Gel ey arkadaş! şimdi sana, geçmiş olan on bürhan kuvvetinde katî bir bürhan daha göstereceğim. Gel; bir gemiye bineceğiz; Haşiye 19 şu uzakta bir cezîre var, oraya gideceğiz. Çünkü bu tılsımlı âlemin anahtarları orada olacak. Hem herkes o cezîreye bakıyor, oradan bir şeyler bekliyor, oradan emir alıyorlar.
ışte, bak, gidiyoruz. şimdi şu cezîreye çıktık. Bak, pek büyük bir içtimâ var. şu memleketin bütün büyükleri buraya toplanmış gibi, mühim ihtifâl görünüyor. ıyi dikkat et. Bu cemiyet-i azîmenin bir reisi var. Gel, daha yakın gideceğiz. O reisi tanımalıyız.
ışte bak, ne kadar parlak ve binden Haşiye 20 ziyâde nişanları var. Ne kadar kuvvetli söylüyor, ne kadar tatlı bir sohbet ediyor. şu on beş gün zarfında, bunların dediklerini ben bir parça öğrendim; sen de benden öğren. Bak, o zât, şu memleketin mu'ciznümâ sultanından bahsediyor. "O Sultan-ı Zîşan beni sizlere gönderdiğini" söylüyor. Bak, öyle hârikalar gösteriyor; şüphe bırakmıyor ki, bu zât o padişahın bir memur-u mahsusudur.
Sen dikkat et ki, bu zâtın söylediği sözü, değil yalnız şu cezîredeki mahlûklar dinliyorlar; belki, hârikulâde sûretinde, bütün memlekete işittiriyor. Çünkü, uzaktan uzağa herkes buradaki nutkunu işitmeye çalışıyor. Değil yalnız insanlar dinliyor, belki hayvanlar da, hattâ bak, dağlar da onun getirdiği emirlerini dinliyorlar ki, yerlerinden kımıldanıyorlar. şu ağaçlar, işaret ettiği yere gidiyorlar. Nerede istese su çıkarıyor. Hattâ parmağını da bir âb-ı Kevser memesi gibi yapar; ondan âb-ı hayat içiriyor.
Bak, şu sarayın kubbe-i âlîsinde mühim lâmba, Haşiye 21 onun işaretiyle, bir iken, ikileşiyor. Demek, bu memleket, bütün mevcudâtıyla, onun memuriyetini tanıyor. Onu o gaybî zât-ı mu'ciznümânın has ve doğru bir tercümânı, bir dellâl-ı saltanatı ve tılsımının keşşâfı ve evâmirinin tebliğine emîn bir elçisi olduğunu biliyorlar gibi, onu dinleyip itaat ediyorlar.
ışte, bu zâtın her söylediği sözü, etrafındaki bütün aklı başında olanlar, "Evet, evet, doğrudur" derler, tasdik ederler. Belki şu memlekette dağlar, ağaçlar, bütün memleketi ışıklandıran büyük nur lâmbası, Haşiye 22 onun işaret ve emirlerine baş eğmesiyle, "Evet, evet, her dediğin doğrudur" derler.
ışte ey sersem arkadaş! şu Padişahın hazîne-i hâssasına mahsus bin nişan taşıyan şu nurânî muhteşem ve ciddî zâtın bütün kuvvetiyle, bütün memleketin ileri gelenlerinin taht-ı tasdikinde bahsettiği bir zât-ı mu'ciznümâda ve zikrettiği evsâfında ve tebliğ ettiği evâmirinde hiçbir vecihle hilâf ve hile bulunabilir mi? Bunda hilâf-ı hakikat kâbilse, şu sarayı, şu lâmbaları, şu cemaati, hem vücudlarını, hem hakikatlerini tekzib etmek lâzım gelir. Eğer haddin varsa buna karşı itiraz parmağını uzat. Gör, nasıl parmağın, bürhan kuvvetiyle kırılıp, senin gözüne sokulacak.
--------------------------------------------------------------------------- -----
Haşiye 19: Gemi, tarihe ve cezîre ise Asr-ı Saadete işarettir. şu asrın zulümâtlı sahilinde, "mim"siz medeniyetin giydirdiği libastan soyunup, zamanın denizine girip, tarih ve Siyer sefinesine binip, Asr-ı Saadet cezîresine ve Cezîretü'l-Arab meydanına çıkıp, Fahr-i Alemi (a.s.m.) iş başında ziyâret etmekle biliriz ki, o zât, o kadar parlak bir bürhan-ı tevhiddir ki, zeminin baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalâlet zulümatını dağıtmıştır.
Haşiye 20: Bin nişan ise, ehl-i tahkik yanında bine bâliğ olan mu'cizât-ı Ahmediyedir (a.s.m.).
Haşiye 21: Mühim lâmba kamerdir ki, onun işaretiyle iki parça olmuş. Yani, Mevlânâ Câmi'nin dediği gibi, "Hiç yazı yazmayan o ümmî zât, parmak kalemiyle sahife-i semâvîde bir elif yazmış; bir kırkı, iki elli yapmış." Yani, şakktan evvel, kırk olan "mim"e benzer, şakktan sonra iki hilâl oldu, elliden ibâret olan iki "nun"a benzedi.
Haşiye 22: Büyük bir nur lâmbası, Güneştir ki, arzın şarktan geri dönmesiyle yeniden güneşin görünmesi; kucağında Peygamberin (a.s.m.) yatmasıyla ikindi namazını kılmayan ımam Ali (r.a.), o mucizeye binâen ikindi namazını edâen kılmış.
sözler/22.söz/261