünyanın caddelerinde dolaşmaya başlayacaktım ki, bir anda yüzlerce sesin itirazı ile irkildim ve biraz da korktum. Binlerce beyaz önlüklü duruyordu önümde. Ellerini havaya kaldırıp hep bir ağızdan bağırıyorlardı.

“Hey, ne oluyor kardeşim? Hayalci arkadaş! Uyan ve kendine gel! Hiç hastalık olmazsa biz ne yapacağız? Binlerce doktor aç ve perişan olur. Bizler işsiz kalır, sefil oluruz. Böyle şey olmaz.”

Allah, Allah doktorlar doğru söylüyordu. Hiç hastalık olmazsa meslek gruplarının en zeki ve yetenekli kesimini teşkil eden doktorlar aç kalırdı. ışsiz, vazifesiz, görevsiz olurlardı. Doktorluk mesleğinin getirisinden yoksun, atıl bir vaziyet alırlardı. “Evet, doğru. Ama olsun onlar zaten çok kazanıyorlar, maşallah bir çoğu da zengin, gelirleri çok iyi, biraz da aç kalsınlar, açlığın lezzetini tatsınlar” dedim ve hayal dünyamdaki düşüncemde ısrar ettim. “Varsın, doktorlar işsiz kalsın. Hiç hastalık olmasın” diyerek tekrar hayal dünyamın hastalıksız dünyasına geri döndüm. Burası hastalıksız mutlu insanların dünyasıydı.

Ama nafile. Hayalimizde bile mutlu olamayacağız. Çünkü bu sefer de binlerce eczacının itiraz sesleri yükseldi.

“Dur bakalım ne oluyor sana. Hiç hastalık olmazsa bizler ne yapacağız. Bu ilaçları kime satacağız. Bu kadar eczane işsiz güçsüz mü olacak. Haydi, biz neyse ama binlerce çoluk çocuğumuz perişan olacak. Öyle şey mi olur. Bizim hastalığa ihtiyacımız var.”

Eczacıların bu itirazı doktorların itirazıyla birleşince sıkıldım doğrusu. Rahatsız oldum. Az kalsın, hayalimdeki hastalıksız dünyadan tamamıyla vazgeçecektim. “Lakin eczacıların da durumu fena değildi. Biraz da kazandıkları ile idare etsinler. Ben yine hastalıksız mutlu dünyama döneyim” diyerek yine cesur adımlarla hastalıksız dünyamın ana caddelerinde gezinmeye başladım. Zaten iki önemli engeli geçmiştim. Daha kimse karşıma çıkmaz ben de hastalıksız dünyamda sağlıklı insanlarla birlikte mutlu olurdum.Tam bu düşünceler içinde yola koyulmuştum ki, yine binlerce insanın itirazı ile beynim karıncalandı.

Bu seferki itiraz çok daha geniş bir kitleden geliyordu. Binlerce hemşire, ebe, hasta bakıcı, teknisyen, diyetisyen, hizmetçi, temizlikçi ve hastanelerin her bir köşesinde çalışan amiri memuru binlerce çalışanı hep bir ağızdan itiraz etmeye başladılar.

“Yapma be kardeşim. Hiç hastalık olmazsa bizler ne yaparız. Hastaneler kapanır, hepimiz işsiz güçsüz aç kalırız. Bak şu yüzlerce çalışan hemşiresine, hizmetlisine, hastabakıcısına ve diğerlerine. Senin bu insanlara bir garazın mı var hemşerim. Yazık değil mi tüm bunlara. Bu insanların binlerce çoluk çocuğu da var. Onlara ne diyeceksin. Hiç mi merhametin yok senin? Çoluk çocuğu ne ile geçindireceksin. Hiç hastalık olmaz ise tüm hastaneler kapanır. Sağlık kurumları virane olur. Binlerce çalışan sefil ve perişan olur” diye uzayıp giden itirazlar. Hayal kulağımı kapatmasam hafızam binlerce kelime dolacak, belki kapasitesini aşacaktı.

Bu sefer itiraz çok daha güçlü idi. Bu engeli geçmek de çok zordu. Zaten bu insanlar çok fazla da kazanmıyordu. şurada üç-beş hasta acı çekmeyecek diye hastalıkları yok etmek, binlerce hemşirenin, ebenin, diğer hastane çalışanlarının acı ve çile çekmesi demekti. Bir gözümün önünde acı çeken şu hastalara baktım, bir de hayalimdeki işsiz güçsüz kalacak diğer binlercesine… Ne yapacağımı şaşırdım.

Hayalimde kurduğum hastalıksız dünyanın mutluluğu büsbütün kaçmaya başladı. Hayalimdeki bu dünyaya geri dönebilmek çok zor gözüküyordu artık. Her şeye rağmen bir kez daha denemeye karar verdim. Hastalıksız dünyanın tüm zevkine ermeliydim. Ama ne çare. Bu kez ardı arkasına kesilmeyen itirazlar yükselmeye başladı.
Önce ilaç fabrikalarında çalışan binlerce işçinin sesi duyuldu:

“Dur kardeşim delirme. Hiç hastalık olmazsa bütün bu çalıştığımız fabrikalar kapanır. Bizler aç ve sefil oluruz. Yazık değil mi bunca çalışan işçiye, çoluk çocuğuna…”

Ardından Tıp Fakülteleri itiraz etmeye başladı, içindeki talebesiyle hocasıyla.

“Beyefendi böyle bir düşüncenin ne denli yanlış olduğunu size bildirmek isteriz. Farz-ı muhal olarak ‘hastalıkları tümden kaldırdığınız varsayımını’ kabul etmemiz durumunda, bir ülkenin en gözde kurumları olan Tıp Fakültelerini işlevsiz ve atıl duruma getiriyorsunuz demektir. Böyle bir durum da sosyal, ekonomik, ilmi ve teknolojik açıdan kabul edilebilir değildir. Bu gün bilim ve fen ve teknoloji Tıp ilminin gelişmesi ile doğrudan bağlantılıdır. şayet siz ‘Hiç hastalık olmasın’ fikrini uygulama sahasına koyarsanız Tıp ilminin tümden yok olmasına taraf olurusunuz ki, böyle bir düşünce bilime vurulacak en büyük darbedir. ılim ve bilimin olmadığı yerde sağlıklı bir hayattan söz edilemez…”

Hayal dünyamdaki kulağımı tıkamak zorunda kaldım. Artık diğer itirazları dinlemeye tahammülüm kalmamıştı.

‘Hastalıksız bir dünya’ planımdan vazgeçtiğim gibi, biraz da utandım. şu gözümün önünde hastalıktan bizar düşmüş birkaç insan mutlu olacak diye hastalığı tümden kaldırmanın çok insanı derin acılar içine atacağını düşünerek bu hastalıksız bir dünya hayalinden tam olarak vazgeçtim. Hastalıkları tamamen yok etmek demek, sağlıkla ilgili sosyal hayatın tamamını yok etmek demekti. Birkaç insana acı gelmesin diye binlerce insanı acı ve perişanlık içinde bırakmak demekti.

Demek ki ‘hastalığa ihtiyacımız vardı’. Acı,ama gerçek.

Hakikaten sosyal hayatın bu şekilde mükemmel işlemesi için ‘hastalığa ihtiyaç vardı’ Olacak şey değil. Biraz önce hastalıkları yok olduğu bir dünya inşa etmeye girişmişken, şimdi hastalığın ihtiyaç olduğunu, sosyal hayatımız için ne kadar gerekli olduğunu görüyordum.

Nefsim itirazı bırakmış, hatta yüzlerce insanın itirazından biraz da korkmuştu ve susmuştu. Kalbim, vicdanım ve aklım düşünce kumandasını ele alarak Rabbime karşı nefsin yaptığı hatadan ve itirazdan dolayı özür diliyordu şimdi.

“Ya Rabbim beni affet. Nefsim Senin hikmetine itiraz etti. ‘Hastalık niye var, Keşke hiç hastalık olmasın’ diye isyan etti. Sen şeyi her şeyi hikmetle yaratır, her işi hikmetle yaparsın. şimdi kesin olarak anladım ve inandım ki, hastalıklara ihtiyacımız var. Senin hastalıkları yaratmanda da büyük hikmet ve sırlar var. Hiçbir şey başı boş, boşu boşuna yaratılmadığı gibi, hastalıklar da boşuna yaratılmadı. Sırf insanlara acı versin diye hayata dahil edilmedi. Hastalıkların ve onun kardeşi olan diğer sıkıntı ve zorlukların bir dili var. Bize bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar. ışte insanın görevi her sıkıntı ve acıya itiraz etmek değil, bunların dilini ve mesajını anlamaya çalışmaktır.”

Arkadaşımın hafifçe omzumu sarsması ile bir anda kendime geldim.

Doktor karşımızdaydı:

“Çok özür diliyorum arkadaşlar, işim biraz uzunca sürdü, sizi beklettim. Buyurun içeriye.”

ışimiz kısa bir sürede bitti. Nihayet dışarı çıktık. Dışarıda nefis bir hava vardı. Hastanenin o sıkıcı havasından kurtulup derin bir nefes almıştık. Arkadaşımı evine bıraktıktan sonra işime döndüm. Ama hastanede yaşadığım o hayali haller beni derinden etkilemişti. “Hiç hastalık olmasaydı” fikrinin sadece sosyal cephesi ile uğraşıp durmuştum. Bu düşüncenin diğer cepheleri ile ilgisini de tam halletmeliydim. Hastalığın mesajını doğru okumalı, hastalıklar içinde saklanmış sırları tam olarak anlamalıydım. Artık zihnimi bu konu üzerinde yoğunlaştıracaktım.

2

08.11.2006, 09:14

ameney..evet oldukça ilginç..hiç böyle düşünmemiştim..

Musibetin hastalık olan nevi, sabıkan geçtiği gibi, o kısım, musibet değil, belki bir iltifat-ı Rabbânîdir, bir tathirdir.

Rivayette vardır ki, "Ermiş bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyor; sıtmanın titremesinden günahlar öyle dökülüyor."


2.lema


ben hep böyle düşünmüştüm :)

3

08.11.2006, 14:08

herşeyde bir hikmet vardır...ama bu şekildeki bir yorum daha farklı boyutlara götürüyor...hastaysak sağlıgımızın kıymetini daha iyi biliyoruz ...yada bazen unuttugumuz bazı güzelliklerin farkına varmak için bir yerlerden mesajlar geliyor...

(Hasta olduğumda )yapmak istemediğim bir iş olunca''ALLAH'ım diyorum sen şifa ver iyileşeyim yapmaya razıyım diyorum''...başa gelmeyince bazı şeyleri bilmiyoruz galiba...

RABBıM verincede hayırlısını versin ne diyeyim...
şu âlemde mü'minin mü'mine karşı en büyük yardımı dua iledir.Barla -247

4

08.11.2006, 14:51

nurdan damla kardeşim;

Alıntı

ama bu şekildeki bir yorum daha farklı boyutlara götürüyor

derken yazıda bir anlam eksikliği mi hissetiniz? biraz açar mısınız?

5

08.11.2006, 16:26

hayır o anlamda değil...bir konuya farklı bir açıdan bakmama neden oldunuz.yani konuya değişik ve güzel bir bakış açısı olmuş.ellerinize saglık güzel bir paylaşım..
şu âlemde mü'minin mü'mine karşı en büyük yardımı dua iledir.Barla -247

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir