Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

18.06.2006, 17:24

Hazreti Muhammed (A.S.M)'nin ıncildeki ısim ve Bahislerinden

HAZRETı MUHAMMED (A.S.M.)’IN ıNCıL’DEKı ıSMı VE BAHıSLERDEN BıR KISMI

ıncil'in âyeti:

قَالَ الْمَسِيحُ اِنِّى ذَاهِبٌ اِلَى اَبِى وَ اَبِيكُمْ لِيَبْعَثَ لَكُمُ الْفَارَقْلِيطًا Yani: "Ben gidiyorum, tâ size Faraklit gelsin!" Yani, Ahmed gelsin.

ıncil'in ikinci bir âyeti: اِنِّى اَطْلُبُ مِنْ رَبِّى فَارَقْلِيطًا يَكُونُ مَعَكُمْ اِلَى اْلاَبَدِ Yani: "Ben Rabbimden; hakkı bâtıldan farkeden bir peygamberi istiyorum ki, ebede kadar beraberinizde bulunsun." Faraklit, اَلْفَارِقُ بَيْنَ الْحَقِّ وَ الْبَاطِلِ manasında Peygamber'in o kitablarda ismidir. (Mektubat sh: 165)

Hem Kütüb-ü Enbiya'da, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Muhammed, Ahmed, Muhtar mânasında Süryanî ve ıbranî isimleri var. ışte Hazret-i şuayb'ın suhufunda ismi, Muhammed mânasında "Müşeffah"tır.

Hem Tevrat'ta yine Muhammed mânasında "Münhamenna", hem Nebiyy-ül Haram mânasında "Hımyata". Zebur'da "El-Muhtar" ismiyle müsemmadır. Yine Tevrat'ta "El-Hâtem-ül Hâtem". Hem Tevrat'ta ve Zebur'da "Mukîm-üs Sünne". Hem Suhuf-u ıbrahim ve Tevrat'ta "Mazmaz"dır. Hem Tevrat'ta "Ahyed"dir.

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm demiş:

اِسْمِى فِى الْقُرْآنِ مُحَمَّدٌ وَفِى اْلاِنْجِيلِ اَحْمَدُ وَفِى التَّوْراةِ اَحْيَدُ buyurmuştur. Hem ıncil'de, Esmâ-i Nebevîden "Sahib-ül Kadîbi ve-l Hirave" yani "seyf ve asâ sahibi." Evet sahib-üs seyf enbiyalar içinde en büyüğü; ümmetiyle cihada memur, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dır. Yine ıncil'de "Sahib-üt Tâc"dır. Evet "Sahib-üt Tâc" ünvanı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a mahsustur. Tâc, amâme yani sarık demektir. Eski zamanda milletler içinde, milletçe umumiyet itibariyle sarık ve agel saran, Kavm-i Arabdır. ıncil'de "Sahib-üt Tâc", kat'î olarak "Resul-i Ekrem" (Aleyhissalâtü Vesselâm) demektir.

Hem ıncil'de "El-Baraklit" veyahut "El-Faraklit" ki ıncil tefsirlerinde, "Hak ve bâtılı birbirinden tefrik eden hakperest" mânası verilmiş ki; sonra gelecek insanları, hakka sevkedecek zâtın ismidir.

ıncil'in bir yerinde, Îsâ Aleyhisselâm demiş: "Ben gideceğim; tâ dünyanın reisi gelsin." Acaba Hazret-i Îsâ Aleyhisselâm'dan sonra dünyanın reisi olacak ve hak ve bâtılı fark ve temyiz edip Hazret-i Îsâ Aleyhisselâm'ın yerinde insanları irşad edecek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dan başka kim gelmiştir? Demek Hazret-i Îsâ Aleyhisselâm ümmetine daima müjde ediyor ve haber veriyor ki: Birisi gelecek, bana ihtiyaç kalmayacak. Ben, onun bir mukaddimesiyim ve müjdecisiyim. Nasılki şu âyet-i kerime:

َواِذْ قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَنِى اِسْرَائِيلَ اِنِّى رَسُولُ اللّهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقًا ِلمَا بَيْنَ يَدَىَّ مِنَ التَّوْرَيةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَاْتِى مِنْ بَعْدِى اسْمُهُ اَحْمَدُ

Evet ıncil'de Hazret-i Îsâ Aleyhisselâm, çok defalar ümmetine müjde veriyor. ınsanların en mühim bir reisi geleceğini ve o zâtı da bazı isimler ile yâdediyor. O isimler, elbette Süryanî ve ıbranîdirler. Ehl-i tahkik görmüşler. O isimler, "Ahmed, Muhammed, Fârik-un Beyn-el Hakk-ı Ve-l Bâtıl" manâsındadırlar. Demek Îsâ Aleyhisselâm, çok defa Ahmed Aleyhissalâtü Vesselâm'dan beşaret veriyor.

Sual: Eğer desen: "Neden Hazret-i ısa Aleyhisselâm, her nebiden ziyade müjde veriyor; başkalar yalnız haber veriyorlar, müjde sureti azdır."

Elcevab: Çünki Ahmed Aleyhissalâtü Vesselâm, ısa Aleyhisselâm'ı Yahudilerin müdhiş tekzibinden ve müdhiş iftiralarından ve dinini müdhiş tahrifattan kurtarmakla beraber.. ısa Aleyhisselâm'ı tanımayan Benî ısrail'in suubetli şeriatına mukabil, sühuletli ve câmi' ve ahkâmca şeriat-ı ıseviye'nin noksanını ikmal edecek bir şeriat-ı âliyeye sahibdir. ışte onun için çok defa, "Âlemin Reisi geliyor!" diye müjde veriyor.

ışte Tevrat, ıncil, Zebur'da ve sair suhuf-u enbiyada çok ehemmiyetle, âhirde gelecek bir peygamberden bahisler var, çok âyetler var. Nasıl bir kısım nümunelerini gösterdik. Hem çok namlar ile o kitablarda mezkûrdur. Acaba bütün bu Kütüb-ü Enbiyada bu kadar ehemmiyetle, mükerrer âyetlerde bahsettikleri, Âhirzaman Peygamberi Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dan başka kim olabilir?» (Mektubat sh: 170)

ışte bunun gibi naklettiğimiz kaynak kitabta, Semavî Kitab ve Suhuflardan bir hayli nakiller mevcuttur ki, hepsi Muhammed Aleyhisselatü Vesselam’ın geleceğini haber verir ve müjdeler.

2

19.06.2006, 16:03

ıbrahim’in (as) Duası, ısâ’nın (as) Müjdesi

Bir gün ashabdan biri Allah Râsûlü’ne: “Ya Resûlallah biraz kendinizden bahseder misiniz?” der. Cevabının bir kısmında, Allah Resûlü şöyle buyurur: أَنَا دَعْوَةُ إِبْرَاهِي&#160 5;َ، وَبُشْرَى عِيسَى “Ben ıbrahim’in duâsı ve Hz. ısa’nın muştusuyum.”[1]

Kur’ân-ı Kerîm iki ayrı âyetiyle bu hususa temas eder.

1) Hz. ıbrahim (as) şöyle duâ etmiştir:

“Rabbimiz! Onlara kendi içlerinden, Sen’in âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir elçi gönder. Yegane Azîz ve Hakîm Sen’sin.” (Bakara, 2/129).

2) Hz. ısa’nın (as) müjdesi:

“Hatırla ki, Meryem oğlu ısa, ‘Ey ısrailoğulları! Ben size Allah’ın benden evvelki Tevratı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak (geldim)’ demişti. Fakat o, kendilerine apaçık deliller getirince ‘Bu, âşikâr bir büyüdür’ dediler.” (Saf, 61/6).

Evet, Allah Resûlü (sav), sürpriz olarak ortaya çıkmış biri değildir. O daha gelmeden asırlarca önce haber verilen ve gelmesi bütün cihan tarafından beklenen bir Nebîdir.

O’nun nübüvvetine en büyük delil, mu’cizeliği ebedî olan Kur’ân-ı Kerîm’dir. Evet, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânda yüzlerce âyet, ıki Cihan Serverinin hak nebî olduğunu dile getirmektedir. O’nu bütünüyle inkâr edemeyen bir kişinin, Efendimiz’in risâletini inkâr etmesi asla mümkün değildir. Ancak biz başlıbaşına müstakil bir mevzu olan o hususa şimdilik girmeyeceğiz. Zâten yeri geldikçe, peyderpey delil olarak müracaat ettiğimiz âyetleri arzederken, bu mevzu da kısmen anlatılmış olacaktır.

Tevrat’ın Müjdeleri

Biz, bu bölümde yüzlerce defa tahrife uğramasına rağmen, içinde hâlâ Allah Resûlü’ne işaret ve beşaretler taşıyan, Tevrat, ıncil ve Zebur’dan bazı kısımları nakletmek istiyoruz. Meselenin tafsilatını, mevzu ile doğrudan alâkalı müstakil eserlere ve bilhassa, Hüseyin Cisrî’nin “Risale-i Hamîdiye”sine havale ederek, burada sadece mühim gördüklerimizden bazılarını arzedeceğiz.

1) Fâran Dağları

1944 senesinde Londra’da basılan Tevrat’ın Arapça tercümesinden bir âyet: “Allah insanlığa Sina’da teveccüh etti. Sâîr’de tecelli buyurdu. Farân dağlarında zuhur edip kemaliyle ortaya çıktı.”(Sifr. Tesniye, Bab: 33, âyet: 2).

Yani Allah’ın (cc) rahmeti ve insanlığa olan merhameti, ihsanı, Hz. Musa (as)’nın Cenâb-ı Hak’la mükalemede bulunduğu Sînâ’da zahir olmuştur. Bu rahmet, o devrede Hz. Musa’ya verilen nübüvvettir. Sâir, Filistin’dir. Orada Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti vahiy yoluyla gelip Hz. ısa’yı ve çevresindekileri bürümüştür. Aynı zamanda Hz. Mesih Rabb’in tecellilerine mazhar büyük bir peygamberdir. Çokları tecelli ile zuhuru birbirine iltibas ettiklerinden bu meselede de karışıklığa düşmüşlerdir. Evet, O’nda tecelli eden nefha-i ilâhidir. Fâran dağlarında ise, Cenâb-ı Hak, sırr-ı ehadiyet ve makam-ı ferdiyetle zuhur etmiştir. Fâran Mekke’dir. Çünkü Tevrat’ın başka bir yerinde, Hz. ıbrahim’in oğlu ısmail’i Fâran’da bıraktığı anlatılmaktadır. Öyleyse, Tevrat’ta geçen Fâran’dan maksat Mekke’dir. Sırasıyla bu âyette üç nebîden bahsediliyor. Bunlardan birincisi Hz. Musa, ikincisi Hz. ısa (as), üçüncüsü ise son peygamber, ıki Cihan Serveri Hz. Muhammed Mustafa (sav)’dır. Tevrat’taki âyetin devamında şu ifâdeler var:

وَمَعَهُ أُلُوفُ اْلأَطهَار&#161 6;، في يَمِينِهِ سِنَّةِ النَّارِ “O’nun yanında binlerce tertemiz, pırlanta misâl ashâbı olacaktır. Ve sağ elinde ateşten iki ağızlı balta bulunacaktır.” Bu ibareden, O’nun cihada me’mur olacağı anlaşılmaktadır.

Malumdur ki Allah Resûlü, vahyin bidayetinde Hira dağında bir mağaraya çekilir ve orada kendini tefekkür ve ibadete verirdi. ılk vahiy bu dağda gelmişti[2]. Fâran eğer Mekke değilse başka neresi olabilir ki, oradan ıslâm dini gibi bir din zuhur edip şarka-garba yayılmış olsun. Dünyada böyle bir yer mevcut olmadığına göre, Tevrat’ta geçen Fâran, Mekke’ye işarettir. Ayrıca yukarıda da belirttiğimiz gibi, Tekvin’in 21. âyetinde geçen ve Hz. ısmail’in yerleştiği yeri anlatan وَسَكَنَ بَرِيَّةَ فَارَانَ “Fâran’da yerleşti”, ifadesi, dediğimizi isbatlayan en büyük ve en açık bir delildir. Aksini iddiaya da kimsenin gücü yetmeyecektir. Bu mevzuda yapılan itirazlar ilmîlikten uzak, indî mülâhazalardır. Hele âyetin sonundaki ashâb ve cihada me’mur olmaya işaret eden kısımlar hiçbir tereddüt ve şüpheye meydan vermeyecek şekilde, O Zât’ın Hz. Muhammed Aleyhisselâm olduğunu göstermektedir.

2) Hz. ısmail Soyundan

Tevrat’tan ikinci âyet: Cenâb-ı Hak, Tevrat’-ın bu âyetinde Hz. Musa’ya hitaben şöyle demektedir: “Onlar için (ısrailoğullarının) kardeşleri arasında senin gibi bir peygamber çıkaracağım; ve sözlerimi O’nun ağzına koyacağım ve O’na emrettiğim her şeyi onlara söyleyecek.” (Sifr: Tesniye Bab: 18, Âyet: 18)

19. âyet de bunu tamamlar mahiyettedir: “Benim ismimle söyleyeceği sözlerine itaat etmeyenlerden bizzat ben intikam alacağım.”

Bu âyetteki ısrailoğullarının kardeşi tabiriyle Hz. ısmail’in soyundan gelecek bir peygambere işaret edilmektedir ki, Hz. ısmail’in neslinden geldiği bilinen tek peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhisselâmdır. Ayrıca O da Hz. Musa (as) gibi bir şeriatla gelecektir. Diğer taraftan bu âyette gelecek peygamberin “Ümmî” olacağı belirtilmektedir.

ıtaat etmeyenlerden alınacak intikam ise, dine ait müeyyidât ve ukûbat olmak gerektir ki, bu da ancak ıslâm dininde vardır.

Tevrat’ta zikri geçen bu peygamberin Hz. ısa ve Hz. Yuşa (as) olma ihtimalleri ise kat’iyyen mümkün değildir. Zira bu peygamberler ısrailoğullarındandır. Ayrıca birçok meselede Hz. ısa (as) yeni her hangi bir hüküm getirmemiş, sadece Hz. Musa (as)’ya ittiba etmiştir. Hz. Yuşa’nın ise Hz. Musa’ya benzemediği gün gibi âşikardır. Çünkü o yeni bir şeriatla gelmemiştir. Halbuki “Doğrusu biz size hakkınızda şahitlik edecek bir peygamber gönderdik. Nasıl ki, Firavun’a da bir peygamber göndermiştik.” (Müzzemmil, 73/15) âyeti de Hz. Musa ile Efendimiz arasındaki benzerliği beyân etmektedir. Aslında daha ötesinde bir delile de ihtiyaç yoktur.

3) Diğer Özellikleri

Tevrat’tan üçüncü âyet:

Abdullah b. Amr b. Âs, Abdullah b. Selâm ve Ka’bu’l-Ahbâr (r.anhüm) ki, bunların üçü de geçmiş kitapları en iyi bilen insanlar olarak şöhret yapmış zatlardır. Kendi devirlerinde, o günkü kadar tahrife uğramamış Tevrat’ta şöyle bir âyet bulunduğunu naklediyorlar:


يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَرْسَلْنَ&#157 5;كَ شَاهِداً وَمُبَشِّر&#157 5;ً وَنَذِيراً وَحِرْزاً لِلأُمِيِّ&#161 0;نَ أَنْتَ عَبْدِي وَرَسُولِي سَمَّيْتُك&#161 4; الْمُتَوَك&#161 7;ِلَ لَيْسَ بِفَظٍّ وَلاَ غَلِيظٍ وَلاَ سَخَّابٍ فِي اْلأَسْوَا&#160 2;ِ وَلاَ يَدْفَعُ بِالسَّيِّ&#157 4;َةِ السَّيِّئَ&#157 7;َ وَلَكِنْ يَعْفُو وَيَغْفِرُ وَلَنْ يَقْبِضَهُ اللهُ حَتَّى يُقِيمَ بِهِ الْمِلَّةَ الْعَوْجَا&#156 9;َ بِأَنْ يَقُولُوا لاَ إلَهَ إلاَّ اللهُ


“Ey Nebi! Biz seni şâhid, müjdeleyici, uyarıcı ve ümmîlere sığınak olarak gönderdik. Sen Benim kulum ve elçimsin. Sana Mütevekkil adını verdim. O haşîn ve kaba değildir. Çarşılarda yüksek sesle bağırıp çağırmaz. Kötülüğe kötülükle mukabele etmez. Fakat affeder, bağışlar. Allah O’nunla eğri bir milleti ‘lâilâheillallah’ demek suretiyle doğrultuncaya kadar O’nun ruhunu kabzetmez.”[3]

şimdi düşünelim. Tevrat’taki bu hitap kimedir? Derinlemesine bir tahlile ihtiyaç dahi duymadan, âyetin zâhiri mânâsı bu hitabın gelecek bir peygambere ve peygamberler içinde bizzat Hz. Muhammed’e (sav) yapıldığını göstermektedir. O, bütün insanlığa gönderilmiş bir peygamberdir. Ve bu mevzuda sanki âyet O’na şöyle demektedir:

Seni bütün insanlığa, doğru yolu müjdeleyici ve onları eğri yolun encamından da sakındırıcı bir beşîr ve nezîr olarak gönderdim. Sen fenalıklara göğsünü gerecek ve insanların, gidip cehennem çukurlarına düşmelerini engelleyeceksin. Aynı zamanda bu eğri büğrü, dolambaçlı yollarda karanlık içinde kalmışlara, bir ışık olacak ve ellerinden tutup, onları cennete ve Cemalullah’a kavuşturacaksın.

Seni cahiliyye devrinin ümmî cemaatına bir hırz, bir sığınak olarak gönderdim. Sana uyandıkları zaman korunacak ve kollanacaklar.. ve yine sana dayandıkları müddetçe varlıklarını sürdürebilecekler..

Sen Benim kulum ve Resûlümsün -Evet, bizler de tahiyyatımızda hep O’nun kulluğunu ve risaletini dile getiriyoruz- Ben sana “Mütevekkil” adını koydum. Cihan senin karşına dikilse ve sen de onlarla yaka paça olmak zorunda kalsan, yine zerre kadar sarsıntı geçirmezsin. Evet, her peygamberin kendine göre bir tevekkül ufku vardır. Ama sen bu hususta bir başkasın. Onun içindir ki, Ben sana “Mütevekkil” dedim.

Sonra da hitap gayba dönüyor ki buna iltifat diyoruz:

“O öfkeli, etrafını kıran bir nefret insanı değildir. Aksine O bir edep, vakâr, ciddiyet ve temkîn insanıdır. O sokaklarda bağırıp çağırmaz. Çünkü bu tür dikkat çekme gayreti, bir zaaf ve bir gurur alâmetidir ki, O böyle mezmûm sıfatlardan münezzeh ve müberrâdır.”

Kötülüğe asla kötülükle mukabele etmez. Bir bedevi gelir, cübbesinden tutup sarsar ve küstahça “Hakkımı ver!” derdi de sahâbeyi çıldırtan bu türlü hareketler, o şefkat âbidesini tebessüm ettirir ve “Bu adama istediğini verin.” Buyururdu.[4] Evet O, en affedilmez suçları dahi affederdi. Yeter ki o mevzuda, şeriatın emirlerine muhalefet söz konusu olmasın. Düşünün bir kere, kendisine bunca kötülük yapan Mekkelilere, hem de her şeyi yapabileceği o gün ne demişti: “Gidiniz, hepiniz hürsünüz.”[5]

Eğri bir yolda ve cahiliye hayatı yaşayan insanlar, O’nun getirdiği nurla istikametlerini elde edecekleri âna kadar Allah (cc) habibini yanına almayacaktı ve almadı da. O’nun Refik-i A’lâ’ya yükselişi, din tamamlanıp O’nun vazifesi sona erince olacaktı. Yetiştirdiği insanlar, hakkıyla O’nu temsil edecek seviyeye gelince, O, insanlar arasından ayrılıp hakiki dostun huzuruna gidecekti. Çünkü dünyaya ait vazifesi ancak o zaman bitmiş olacaktı.

Evet, Tevrat O’nu böyle anlatıyordu, O da vakti gelince hayat-ı seniyeleriyle bunu temsil ediyordu. Doğrusu orada anlatılanlar, bizzat Allah Resûlü’nün yaşadığı hayat tarzıydı. Öyleyse Tevrat’ın bahsettiği bu şanı yüce nebî kimdi? Tarihte bu anlatılanlara denk hayatı olan bir başkası var mıydı? Elbette ki hayır! Öyle ise bahsedilen insan ancak Hz. Muhammed Aleyhisselâmdı..!

3

19.06.2006, 16:07

ıncil’in Müjdeleri

1) Faraklit

Yuhanna ıncilinden bir âyet: “Mesih: ‘Ben, benim ve sizin Rabb’inize gidiyorum. Ta ki size Tevil’i getirecek olan Faraklit’i göndersin’ dedi.”

Faraklit, hakkın ruhu, hak ile bâtılı birbirinden tamamen ayıran mânâlarına gelir. Evet Allah Resûlü, hakkın ruhudur. Çünkü ölü kalbler ancak O’nun getirdiği hak ile hayat bulmuştur. O insanların hidayete ermesi için kendini feda edercesine bir mücadele vermiştir ki; hak ile bâtılın birbirinden ayrılması, ancak böyle bir mücâdele ve mücâhede sonucu vuku bulmuştur. ışte Hz. Mesih’in haber verdiği bir Faraklit gelmiştir. O da Allah’ın (cc) son elçisi ıki Cihan Güneşi Hz. Muhammed (sav)’dir.

Yuhanna ıncili bab: 14. âyet 15 ve 16 da şöyle deniyor:

“Eğer beni seviyorsanız, emirlerimi tutarsınız. Ben Rabb’e yalvaracağım ve O size başka bir tesellici, hakikat ruhunu (Faraklit) verecektir; tâ ki daima sizinle beraber olsun.”

şimdi de sırasıyla şu âyetlere bakalım:

“Faraklit, öyle bir Ruhu’l-Kudüs’tür ki, Rabb O’nu benim ismimle (yani peygamber olarak) gönderecektir. O size her şeyi öğretecek ve benim size söylediklerimi de tekrar hatırlatacaktır.” (Yuhanna, Bab: 14, Âyet 26).

“Faraklit geldiğinde benim için şahitlik edecektir ve siz de bana şahitlik edersiniz.” (Yuhanna, Bab: 15, Âyet, 26-27).

“Ben size hakkı söylüyorum. Benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü ben gitmezsem Faraklit size gelmez. Ama ben gidersem O’nu gönderirim.”(Yuhanna, Bab: 16, Âyet, 7).

“Faraklit geldiğinde bütün âlemi, hataları sebebiyle kınar ve onları terbiye eder.” (Yuhanna, Bab: 16, Âyet, 8).

ıncil’in ilk gelişi ıbrânice’dir. Daha sonra Yunanca’ya tercüme edilmiştir. Bizim elimizdeki Arapça tercümeler ise, Yunanca’dan yapılan tercümelerdir. “Faraklit” ismi, Yunanca’ya yapılan ilk tercümelerde geçtiği için, ıbranice asıllarında bu kelimenin karşılığı nedir onu bilemiyoruz. Faraklit, Yunanca bu kelimenin Arapça karşılığıdır. Yani ta’rîb yoluyla Arapça’ya girmiştir. Ancak biz sadece bu kelime üzerinde durup meselemizi ona binâ etmeyeceğiz. Belki, ıncil’de müjdelenen gelecek nebînin, bütün hususiyetlerini, Efendimiz’de tahakkukunu görmeye çalışacağız:

Peygamber aşığı bir zâtın sözlerini serlevha edelim.. evet, Mevlâna Hazretleri ne güzel söyler!:

“Mustafa (sav)’nın sıfatları ıncil’de vardı
O ki peygamberlerin sırrı ve bir bahr-i safâydı
Hilyesi, şemaili, gazveleri, orucu ve yemesi
Hep teker teker ıncil’de bulunmaktaydı.”

2) Âlemin Reisi

Yuhanna ıncil’i, Bab: 14, âyet 30’da şöyle demektedir:

“Mesih şöyle dedi: Artık ben sizinle çok söyleşmem. Çünkü bu âlemin reisi geliyor. Bende asla O’nun nesnesi yoktur..”

Zebûr, 72. Bab, 8. âyet ve devamında şöyle deniyor:

“O denizden denize ve nehirden zeminin müntehasına kadar saltanat sürecektir. Çöl ahalisi O’nun huzurunda diz çöküp düşmanları toprak yalayacaklardır. Tarşiş’in ve Adaların melikleri peşkeş (bâc) getirip, şeba ve şeba melikleri hediye takdim edecekler. Cümle melikler dahi O’na secde ve hep tâifeler O’na kulluk edeceklerdir. Zira feryâd eden fakire ve bîçâre ile yardımcı olmayana O necât verecektir. Muhtaç ve fakire merhamet edip fukarânın canlarına halâs edecektir. Canları zulm ve zorbalıktan kurtarıp, onların kanı kendi nazarında kıymetli olacaktır. Yaşayacaktır ve O’na şeba, altınından verecektir. Ve O’nun için daima duâ edip, O’nu hergün senâ edeceklerdir. ısmi ebedî olup, ismi Güneş durdukça baki kalacak ve adamlar O’nunla mübarek olacaklar. Milletlerin cümlesi O’na ‘mübarek’ diyecekler.”

Yukarıda da temas ettiğimiz gibi, biz bu mevzuya sadece istidrâdî olarak ve bir fikir vermek gayesiyle girdik. Meselenin daha fazla tafsilatına da girecek değiliz. Ancak şu kadarını ilave etmeden de geçemeyeceğiz: Hased ve kin, iliklerine kadar işlemiş bazı yahudi ve hristiyanların dünden bugüne bütün tahrif gayret ve çabalarına rağmen yine de eldeki mevcut Tevrat ve ıncil’de Allah Resûlü’nün peygamberliğiyle alâkalı bir hayli işaret ve beşaret bulmak mümkündür. ınşaallah, ileride talihli tarihçilerimizin gayretiyle, Tevrat, ıncil ve Zebur’un en az tahrife uğramış nüshaları bulunabilirse, zannediyorum hiçbir te’vil ve tefsire ihtiyaç kalmadan Allah Resûlü’ne çok sarih işaretler bulunduğu, en âmi insanlar tarafından dahi görülecektir. Belki, Hristiyanlığın tasaffi edeceğini haber veren hadîslerde, bu mânâya da işaretler vardır.[1]

Diğer taraftan, Tevrat ve ıncil’de bizzat Allah Resûlü ve O’nun ashâbından bahsedildiği de kitap ve sünnetle sabittir. Dolayısıyla, bunu inkara kalkışmak sapıklık ve küfürdür.[2]

[1] Buharî, Enbiya, 49; Müslim, ıman, 244, 245, 246, 247.
[2] “Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve ıncil’de yazılı buldukları o Elçi’ye, O ümmî peygambere uyarlar...” (A’raf sûresi 7/157) Ayrıca bkz. Fetih, 48/29; Saff, 61/6. Buhârî, Büyû, 50; Müsned, 2/174. Tafsilat için bakınız: Suyutî, el–Hâsâisü’l-Kûbra, 1/18-31.

4

08.09.2006, 11:31

Hz. ısa'nın (as) Müjdesi

Hz. ısa'nın (as) Müjdesi

Peygamberimiz'in (sav), "Muhammed"den sonra en çok bilinen ve söylenen ismi "Ahmed"dir.
"Ahmed", Ahir Zaman Peygamberi'nin önceki semâvî kitaplarda haber verilen meşhur adıdır ve peygamberlar O'nun isimleri içinde daha çok bu ismi öne çıkarıp, "Ahmed geliyor!" diyerek gitmişler. Hz. îsa (as) da kavmine, kendisinden sonra gelecek, ismi Ahmed olan Peygamber'i müjdelemiş. ışte Kur'a^'daki ilgili ayet:
Saf Suresi, 6. ayet:

وَإِذْ قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُم مُّصَدِّقاً لِّمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرَاةِ وَمُبَشِّراً بِرَسُولٍ يَأْتِي مِن بَعْدِي اسْمُهُ أَحْمَدُ فَلَمَّا جَاءهُم بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا هَذَا سِحْرٌ مُّبِينٌ

"Hatırla ki, bir vakit Meryem oğlu îsâ şöyle demişti: "Ey ısrailoğulları! Ben size Allah'ın (gönderdiği) peygamberiyim. Benden önce gelen Tevrat'ı tasdik etmek ve benden sonra gelecek, ismi Ahmed olan Peygamber'i müjdelemek üzere (geldim)." Fakat O, onlara açık mucizelerle gelince, "Bu apaçık bir sihirdir." dediler."

1.a)
"Benden önce gelen Tevrat'ı tasdik etmek ve benden sonra gelecek, ismi Ahmed olan Peygamber'i müjdelemek üzere (geldim)."
> بَعْدِ "Ba'd": Sonra.
>Resm-i Osmanî'de, بَعْدِ "ba'd"den, yani "sonra"dan itibaren sûre sonuna kadar olan harf sayısı 610.

>Hz. Îsâ'nın (as), gelişini müjdelediği, en meşhur ikinci ismi Ahmed olan Peygamber'imiz (sav) peygamber olarak gönderildiği tarih 610.

b)
> أَحْمَدُ "Ahmed" kelimesinin ebcedî değeri 17 (Cümel-i Asgar).
> أَحْمَدُ "Ahmed" kelimesinden itibaren ayet sonuna kadar kullanılan harf çeşidi 17.
> أَحْمَدُ "Ahmed", sûrede sondan başa doğru 17. ibarede bulunuyor.

c)
> أَحْمَدُ "Ahmed" ismi Kur'ân'da yalnız bu sûrede geçiyor.
> أَحْمَدُ "Ahmed" kelimesinin ebcedî değeri 53 (Cümel-i Sağîr).
> Kur'ân'da أَحْمَدُ "Ahmed" kelimesinin bulunduğu tek sûre olan bu sûreden sonra Kur'ân'ın sonuna kadar olan sûre sayısı 53, sahife sayısı 53."
Hz. Îsâ (as), Peygamberimiz'in (sav) geleceğini müjdeliyor ve Kurân'da, kelimenin "Ahmed" dediği yerde, kullanılan harf çeşitlerinin, ibarelerin, sahifelerin sayıları da "Ahmed" diyor, Kur'ân'daki muhteşem örgünün bir çeşidini ortaya koyuyor.

(Kaynak: Ahmet Maraşlı, Kur'ân'ın Diziliş Mûcizesi, Bilge Yayınları, sh. 48-49))

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir