Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

24.02.2006, 00:25

iki farklı pencereden yağmura bakış

Türk edebiyatının önemli şâirlerinden biri olan Tevfik Fikret'in 'Yağmur' şiiri, genellikle musikisiyle değerlendirilir. Kelimelerin ses özelliklerinden azamî derecede istifade eden Fikret; bu şiirinde yağmur sesini yakalamayı başarmıştır. Edebî özellikleri çeşitli açılardan değerlendirilen bu eser, edebiyat tarihindeki yerini almıştır. Fakat bu şiirde genellikle gözden kaçırılan bir husus vardır, ki bu husus, Fikret'in yaşantısı ve fikirleriyle paralellik göstermesine rağmen, kültürümüzdeki yağmur anlayışıyla ve halkımızın yağmura bakış açısıyla tam bir tezat teşkil etmektedir. Fikret, şiire yağmurun yağışını tasvir ederek başlar:
"Küçük, muttarid, muhteriz darbeler
Kafeslerde, camlarda pür-ihtizâz
Olur dem-be-dem nevha-ger, nağme-sâz
Kafeslerde, camlarda pür-ihtizâz
Küçük, muttarid, muhteriz darbeler!.."
şiirin hemen başında, yağmur damlacıklarına insana has özellikler verilerek, teşhis sanatı yapılır. Tekdüze ve ürkek şekilde camlara ve kafeslere vuran yağmur damlaları, titreşmekte, durmadan türkü söyleyip, ağıt yakmaktadır. şâir, yağmurun yağışını muhtemelen büyük bir şehirde bulunan bir evin penceresinden seyretmektedir. şiirden anladığımız kadarıyla şâir karamsar bir hâlet-i rûhiye içindedir. Çünkü kültürümüzde 'rahmet' ve 'bereket' gibi isimlerle de anılan yağmur, şiirin bu ilk bölümünde hiç de bu hususiyeti hâiz değildir. Ürken, titreşen, türküler söyleyip, ağıtlar yakan yağmur katreleri; âdeta istenmeyen bir diyara gelmiş, kendilerine 'hoş geldin' diyecek merhametli bir kalb arayan yabancılar gibidir. Muhtemelen dost bir kapı bulamamanın ve çaldıkları her kapıdan çevrilmenin hüznüyle ağıtlar yakmaktadırlar. Fikret, tabiattan kopuk bir pencereden, yağmurun tasvirini yaparken, belki de 'Müteâl' olandan uzak düşmüş dünyasına dâir, bizlere önemli ipuçları vermektedir.
ınsanı, âlem-i sağîr (küçük âlem) olarak tarif eden ve insanla kâinat arasında çeşitli açılardan münasebetler kurarak, insanın yeryüzünün halifesi olduğunu ve halife olmasının getirdiği yükümlülükleri ikna edici bir tarzda anlatan Bediüzzaman Hazretleri, yağmura çok daha farklı mânâlar yüklemiştir. 'Kâinatta her varlık, lisân-ı hâliyle (hâl diliyle) Allah'ı zikreder.' diyerek, gözlerimizi varlığın perde arkasına, yani mânâ-yı ismîden, mânâ-yı harfîye çeviren Bediüzzaman, Fikret'in tam zıddına, yağmuru gurbete düşmüş ve kendine açılacak bir kapı bekleyen bir yabancı gibi değil, hasretini çektiği dostlarına kavuşan bir gönlün bayramı gibi anlatır. Yağmurun, cisimleşmiş rahmet olduğunu ve Rahmân-ı Rahîm'in bilinmeyen rahmet hazinelerinde yapıldığını ifade eden Bediüzzaman, yağmur damlalarının Fikret'in söylediği gibi, başıboş olmadığını ışârâtü'l ı'caz'da, "…Gökten yağmur indirip, onunla size rızık olarak çeşitli mahsuller çıkardı…" (Bakara/22) âyetinin tefsirini yaparken şöyle anlatır: "ınzâlin (indirmenin) Cenab-ı Hakk'a olan isnadından anlaşılıyor ki, yağmur katreleri başıboş değildir; ancak bir hikmet altında ve hassas bir ölçüyle inerler. Çünkü uzak bir mesafeden gelmekle beraber, rüzgâr ve hava da çarpışmalarına yardımcı olduğu halde, katreler arasında çarpışma olmuyor. Öyleyse o katreler başıboş olmayıp, gemleri, onları temsil eden meleklerin elindedir." Fikret'in bir yorum getirmediği yağmur damlalarının ihtizazını (titreşmesi), Bediüzzaman: "Faydalarının şehâdetiyle, yağmur damlalarının ihtizazı (titreşmesi), Sen'in indirmen ve üstün kılmanladır." diyerek O'na (cc) verir (29. Lem'a'nın Tercümesi, 1.Bab, 1. Fasıl).
Fikret'in 'Yağmur' şiirinde, varlığın perde arkasına bir yolculuk yapılmadığı gibi, bundan özellikle kaçınılır. 19. yüzyılın sığ pozitivizmine kendini kaptıran Fikret, 'Târih-i Kadîm' ve 'Târih-i Kadîme Zeyl' gibi şiirlerinde mukaddes değerleri, bütün ilâhî dinleri ve onların peygamberlerini inkâr ettiği gibi, 'Haluk'un Âmentüsü' başlıklı şiirinde de ıslâm'ın Âmentüsü'ne karşılık, yeni âmentüler ileri sürer. Bu şiirde Fikret;
"şeytan da biziz cin de. Ne şeytan ne melek var;
Dünya dönecek cennete insanla; inandım."
diyerek melekleri inkâr eder. Bediüzzaman ise, yağmurla, melekler arasındaki münasebeti ışârâtü'l ı'caz tefsirinde şöyle anlatır: "Yağmurun yağması, en kısa şöyle tarif edilebilir: Hava tabakasında dağınık halde bulunan su buharının zerrelerine Allah (cc) emrettiği vakit, o zerreler her taraftan 'Lebbeyk!' diyerek toplanmaya başlarlar ve bulut şeklini alıp, Allah'ın (cc) emrine hazır bir vaziyette beklerler. Yine Allah'ın emriyle bir kısım zerreler, basınç ve yoğunlaşmanın artırılmasıyla birlikte soğuyarak katrelere inkılâp ederler. Sonra kâinata konan kanunların temsilcileri olan meleklerden, o katrelere münasip yaratılan melekler vasıtasıyla o katreler, birbirlerini sıkıştırmadan ve birbiriyle çarpışmadan yeryüzüne indirilirler. Lâkin hava boşluğundaki dengenin muhafazası için, yağan katrelerden boş kalan yerler, denizlerden ve yerlerden kalkan buharlarla doldurulur."
Yağmurun kendisi bizzat rahmet olduğu gibi, yeryüzüne indirilmesi de başka bir rahmetin tecellisini gösterir: "Yoğunlaşan nem, dolu taneciğine dönüştürüldüğünde ağırlık kuvveti tesiriyle hızlanan bir hareket yapmaya başlar. Ancak bu arada taneciğin üzerine hareketine zıt yönde havanın direnç kuvveti (Fd); uygulanmaya başlar. Tanecik hızlanırken Fd de büyür. Dolu taneciğinin hızı belli bir değere (limit hız) ulaştığında direnç kuvveti de taneciğin ağırlığı kadar olur. Bu andan itibaren yağmur veya dolu taneciği yeryüzüne sabit bir hızla indirilmeye başlar. Ve yeryüzüne rahmet olur. Bütün canlıların canlılığının devamına vesile olur. Eğer tanecikler yeryüzüne sürekli hızlanan bir hareket yaparak indirilseydi, çarptığı yerde felâket olur, çarptığı her şeyi deler veya yıkar yani yeryüzüne zulmet olurdu. Bu durumda yeryüzünde canlılar ve canlılık kalmazdı."1
Fikret'in yağmura bakışı karamsar olduğu gibi, diğer varlıklarla yağmur arasındaki münasebete bakışı da karamsardır. Fikret, yağmurla diğer mahlûklar arasındaki münasebetleri şöyle anlatır:
"Sokaklarda seylâbeler ağlaşır,
Ufuk yaklaşır, yaklaşır, yaklaşır.
Bulutlar karardıkça, zerrâta bir
Ağır, muhtazır dalgalanmak gelir;
Bürür bir soğuk gölge etrâfı hep,
Nümâyân olur gündüzün nısf-ı şeb.
Söner şimdi, manzûr olurken demin
Heyûlâsı karşımda bir âlemin"
Fikret'e göre, yağmur yağmasıyla oluşan sel suları da, tıpkı yağmur damlaları gibi ağlaşmaktadır, bunun yanında ufuklar yaklaşmakta ve âdeta etrafa sıkıcı bir atmosfer hâkim olmaktadır. Bulutlar git gide kararmakta ve bunun neticesinde zerrelere can çekişmeye benzer bir dalgalanma gelmektedir. Artık ağır ve kasvetli bir hava, her şeye hâkim olmaya başlamıştır. Nitekim çevreyi bürüyen soğuk gölge, gün ortasında gecenin yaşanmasına sebep olmaktadır. Artık her şey sönmüştür. Hatta biraz önce görmüş olduğu manzara bile artık gözlerden kaybolmuştur. Kur'ân-ı Kerim'de; "… Gökten Allah'ın rızık vermek için yağmur indirip yeri onunla ölümünden sonra diriltmesinde, rüzgârları yönetmesinde akleden kimseler için dersler vardır." (Câsiye/5) buyrularak, akıl sahiplerinin ders alması için misal verilen yağmur, Fikret'e neden bu kadar sıkıntı vermektedir. Fikret, meleklere ve diğer kutsal değerlere olan inancını kaybettiğinden, her şeye maddî olarak yaklaşmakta, dolayısıyla ufkunu oldukça daraltmaktadır. Daralan dünyasının penceresinden, yağmurun diğer mahlûklar için ifade ettiği mânâyı görememekte, yağmur vesilesiyle ötelere açılan kapıyı aralayamamakta ve netice itibarıyla sığ bir dünyanın içinde bocalayıp durmaktadır. Nitekim bu bocalama o kadar ileri seviyelere varır ki; zavallı şâir, daralttığı dünyasının içindeki odada sıkıldıkça sıkılır. Artık yüzlerin ve pencerelerin kapandığını, yağmurla yere âdeta bir vahşet çöktüğünü haykırır. Aşağıdaki mısralarda tasvir edilen, yağmur değil de, sanki gökyüzünden yağan bir musibettir:
"Açılmaz ne bir yüz, ne bir pencere,
Bakıldıkça vahşet çöker yerlere."
Yağmuru, her şeyi kuşatan bir ilmin ve her şeyi kaplayan bir hikmetin büyük faidelerle kullanılması (Münâcât Risalesi) ve muhtaçların imdatlarına koşan rahmetin bir şerbetçisi (2. şua) olarak gören Bediüzzaman ise, Mutasarrıf-ı Hakîm'in, bir çekirdeğin kapıcığını "Uyan!" emriyle ve irade anahtarıyla mükemmel bir ölçü dâhilinde açtığı gibi, zemin hazinesini de yağmur anahtarıyla açtığını belirtir (15. şua). Yağmurun ayrıca hayvanları yaratan ve rızıklarını taahhüt altına alan Yaratıcı'nın hikmetiyle imdada gönderildiğini ve cisimleşmiş rahmet olduğunu belirten Bediüzzaman, yağmura neden rahmet dendiğinin yorumunu da yapar: " Yağmura 'rahmet' deniliyor. Çünkü birçok güzelliği ve faydayı içinde barındırdığından yağmur, sanki rahmetin cisimleşmiş şekli olarak damlalar hâlinde geliyor"(33. Söz, 27. Pencere).
Fikret şiirin son bölümlerinde yağmurun diğer insanlarda, hayvanlarda ve kendi ruhunda ne gibi menfî tesirler bıraktığını anlatır:
"Geçer boş sokaktan, hayâlet gibi
şitâbân ü pûşîde-ser bir sabî.
O dem leyl-i yâdımda, solgun, tebâh;
Sürür bir kadın bir ridâ-yı siyâh.
Saçaklarda kuşlar -hazindir bu pek!-
Susarlar. Uzaktan ulur bir köpek."
Yağmurun tesiriyle meydana gelen vahşet(!) ortamında, bir çocuğun hayalete benzediğini, kuşların saçaklara sığınıp sustuğunu, bunun aslında pek hazin bir durum olduğunu söyleyen Fikret, uzaklarda ise, bir köpeğin uluduğunu belirtir. Köpek ulumasıyla kültürümüzdeki 'uğursuzluk' anlayışına gönderme yapan şâir, bununla, kendi dünyası için yağmurun ne gibi bir vahşet ve uğursuzluk sebebi olduğunu gösterir gibidir.
Kâinatı azîm bir musika-i zikriye (büyük bir zikir musikisi) gibi gören ve en küçük nağmenin en gür nağmeye karışmasıyla haşmetli bir letafetin ortaya çıktığını belirten Bediüzzaman ise (24. Söz), yağmurun şıpırtılarının mânâsız olmadığını, Rabb-i Kerim'in emriyle ihtiyaç sahiplerine; 'Sizlere müjde, geliyoruz!' mânâsına geldiğini ifade eder (33. Söz). Bediüzzaman kulaktaki zarın iman nuruyla ışıklandığında, kâinattan gelen mânevî nidaları işiteceğini ve hâl diliyle yapılan zikirleri anlayacağını, yağmurun, kuşların ve diğer varlıkların tesbihatını duyacağını, bunun da iman sahiplerini çeşitli zevklere garkedeceğini belirtir (ışârâtü'l ı'câz).
"Öter gûş-i rûhumda boş bir enîn,
Boğuk bir tezâd-ı sükûn u tanîn:"
ıman sahipleri yağmurun sesiyle ruhanî zevklere gark olurken, Fikret'in duyduğu, yukarıdaki mısralarda da ifade ettiği gibi, ruhunun kulağında boş iniltiden başka bir şey değildir. Kültürümüzde 'rahmet' olarak isimlendirilen ve yağmadığı dönemlerde vakti gelmiştir düşüncesiyle, inançlı insanların Allah'tan samimi dualarla istedikleri yağmur damlaları, Fikret'e, 'boğuk bir sessizlikle tınlamak'tan başka bir şey ifade etmemektedir. Yağan yağmurdan bir damla nasibi bulunmamak herhalde bu olsa gerek. şiirin son bölümünde, şiirin başındaki bölüm, küçük değişiklerle farklı bir tarzda tekrar edilir. Bu şekilde Fikret, yağmur katrelerine bakışının şiir boyunca hiç değişmediğini göstermektedir:
"Küçük, pür-heves, gevherîn katreler
Sokaklarda, damlarda pür-ihtizâz
Olur muttasıl nevha-ger, nağme-sâz
Sokaklarda, damlarda pür-ihtizâz
Küçük, pür-heves, gevherîn katreler"
Bütün bunlar gösteriyor ki, Fikret, kırık dökük hissiyatı, maddenin sığ limanına saplanıp kalmış nazarlarıyla, yağmur ve yağmurun diğer varlıklarla olan münasebetinin şiirini, menfî bir bakış açısıyla yazmaya çalışırken; Bediüzzaman, Yüce Yaratıcı'nın kâinatın nizamı içerisinde gayet sanatkârane ve birçok güzelliğe vesile olacak şekilde yaratmış olduğu 'yağmur şiirini' insanlara hissettirmeye çalışmaktadır. Maddenin ve gayesizliğin boğuculuğunda çırpınan inançsızların kaoslarla örülü, sıkıcı dünyasına karşılık; kendine bahşedilen nimetleri bir şükür vesilesi sayan Müslümanın ferahfeza dünyasında yağmur, çeşitli güzelliklerin kapısını açmaya vesile bir anahtar gibidir. M. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin yağmurla dua arasında kurduğu münasebet ne kadar güzeldir: "Yağmur damlaları, rahmet ufkundan dökülen merhamet katreleri olarak iniyorlar ufkumuza. Üzerlerinde muhabbet ve şefkat mührü var. Bundan dolayı, yağmur damlalarının yere iniş anını ganimet bilip, duaların kabul olacağı rivayet edilen o esnada gönülden yakarışa geçmek lâzım. Bizim için en önemli dua, hatta kendi kurtuluşumuzu istemekten de önemli olan dua, 'Allah'ım! Yüce adını dünyanın dört bir tarafında duyur! Gönüllerimizi ve dünyadaki bütün kullarının kalblerini imana, ıslâm'a, Kur'an'a ve ihsana aç! Bu yolda bizleri de istihdam eyle.' niyazıdır. Bu sebeple biz, semadan süzülen her damlayla beraber yeryüzünü teşrif eden meleklerin kanadına bu duayı takıyoruz."

A. Osman dönmez
ben körlüğüme bile körüm.
Aç gözlerimi..
Ben gördüğümü de körüm,aç sırlarını..
Ben gördüğümden ötesine körüm,aç perdelerini..
Ben gösterdiklerine körüm,aç kalbimi

Ben vaad ettiğin cennetine körüm aç yollarımı...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir