şimdi ise frenk usulünün ve medeniyet namı altında bid’atkârâne ve şeriat-şikenâne cereyanlara taraftar olduğu halde, Allah’a, âhirete, Peygambere imanı da taşıyor ve
kendini de mü’min biliyor. Madem hak ve hakikat olan şeriat-ı Ahmediyenin kavânînini
iltizam (lazım görmüyor) etmiyor ve hakikî tarafgirlik etmiyor, gayr-ı müslim bir mü’min oluyor.
ımansız ıslâmiyet sebeb-i necat olmadığı gibi,
bilerek ıslâmiyetsiz ımân dahi dayanamıyor, belki necat veremiyor, denilebilir.
Kaynak
Fakat bununla beraber, en mühim cihet budur ki: Adem-i kabul (kabulun olmaması, yokluğu) başkadır, kabul-ü adem (yokluğun, olmayan şeyin kabulu) başkadır. (Yani bildiği halde kabul etmemek ile, bilemediği için kabul etme fırsatı olmayan bir olmaz) Bu çeşit ehl-i cezbe (mecnun, deli, ya da o an akli dengesi yerinde olmayan) ve ehl-i uzlet (insanlardan soyutlanmış bir şekilde yaşayan) veya işitmeyen veya bilmeyen adamlar, Peygamberi bilmiyorlar veya düşünmüyorlar ki kabul etsinler.
O noktada cahil kalıyorlar. Marifet-i ılâhiyeye karşı yalnız "La ilahe illallah" biliyorlar.
Bunlar ehl-i necat olabilirler.
Fakat Peygamberi işiten ve dâvâsını bilen adamlar onu tasdik etmezse, Cenâb-ı Hakkı tanımaz. Onun hakkında yalnız "La ilahe illallah" kelâmı, sebeb-i necat olan tevhidi ifade edemez. Çünkü o hal, bir derece
medar-ı özür olan cahilâne adem-i kabul değil; belki o kabul-ü ademdir ve o inkârdır.
Mu’cizâtıyla, âsârıyla kâinatın medar-ı fahri ve nev-i beşerin medar-ı şerefi olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmı inkâr eden adam, elbette hiçbir cihette hiçbir nura mazhar olamaz ve Allah’ı tanımaz. Her ne ise, şimdilik bu kadar yeter.
Kaynak
Rabian: Ulema-i ıslâm ortasında "ıslâm" ve "iman"ın farkları çok medar-ı bahis olmuş. Bir kısmı "ıkisi birdir," diğer kısmı "ıkisi bir değil, fakat biri birisiz olmaz" demişler ve bunun gibi çok muhtelif fikirler beyan etmişler. Ben şöyle bir fark anladım ki:
ıslâmiyet iltizamdır (lazım görmektir); ımân iz’andır (öyle bilmektir, Allah'ı bir bilmek gibi). Tabir-i diğerle, ıslâmiyet, hakka tarafgirlik ve teslim ve inkıyaddır; ımân ise, hakkı kabul ve tasdiktir.
Eskide bazı dinsizleri gördüm ki, ahkâm-ı Kur’âniyeye şiddetli tarafgirlik gösteriyorlardı. Demek o dinsiz, bir cihette Hakkın iltizamıyla ıslâmiyete mazhardı; "dinsiz bir Müslüman" denilirdi. Sonra bazı mü’minleri gördüm ki, ahkâm-ı Kur’âniyeye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar; "gayr-ı müslim bir mü’min" tabirine mazhar oluyorlar. Acaba ıslâmiyetsiz iman, medar-ı necat olabilir mi?
Elcevap: ımansız ıslâmiyet sebeb-i necat olmadığı gibi, ıslâmiyetsiz ımân da medar-ı necat olamaz.
Kaynak