Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

11.07.2006, 16:36

Yüzü Kara Zalimler!

AHıRZAMAN MASALLARI

Bir varmış, bir yokmuş; âhirzaman içinde, modern çağların birinde, hükümdarının ve vezirlerinin adaletsizliğiyle meşhur bir krallık varmış. Sadece kral ve vezirler değil, memurlar, muhafızlar vs. de gerçekten pek zalimmiş.


Kral keyfine göre davranır; kendinden yana olanları kese kese altınlarla ödüllendirir, fermanlarını beğenmeyenleri zindanlara attırırmış. Vezirler kraldan aşağı kalmaz; zaten büyük çoğunluğu fakir olan halka acımadan yeni vergiler, yeni harçlar ve öşürler yüklerler; bu paraların büyük kısmını da ceplerine atarlarmış. Zenginler vezirleri rüşvetlerle kendilerine bağladığından, olan fakir halka olurmuş. Vergisini ödeyemeyenler ise ya kırbaçlanır, ya da zindana atılırmış.


Askerler, bekçiler, muhafızlardan da çok korkarmış ahali. Onları gördüklerinde saklanacak delik ararlarmış, çünkü ağızlarından yanlış bir lâf çıkar da dayak yerler veya hapse atılırlar diye çekinirlermiş.


Masalımız, bu krallığın ücra köylerinden birinde yaşayan genç bir köylünün başından geçen garip olaylarla ilgili. Bu köylü, küçücük tarlasını eker, birkaç baş hayvanından et ve süt gibi ihtiyaçlarını karşılarmış. Eline bakan iki küçük çocuğu hatırladıkça daha çok çalışırmış. Ama ne kadar çalışsa da kıt-kanaat geçinmek zorunda kalırmış. Köylümüzün bu fakirliğinde kralın ve vergi memurlarının da katkısı büyükmüş!


Kralın elleri bu ücra köye kadar ulaşırmış, ama daha çok "almak" için açılırmış bu el. Her sene köye gelen vergi memurları, bütün yalvarmalara, gözyaşlarına bakmaz, diğer köylüler gibi onun da üç ineği varsa birisini alır götürür; biçtiği buğdayın veya arpanın yarısına el koyar; üstüne bir de hakaretler, tehditler savururlarmış. ışin garibi, bu memurlar köye geldiklerinde köyün en zengininin evine misafir olur, şereflerine ziyafetler verilirmiş. Daha da ilginci, kimse memurların köyün zengininden vergi aldığını görmezmiş.


Bu haldeyken, zavallı köylümüz ne yapsın? Çok güvendiği arkadaşlarıyla gizli gizli dertleşip kralın ve memurlarının zulmünden yakınırmış. "Bu kadar büyük haksızlık olur mu? Vergi almaya gelince bizim yakamıza sarılırlar. Savaş çıksa bizi askere çağırırlar. Ama adam yerine konmayız. Adalet mi bu?"


"Değil elbette" diye cevap verirmiş arkadaşları. "Bak, ağaya dokunuyorlar mı? Ne öküzünü alıyorlar elinden, ne de oğlunu askere çağırıyorlar. Niye? Rüşvet veriyor, ondan!"


"Ağayla aramızda ne zaman bir ihtilaf çıksa" diye araya girermiş başka bir köylü, "karar değişmiyor: biz haksızız, o haklı. Niye? Hakimi de rüşvete bağlamış adam. şimdi kimi kime şikayet edeceksin?"


Sonra saatlerce kralın zevkü sefasına düşkünlüğünden ve keyfiliğinden, vezirlerin sarayda çevirdikleri entrikalardan, muhafızların rüşvete nasıl alıştığından, kendilerinin ne kadar zulme uğradığından konuşur, ve "N’olacak bu memleketin hali?" diye ahlanırlarmış. "Nedir bu zalimlerden çektiğimiz?"


Bir mayıs sabahı, köylümüz öküzlerini önüne katmış tarlasına doğru yola çıkmış. Öküzler yavaş yürüyünce, kızmış ve onları değnekle dövmüş. "Akılsız hayvanlar! Kaplumbağa gibi yürüyorsunuz. Alın size!"


Tarlasına ulaşmak için başka köylülerin tarlalarından geçmek zorundaymış. O tarlalardan yürürken, öküzler komşu tarlanın ürününden yemeye başladığında oralı olmamış adam. "Kaç defa onların öküzlerini benim tarladan yedirdiklerini gördüm. Biraz da benimkiler yese ne çıkar?" demiş kendi kendisine.


Tarlada çalışırken, yanına alacaklısı bir köylü gelmiş. "Aylardır beni oyalıyorsun. Borcunu ne zaman ödeyeceksin?" diye sormuş. Bizimki "Tamam yahu, ödeyeceğiz. Kaçtık mı? şu buğdayları bir hasat edeyim, gerisi kolay" diye savuşturmaya çalışmış adamı. ıçinden ise "Sen o parayı benden zor alırsın, aptal herif" diyormuş. "Bu zamanda kim borcunu gününde ödüyor ki?" Adam kolay vazgeçmemiş borcundan. Dakikalarca konuşmak ve tartışmak zorunda kalmış onunla. Borcunu alamayacağını anlayınca da bağıra çağıra uzaklaşmış.


Alacaklısının ardından başka bir köylü gelmiş yanına. Kızgın kızgın "Haksızlık yapıyorsun. Suyu hep ya kendinin ya da arkadaşlarının tarlasına veriyorsun" demiş. "Bizim tarlamız susuzluktan kavruluyor. Reva mı bu?" Bizim köylü, dere suyunun köyün o kısmındaki tarlalara paylaştırılmasından sorumluymuş, ama diğer köylünün de dediği gibi, arkadaşlarını kayırır ve şikayetler karşısında "Herhalde kendi arkadaşlarımı kollayacağım önce, onlar olsa başka türlü mü yapardı?" diye düşünürmüş. Diğer köylünün bu yakınmasına, elini onun omzuna koyup "Hiç merak etme, yarın sıra senin. Herhalde bir karışıklık oldu" diyerek yalan söylemiş. O gittikten sonra "Bugün bir rahat yüzü görmeyecek miyim, Allah aşkına!" diye söylenmiş.


Ama asıl kıyamet akşama doğru evine döndüğünde kopmuş. Kapıda onu vergi memurları bekliyormuş. Yanlarında da silahlı askerler. "Bu senenin vergisini almaya geldik" demişler. O "Yapmayın etmeyin, vergiyi her zaman hasat sonunda alırdınız. Senenin bu zamanında size ne verebilirim ki?" diyecek olmuş; memurlar "Ne yani? Kralımıza ve onun emirlerine karşı mı geliyorsun?" diye terslemişler. Ve ahıra girip yeni yavrulamış ineklerden birisini alıp götürmüşler.


Köylü, üzüntüsünden yere çömelmiş, memurların ve götürdükleri ineğin ardından bakarken ağlamaya başlamış. "Bu kadar zalimlik olur mu? Bu haksızlığın hesabı sorulmayacak mı?" deyip ellerini göğe açmış ve yürekten gelen bir yakarmayla "Allahım. ıbret-i âlem olması için haksızlık yapan zalimlerin yüzünü karart. Kalblerinin karanlığı yüzlerine yansısın," diye dua etmiş. "Yüzleri simsiyah olsun da, bir daha insan içine çıkamasınlar!"


Yaşadığı olayların acısını akşam karısından ve çocuklarından çıkartmış. Bir bahaneyle karısına bağırıp kalbini kırmış, çocuklarını dövmüş. Ama hırsını yine de alamamış. Yatağına yattığında içi hâlâ öfkeyle doluymuş.


Ertesi sabah, gün ışımadan tarlasına gidip çalışmış. Akşama doğru köy meydanına doğru gelirken, her zaman insanların doldurduğu köy meydanının neredeyse bomboş olduğunu görmüş. Meydanda sadece çocuklar ve birkaç yaşlı ve hasta adam varmış. "Hayırdır inşallah" demiş kendi kendine. "Birinin başına birşey mi geldi acaba?"


Meydana vardığında, çocuklardan birisi parmağıyla onu gösterip "Bakın, bakın! Bir tane daha!" diye bağırmaya başlamış. Köylü sinirlenmiş, "Ne saçmalıyorsunuz bakayım, bacaksızlar!" demiş. Çocuklar ona bakıp kıs kıs güldüklerinde daha da öfkelenmiş. "şimdi görürsünüz gününüzü" deyip üstlerine yürüdüğünde, çocuklar hep bir ağızdan "Kaçın, kara suratlı adam geliyor!" diyerek oradan uzaklaşmışlar.


Yolun kenarında oturup olanları seyreden yaşlı bir adam köylüye durumu izah etmiş: "Evlâdım, farkında değilsin galiba. Ama yüzün simsiyah olmuş. Sadece sen değilsin bu duruma düşen. Muhtar, ağa, vergi memurları, köylülerin hemen hepsinin yüzü nedendir bilinmez kapkara oldu. Birkaç kadın, bazı yaşlılar ve bir de çocuklar... Bir tek onlara birşey olmadı."


O gün, aynı hadise ülkenin bütün köylerinde ve şehirlerinde yaşanmış. Bu arada, kralın sarayında da!


zafer dergisi

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir