Ehl-i Kitap ile diyalogu zorlaştıran hususlarda şu âyetler bulunmaktadır:
“Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları veli edinmeyin. Onlar ancak birbirlerinin velisidirler. Sizden kim onları veli edinirse o da onlardandır.” (Maide, 5/51).
“Mü’minler, mü'minleri bırakıp kâfirleri veli edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah ile ilişiğini kesmiş olur. Ancak onlar tarafından gelebilecek bir tehlike olursa başka. Allah sizi Kendisine isyan etmekten sakındırır. Dönüş yalnız Allah'adır.” (Âl-i ımrân, 3/2
. Müfessirlerin açıklamalarına bakacak olursak şunları görürüz:
Taberi'nin tercihi şudur: Allah Tealâ, mü'minleri, Allah'a ve Resûlü'ne iman eden mü'minlerin aleyhine olarak kafirlere destek vermekten ve onlarla anlaşma yapmaktan men etmektedir (Maide 51'in tefsirinde).
Müfessirler, mezkur âyetleri şu âyetlerle birlikte ele alırlar: “Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiç bir topluluğun, Allah ve Resûlünün karşısına çıkan kimseleri -isterse o kimseler babaları, evlatları, kardeşleri ve sülaleleri olsun- sevdiklerini göremezsin” (Mücadile, 58/22). “Ey iman edenler! Benim de sizin de düşmanlarınızı veli edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği reddettikleri halde siz onlara sevgi sunuyorsunuz. Resûlullah'ı ve sizi, sırf Rabbiniz olan Allah'a inandığınız için vatanınızdan kovuyorlar.” (Mümtehine, 60/1). “Dininizden ötürü sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kâfirlere gelince Allah, sizi onlara iyilik etmekten, adalet ve insaf gözetmeden menetmez. Çünkü Allah adil olanları sever. Allah sadece dininizden ötürü sizinle savaşan, sizi yurdunuzdan kovan veya kovulmanıza destek veren kâfirleri veli edinmenizi yasaklar. Her kim onları veli edinirse işte onlar zalimlerin ta kendileridir” (Mümtehıne, 60/8-9).
Veli: hami, koruyucu, müttefik, kişinin işlerini uhdesine alan, dost anlamlarına gelir. M. Hamdi Yazır'ın bildirdiğine göre, âlimlerin ekserisi Mümtahine 8 âyetindeki yasaklamanın, ellezine ism-i mevsulünün sılasının ardından zikr edilen iki sıfatı (yani dinden ötürü savaşmayan ve vatandan çıkarmayan) taşıyan kafirler hakkında olduğu görüşündedirler. Bu; zımmî, müste'men, münasebet kesilmeyen antlaşmalı ve barış yapanların hepsini kapsamına almaktadır. Mü'minler burada zikredilen gayr-i müslim gruplardan hiç birine iyi davranmaktan ve ihsanda bulunmaktan men edilmiş değildirler (H. Yazır, Mümtehıne 8'in tefisirinde). Nitekim Taberi de böyle tefsir etmiştir. ıbn Aşur Maide 51 âyetini şöyle açıklamıştır: “Müfessirler iki şekilde tefsir etmişlerdir: a) Veli edinmek, kâmil manasıyla veli edinmek olup onların dinlerini tamamen benimseyip ıslâm dininde kusur bulmak anlamındadır. Nitekim ıbn Atiyye “Kim onların akaidini ve dinlerini benimserse o da küfürde ve Cehennem'de ebedi kalmakta onlar gibi olur.” b)Yahut “Fe innehu minhum” teşbih-i beliğ ile “o da azaba müstahak olmada onlardan biri gibi olur” demektir. ıbn Atiyye der ki: “Ama her kim, kendi imanını bozmaksızın ve onların akaidini benimsemeksizin, davranışlarıyla onları desteklerse, o da onlara yapılan ayıplanmaya ve kötülenmeye dahil olur.” “Ehl-i Sünnet âlimleri ittifak etmişlerdir ki küfrü benimseme ve sırf ondan dolayı kâfirlere meyl etme durumu olmadıkça kişi (bu davranışları sebebiyle) ıslâm'dan çıkmaz. Fakat böyle yapmak büyük sapıklıktır.” (ı. Aşur, Maide 51'in tefsirinde).
Mezkûr âyetlerdeki nehiyler zimmi Ehl-i Kitab’a şamil değildir. Zira onlar Müslümanlarla “lehum mâ lenâ ve aleyhim mâ aleynâ” durumundadırlar. Onun için onlarla evlenmek, onlarla ortaklık kurmak, ticaret yapmak, hastalarını ziyaret etmek gibi beşeri münasebetler caizdir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) hasta bir Yahudi genci ziyaret etmiş, onu müsait görünce kendisine ıslâm’ı tebliğ etmiş, o da Müslüman olmuştu (Buharî, “Merdâ”, 11). ıslâm devlet yönetiminin onları koruması, onları eziyet ve güvensizlikten emin tutması, onlardan düşmana esir düşen olursa esirlerini kurtarması farzdır. Zira onların ahitlerinin ebediliği cari olduğu gibi haklarında ıslâm ahkâmının uygulanması da geçerlidir. Bu haklar Müslümanlar kadar zimmiler için de geçerlidir (Cemaleddin el-Kasımî, Mehâsinü't-Te'vil, Mümtehıne 22 tefsirinde: 16: 5730-5731). ıbn Kayyim el-Cevziyye şöyle der: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ehl-i Kitap'tan kendisini davet edenlerin davetine icabet eder, yemeklerinden yerdi. Bir defasında bir Yahudi onu arpa ekmeği yemeye davet etmişti. Müslümanlar Ehl-i Kitab’ın yemeklerinden yerlerdi. Hz. Ömer (r.a) Müslümanlara, yanlarından geçen Ehl-i Kitab’ı davet etmeyi şart koşmuştu: “Yediklerinizden onlara da yediriniz!” demişti. Esasen Allah Tealâ Kitabında bunu mübah kılmıştır. Hz. Ömer şam'a gittiğinde oradaki Ehl-i Kitap yemek hazırlayıp kendisini davet ettiler. O “Yemek nerede?” deyince: “Kilisede” dediler. Bunun üzerine Hz. Ali (r.a)'a: “Sen Müslümanları al ve oraya git!” dedi. Hz. Ali onları aldı, Kiliseye girdiler, yemeklerinden yediler. Hz. Ali bir yandan oradaki suretlere bakıp şöyle dedi: “Mü'minlerin Emiri de bizimle girip yeseydi ne olurdu ki?” (ığâsetü'l-Lehfan, Meymeniyye mtb., Mısır, 1320, s: 84).