Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

25.04.2005, 08:36

şefaat (Ümit şıMşEK)

Ümit şıMşEK

şefaat



Peygamberden söz edince akla ilk gelen şefaat olur. Aslında onu en güzel anlatacak şey de budur. Âlemlere rahmet olarak gönderilene, şefaatten daha çok yakışan ne vardır?

şefaat hadisesini Kur’ân’ın birçok âyeti sarih şekilde haber verir. Bu âyetler bir yandan şefaati tümüyle Allah’ın izniyle bağlarken, bir yandan da, Onun hoşnut olduğu kimselere şefaat izni vereceğini müjdelemektedirler. Gerçi Bektâşî kıraatini takip ederek âyetleri yarısına kadar okuyanlar, “O izin vermedikçe kimse şefaat edemez” meâlindeki ifadelerin “Kimse şefaat edemez” kısmında takılırlar. Lâkin âyetlerin anlamı açık ve net olduğu gibi, Peygamber şefaatini müjdeleyen pek çok hadis de aynı anlamı vurgulamakta ve bu kapıyı mü’minler için ardına kadar açık tutmaktadır. Bunda ise, Peygamber muhabbeti kadar, ılâhî rahmetin de müjdesi vardır. Zira Yüce Allah, şefaat aracılığıyla af ve rahmetini gösterirken, şefaat edilenle birlikte, şefaat edene de büyük bir ihsanda bulunmaktadır.

Aksini düşünün: Eğer şefaat olmayıp da kıyamet gününde Allah’ın bağışlayıcılığı tümüyle vasıtasız olarak tecellî etseydi, Peygamber ile ümmeti arasındaki ilişki bu sıcaklığa erişebilir miydi? ınsanlar, kendilerini Allah’ın rahmetine çağıran o dâvetçiye cevap verirlerken, en dar zamanlarında ellerinden tutacak aziz ve vefalı bir dostun sinesine atılmaktadırlar. Onun Allah katında en makbul kul olduğunda şüphe yok; ama bu makbuliyet bir şefaat meyvesi vermeyecek olduktan sonra, Peygamberin görevi son derece resmî bir tebliğden ibaret kalır ve bizim için bir muhabbet vesilesi teşkil etmezdi. Tam tersine, bir onun büyüklüğüne, bir kendi küçüklüğümüze bakar, onunla aramızdaki mertebe farkı büyüdükçe mesafemizin de açıldığını ve onun bizden uzaklaştığını hissederdik.

Ne kadar günahkâr olursa olsun, ümmetinin herbir ferdi için şefaatini vaad eden bir Peygamber, bu haliyle, Allah’ın rahmetinin en büyük şahididir. Bizim dünyamızda Allah rahmetinin eserlerini ekseriyetle böyle göstermez mi? Dileseydi Allah herkese lütuflarını doğrudan ulaştırırdı; ancak kullarının bir kısmını diğerlerinin yardımına koşturmak suretiyle, kalplerine merhamet yerleştirdiği kullarına da büyük bir lütufta bulunmuş ve merhamet eden ile merhamet edilen arasında bir muhabbet yaratmış olmaktadır. Ancak kalpleri böyle bir lütfa açık olmayan inkârcılar, Allah’ın yardım emrindeki hikmeti kavrayamazlar da “Allah’ın doyuracağı kimseleri biz mi doyuralım?” deyiverirler.1 şefaatteki hikmetin kavranamayışı da aynı mantık hatâsının sonucudur.

Salâvat gibi, şefaat de Peygamber ile ümmeti arasındaki gönül bağının hem sebebi, hem sonucudur. Rahmeti herşeyi kuşatan, rahmetinin timsali olan Peygamberini, ümmetiyle bu şekilde birbirine bağlamıştır. Seyyah melekler, ümmetinden her an ona sayısız salât ve selâmlar taşır. Bu selâmların en beliğ cevabı, mahşer günündeki şefaat ve Peygamber komşuluğudur. Onun ümmeti, buna gözüyle görmüşçesine inanır. Çünkü ne kadar cahil ve günahkâr da olsa, Peygamberini tanır. Onun, günahkâr ümmetini asla yüzüstü bırakmayacak ve en dar zamanında, en büyük sıkıntılardan kurtararak elinden tutup Cennete sokacak bir Peygamber olduğunu bilir. Onun içindir ki, bu ümmet, on dört asırdır Peygamberiyle beraber yaşar. Ve, on dört asır sonra, onun dünyaya gelişini hâlâ ilk günün canlılığıyla kutlamaya devam eder.

“Rabbinin nimetini yâd et”2 âyetinden, Muhammed Hamidullah merhumun çıkardığı anlam da budur. O, en büyük tahdis-i nimet örneği olarak Mevlid Kandilini gösterir ve Müslümanların işte bu âyete dayanarak Peygamberimizin doğumunu kutladıklarını söyledikten sonra, sorar:

“Hangi ılâhî nimet bundan daha büyük olabilir?”

1 Yâsin Sûresi, 36:47.

2 Duhâ Sûresi, 93:11.

25.04.2005

E-Posta: usimsek@morotesi.com
selam ve dua ile kalın
nur

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir