Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

23.08.2006, 15:41

Hizmet için baş açılır mı?

Bazı bayan arkadaşlarımız okulda başlarını açmak zorunda kalıyorlar... Kimi üniverstelerde bahçe kapısında kimisinde sınfta açmak zorunda kalıyorlar... bunun hükmü nedir...?

27-Temmuz-2006 - 12:49:49

Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;

Bilindiği gibi Nur sûresi'nin 31. ve Ahzab suresi'nin 33, 35 ve 59'uncu ayetlerinde kadınların örtünmeleri, vücutlarının zinet yerlerini yabancılara göstermemeleri emredilmektedir. Bu konuda birçok hadis de vardır. Ama bu hadisleri burada nakletmeye lüzum görmüyoruz.

Kadının bütün vücudunun avret olup olmadığı hususu da mezhepler arasında ihtilaflıdır. şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre kadının istisnasız tüm vücudu avret kabul edildiği halde Hanefî ve Malikîmezheplerinde eller ve yüzün fitne korkusu olmadığı takdirde avretolmadığı belirtilmiştir (1).

Tedavi gibi bazı zaruret hallerinde yabancı birisi bir kadının avret kabul edilen bir uzvuna zaruret miktarmca ve tedavinin gerekdiği mahalli geçmemek şartıyla bakabilir(2). Allah, Kurân-ı Kerîm'de kadınların vücutlarını örtmelerini emredip başkalarına göstermelerini yasakladığına göre onların avret mahallerini yabancıların görebileceği şekilde açmaları haramdır. Zaruret olmadıkça avret sayılan bir uzvun tamamını ya da bir kısmını açamazlar.

Zaruret, yasak bir şeyi yapmadığı takdirde helaki veya helake yaklaşmayı gerekli kılan şeydir (3). Ali Haydar Mecelle şerhi'nde zarureti aynen şu şekilde tarif etmiştir: "Zaruret; memnu tenavületmediği takdirde helaki müstelzim olan haldir" (4).

Buna göre ıslâm'a hizmet etmek gayesiyle de olsa ıslâm'a ta ban tabana zıt düşen, kadının namahrem yerlerini ve avretini açmaya zorlayan okullarda okumanın zaruret kabul edilmesi mümkün değildir.

Ayrıca kadınların mutlaka bilmesi gereken şeyleri, avretlerini açmayı gerektirmeyen okul ve kurslardan öğrenmeleri pekala mümkündür. ıslâm hizmeti böyle bir yol ile ifa edilemez. Ayrıca ıslâm tarihi hiçbir resmî tahsili olmadığı halde kendisini özel olarak yetiştirip ıslâm'a ve ilme hizmet eden kadınlarla doludur. şüphesiz kadınların avret açma
ve ihtilat gibi ıslâm'ın yasakladığı şeyler olmazsa okutulmaları gerekli ve okumaları zaruridir, bunda büyük faydalar da vardır. Ama bu haramı işlemeyi tecviz edemez.

Bilindiği gibi "Zararları gidermek, maslahatları celb etmekten evladır." diye meşhur bir fıkıh kaidesi vardır. ıslâm'ın yasaklara gösterdiği itina, emirlere gösterdiği itinadan
daha büyüktür. Hz. Peygamber bir hadîsinde: "Ben size bir şey emrettiğim zaman ondan gücünüzün yettiği kadarını yapınız. Bir şeyden nehyettiğim zaman da ondan
kaçınınız" buyurur.

Bundan dolayı meşakkati defetmek için vacibi terk etmek caizdir, ama günahları, özellikle büyük günahları işlemekte müsamaha yoktur. Bezzazî'nin ifadesine göre avret yerini örtecek bir şey bulamayan kimse, nehir kenarında da olsa istincayı terk eder. Çünkü yasak, emre tercih edilir. Kadına gusül gerekse ve erkeklerden gizlenecek bir yer bulamazsa guslü terkeder (5).

Demek oluyor ki, bir haramı işlememek için farz bile terkedilir. O halde sadece umulan bir maslahat için nassların haram kıldığı bir şeyin işlenmesi tecviz edilemez. Bize göre bu her okul için aynıdır. Müslümanların, kadınların başlarını açabilmeleri için ıslâm'ın
hükümlerini zorlayacakları yerde, kadınların ıslâmî kıyafetler içerisinde okuyabilmelerinin çarelerini araştırıp bu yolda gayret sarfetmeleri gerekir.

1-Kitabu'1-Fıkh âlâ Mezâbili'l Erbaa 1/192. Sâbûnî, Tefsirû Ayât'il-Ahkâm c. 2. s. 381
2-el-Merginânî, el-Hidâye, c. 4, s. 84
3-Suyûtî, el-Eşbah ven-Nezâir, s. 94
4-Ali Haydar, Dürerü'l-Hakkâm şerhu Mecelletü'l-Ahkâm, Muk. 22. Mdd. nin şerhi
5-ıbnu Nüceym el-Eşbâh ve'n-Nezâir, s. 90-91

Halil GÜNENÇ, Günümüz Meselelerine Fetvalar II.180

Selam ve dua ile...

Editör
www.sorularlaislamiyet.com

2

23.08.2006, 15:42

Üniversiteye giden bayan öğrencilerin derslere başörtüsü yerine peruk ya da şapka gibi kamuflajlarla girmesi tesettür açısından uygun mudur?

13-Ağustos-2006 - 22:58:32

Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;

Peygamberimiz (s.a.s.), saçına insan saçı takan ve taktıran kadınlara da lânet etmiştir. (Örnek olarak bk. Buhârî, libas 83, 85; Müslim, libas 115. ) Çünkü bu da Allah'ın beğendigi yaratılışı bozma ve karşısındakini aldatmak demektir. Islâm'da bunların her ikisi de yasaktır.

Kullanılan perukun, insan saçından başka bir şeyden olması halinde câiz olacağı söylenmiştir. (Ibn Âbidin VI/373.) Ancak peruku kadının bir başörtüsü gibi kullanması ayrı bir olaydır. Çünkü kadının başını kapatma emri, saçının câzibesiyle ftneye sebep olacağı içindir. Peruk ise bu câzibeyi çoğu zaman eksiltmez, tersine artırır. Bu yüzden bu konunun iyi araştırılması gerekir. Yani kadının insan saçından başka bir şeyden (ipek, yün sentetik elyaf vb.) peruk kullanması câizdir.

Ama başörtüsü yokken, dışarıda bununla gezebilir mi? Bize gezemez gibi görünen bu konu iyi öğrenilmelidir. Çünkü başörtüsünü yasaklayanlara karşı böyle bir çare düşünenler vardır.

Bize göre, insan kılından başka şeylerden peruk takmanın caiz olması, başını örtmek şartıyla olmalıdır. Yani böyle bir peruk takan kadın ayrıca peruğun üzerini de kapatmalıdır.


Selam ve dua ile...

Editör
www.sorularlaislamiyet.com

3

23.08.2006, 15:44

Peygambermizin hadislerinin sadece iddiadan ibaret olduğu doğruluğunun bilinmediği söylenmekte özellikle de örtünme ile ilgili kuran ayeti olmadığını iddia eden yorumcular peygamberimizin hadislerini de hiçe saymaktalar. Bu tarz düşüncede olan insanlara nasıl cevap verilir.

06-Temmuz-2006 - 20:16:07

Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;

Câhiliyette insanların birçokları terbiye ve edebden yoksundu. Ahlâk, iffet ve namus meselesi lafta idi. Bugün olduğu gibi kadın açılıp saçılıyordu, vücudunu, na mahrem yerlerini göstermekle böbürleniyordu. ılahî rahmet olarak gelen ıslâm dini, tefessüh etmiş bu insanlığı ıslah etmek için birtakım emir ve prensipler getirdi. Bunlardan birisi de kadının cilbab ile örtünmesini emreder.

"Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına söyle! Baş ve boyunlarını örtmek için cilbablarını üzerlerine alsınlar"(1).

Cilbab'ın mâhiyeti hakkında birkaç görüş vardır:
l- Cilbab. bütün vücudu örten uzun gömlek veya entaridir.
2-Entari üzerine giyilen geniş elbisedir.
3- Başı. boynu ve çevresini örten atkıdır.
4- Üst tarafı göbeğe kadar örten ve ridâ denilen örtüdür.

Sibeveyhrnin üstadı olan Halil; "Bu mânâlardan hangisi kasdedilirse caizdir" diyor(2). Müslüman kadın, el ve yüzü müstesna bütün vücudunu örtmek mecburiyetindedir. Bir kimse buna inanır fakat uygulamazsa günahkâr olur. Amma inkâr ederse dinden çıkar, mürtedolur. ıslâm'ın kabul etmediği tevillere baş vurup halkın inancını bozmak sapıklıktır. Tesettürün dinen makbul olabilmesi için birkaç şartı vardır, onlara ri'âyet etmek gerekir:

1- Elbisenin vücudu gösterecek tarzda ince,
2- Nazar-ı dikkati çekecek kadar süslü ve renkli,
3- Vücudun hatlarını gösterecek şekilde dar olmaması gerekir.
Bir memlekette manto giymek adet ise, dar olmamak şartıyla onu giymekte beis yoktur. Çünkü ıslâm dini, ne erkek ne kadın için belli bir kıyafet getirmemiştir. Her memleketin kendisine has bir giysisi vardır.

Hatta buranın çarşafı, Suriye, Irak ve Hicaz'da giyilen çarşafa benzemiyor. ılla şu veya bu kıyafet lazımdır demek doğru değildir.

1' Ahzab: 59
2 el-Sîracel-Münir c. 3. s. 271.


Sünnet vahiy mahsulüdür

Bu konuyu Kur’an-ı Kerim, hadis-i şerifler ve alimlerin görüşleri doğrultusunda ele alarak işleyeceğiz.

1. Kur’an-ı Kerim
Hz. Peygamber (a.s.)’a Kur’an-ı Kerim dışında vahiy geldiğini gösteren ayetler vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

1- Kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab’ı ve Hikmet’i talim edip, bilmediklerinizi öğreten , Allah’ın kendisine Kitab’ı ve Hikmet’i bildirdiği , ifade edilen ayetlerde, Hz. Peygamber (s.a.m.)’a Kitab ile beraber bir de Hikmet’in verildiği anlaşılıyor.

Atıf, ma’tufa hem benzerlik hem de muğayeretlik manasını taşımaktadır. Bu itibarla, Kitab’tan kasık Kur’an-ı Kerim olduğuna göre Hikmet’in başka bir şey olması lazım. Bunun da sünnet olma ihtimali hepsinden önce gelir . Atıftan ma’tufa olan farklılığı bu benzerlik noktası ise ikisinin de Allah’ın bildirmesiyle olmasıdır ki ikisinin de kaynağı vahiydir .

2- “Hatırlayın ki, Allah size iki taifeden birinin sizin olduğunu vaat ediyordu. Siz de kuvvetsiz olanın sizin olmasını istiyordunuz” ayetinde belirtilen vaat, önceden müslümanlara verilmiş ama ne olduğu ayette bildirilmemiştir. Bu da başka bir vahiyle haber verildiğinin delilidir.

3- “Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir şey söylemişti. Fakat eşi bu sözü başkalarına haber verip, Allah da bunu Peygamber’e açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirip, bir kısmından da vazgeçmiştir. Peygamber bunu ona haber verince eşi, “Bunu sana kim bildirdi?” dedi. Peygamber, “Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi” dedi” ayeti açıkça Kur’an dışında vahiy olduğunun delilidir. Zira verilen sırrın ifşasına dair bir açıklama Kur'an da olmadığı halde Hz.Peygamber bunu bilmektedir. Öyleyse bunu kendi kendine bilemeyeceğine ve Allah’ın bildirdiği ifade edildiğine göre, Kur'an içine girmemiş bir vahyin varlığı açıkça ortaya çıkmaktadır.

2 Hadis-i şerifler

1- Mikdad b. Ma’dikerib’in rivayetine göre Resulullah (a.s.), şöyle buyurmuştur: “...Bana Kitab ve onunla beraber onun gibisi verildi” .

2- Kudsi Hadisler . Bu tür hadislerde geçen, “Resulullah (a.s.), Rabbinden rivayet ettiği hadiste şöyle buyurdu”, “Resulullah’ın (a.s.), rivayet ettiği hadiste Allah Teala şöyle buyurdu” denilmesi ve hadislerin “Ey kullarım” diye başlaması Hz. Peygamber’e Kur’an dışında vahiy geldiğinin delillerindendir.

3- Cibril Hadisi diye bilinen meşhur hadise. Cebrail (a.s) beşer suretinde gelmiş ve bazı sualler sorarak cevap almış, Hz. Peygamber’ (a.s.m)da ashabına, bunun Cebrail (a.s) olduğunu ve dini öğretmek için geldiğini bildirmiştir.

4- Hz. Peygamber’in (a.s.), şüphesiz Rabbim Allah, bana vahyetti , ben emrolundum, nehyolundum , gibi ifadeleri ve Cebrail (a.s)’ın bazı şeyleri kendisine öğrettiğini bildirmesi de , Kur’an dışında vahyin varlığına açık delillerindendir .

Ayrıca bir Yahudi’nin sorularına cevap veren Hz. Peygamber’in “aslında bunları bilmiyordum. Ancak Allah onları bana bildirdi” buyurması da konuyu destekleyen diğer bir husustur.

3 Alimlerin görüşleri
Ashab-ı Kiram (r.a.) Peygamber Efendimiz (a.s.)’ın uygulamalarından, izahlarından ve ifadelerinden Kur'an dışında vahiy aldığını biliyorlardı. Bunu birçok defalar ifade etmişlerdir. Alimler de Kur'an, hadis ve ashabın ifadeleri doğrultusunda sünnetin kaynağı hakkında fikir ve beyanda bulunmuştur, hepsi olmasa bile sünnetin kaynağının vahye dayandığını ifade etmişlerdir.

Aişe (r.a) validemiz, Hz. Hatice hakkında vahiy geldiğini ifade eder ve O’na cennetten bir köşk verildiğinin bildirildiğini söyler.

Rivayetlerde geçen, Cibril, Kur’an’ı indirdiği gibi sünneti de indirdi . Ayrıca komşuya iyi davranmayı, abdest almayı, namaz kılmayı, telbiyenin yüksek sesle yapılmasını, kutlu akik vadisinde namaz kılınmasını, namazların vakitlerini, ümmet-i Muhammed’in (a.s.m) gireceği cennet kapısını, seyyidü’s-şüheda olan Hz. Hamza (r.a)’ın adının sema ehli tarafından levhalaştırılması gibi bilgilerin Cibril (a.s) vasıtasıyla alması da Kur'an dışında vahiy olduğunu gösterir.

Tavus ise, bizzat vahiy yoluyla inmiş bulunan diyetlere dair bir yazılı metine sahip olduğunu ve zekat ve diyetle ilgili hükümlerin vahiyle geldiğini belirtir .

Evzâi, “Sana Resulullah’tan (a.s.) bir hadis ulaştığında sakın ha başka bir şeyle hükmetme; çünkü Resulullah (a.s.), Yüce Allah’tan bir tebliğciydi” diyerek , sünnetin vahye istinad ettiğini ifade etmiştir.

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi bu konuda önemli açıklamaları olanlardan biri de ımam şafii’dir . Konuyu ilmine güvendiği bir zata dayandırdığı ve kendisinin de kabul ettiği anlayışa göre Sünnet; ya vahiydir, ya vahyin beyanıdır, ya da Allah’ın kendisine tevdi etmiş olduğu bir durumdur. Bu da kendisine has kıldığı nübüvvete ve buna dayalı olarak ilham ettiği hikmete dayanır. şu halde hangi durum esas alınırsa alınsın, Allah, insanların Rasullah’a itaatını emretmiş, sünnetin gereği ile amel etmelerini istemiştir. Sünnet’in Kur'an’ı açıklaması, ya Allah’tan gelen Risalet yoluyla, ya ilhamla ya da kendine verilmiş “emir” ile gerçekleşir.

Aynı kanaatleri paylaşan ıbn Hazm, Sünneti vahyi gayri metluv olarak ifade eder ve vahyi metluv olan Kur'an’a uymamız gerektiği gibi, ikinci vahiy olan sünnet’e de uymamızın esas olduğunu belirtir. Zira bağımlılığı ve Allah’tan olmaları bakımından ikisi de aynıdır .

Gazali hazretleri de sünnetin vahye istinad ettiğini ifade ile, vahyi ğayri metluv olduğunu belirtir .

Sünnetin tamamı vahiy olarak kabul edilirse, Hz. Peygamberin (a.s.) nasıl Kur'an’ı Kerim’i değiştiremiyorsa, sünneti de değiştiremeyeceği anlamı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır .

Kur'an gibi, sünnetin de tamamı vahye istinad ediyor, anlayışı içinde, önemli bir husus ortaya çıkmaktadır. şayet, Hz. Peygamber (a.s.), her hadise ve olayda, Kur'an ayeti gibi, sünnet vahyini bekliyorsa, bu durumda O’nun içtihatları, istişareleri nasıl değerlendirilecektir. Elbette vahyi beklediği zamanlar olmuş ama hayatın her safhasını böyle düşünmek ve değerlendirmede bulunmak bizi sıkıntıya sokacaktır.

ışte bu gibi durumlar bazı alimleri, sünnetin tamamının değil de bir kısmının vahye bir kısmının da içtihat ve istişare gibi durumlara dayandığı kanaatine sevk etmiştir.
Mesela ıbn Kuteybe, sünnet’in kaynağını üçe ayırarak şöyle der:

a) Cebrail’in Allah’tan getirdiği sünnet .
b) Allah’ın Resulüne (a.s.) bıraktığı; re’yini açıklamasını istediği sünnet .
c) Resulullah’ın, bize âdab için kıldığı sünnet. Bunlar yapıldığında sevap alınıp, terkinde ise ceza olmayan sünnettir .

Benzer görüşü benimseyen Hanefilerden Serahsi, Hz. Peygamber (a.s)’ın, re’y ve içtihat sonucu ulaştığı neticelerin, vahiy mesabesinde olduğunu belirtir:

Vahiy iki kısımdır:
1- Zahir vahiy. Bu da üçe ayrılır.
a) Melek lisanıyla gelen, kulakla algılanan ve Allah’tan geldiği kesin bilinen vahiy. Bu kısım Kur'an vahyidir.
b) Kelamsız, melek tarafından yapılan işaretle Hz.Peygamber’e açıklanan vahiydir .
c) ılhamdır. Bu da, Resulullah (a.s.)’ın kalbinin en ufak bir kuşkuya mahal kalmayacak şekilde ilahi te’yide mazhar olmasıdır. Onun kalbine bir nur doğar, meselenin hükmü açıkça belli olur.

2- Batınî vahiy: Buna “ma yüşbihu’l-vahy” diyen Serahsi, Resulullah’ın (a.s.), re’y ve içtihadı sonucu ulaştığı hükümler olduğunu söyler. O’nun hata üzere bırakılmaması, devamlı vahyin kontrolünde olması gibi hususlar, bu kısımdan olan hükümleri de vahiy mesabesinde kılmaktadır. Ümmetten diğerlerinin içtihadı ise, yanılma ihtimallerinin olması ve bu yanılmalarının vahiyle düzeltilme imkanı bulunmaması sebebiyle Hz. Peygamber (a.s.m) in içtihadı mesabesinde değildir .

Serahsi’nin bu açıklaması neticede Hz. Peygamber (a.s.)’ın bütün davranışlarının vahye dayandığı O’nun tashihinden geçtiği anlamına gelmektedir. Zira, Hz. Peygamber (a.s.)’ın davranışı veya sözü ya doğrudur, ya da yanlıştır. Hayatı boyunca düzeltilmişse tamam. Aynen kalmışsa onun doğru olduğu ortaya çıkar. Zira yanlışın Allah tarafından devam ettirilmesi mümkün değildir.

şatıbi ise şöyle der:
Hadis ya saf Allah’tan gelen bir vahiydir, ya da Hz. Peygamber (a.s.) tarafından yapılmış bir içtihattır. Ancak bu durumda onun içtihadı Kitap ya da sünnetten sahih bir vahye dayandırılmış ve onun kontrolünden geçmiştir. Hz. Peygamber’in içtihadında hata yapabileceği görüşü benimsense bile, o asla hatası üzerinde bırakılmaz, derhal tashih edilir. Sonunda mutlaka doğruya döner. Dolayısıyla ondan sadır olan hiçbir şeyde hata ihtimali yoktur .

Bu ifadelerden hareketle diyebilir ki, sünnetin tamamı vahiydir, diyenler pek de ifrat etmiş olmuyorlar. Zira, neticede sünnetin tamamı vahyin kontrolünden geçiyor, ya ibka ediliyor ya da tashih ediliyordu. Yani vahyin kontrolüne girmemiş bir uygulamanın varlığını kabul edemeyeceğimize göre netice olarak hepsinin vahye dayandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak sünnetin tamamının vahye dayandığını söylerken bununla Rasulullah’ın devrinde tesbiti yapılan ve bize kadar sahih olarak gelen sünnetleri kastettiğimizi de belirtelim.

4. Vahyi takriridir
Sünnet’i tarif ederken bir kısmının da takriri sünnet dediğimiz, Hz. Peygamber (a.s.m) huzurunda yapılıp ta gördüğü veya duyduğu halde susması veya tasvip buyurmasıdır . Yani Ashabı Kiram gerek önceki Cahiliye döneminden kalma bazı uygulamaları, gerekse kendi anlayış ifadeleri olarak yaptıkları konuşma, davranış gibi hususlardan birini Hz. Peygamber, gördüğünde veya duyduğunda onları bazen düzeltiyor, bazen değiştiriyor, bazen da seslenmiyordu. Ashabı Kiram O’nun bu susmasını tasvip olarak değerlendiriyordu. Zira ümmetin yaptığı bir hatayı aynen bırakması, Hz. Peygamber (a.s.) adına uygun olmazdı. Bu sebeple O’nun susmaları bile o fiil veya sözün yanlış olmadığı anlamına geliyordu.

Ashab (r.a), Hz. Peygamber (a.s.)’ın kontrolünde olduğu gibi, Resulullah (a.s.) da ısmet sıfatının bir gereği olarak, devamlı vahyin kontrolü altındaydı. Dolayısıyla O’nun hatasının düzeltilmeden bırakılmayacağı ve bu uyarının da geciktirilmeden hemen yapılacağı bilinmelidir. Bu özelliğiyle Hz. Peygamber (a.s.) bütün insanlardan ve içtihada ehil olanlardan ayrılmaktadır.

Daha peygamber olarak görevlendirilmeden önce bile bazı davranışlarından dolayı ikaz edildiği bilinmektedir .

Bir defasında, Kureyş çocukları ile oyun oynarken izarını çıkarıp taş taşımak istemiş ancak bu durumdan şiddetle menedilmiştir. Yine zemzem kuyusunun tamiri için amcası Ebu Talib’e yardım maksadıyla izarını çıkarıp üzerine taşı koymak istemiş, fakat baygınlık geçirmiştir. Kendine geldiğinde ise, üzerinde beyaz elbise olan birinin örtünmesini istediğini söylemiştir .

Vücudunun görülmesi uygun olmayan hususlar için muhafaza edildiği gibi, o günün toplumunda görülen bazı nahoş uygulamalardan da korunmuştur. Kendi ifadesiyle, düğün gibi yerlerde yapılan oyun ve eğlencelere bakmak istemiş ancak onları duyamamış ve uyuya kalmış, ondan sonra da Peygamberlikle vazifeleninceye kadar kötülüğe bulaşmamıştır .

Henüz peygamber değilken ve ümmetine ve insanlığa örnekliği kesin olarak belirtilmemişken böyle koruma altında olan bir zatın, bütün yönleriyle ümmetine ve insanlığa nümune olduğu bir dönemde muhafaza edilmemesi, hatalı ve eksik bir durum varsa düzeltilmemesi düşünülebilir mi?

Nitekim Kur'an-ı Kerim’de bunun misallerini görmekteyiz.
Hz. Peygamber (a.s.) vahyi muhafaza için endişe etmiş, ancak Allah Teala, buna mahal olmadığını bildirerek endişesini gidermiştir .

ınsanların hidayete gelmeleri, Allah’ın emrine uymaları hususunda O’nun vazifesinin yalnız tebliğ olduğu vahyin ancak Allah’ın dilemesiyle olacağı, sonucu Allah’ın dilemesine bağlı olduğu gibi hususlarda uyarılmış; mağfiret dilediği amcası Ebu Talib hakkında, ikaz edilerek dua etmekten men edilmiştir .

Diğer taraftan, Uhud savaşından sonra düşmanlarına lanette bulunmaktan ve Hz. Hamza (r.a)’a yapılan muamelelerden sonra müsle yapmak arzusundan da vazgeçirilmiştir.

Ayrıca, Bedir savaşında elde edilen esirlerle ilgili fidye karşılığı salıverilme fikrinden dolayı uyarılmış , münafıklarla ilgili onları kazanma arzusuyla yaptığı uygulamadan men edilmiş , esirlerin arzusu için Allah’ın helal kıldığı şeyi kendine haram kılması sebebiyle de ikaz edilmiştir .

Bu ve benzeri ayetler Hz. Peygamber (a.s.)’ın yaptığı bazı tasarruflarının rızayı ılahi’ye muvafık olmadığı durumlarda tashih edildiğinin açk göstergeleridir. Allah Teala, O’nu, önce muhayyer bırakıyor ve içtihat etmesini, ashabıyla istişare eylemesini istiyor.

Sonuçta Allah’ın rızasına uygun ise öylece kalıyor, değilse tashih ediliyordu. Nitekim, önce müşrik çocuklarının babaları hükmünde olduğunu beyan edip, sonra cennetlik olduklarını söylemesi, ilk önceleri kelerin, meshe uğramış Yahudiler olduğunu söylemesi sonra bu görüşünden vahyin uyarısıyla vazgeçmesi, kabir azabı hakkındaki görüşün Yahudi fitnesi olduğunu söyledikten sonra, vahyin uyarısıyla kabir azabının varlığını beyan edip, dualarında ondan Allah’a sığınması gibi hususlar , Kur'an vahyi dışında da kendisinin uyarılıp tashih edildiğini göstermektedir.

ışte Resulullah’ın huzurunda yapılan veya haberdar olduğu bir fiil, hareket veya sözü yanlış olarak devam ettirmesi mümkün olmadığı ve bu tür takriri sünnetin ümmet için örnek olması kesin olduğu gibi, Allah’ın huzurunda Resulullah (a.s.)’ın yaptığı davranış ve fiillerin de yanlış olarak devam etmesi söz konusu değildir ve bütün hayatı boyunca ondan sudur eder herşey daha da evleviyetle bizim için örnektir.

şu halde, alim, habir, semi, basir, hakim olan Allah (c.c), Peygamber Efendimiz’den sadır olan her türlü söz, fiil ve davranışı ya tashih etmiştir, ya da aynen devam ettirmiştir. Bu dokunmayıp devam ettiği şeylere ister hanefi ulamasının dediği gibi batınî vahiy diyelim, isterse takriri vahiy diyelim, neticede Hz. Peygamber (a.s.m)’in sünnetinin vahye dayandığını ifade edebiliriz.

Bundan hareketle, Hz. Peygamber’in içinde bulunduğu toplumun bazı örf ve adetlerini aynen devam ettirmesi Allah’ın kontrolünden geçtiği ve bir nevi vahyi takriri olması sebebiyle, onlara sadece birer adet ve gelenek olarak bakmanın doğru olmayacağını düşünüyoruz. Zaten o uygulamaların temelden Hz. ıbrahim (a.s) veya başka peygamberlere dayandığını önceden ifade etmiştik.

şu halde Hz. Peygamber’in sergilediği davranış ve hareketler, aynıyla Cahiliye de bulunsa bile, yanlış olsaydı, mutlaka vahiy tarafından tashih edilecekti. Tashih edilmeyenler ise tasvip edilmiş demektir denilebilir.

Selam ve dua ile...

Editör
www.sorularlaislamiyet.com

4

23.08.2006, 15:45

2 senedir hicablıyım. Evlilik zamanına yetiştim. Kayın validem baş örtümü açmamı istiyor. Bu konuda çok ısrarlı. Evlendikden sora kapanırsın diyor. Çok zor durumdayım. Ne yapacağımı bilemiyorum. ıkna edemiyoruz. Bana bi yol gosterirmisiniz.

13-Temmuz-2006 - 13:36:55

Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;

Bilindiği üzere kadının başını örtmesi fazdır. bu bakımdan örtünmemek günahtır. Allahın emrettiği bir konuda kulların ızası için terkedilmez. Bu bakımdan kayın valideniz bu konuda ısrar etse de başınızı açmanız caiz değildir.

Allahın emrinin olduğu yerde kula itaat edilmez.

Tesettür münakaşalarında üç mefhum, birbiriyle karıştırılıyor: Ayıp, suç ve günah. Bir söz, bir hareket veya bir kıyafet toplumun değer hükümlerine ters düşüyorsa ayıplanıyor. Kanuna aykırı ise, suç sayılıyor. Dine muhalif ise, günah oluyor.

Bazı kimseler, kanuna aykırı olmayan bir şeyin günah da olmayacağını zannederken, bazıları, “herkesin işlediği bir fiilin günahlıktan çıkacağı” vehmine kapılıyorlar. Bunların her ikisi de fevkalâde yanlış düşünceler.

Ayıp, hiçbir zaman gerçeğin ölçüsü olamaz. Fikir, düşünce ve hareketlerini sadece çevrenin “ayıp” anlayışına göre düzenleyen insanlar, şahsiyetlerini topluma feda etmiş, kalabalıklara esir olmuşlardır.

Halbuki, toplumun her ayıpladığını “yanlış”, yahut her benimsediğini “doğru” kabul etmek mümkün mü? Böyle olsa, insanın her toplulukta ayrı bir şahsiyete bürünmesi, bukalemun gibi sık sık renk değiştirmesi gerekmez mi?

Batılı bir düşünürün “insan aklının aczini” ortaya koyan şu ifadeleri, bu meselemizi ne güzel izah eder: “Bir insanın, babasını yemesinden daha korkunç bir şey düşünülemez; ama, eskiden bazı kavimlerde bu âdet varmış. Hem de bunu saygı ve sevgilerinden yaparlarmış. ısterlermiş ki ölü, böylelikle en uygun, en şerefli bir mezara gömülsün. Vücutları ve hâtıraları içlerine, tâ iliklerine yerleşsin. Babaları sindirme ve özümleme yolu ile kendi diri bedenlerine karışıp yeniden yaşasın. Böyle bir inancı iliklerinde ve damarlarında taşıyan insanlar için, anasını, babasını topraklarda çürütüp, kurtlara yedirmenin, en korkunç günahlardan biri sayılacağını kestirmek zor değildir.”

şimdi düşünelim: Etrafımızdaki insanların büyük çoğunluğu, kesif propagandalarla, böyle bir fikri benimsemiş olsalar, biz de toplum ayıplamasın diyerek, babamızın etini mi yiyeceğiz? Demek ki, “ayıplama” tamamen sübjektiftir; gerçeğe tesir edecek bir faktör değildir. Ayıp telâkki ederek örtünmekten kaçınan hanımefendilerin iddiaları iki kısma ayrılıyor: Birisi: “Örtünmemek niçin günah olsun?” şeklindeki itiraz. Diğeri ise: “ıslâm’da örtünmenin olmadığı” tarzındaki, şahsî kanaat.

Görünürde aralarında pek fazla bir fark yok gibi geliyor. Ama, gerçekte her ikisi de müstakil birer konu. Yıllardan beri, çeşitli konularda muhtelif sorulara muhatap oldum. Birçok tartışmalarda bulundum. Bir kerecik olsun rastlamadım ki, alışverişinde faizden uzak duran bir tüccar, kalkıp ta “Faiz neden haram olsun?” gibi bir soru atsın ortaya. Yahut, namazını muntazaman kılan birisi, “Namaz kılmakla da Müslüman mı olunurmuş, sen benim kalbime bak.” yollu bir iddiada bulunsun.

Örtünme meselesinde de öyle. “Örtünmekle de ne olacakmış, insan örtünün içinde de yapacağını yapar.” gibi sözlerin sahiplerini birer birer araştırırsanız, her defasında ıslâm’ı layığınca bilmeyen veya bildiği halde onun emirlerini yerine getiremeyen birisiyle karşılaşırsınız.

Bu insanlar, vicdanlarının derinliklerinde hissettikleri suçluluk psikolojisinden kurtulmak için, böyle itirazlarda bulunuyorlar ve tövbe edeceklerine, günahlarını meşru göstermeye kalkışıyorlar. Sanki diğer insanları ikna etmekle, o mükellefiyetten kurtulacaklarmış gibi. Halbuki, bir fiil günah ise günah, değil ise değildir. Bunun tespitini “kalabalıklar” yapamaz. Örtünme dinde varsa buna kimse “yok” diyemez. Ama, hiç kimse de başkalarını bu hususta zorlama yoluna gitmemelidir.

Bu hanımlardan bir ricam olacak. Lütfen, ıslâm’ı hiç olmazsa, bir gayr-ı müslim kadar tarafsızca araştırsınlar. Örtünmenin dindeki yeri ne ise, onu öylece tespit etsinler. Sonra o hükme ister uysun, ister uymasınlar, bu, tamamen kendilerinin bileceği bir iş. Ama, ıslâm’da örtünme varsa, bu emre riayet etmedikleri takdirde, günah işlemiş olacaklarını da bilsinler. Tâ ki günün birinde tövbe kapısına varmaları mümkün olabilsin.

Örtünmenin ıslâm’da yeri olup olmadığı meselesine gelince, bu hususta nice fetvalar mevcut. Lâkin günümüz Müslümanlarının bir kısmı, fetvanın dindeki yerini lâyıkıyla bilmediklerinden, doğrudan doğruya Kur’an-ı Kerîm’den âyetler takdim edecek ve bunların tefsirlerinden bazı kısımları aynen aktaracağım.

Cenâb-ı Hak, Nûr Sûresinde Peygamberimize (a.s.m.) hitaben şöyle buyuruyor: “Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, ziynetlerini (süslerinin takılı olduğu yerleri) açmasınlar. Zahir olanı (görünmesi zarurî olan yüz, el ve ayaklar) müstesna. Baş örtülerini yakalarının üzerine vursunlar (göğüs ve boyunlarını göstermesinler). Ziynetlerini (süs yerlerini) ancak şu kimselere gösterebilirler: Kocalarına, yahut babalarına, yahut kocalarının babalarına, yahut kendi oğullarına, yahut kendi erkek kardeşlerine, yahut erkek kardeşlerinin oğullarına, yahut kız kardeşlerinin oğullarına, yahut kendi kadınlarına (Müslüman kadınlara), yahut ellerindeki memlûklere (cariyelere), yahut (şehvetsiz ve kadına) ihtiyacı olmayan uyuntu kimselere, yahut henüz kadınların gizli yerlerinin farkına varmamış olan çocuklara.” (Nûr suresi , 31)

Âyet-i kerime dikkatle okunduğunda, şu hususlar tespit edilebilir:
Birincisi: Hitabın mü’min kadınlara olması. Yâni, örtünme kadınlar için bir imân alâmeti ve sadece mü’min kadınlara farz. Mü’min olmayan bir insan, ıslâm’ın emir ve yasaklarından mesul değil. Yâni, bir kimse öncelikle Allah’ın varlığını kabul edecek, Kur’an-ı Kerîm’i O’nun kelâmı ve Hz. Muhammed’i (a.s.m.) O’nun en son elçisi bilecektir ki, ılâhî emir ve yasaklara muhatap olabilsin. Kul olduğunu bilecektir ki, başıboş olamayacağını da idrak etsin.

ıkincisi: Harama bakmamanın sadece erkekler için değil, kadınlar için de söz konusu olduğu.

Üçüncüsü: “Ziynetlerin gösterilmemesi”. Âyet-i kerimede geçen “ziynet” kelimesi üzerinde yapılan tefsirlerden birini, özet olarak arz edeyim: “Ziynet, süs eşyası demek ise de, mücerret olarak süs eşyasına bakmak hiç kimse için haram olamayacağına göre, bundan murat, süs eşyalarının takıldığı kulak, boyun, gerdan gibi yerlerdir. Âyette esas maksat tesettür (örtünme) olduğuna ve hitap zengin-fakir bütün müminlere yapıldığına göre, ziynet sadece süs eşyası olarak anlaşılsa, âyet sadece zenginlere inmiş olur. Halbuki, hitap umumîdir, “mü’min kadınlara da söyle.” buyurulmaktadır. Bir başka önemli husus da şudur: Kadın için asıl ziynet, süs eşyası değil, bu organların bizzat kendileridir. Yâni, gösterilmesi haram kılınan boyun, gerdan gibi azalar kadın için ayrıca birer ziynettirler.” (Hak Dini Kur’an Dili)

Dördüncüsü: Mü’min kadınların başörtülerini, Cahiliye kadınları gibi, boyunlarına bağlayıp arkaya sarkıtmak yerine, başlarına örtmeleri ve yakalarının üzerine vurmaları.

Âyetin devamında, ziynetlerin (süs yerlerinin) kimlere gösterilebileceği açıklanıyor. Bunlar içerisinde, bir de “kendi kadınlarına” ifadesi yer alıyor.
Bunu, “yakînen tanıdıkları sohbet arkadaşlarına, kendi yanlarında çalışan hizmetçi kadınlara” diye tefsir eden âlimler bulunduğu gibi; “kendi” kelimesini “kendi dinlerinden olan kadınlar, yâni Müslüman kadınlar” diye tefsir edenler de var.

Bu tefsirlerden birincisine göre, mü’min kadınların, ziynetlerini yakînen tanımadıkları hiçbir kadına gösteremeyecekleri, ikincisine göre ise, Müslüman kadınlara gösterebilecekleri, lâkin gayri müslimlere gösteremeyecekleri anlaşılmakta.

Bir diğer âyet-i kerimede ise, şöyle buyurulur: “Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, elbiselerinden giyip örtünsünler. ışte böyle giyinmeleri, tanınıp da (cariyelerden, iffetsiz âdi kadınlardan fark edilip de) eziyet edilmemelerine en elverişli olandır. Allah Gafur’dur (çok bağışlayıcıdır), Rahîm’dir (çok merhametlidir).” (Ahzab suresi, 59)

Bu âyet-i kerimede, örtünme açıkça emredilmekte ve bu emrin hikmeti, “mü’min kadınların diğer âdi kadınlarla karıştırılarak rahatsız edilmemeleri, sarkıntılığa maruz kalmamaları ve ruhlarının eziyete duçar olmaması” olarak beyan buyurulmakta.

Netice, örtünmemek; hem ayıptır, hem suçtur, hem de günahtır.

Selam ve dua ile...

Editör
www.sorularlaislamiyet.com

5

23.08.2006, 15:47

Üniversiteyi okumak için baş açmak caiz mi?

18-Temmuz-2006 - 00:13:58

Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;

Başı,hangi zaruri hallerde açmanın caiz olduğu bellidir. Bunun dışındaki durumlarda başını açan kimse günahkar olur.
Önce, kadınların başlarını örtmelerinin dinî yönüne bakalım. Bu hususta Kur'ân-ı Kerimde iki âyet mevcuttur. Bu âyetlerde Cenab-ı Hak gayet açık bir şekilde meâlen şöyle buyurmaktadır:

Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar."
"Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, namuslarını da korusunlar, zînetlerini açmasınlar, bunlardan görünen kısmı müstesnadır. Başörtülerini de yakalarının üzerini kapatacak şekilde iyice örtsünler."

Âyetlerde mü'min kadınların nasıl örtünecekleri, hangi yerlerini açabilecekleri açıkça belirtilmiyor. Fakat şu mealdeki hadîs-i şerif âyetleri tefsir ediyor. Peygamberimiz (a.s.m.) baldızı Hz. Esma'ya hitaben şöyle buyurmuştu:

Ey Esma! Bir kadın âdet görmeye başlayınca el ve yüzünden başka yerini yabancılara göstermesi caiz değildir."

Demek ki, buluğ çağma gelmiş olan Müslüman bir hanımın başını kapatması hem Allah'ın hem de Peygamberin emridir. Yani yüz kısmı açık kalacak şekilde başın kalan kısmını, boyun ve göğüsleri örtmek farz-ı ayındır. Açmak ise bir farzın terki sayıldığından haramdır. Zaten âyetten de açıkça anlaşılacağı gibi "ırz ve namusun korunması" başı örtmenin bir hikmeti, aynı zamanda bir sebebi sayılmaktadır. Başlarını açan kadınlar ırz ve namuslarım muhafaza etseler de, bu 'Allah'ın emrine uygun bir koruma sayılmamaktadır. Allah ve Resulünün emrini dinlemediği için günahkâr olmakta, büyük bir mesuliyet altına girmiş bulunmaktadır.

Bir mü'min kadın için baş açık gezmek haram ve günah olduğuna göre, bu mesuliyetten kurtulmak için ne yapabilir? Yapılacak şey bellidir. Başını kapattığı zaman hayatî bir tehlike veya yanık ve benzeri sıhhî bir mahzurla karşılaşacaksa, o tehlike ve mahzur geçinceye kadar açık bırakılabilir. Fakat böyle bir durum yoksa, kapatmak gerekir.

Kapatmayınca ne olur? Başta da söylediğimiz gibi günahkâr olur. Günahkâr olan kimse, bu günahından kurtulmak için tevbe istiğfar eder, Allah'tan affını diler.

Al-i ımran suresinde şu mealdeki bir ayeti kerime yer almaktadır:

"Ve bir günah işledikleri veya nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı anarak günahlarının bağışlanmasını isteyenler, hem de yaptıkları günahta bile bile ısrar etmemiş olanlar—ışte onların mükâfatı, Rablerinden bir mağfiret, ağaçları altından ırmaklar akan Cennetlerdir. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Güzel amel yapanların mükâfatı ne güzeldir."4

Demek ki, bir tövbenin kabul olması, bir günahın affa liyakat kazanması için hiçbir mazeret yokken o günahta ısrar edilmemesi şartı aranmaktadır. Bir insan sadece nefsini yenemediğini, çevresinin nasıl karşılayacağını bahane ederek bir haramı işlemeye devam ederse ne olur? Bu husustaki bir hadisin meali şöyledir:

"Mü'min bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer o günahtan el çeker, Allah'tan günahı­nın affını dilerse, kalbi o siyah noktadan temizlenir. Eğer günaha devam ederse, o siyahlık artar. ışte Kur'ân'da ge­çen 'günahın kalbi kaplaması' bu mânâdadır."5

Evet, "Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var­dır" sözü mühim bir gerçeği dile getiriyor. şöyle ki, bir gü­nahı işlemeye devam eden insan zamanla o günaha alışır, terk edemez bir hale gelir. Bu alışkanlık onu gün geçtikçe daha büyük manevî tehlikelere sürükler. Günahın uhrevî bir cezasının olmayacağına inanmaya, hattâ Cehennemin bile olmaması gerektiğine kadar gider. Yani kalpte yer tutan o günah tohumu zaman içinde—Allah korusun yeşillenerek bir zakkum ağacı haline dönüşebilir.6

Böyle bir tehlikeye maruz kalmamak ve şeytanın kinlerine kanmamak için bir an önce tövbeyi icap ettirecek günahı terk ederek insanın kendine çeki düzen vermesi gerekir.

Böylece hem Allah'ın emrini her şeyin üstünde kabul ederek bir farzı işlemiş olursunuz, hem de size "başınızı örtmemek" için vesvese veren şeytanı reddetmiş olursunuz. Zaten bir Müslüman hem Allah'ın rızasını kazanma­ya çalışacak, hem de bazı haramları işleyerek şeytanı "küstürmemek" gibi gülünç bir duruma düşecek, bu mümkün değildir.

1.Ahzab Sûresi, 59.
2.Nur Sûresi, 31.
3.Ebû Davud, Libas: 33.
4.Âl-i ımrân Sûresi, 135-136.
5.ıbni Mace, Zühd:29.
6-Lem'alar, s. 7; Mesnevî-iNuriye, s. 115.
(Kaynak: Mehmet Paksu, Sünnet ve Aile)


Selam ve dua ile...

Editör
www.sorularlaislamiyet.com

6

23.08.2006, 15:48

Başörtüsünün hükmü nedir? Başı açık gezmek insanı nasıl bir tehlikeye götürür?

Bu hususta Kur’an-ı Kerimde iki ayet mevcuttur. Bu ayetlerde Cenab-ı Hak gayet açık bir şekilde mealen şöyle buyurmaktadır:


“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin hanımlarına söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar.”(1)

“Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, namuslarını da korusunlar, zinetlerini açmasınlar, bunlardan görünen kısmı müstesnadır. Başörtülerini de yakalarının üzerini kapatacak şekilde iyice örtsünler.”(2)



Ayetlerde mü’min kadınların nasıl örtünecekleri, hangi yerlerini açabilecekleri açıkça belirtilmiyor. Fakat şu mealdeki hadis-i şerif ayetleri tefsir ediyor. Peygamberimiz (a.s.m.) baldızı Hz. Esma’ya hitaben, “Ey Esma! Bir kadın adet görmeye başlayınca el ve yüzünden başka yerini yabancılara göstermesi caiz değildir.”(3)

Demek ki, büluğ çağına gelmiş olan Müslüman bir hanımın başını kapatması hem Allah’ın hem de Peygamberin emridir. Yani yüz kısmı açık kalacak şekilde başın kalan kısmını, boyun ve göğüsleri örtmek farz-ı ayndır. Açmak ise bir farzın terki sayıldığından haramdır. Allah ve Resulünün emrini dinlemediği için günahkar olmakta büyük bir mes’uliyet altına girer. Günahkar olan kimse, bu günahından kurtulmak için tevbe istiğfar eder, Allah’tan affını diler.


“Ve bir günah işledikleri veya nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı anarak günahlarının bağışlanmasını isteyenler, hem de yaptıkları günahta bile bile ısrar etmemiş olanlar. ışte onların mükafatı, Rablerinden bir mağfiret ve ağaçları altında ırmaklar akan Cennetlerdir. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Güzel amel yapanların mükafatı ne güzeldir.”(4)



Demek ki, bir tevbenin kabul olması, bir günahın affa liyakat kazanması için hiçbir mazeret yokken o günahta ısrar edilmemesi şartı aranmaktadır.

Bu husustaki bir hadisin meali şöyle:


“Mü’min bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer o günahtan el çeker, Allah’tan günahının affını dilerse, kalbi o siyah noktadan temizlenir. Eğer günaha devam ederse, o siyahlık artar. ışte Kur’anda geçen ‘günahın kalbi kaplaması’ bu manadadır.”(5)



“Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol vardır” sözü mühim bir gerçeği dile getiriyor. şöyle ki, bir günahı işlemeye devam eden insan zamanla o günaha alışır, terk edemez bir hale gelir. Bu alışkanlık onu gün geçtikçe daha büyük manevi tehlikelere sürükler. Günahın uhrevi bir cezasının olmayacağına inanmaya, hatta Cehennemin bile olmaması gerektiğine kadar gider. (6)

Böyle bir tehlikeye maruz kalmamak ve şeytanın telkinlerine kanmamak için bir an önce tövbeyi icap ettirecek günahı terk ederek insanın kendine çeki düzen vermesi gerekir.

1) Ahzah Suresi, 59,
2) Nur Suresi, 31,
3) Ebu Davut, Libas 33,
4) Al-i ımran Suresi, 135-136,
5) ıbn-i Mace Zühd 29,
6) Lem'alar s7, Mesnev-i Nuriye s115.


Okunma Sayısı : 9293

Mehmet Paksu

7

23.08.2006, 15:50

artık yazılacak birşey kalmadı.

isteyen örter okula gitmez.risalei nur okuyarak hizmet eder.

isteyen başını açar okur.am vebali.günahı onun boynuna.

sonra mahşerde bana birşey anlatılmadı demedi.

işte bütün hakikatleri söyledik yukarda.

Rabbim hidayet versin.Bizleri şaşırtmasın.

Amin..

8

23.08.2006, 16:10

Allah razı olsun yunusum abi

insaallah hizmetteki ve kullukta ki hassasiyetiniz bize de nasip olur

selametle
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

9

23.08.2006, 16:34

inşaallah Allah hepimize nasip eder.sende hakiki damla nur olursun.amin.

10

23.08.2006, 17:32

abim yukarıdaki aktardığın bilgileri teker teker okudum gerçekten çok güzel izah edilmiş.Rabbim razı ve hoşnut olsun..

Tüm kardeşlerime ve bana Rabbim Helal dairesinde hareket etmek Onun rızasını kazanmak nasip etsin inşallah.Rabbimizin rızasını yerine getirebilmek için önümüze hiç bir engel çıkmasın inşallah!!!

ımanımız öyle bir kuvvetlensinki ettiğimiz dualrımız bir silah hükmüne geçip bize engel olan herşeyi yakıp yıksın!!

selametle..

nuyo

Stajyer

Mesajlar: 91

Konum: Bursa-Mustafakemalpaşa

Meslek: mesleksiz(bi baltaya sap olamadı hala)

Hobiler: ilgisiz

  • Özel mesaj gönder

11

23.08.2006, 18:55

üzülmüyorum artık üniversite okuyamayacağım diye
anladım ki en iyi üniversite:
Risale-i Nur Üniversitesi
Allah herkese okumayı, anlamayı nasip etsin
Allah razı olsun.. yazılarınız için...
Ne ilmim var ne âmalim,
Ne hayru taate kaldı mecalim
Garık-ı isyanım, çoktur vebalim
Acep rûzu cezada ne ola halim

12

23.08.2006, 19:20

Alıntı sahibi ""nuyo""

üzülmüyorum artık üniversite okuyamayacağım diye
anladım ki en iyi üniversite:
Risale-i Nur Üniversitesi
Allah herkese okumayı, anlamayı nasip etsin
Allah razı olsun.. yazılarınız için...


Aynen kardeşim aynen.......Allah razı olsun..

13

23.08.2006, 20:59

Yunusum kardeşim,

yeni konu açmadan ARAMA imkanını kullanıyor musunuz?

Bu konu daha önceden gündeme gelmiş ve kırkın üzerinde mesaj atılmış. Aynı konu hakkında yeni başlıklar açmamanızı rica ediyoruz.


Hizmet için okul mu, başörtüsü mü?
http://www.muhabbetfedaileri.com/viewtopic.php?t=3463
"We are the Warriors of Love, We Have no Time For Enmity"

14

24.08.2006, 08:46

kusura bakmayın webmaster ;özel sordular ,biliyorsun 20 gün yoktum.

hem bu yazılarda başka .değilmi.

selam.hatamı nerde görsen söyle ya webmaster.canım kardeşim.

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

15

24.08.2006, 10:06

Bir başörtüüsü Mağduru olarak yazılanların altına imzami atıyorum...

16

25.08.2006, 16:52

bende imzamı atıyorum ya inşirah.....

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

17

25.08.2006, 20:53

Bu yazıyı başka bir siteye yazdım.Bana bir kızdan özel mesaj geldi şu:

Alıntı

s.a/Hayırlı akşamlar....
Siteyi incelerken sorulara cevaplar bölümünde okullara girerken başörtüsünü açıp açmama konusunda yayınladığınız yazıyı okudum şimdi.şuan size söyleyebileceğim tek söz ALLAH SıZDEN BıNLERCE KEZ RAZI OLSUN.
Benim son senem ve öss yakın ve ben tam 3 aya yakın bir zamandır kaoslar içerisindeyim,tahmin edemezsiniz bu konuda.Son kararımı da başımı asla açmama şeklinde netleştirmiştim ama bugün birilerinin sebebiyle aklım iyice karışmıştı,sabahtan beri moralim bozuktu,içim içimi yiyordu.
şimdi sizin yayınladığınız şu yazıyı okuyunca o kadar feraha kavuştum ki,Rabbim razı olsun sizden...
Deyim yerindeyse Hızır gibi yetiştiniz,böyle karmaşalarla boğuşurken karşıma böyle bir yazınn çıkacağı hiç aklıma gelmezdi hele imamhatip.comu açar açmaz şimdiye kadar hiç bakmadığım soru-cevap bölümüne bakmak hiçmi hiç aklıma gelmezdi.
şimdi kafamda birşeyler iyice yer etti,fikirlerim daha da sağlamlaştı,ihtiyacım olan desteği buldum sanırım.
Buna vesile olduğunuz için size teşekkür etmek istedim,Rabbim tekrar razı olsun...

18

25.08.2006, 21:12

Ne kadar hayırlı işler yapıyoruz şimdi daha iyi anladım..

Devam inşallah hizmete devam....kim tutar bizi... :)

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

19

28.08.2006, 09:45

Beni çok üzen bir yazı:(

.....................................

Soru : “Okumayı istemek ile okumamak arasında kalan bir insan ne yapmalı . Ülke ve millet adına okumak mı yararlıdır, okumamak mı' Dinin füruata ait bir meselesinde bu denli hassas olmak mı, yoksa tercihini başka istikamette kullanmak mı gerekli' Kişi kanaatı vicdaniyesi ile bu mevzuda hükmünü verip öyle davranmalıdır. Bana göre okumayı tercih etmelidirler." Hocaefendinin bu tesbitinin ıslam Fıkhındaki yeri nedir ? Bir kadının üniversite okuması veya bir meslek sahibi olmasının dindeki hükmü nedir ve bunun için tesettürü terk etmesi ne kadar doğrudur ?



El-Cevab :


ıslam’da kadını eve hapsetmek yoktur. Kadının fiziki yanı dikkate alınıp, hususi durumları korunduktan sonra hayatın bazı sahalarına katkıda bulunması ıslam’da yasaklanmamıştır. Zaten kadın, hayatın her diliminde kendine göre katkılarda bulunmuştur da… Mesela, savaşlara katılması caiz görülmüş, okuması, eğitim görmesi tasvip, tercih ve teşvik edilmişti. Öyle ki, saadet asrında Hz. Aişe, Hz. Hafsa ve Hz. Ümmü Seleme validelerimiz sahabe fukahasının ve müçtehitlerinin arasında yer almaktaydı; hatta peygamber hanesindeki kadınlar, dini öğrenme adına bir yönüyle erkeklerin bile müracaat kaynağıydılar. Tabiinden bir çok kimse Efendimiz’in(SAV) eşlerine müracaat ederlerdi. ımam-ı Azam Ebu Hanife’ye göre kadının hâkim bile olabileceğini görürüz . Kadın asker de olabilir, hekim de.. Önemli olan dinini yaşayabilmesidir. (1)

Fethullah Gülen Hocaefendinin , bir hanım kızın Tesettür ile ılim tahsili konusunda tercih yapmaya zorlandığı bir dönemde sarf ettiği:”..... Kişi kanaatı vicdaniyesi ile bu mevzuda hükmünü verip öyle davranmalıdır. Bana göre okumayı tercih etmelidirler.”(2) ifadesi ile birlikte aslında bu süreçteki rahatsızlığını Hocaefendi bakın nasıl dile getiriyor :

“Tabii ki dini mülahazalarla başlarını örten hanımlara müdahale edilmesine karşıyım. Onların dinin detayına ait bir konuyla tahsilleri arasında tercih yapmak zorunda bırakılmalarına üzülüyorum. Ama toplumumuz hassas bir dönemden geçiyor. Herkesin bunu göz önüne alması lazım. Bir taraf bunu kavga sebebi yapmamalı, diğer taraf da tepkileri kavga başlatıldı diye görüp üzerine gitmemeli... Hukukçu bir dostumuz yazdığı kitaba "Müntesiplerinin Cehaleti, Hasımlarının Kör Düşmanlığı Arasında Talihsiz Müslümanlık" adını koymuş.. Çok doğru.. Durumumuzu özetliyor kitabın ismi. ıki taraf da cehalete yenik düşüyor.” (3)
Bu çerçevede ;


1-) Hanım kızlarımız ileride manevi cihad yapmalarına vesile olacak ve bu zaviyeden Farz-ı ayn olan ılim Tahsilleri ile yine Farz-ıayn olan Tesettür konusunda , bir dayatma sonucunda tercih yapmak zorunda bırakıldıklarında, şahsi vicdani kanaatlerine göre hareket etmelidirler. Bunu yaparken , hanım kızlarımız belki okudukları Fakültenin ileride kendilerine sağlıyacağı artı-eksi koşulları gözönünde bulundurmalıdırlar , belki edinecekleri Mesleği nedenli benimseyip benimsemiyeceklerine bakarak Vicdani bir hüküm vermelidirler.Nitekim tercihini bu yönde yapanlar , Eğitimlerini tesettürü ile alabilecekleri ülkelerde devam etmeyi tercih etmişler , veya Üniversite Eğitiminden sonra mesleğini yapmayı düşünmeyenler ise Eğitimlerini yarıda kesmişlerdir.


2-) Hocaefendi , bu çerçeveye ilave olarak , Vicdani Kanaatlerin okuma yönünde olmasının daha hayırlı olacağı Fakültelerde okuyanların , ileride Milletine Hizmet etme adına yetiştireceği Asrın Sümeyraları , Ümmü Habibeleri, Ayşe’leri için ihtiyaç duyulan Diplomalarını elde etmelerinin ancak Eğitimlerine devam etmeleri ile mümkün olabileceğine vurgu yapmıştır. Tercihini bu istikamette yapanlar, Fakültelerine girerken belki peruk takarak veya başına açarak Eğitimlerine devam etmişlerdir.


3-) Bu konuda her nasıl bir tercihte bulunulursa bulunulsun , gereksiz Toplum-Devlet ilişkilerinin gerilmesine vesile olunmamalıdır.Çünkü , hanım kızlarımıza bunu reva görenlerin istedikleride zaten budur ! Gerilim olsun , huzursuzluk olsun , ve yasakların alanı genişlesin ! Hatta Zaman gazetesi o dönemde 1 hafta boyunca sür manşetten vermiş olduğu Haberde , Kamusal Alan’ın sadece Üniversiteler ile sınırlı kalmayıp , tüm Ülke genelini kapsıyacak şekilde Türkiye’nin yarıaçık bir cezaevine dönüştürülmekistendiğini , birtakım çevrelerce yasa hazırlandığını ve başörtüsünün sadece evlerde giyilmesine izin verileceğine yönelik duyumların olduğunu belirtmişti.


Konuya , ıslam Hukukunun bir Kaidesi olan Ehven-i şer ” ıki şerden, daha hafif olanı ihtiyâr olunur” (4) prensibince bakılacak olursa , önünüze getirilen iki şer’li tercih arasından kötülük ve fenalık bakımından daha az ve hafif olanı tercih edilmelidir.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri , aynı hususa parmak basarken “Hayr-ı Kesir için şerri Kalil işlenir . Eğer şerr-i kalil olmamak için, hayr-ı kesiri intaç eden bir şer terk edilse, o vakit şerr-i kesir irtikâp edilmiş olur" (5) ve “Bir şerr-i cüzî için hayr-ı kesîri terk etmek, şerr-i kesîr olur. Onun için, o şerr-i cüzî hayır hükmüne geçer.” (6) demektedir.Büyük Hayırlar için daha az zararlı olan şer seçilir demektir.Yani Her mümini ilgilendiren Büyük bir Hayır yolunda , Kalil şerlere cevaz vardır. şayet bahse konu Kalil şerden kaçınılırsa Büyük şerlere sebebiyet verilir. O zaman küçük bir şerden kaçayım derken , daha büyük bir şer'e davetiye çıkarılırki , Allah indinde büyük Vebali beraberinde getirir ! Diğer yandan ortada dayatma sonrası bir zaruretin olduğu aşikardır. Zaruretler ise haramları mübah kılar (7)

Üniversitelerde uygulanan Başörtüsü yasağının üstünden 8 sene geçmesine rağmen sorunun çözülmemiş olmasını üzülerek görmekteyiz. Bu süre zarfında 4 yıllık bir Fakülte Eğitimi alan hanım kızlarımızın 2 nesil mezuniyet vermiş ve kız öğrencilerinin ağırlıklı okudukları Üniversite Hazırlık Dersaneleri ve Özel Okullarda Asrın Fatma’larını , Sevdenur’larını yetiştirmeye devam ettiklerini müşahede ediyoruz. Okumamış olsalardı , acaba bu şuurda yetiştirilebilirlermiydi ? Herhalde Hocaefendinin vurgulamaya çalıştığı noktada bu olsa gerek: Bir kişinin şahs-i bir şerre istemiyerek girmesi mi daha şerlidir , yoksa bu şahs-i şerri işlemediği için yapamıyacağı Hayr-ı Kesir olan ıman Hizmeti mi daha şerrlidir ?

Ümit edelim , kısa sürede Allah bu sıkıntının bertaraf edilmesi adına gerekli sebebleri Halk eder ve inşallah daha gönül rahatlığı ile Eğitimlerine hanım kızlarımız devam etmiş olurlar.

Allah Rızası istikametinden ayırmasın !





(1) Fethullah Gülen Röportajı (Mehmet Gündem, Milliyet, 25.01.2005)
(2) Akşam, Orhan Yurtsever'in Fethullah Gülen'le Yaptığı Röportaj, 13 Mart 1998
(3) Radikal , Avni Özgürel , 21 Haziran 1998
(4) Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye , 29.Maddesi
(5) Mektubat,Sayfa 47 ;Mektubatta (47.sayfa) , ışaret-l ıcaz (81.,83.,254. sayfalarında ) , Beyanat ve Tenvirler ( 124.sayfa) , Muhakemat (23.sayfa)
(6) Sözler , Sayfa 428

(7) Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye , 21.Maddesi

nuyo

Stajyer

Mesajlar: 91

Konum: Bursa-Mustafakemalpaşa

Meslek: mesleksiz(bi baltaya sap olamadı hala)

Hobiler: ilgisiz

  • Özel mesaj gönder

20

28.08.2006, 09:56

Beni de çok üzdü..hala inanamıyorum..inanmakta istemiyorum
:cry: :cry: :cry:
Haramı terketmek, helali talep etmekten hayırlıdır
Ne ilmim var ne âmalim,
Ne hayru taate kaldı mecalim
Garık-ı isyanım, çoktur vebalim
Acep rûzu cezada ne ola halim

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir