Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

01.07.2005, 10:58

annem..

Anne


Yaratılmışların en şereflisi ve en mükemmeli olan insan birçok görevlerle sorumlu tutulmuştur. Bu görevlerin başında Allah’a karşı görevlerimiz ile ailemize karşı sorumluluklarımız gelmektedir.

Anne olmak ne zordur kim bilir. Bir erkek ve bir baba anneliğin nasıl bir duygu olduğunu tabii ki tahmin bile edemez. Ancak, doğumhanelerde sancılar dayanılmaz hâle geldikçe, “Bir daha mı, aslaa!” diye inleyen anne adaylarının, çok geçmeden nur topu rahmet çiçeklerinin esintisiyle avunup, unutup, yeni anneliklere yiğitçe yelken açışlarındaki duygu yoğunluğu da o ölçüde tahmin edilemezdir.

Annelik zordur. Bir hanım olup, annelik nimetini tadamama imtihanına tutulmak da zordur. Bir yetim çocuk olup da bir gün bile bir anne sıcaklığı yaşayamamak da zordur. Hem yetim, hem de öksüz olmak daha da zordur.

Ümmü Muhammed (Âmine) (sas) olmak; dünyanın en tatlı, en şirin, en bereketli çocuğunun sırf şehirdeki salgın hastalıklardan etkilenmesin diye bir uzak köyde, bir sütanne elinde kalmasına ister istemez razı olmak zordur. Tam kavuştum derken, “Rabbim, acaba mürüvvetini gösterir mi?” diye düşünürken, ondan ayrılmak, onu da yalnız bırakıp gidivermek daha da zordur.

Ümmü ısa olmak (Meryem) olmak da zordur. Dünyanın en iffetli, en betûl, en şerefli hanımlarından biri olup da, en dayanılmaz iftiralara uğrayıp, en büyük utançlara gark edilip, hepsinden Rabbi’nden gelen teselli ile sıyrılıp, ferahlamak çok zordur. Oğlunuz, en temiz bir oğul olacak; ama ona da o nahoş iftira atılacak. Birileri, kısaca “babası belirsiz” demek olan o üç harfli bayağı kelimeyle, mübarek isminin “kabala” değerlerini denk düşürerek iğrenç iftiralarını “ispatlamaya” çalışacak ve siz bunları sabırla göğüsleyeceksiniz. ımran kızı Meryem olmak da, Meryem oğlu ısa (as) olmak da zor..

Ne zor imtihan...

Hz. Musa’nın annesi olmak... Canından bir can olan yavrusunu, kalbine verilen bir ilhamla Nil nehrine bir sepet içinde salıverip, Rabbi’nin hıfzına emanet edivermek.. Zor...

Âsiye (r.anha) olmak... Firavun’un sarayında bir ehl-i iman olarak kalabilmek... Onun zehirli sofralarından, zehirli sohbetlerinden, şeytan avuntulu kibrinden etkilenmeden, Allah’ın emaneti olan Musa’yı (as) en güzel şekilde yetiştirebilmek... Zor...

Ya da tüm annelerin annesi olmasına rağmen kendisi anne şefkatini yaşayamamış olan Havva Annemizi (r.anha) anlamak. O da zor...

Ne mutlu “anne”lere

Anne sevgisini, Peygamberimiz Hazreti Muhammed Aleyhisselam’ın “Cennet, annelerin ayağının altındadır” hadis-i şerifinden daha güzel anlatacak bir söz yoktur. Muhakkak ki, Allah sevgisi, Peygamber sevgisi, anne ve baba sevgisi en kutsal sevgilerdendir.

Bize kanından kan, canından can katarak aylarca karnında taşıyıp sonra da yaşadığımız dünyaya getiren, bununla da kalmayıp gecesini gündüzüne katarak büyütüp besleyen o değerli varlığımıza ne kadar hürmet etsek azdır.

Annemize karşı olan sevgimizi, saygımızı ve hürmetimizi, yılda yalnız bir gün olarak kutlanan anneler gününde değil, kişinin annesinin ve babasının hayatta olduğu müddet zarfında, yılın her gününü anneler günüymüş gibi kabul edip, onlara karşı görevlerimizi eksiksiz olarak yerine getirmeliyiz.

ıyi ve kötü günümüzde her an yanımızda olan, güldüğümüzde bizimle gülen, ağladığımızda bizimle ağlayan, yegâne varlığımız annemizi ne kadar sevsek azdır. Anne sevgisinin yerini dünyada başka hiçbir sevgi tutamaz.

ımandan sonra birinci vazifemiz ana-babanın kalbini kırmamaktır. Onlar bazıları için ne kadar kötü gibi görünseler bile, yine de her şeyin üstünde hakları vardır. Onların kalbini kıranın ibadeti kabûl olmaz. Müslüman doğmamıza ve Müslüman yetişmemize sebep olan ana-babamızın kalbini kırarsak cennete girmemiz düşünülebilir mi? Onlar bize hakâret etse de, yalvararak gönüllerini almamız lazımdır. Müslüman ana-babamız, bizden razı olmadıkça, Rabb’imizin (cc) sevdiği kulu olmamız çok zordur.


Annelere değerini ıslam verdi

Yılda bir gün de olsa, huzurevlerinin loş köşelerindeki annelerini hatırlamaları Batılılar ve “Batılılaşmış” olanlarımız için önemli bir gelişme... Çünkü, bugünkü Batı medeniyetinin dayandığı Eski Yunan ve Roma’da, özellikle Yunanlılarda kadın, çok hakaret görürdü. Bütün hürriyetlerden mahrum olarak herhangi bir şey gibi alınıp satılırdı. Miras hakkı yoktu. Kendi malını kullanma hakkına bile sahip değildi. Evlilikte hiçbir söz hakkı yoktu.

Romalılarda da kadın; mülkiyet hakkına sahip değildi. Kazandığı her şey, aile reisinin sayılırdı. Roma kanununda köle olarak kabul edilirdi. Vatandaşlık hakkından mahrumdu, ona, herhangi bir ev eşyası gibi bakılırdı.şey gibi alınıp satılırdı.

ıslâmiyet’ten önce Arapların kadına bakışı da neredeyse aynıydı. Fikir beyan etme hakkı yoktu. Mirastan mahrumdu. Zorla evlendirilirdi. Bir adam ölüp, geriye birkaç kadın bıraktığı zaman onun en büyük oğlu, öz annesi hariç, babasının öbür hanımlarıyla evlenebilirdi. Kızlarını diri diri gömerlerdi. ışte dünya bu haldeyken, Sevgili Peygamber’imiz gelip, on dört asır önce, “Cennet annelerin ayakları altındadır.” buyurarak kadının gerçek yerini ortaya koydu. ıslamiyet’ten sonra, dünyanın en rahat anneleri ıslam toplumundaki anneler oldu. Çünkü, anneye hürmet dinimizin, Peygamber’imizin emirleridir.

Peygamber Efendimiz, kadını aşağılayıcı durumdan kurtarıp, kadına yumuşak davranıp, ona iyilik etme esasını getirdi. Peygamber’imizin hicretin onuncu yılı, Veda Haccı’ndaki sözlerinden, son nasîhatlerinden biri, “Kadınlarınıza eziyet etmeyiniz! Onlar, Allah-ü Teâlâ’nın sizlere emanetidir. Onlara yumuşak olunuz, iyilik ediniz.” olmuştur. Peygamber’imiz en iyi insan olmak için de, hanıma karşı faydalı olmayı şart koşmuştur. Hadîs-i şerîfte “Müslümanların en iyisi, en faydalısı, hanımına karşı iyi ve faydalı olandır.” buyurulmuştur. Başka bir hadis-i şerifte de “Bir erkek, hanımını döverse, kıyamette ben onun davacısı olurum.” buyurulmuştur.


Onlara alçak gönüllü olun, gönüllerini alın

Ana-babaya karşı alçakgönüllü olmalı, yaşadıkları müddetçe onlara hizmet etmeli ve bununla onların rızalarını kazanmalıdır. Hz. Hüseyin’in oğlu Ali, edeplerini gözetemem endişesiyle, ana-babasıyla yemek yemekten çekinirdi. Ana-babasını râzı eden kimse için, cennet kapıları sonuna kadar açılır. Bir kimsenin ana-babası zalim olsalar dahi onlara karşı gelmek onlarla sert konuşmak câiz değildir. Çeşitli vesilelerle, onların elleri öpülüp, duaları alınmalı, haklarını helal ettirmelidir. Bu vesilelerden biri de bayramlardır. Bayramlarda, ana-babaya çeşitli hediyeler alıp, bayramları tebrik edilerek, hakları helal ettirilmeli ve dualarını almalıdır! Arada kırgınlıklar varsa bu vesile ile giderilmelidir.


Anne ve babalarımıza karşı görevlerimiz

Evlatlar, ebeveynleri için kendi malından harcamalıdır. Çünkü ana-babasına harcadığından, verdiğinden kendisine sual olunmaz.

Kendinden önce, onlara elbise almalı. Kendi yiyeceğinden iyisini onlara vermeli.

Uzakta iseler ziyaretlerine gitmeli. Ana-baba ve yakın akrabaları ziyaret etmek vaciptir. Hiç olmazsa selam göndererek, tatlı mektup yazarak bu günahlardan kurtulmalıdır. Ziyarette sıra; ana, baba, evlat, dede, nine, kardeş, amca, hala, dayı ve teyze şeklindedir. Hadîs-i şerîfte şöyle buyurulmuştur: “Allah’a ve kıyamet gününe inanan sıla-i rahim etsin!” (Buhârî)

Beraber yemek yenmeli. Ayrı yemek onları üzer.

Arzularını sormalı, öğrenip yerine getirmeli.

Evlerini temizlemeli, boyamalı, tamir etmeli.

Malı, parayı onlara serbest etmeli. “Ne zaman isterseniz, malım, param size feda olsun” demeli, bir kızgınlıkları varsa, bu yolla onları teskin etmelidir. Ana-babaya harcanan paradan sual olunmaz. Muhtaç olan ana-babaya yardım farzdır. Kur’ân-ı Kerîm’de buyuruluyor ki:

“Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolculara infak edin!” (Bakara, 215)

Ara sıra güzel yemek yapıp, davet etmeli. Gönülleri ister de belki söyleyemezler.

Dostlarını, dost bilip davet ederek gönüllerini almalısınız.

Hastalandıkları zaman, tedavileri ile meşgûl olmalı, bir bakıcı tutmak yerine, bizzat ihtiyaçlarını gidermelisiniz.

Onlara şefkat kanatlarını germelisiniz; “Merhamet etmeyene, merhamet edilmez, acımayana acınmaz.” (Müslim)

Sevmeli, her fırsatta ellerini öpmeli, sevdiğinizi hissettirmelisiniz.

Sevinçlerine sevinmeli, üzüntülerine üzülmelisiniz.

Çok söylenmelerinden incinmemeli, incinseniz bile kesinlikle incindiğinizi hissettirmemelisiniz.

Sitem ve cefalarına kızmamalı, incitmekten çok korkmalısınız.

Nazlanmamalı, aksine onların nazına katlanmalısınız. Çünkü onlar küçükken bizim çok nazımızı çektiler. Nazlanma sırasının onlarda olduğunu unutmamalıdır.

Ölseler de kurtulsak diye canavarcasına düşünmemeli, çok yaşamalarını arzû etmelisiniz.

Yumuşak söylemeli ‘öf’ bile dememelisiniz. “Rabb’in, yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine ‘öf’ bile deme; ağır söz söyleme, onlarla yumuşak ve tatlı konuş, onlara acı, tevazû kanadını gerip ‘Rabb’im, küçükken beni yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et’ diye dua et.” (ısrâ, 17/ 23, 24)

Ana-baba, bildiğimiz şeyleri de anlatsa, “yine aynı şeyler mi” dememeli, hiç duymamış gibi can kulağı ile dinlemeli.

ıki kardeşi olan biri, öteki kardeşini kastedip “Oğlun şunu yaptı. Ben yapsam kıyameti koparırdınız” veya “Anne, torunu tepene çıkarıyor, çok şımartıyorsun. Söz dinletemiyoruz” gibi sözlerle ana-babayı üzmemelidir! Çocuklarını ana-babanın yanında dövmemeli, azarlamamalıdır!

ısimleri ile çağırmamalı, sözlerini kesmemeli, sözlerinin arasına girmemelisiniz.

Ana-babanın arasını açacak söz ve hareketlerden uzak durmalısınız. Ana-baba ile oğul veya kızın arasını açacak işlerden uzak durmalısınız. Gelinleri, ana-baba ile oğullarının arasını açacak sözlerden uzak tutmalıdır!

Konuşurken, ‘yap, yapma’ gibi ifadeler kullanmamalısınız. Yapar mısın gibi ricâda bulunmalıdır! Ana-babası günah işleyen çocuk, bunlara bir defa nasîhat eder. Kabul etmezlerse susar. Onlara dua eder!

Hayır dualarını almalısınız. Ana-baba duasını ganîmet bilmelisiniz. Hadîs-i şerîflerde şöyle buyurulmuştur: “Üç kişinin duası kabûl olur. Ana-baba, mazlûm ve misafirin duası.” (Tirmizî)

Beddualarını almamalısınız. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: “Ana-babanın çocuğuna ve mazlûmun zâlime olan bedduaları, reddolunmaz.” (Tirmizî)

Vefatlarında Efendimiz’in sünneti üzere, yıkayıp, kefenletip defnettirmelisiniz. Cenaze namazını biliyorsanız kendiniz kıldırmalısınız.

Onlara her namazdan sonra dua etmelisiniz. Hadisteki, “Ana-babasına dua etmeyenin rızkı kesilir.” ikazını unutmamalıyız:

“Ölünün mezardaki hali, imdâd diye bağıran, denize düşmüş kimseye benzer. Boğulmak üzere olan kimse, kendisini kurtaracak birini beklediği gibi, ölü de, babasından, anasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek bir duayı gözler. Kendisine bir dua gelince, dünyanın hepsinin kendine verilmesinden daha çok sevinir. Allah-ü Teâlâ, yaşayanların duaları sebebiyle, ölülere dağlar gibi çok rahmet verir. Dirilerin de ölülere hediyesi, onlar için dua ve istiğfar etmektir.” (Deylemî)

Varsa borçlarını ödeyip, onun kabir halini kolaylaştırmalısınız.

Ölünün namaz ve oruç borcu için, başkası onun yerine namaz kılamaz ve oruç tutamaz. Fakat onun orucu ve namazı için fakirler doyurulabilir. Bunu geciktirmemek.

Vasiyeti varsa yerine getirmelisiniz. Dinimize açıkça aykırı ise yerine getirilmeyebilir.

Sevabı onlara olmak üzere oruç tutmak, sadaka vermek, hac yapmak, kurban kesmek.

Kabirlerini ziyaret edip Kur’ân-ı Kerîm okumak.

Onlardan kötü bir yol edinmiş ise, her yaptığından onlara da günah ve azâp gider. Bunun için, onlardan veya onların vasıtası ile öğrendiği kötü şeyleri terk etmeli, kendi kötü amelleri ile, onlara kabirde azâp ettirmemelidir.

Dostlarını ziyaret etmek. Hadîs-i şerîf: “Babası öldükten sonra, onun dostlarını ziyaret etmek, iyiliklerin en iyisidir.” (Müslim)


Kur’an, ana-babaya itaati emrediyor

Nisa, 36:

Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlar (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.

En’am Sûresi, 151:

De ki: “Gelin size Rabb’inizin haram kıldığı şeyleri söyleyeyim: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anaya, babaya iyilik yapın, yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, sizin ve onların rızkını veren Biz’iz, gizli ve açık kötülüklere yaklaşmayın, Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın. Allah bunları size düşünesiniz diye buyurmaktadır.”

Ankebût Sûresi, 8:

Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi Bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak Bana’dır. O zaman size yapmış olduklarınızı haber vereceğim.

ısra Sûresi; 23, 24, 25:

Rabb’in, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine ‘of!’ bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: “Rabb’im! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!” diyerek dua et. Rabb’iniz sizin kalplerinizdekini çok iyi bilir. Eğer siz iyi olursanız, şunu bilin ki Allah, kötülükten yüz çevirerek tevbeye yönelenleri son derece bağışlayıcıdır.

Ahkaf Sûresi, 15:

Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ile sütten kesilmesi otuz ay sürer. Nihayet insan, güçlü çağına erip kırk yaşına varınca der ki: Rabb’im! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve razı olacağın yararlı iş yapmamı temin et. Benim için de zürriyetim için de iyiliği devam ettir. Ben sana döndüm. Ve elbette ki ben Müslümanlardanım.


Annenin hakkı ödenemez

Annesini sırtına alıp Kâ’be-i Muazzama’yı tavaf eden bir kimse, Abdullah ıbn-i Ömer Hazretleri’ne dedi ki:

“Efendim, annemi, böyle sırtıma alıp, Kâ’be-i Muazzama’yı tavaf ettiriyorum. Acaba annemin hakkını ödemiş olur muyum?”

Abdullah ıbn-i Ömer, şöyle cevap verdi:

“Annenin hakkının yüzde birini bile ödeyemezsin. Ancak iyi muamele eder ve güzel bakarsan, yapacağın en küçük bir hizmete, çok büyük sevap verilir.”


Her şey annenin rızasına bağlı

Enes bin Mâlik Hazretleri anlatıyor:

Peygamber Efendimiz zamanında Alkame isminde bir genç vardı. Hep ibadet ile meşgûl olur, yaz-kış oruç tutardı. Bu genç hastalandı. Fakat dili tutulup bir şey söyleyemiyordu. Durumdan Resûlullah Efendimiz haberdar edildi. Peygamber Efendimiz, Hz. Ali ile Ammâr bin Yâsir Hazretlerini gönderdi. Onlar, gence Kelime-i şahadet telkîn ettikleri halde, genç söyleyemiyordu. Peygamber Efendimiz, Bilâl-i Habeşî Hazretleri vasıtası ile durumdan haberdar edildi. Peygamber Efendimiz, yanında bulunanlara şöyle sordu:

- Alkame’nin ana-babası var mı?

- Yâ Resûlallah, ihtiyar bir annesi var.

- Annesini buraya getirin!

Annesi gelince, Peygamber Efendimiz buyurdu ki:

- Alkame’ye ne oldu?

- Yâ Resûlallah, Alkame çok iyidir. Hep ibadet ile meşgûl olur. Ama ben ondan râzı değilim. Çünkü o, hanımının rızasını, benim rızamdan üstün tutmaktadır.

- Dilinin tutulması bu yüzdendir. Ona hakkını helal et de dili açılsın!

- Ya Resûlallah, O benim hakkıma riayet etmedi. Hakkımı helal etmem.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, “Ey Bilal! Ashâbı çağır, odun getirsinler. Alkame’yi yakalım. Çünkü annesi, ondan razı değildir.” buyurdu. Kadıncağız bunları işitince dedi ki:

- Yâ Resûlallah, oğlumu benim gözümün önünde mi yakacaksınız? Kalbim buna nasıl dayanabilir?

- Cehennem ateşi, dünya ateşinden çok daha kızgın ve yakıcıdır. Sen ondan razı olmadıkça, onun hiçbir taati makbûl değildir.

Kadıncağız bunları işitince ağlamaya başlayıp dedi ki:

- Yâ Resûlallah, ben ondan razı oldum, hakkımı helal ettim.

Böyle söyledikten sonra oğlunun yanına gitti ve oğlunun sesini duydu. Kelime-i şahâdeti rahatlıkla söylüyordu. Aynı gün vefat etti. Cenaze hazırlıkları yapılıp defnedildi. Definden sonra Resûlullah Efendimiz, Ashâb-ı Kirâm’a hitaben buyurdu ki:

“Hanımını annesinden üstün tutana, Allahü Teâlâ ve melekler lanet eder.”


Ebeveynime senin rızan için baktım...

Buhârî’deki hadîs-i şerîfte özetle deniyor ki:

Eski ümmetlerden üç kişi yolculuğa çıkarlar. Geceyi geçirmek üzere bir mağaraya girince dağdan bir kaya parçası yuvarlanarak mağaranın ağzını kapatır. “Bizi bu kayadan ancak iyi amellerimizi dile getirerek Allah’a yapacağımız dua kurtarabilir.” derler.

ıçlerinden biri şöyle dedi:

Anam-babam çok yaşlı idi. Onları doyurmadan çoluk çocuğumu ve hayvanlarımı doyurmazdım. Bir gün, odun toplamak için uzaklara gitmiştim. Geç vakte kadar da dönemedim. Akşam içecekleri sütü getirdiğimde anamla babam uyumuşlar. Onlara sütlerini içirmeden önce çoluk çocuğumun ve hayvanlarımın karınlarını doyurmazdım. Çocuklar da yanımda ağlıyorlardı. Çanak elimde tanyeri ağarıncaya kadar onların uyanmalarını bekledim. Anamla babam uyanıp sütlerini içtiler. Bunun üzerine bu kişi, “Ya Rabbi bunu senin rızan için yapmışsam buradan bizi kurtar.” dedi

Kaya biraz açıldı. Fakat çıkmak mümkün değildi.

Diğeri her türlü imkan varken çok sevdiği amcasının kızı ile zina etmediği ve kıza verdiği 120 dinar altını almadığı olayı hatırlayıp, “Yâ Rabbi, bunları senin rızan için yapmışsam bizi buradan kurtar.” dedi. Kaya biraz daha açıldı. Ancak yer çıkabilecekleri kadar değildi.

Üçüncüsü şöyle dedi:

Çalıştırdığım işçilerden biri ücretini almadan gitmişti. Ben de onun ücretinden para kazandım. Öyle ki, bundan birçok mal meydana geldi. Bir müddet sonra bana gelip ücretini istedi.

“şu gördüğün develer, sığırlar, koyunların hepsi senin ücretinden üremiştir, al götür.” dedim. O da “Benimle alay etmiyorsun ya.” dedi. Ben de “Hayır, alay etmiyorum, doğrusu bu.” deyince, malların hepsini alarak götürdü. Bana hiçbir şey bırakmadı. Bu kişi de, “Yâ Rabbi bunu senin rızan için yapmışsam, içinde bulunduğumuz şu beladan bizi kurtar.” dedi. Bunun üzerine kaya tamamen açıldı. Onlar da mağaradan çıkarak yollarına devam ettiler.

Musa’nın (as) arkadaşı

Mûsa Aleyhisselam dedi ki:

- Yâ Rabbi, cennetteki arkadaşım kimdir?

- Filan yerde bir kasap vardır. Senin cennetteki arkadaşın odur.

Mûsa Aleyhisselâm, tarif edilen yere gitti. Güneş batıncaya kadar orada kaldı. Akşam olunca kasap, bir parça et alıp çantasına koydu. Kasap akşam evine giderken, Mûsa Aleyhisselam sordu:

- Ey genç, misafir kabul eder misin?

- Evet memnuniyetle...

Beraber gittiler. Eve gelince genç, bu etten güzel bir yemek pişirdi. Sonra evdeki bir zembili indirdi. ıçinde çok yaşlı, zaif, güçsüz bir kadın vardı. Onu zembilden çıkardı. Bir kaşık alıp doyuncaya kadar ağzına yemek koydu. Sonra elbisesini değiştirdi. Tekrar zembile yerleştirdi. Bu esnada kadının dudakları kımıldadı. Bunları gören Mûsa Aleyhisselam sordu:

- Bu kadın kim, ona ne yaptın?

- Bu benim annemdir. Çok yaşlandı. Takati kalmadı. Oturacak halde de değildir. Çarşıdan gelince, onu doyurup altını değiştirmeden kendim bir şey yemem.

- O esnada annenizin dudaklarının kımıldadığını gördüm. Bir şey mi söylüyordu?

- Evet her gün “Yâ Rabbi, oğlumu cennette Mûsa Aleyhisselam’a arkadaş eyle.” diye dua eder.

- Gözün aydın olsun, Mûsa Peygamber benim ve cennetteki arkadaşım da sensin.

Bayezid-i Bestami’nin saygısı

Soğuk bir kış gecesinde, Bâyezid-i Bestâmi Hazretleri küçükken annesi ile yatsı namazını kılıp yatmıştı. Gece yarısına doğru annesi uyandı. Çok susamıştı. Oğluna seslendi:

- Oğlum, bir bardak su verir misin?

Hemen yatağından fırlayan küçük Bâyezid, su testisine baktı. Fakat içinde su yoktu. Annesine:

- Anneciğim, testide su yok, ben hemen doldurup geleyim, dedi.

Koşarak dışarı çıktı. Her yer buz ile kaplıydı. Zorlukla testiyi doldurup geri döndü. Fakat geri dönene kadar annesi tekrar uyumuştu. Elinde su dolu bardak ile, annesinin baş ucunda beklemeye başladı. Hava çok soğuk olduğu için bir müddet sonra soğuktan titremeye başladı. Annesinin uyandığında, “Hani su?” diyerek üzüleceğinden korkuyordu. Elinde su bardağı saatlerce ayakta annesinin uyanmasını bekledi. Nihayet, annesi, “Su, su...” diye mırıldandı. Annesi daha ilk sözünde suyun hazır olmasını anlayamadı. Oğluna sordu:

- Oğlum ne çabuk getirdin?

- Anneciğim, daha önce uyandığında su istemiştin. O zaman su olmadığı için testiyi doldurmaya gittim. Geldiğimde senin daldığını gördüm. Uyanmanı bekledim.

Oğlunun bu kadar sadakatli olduğuna çok sevinen annesi ona dua etti. O da Allahü Teâlâ’nın sevgili kulu oldu.


‘Öf’ bile demeyin

Dinimiz, ebeveynimizi üzmek, incitmek, şöyle dursun; yüzlerine karşı “Öf” bile demeyi yasaklamış, onlara son derece saygılı olmayı, hoşgörülü davranmayı ve onları yürekten sevmeyi emretmiştir. Anne-babamız bize darılsalar da, kırıcı ve acı sözler söyleseler de, onlara daima güler yüz göstermeli, hoşgörülü olmalıyız. Onlardan hiçbir zaman şikayet etmemeliyiz.



09.05.2005
MUSTAFA AYDIN







sarmaşık çiçeği soluyor annem
her halde son akşam oluyor annem
saçında beyazlar tacındır senin
içime bi huzur doluyor annem
senden ayrılığın hayali bile
içime bir keder doluyor annem..
ne zaman bir hicran bestesi duysam
içime bi keder doluyor annem
ne zaman bir hicran şarkısı duysam
içime bir hüzün doluyor anneem..

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir