Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

27.05.2005, 20:29

Bir kader sohbeti...

Bir kader sohbeti


Sedirin üzerinde bir o tarafa, bir bu tarafa dönüyor, elini bazen başının altına koyuyor, bazen aşağı sarkıtıyordu. ıç âlemi karmakarışıktı. Hâlâ o tartışmanın tesiri altındaydı.
“Tekin’leri niçin susturamadım?” diye kızdı kendi kendine. “Sorularını ağızlarına öyle bir tıkamalıydım ki! Gerçi beni dinlemeye de pek niyetli değildiler ya!.. ıkisi iki yandan durmadan konuştular. Kantin kalabalık, her kafadan bir ses çıkıyor! Konuşamadık ki, âdeta bağrıştık! Olsun, yine de bir şeyler söyleyebilirdim!”
Daha fazla yatamadı. Âni bir hamleyle sedirden fırladı. Huzursuzluğu iyiden iyiye artmıştı. Pencereye doğru ilerledi. Dışarısını seyre koyuldu. Aklı hep o tartışmadaydı. Ne yapsa, unutamıyordu bir türlü.
Yine söylenmeye başladı:
“Ne olacak, kitap okuduğum yok ki! Elin oğlu gelir, bir soru sorar, çık işin içinden”
Odada birkaç tur attıktan sonra, somyanın köşesine ilişti. Sağ yumruğunu sol eli içine aldı. Olanca gücüyle sıktı, sıktı, sıktı... Sonra alnını titrek ellerine dayayıp uzun uzun düşündü. Günün yorgunluğu ve tartışmanın tesiriyle kafası hala zonkluyordu. Mutlaka bir çıkış yolu bulmalıydı.
Birden bir ümit ışığı belirdi içinde:
— Tamam! dedi, Arif Beye telefon açacağım! Bayramda ağabeyimi ziyarete gelmişti. Geç saatlere kadar sohbet etmişlerdi. Çok bilgili bir insan. Hem, karşısındakini dinlemeyi de biliyor. Tamam, tamam! Ona telefon açmalıyım!
Ağabeyinin odasına geçti. Özel rehberden Arif Beyin telefonunu buldu:
— Alo! Arif Beyle mi görüşüyorum?
— Evet efendim, buyurun.
— Arif ağabey! Ben Çetin. Hüseyin Beyin küçük kardeşi. Hani bayramda tanışmıştık.
— Tamam Çetin, hatırladım. Hayırdır inşallah!
— Fakültede bazı arkadaşlarla bir tartışmamız oldu da... Size bazı sorularım olacak. Bilmem telefonda mı arz etsem?
Arif Bey:
— Konu ne? diye sordu.
— Kader, diye cevap verdi Çetin.
Arif Bey candan bir sesle:
— Çetinciğim, dedi, Sorularını bilmiyorum ama, sanırım bu konuyu telefonda halledemeyiz. ıstersen adresi vereyim bize gel.
— Hayır, hayır... Evde rahatsız etmek istemem. Eğer çarşıya çıkarsanız, bir pastanede buluşabiliriz.
Arif Bey:
— Pastaneye pek gitmem. Ama senin için gelirim. Zaten çarşıya inecektim. Yemeğimi yiyip çıkabilirim.
— Nasıl buluşalım?
— Sen söyle, Çetin.
— Dokuzda Lâle Pastanesi'ne gelebilir misiniz?
— ınşallah.
— Çok teşekkür ederim ağabey.













KADERDE BıR RANDEVU

Çetin pastaneye vardığında, dokuza on vardı. Beş dakika geçmemişti ki Arif Bey kapıda belirdi. Koltuğunda incecik bir de çanta vardı.
Çetin ayağa kalkıp Arif Beyi karşıladı. El sıkışıp oturdular.
— Nasılsın Çetin?
— Teşekkür ederim. Siz nasılsınız?
— Hamd olsun.
Arif Bey bir süre sustuktan sonra:
— Yanlış hatırlamıyorsam, dedi, Fen Fakültesi'nde okuyordun.
Çetin:
— Evet, dedi , doğru hatırladınız.
— Derslerin nasıl gidiyor? Geçen yıldan bir takıntın var mı?
— Hayır, takıntım yok. Dersler de fena değil. Lâkin rahat bıraksalar!.. Her gün bir tartışma, bir bağrışma, bir kavga... Sakin bir kafayla eve geldiğim pek nâdir...
Arif Bey:
— Tartışmalarınız hep kader üzerine mi? diye sordu.
— Hayır, dedi Çetin. Kader, bugünkü tartışma konumuzdu. Her gün bir başka mesele atılıyor ortaya. Bilen de konuşuyor, bilmeyen de... Tabiî, bilmeyen daha çok konuşuyor. Böyle giderse, herhalde, kantine gitmeye paydos diyeceğim.
Arif Bey gülümsedi:
— Beni de meraklandırdın. Ne sordular kader hakkında?
— Esas olarak iki soru. Ama bunlar üzerinde konuşulurken girilmedik saha kalmadı. Daldan dala atladılar. Ben henüz bir cümleyi tamamlamadan, ikisi iki yandan sorular yağdırıyor, konuyu dağıtıyorlardı. Onun için ciddi hiçbir şey konuşmadık desem yalan olmaz.

Arif Bey başını salladı:
— Niyetleri başka olabilir mi?
— Belki de...
Kısa bir sessizlik oldu.
Çetin:
— Birisi önce şunu sordu?
“Madem Cenâb-ı Hak benim ne yapacağımı biliyor, öyleyse benim kabahatim ne?”
Daha bu konu bir çözüme kavuşmadan diğeri yeni bir soru attı ortaya:
“Rusya'nın kuytu bir maden ocağında çalışan bir işçi ıslâm'ı nasıl bilebilir!?.. Bu adam iman ve ıslâm konusunda nasıl sorumlu tutulabilir!?..”
Her iki konuyu da bir sonuca bağlayamadan ayrıldık. Ama, şimdi kararımı verdim:
Onlarla tek tek konuşacağım. Konuyu saptırmalarına izin vermeyeceğim!..
Biraz durakladıktan sonra, üzüntülü bir şekilde:
— Fakat, dedi, itiraf edeyim: Ben de kader konusunda fazla bir şey bilmiyorum!..
Arif Bey:
— Çok açık yüreklisin Çetin, dedi. Bir konuda cehlini bilen ilmin kapısını çalmaya hazır demektir. Çok güzel... Seni tebrik ederim.
Bir süre sustu:
— Sen şu arkadaşlarını bir yana bırak da, bu soruları ilmî bir atmosferde karşılıklı konuşalım.
— ...
— Günümüzde çoğu insan kaderi de yanlış anlıyor, adaleti de. Kader dendi mi klişeleşmiş birkaç soru, adalet denilince de eşitlik anlaşılıyor. Bu çok dar bir düşünce ve kısır bir değerlendirme. Halbuki, her iki konu da birer umman... Ben dilimin döndüğü kadar bir şeyler söyleyeyim. Gerekirse yine buluşur, konuları kaynaklarından okur yahut bir bilenden sorar, öğreniriz.
— ...
— Önce bir şeyler içelim.
— Siz bilirsiniz... Ben bir sütlü kahve alayım.
Arif Bey garsonu çağırdı:
— Bize iki sütlü kahve.
Devam etti konuşmasına:
— Bak Çetin! Bu tip soruları soranlar üç gruba ayrılır:
Bir kısmının maksadı doğrudan doğruya zihinleri karıştırmaktır. Bu adamlarla ilk konuşulacak konu, şu âlemin yaratıcısına iman meselesi olacaktır. ılahî takdir, ancak Allah'a inananlarla konuşulur... Mimar Sinan'a inanmayan bir meczupla, Süleymaniyenin bahçesinde, Onun mimarlık sanatını tartışmanın ne anlamı var?!..
ıkinci grup ise, kader konusundaki birtakım sorularına samimiyetle cevap ararlar. ışte kader konusu ancak bu insanlarla konuşulabilir.
Üçüncü gruba gelince, bunlar gerçekte dine karşı değildirler. Ancak yaşayış tarzları ıslâm'a hiç uymaz. Bir takım günahlara girerler. Sonra, bunların âhirette cezayı gerektirdiğini düşününce rahatsız olurlar. Cezaya isyan, onları kaderi tenkit etmeye götürür. ışledikleri günahlar kalplerini durmadan yaralar. O yaralı kalpleriyle kavga edecek birini ararlar... Onu alt etmekle rahat-layacaklarını sanırlar...
Sonra sordu Çetine:

— Bilmem, senin arkadaşların hangi gruba giriyor?

Devamı burada, "Bir Kader Sohbeti" . 67 sayfalık word dökümanı, meraklısına duyurulur.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir