Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

24.04.2005, 14:27

Mevcut ıncil, Tevrat ve Zebur´da Müjdelenen Nebi (s.a.s.)

Tevrat ve ıncil, Nebiler Efendisi’nin nübüvvetine delildir

“Bir gün ashabdan biri Allah Râsûlü’ne: “Ya Resûlallah biraz kendinizden bahseder misiniz?” der. Cevabının bir kısmında, Allah Resûlü şöyle buyurur: “Ene da’vetü ıbrahîme ve büşrâ Îsâ/Ben ıbrahim’in duâsı ve Hz. ısa’nın muştusuyum.” (Kenzü’l- Ummal, 11/384)

Kur’ân-ı Kerîm iki ayrı âyetiyle bu hususa temas eder.

1) Hz. ıbrahim (as) şöyle duâ etmiştir:
“Rabbimiz! Onlara kendi içlerinden, Sen’in âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir elçi gönder. Yegane Azîz ve Hakîm Sen’sin.” (Bakara, 2/129)

2) Hz. ısa’nın (as) müjdesi:
“Hatırla ki, Meryem oğlu ısa, ‘Ey ısrailoğulları! Ben size Allah’ın benden evvelki Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak (geldim)’ demişti. Fakat o, kendilerine apaçık deliller getirince ‘Bu, âşikâr bir büyüdür’ dediler.” (Saf, 61/6)

Evet, Allah Resûlü (sas), sürpriz olarak ortaya çıkmış biri değildir. O daha gelmeden asırlarca önce haber verilen ve gelmesi bütün cihan tarafından beklenen bir Nebî’dir.

O’nun nübüvvetine en büyük delil, mu’cizeliği ebedî olan Kur’ân-ı Kerîm’dir. Evet, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’da yüzlerce âyet, ıki Cihan Serveri’nin hak nebî olduğunu dile getirmektedir. O’nu bütünüyle inkâr edemeyen bir kişinin, Efendimiz’in risâletini inkâr etmesi asla mümkün değildir. Ancak biz başlıbaşına müstakil bir mevzu olan o hususa şimdilik girmeyeceğiz. Zâten yeri geldikçe, peyderpey delil olarak müracaat ettiğimiz âyetleri arz ederken, bu mevzu da kısmen anlatılmış olacaktır.

Tevrat’ın müjdeleri
Biz, bu bölümde yüzlerce defa tahrife uğramasına rağmen, içinde hâlâ Allah Resûlü’ne işaret ve beşaretler taşıyan, Tevrat, ıncil ve Zebur’dan bazı kısımları nakletmek istiyoruz. Meselenin tafsilatını, mevzu ile doğrudan alâkalı müstakil eserlere ve bilhassa, Hüseyin Cisrî’nin “Risale-i Hamîdiye”sine havale ederek, burada sadece mühim gördüklerimizden bazılarını arz edeceğiz.

1) Fâran Dağları: 1944 senesinde Londra’da basılan Tevrat’ın Arapça tercümesinden bir âyet: “Allah insanlığa Sina’da teveccüh etti. Sâîr’de tecelli buyurdu. Fâran dağlarında zuhur edip kemaliyle ortaya çıktı.” (Sifr. Tesniye, Bab: 33, âyet: 2).

Allah’ın (cc) rahmeti ve insanlığa olan merhameti, ihsanı, Hz. Musa (as)’nın Cenâb-ı Hak’la mükalemede bulunduğu Sînâ’da zahir olmuştur. Bu rahmet, o devrede Hz. Musa’ya verilen nübüvvettir. Sâir, Filistin’dir. Orada Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti vahiy yoluyla gelip Hz. ısa’yı ve çevresindekileri bürümüştür. Aynı zamanda Hz. Mesih, Rabb’in tecellilerine mazhar büyük bir peygamberdir.

Çokları tecelli ile zuhuru birbirine iltibas ettiklerinden bu meselede de karışıklığa düşmüşlerdir. Evet, O’nda tecelli eden nefha-i ilâhidir. Fâran dağlarında ise Cenâb-ı Hak, sırr-ı ehadiyet ve makam-ı ferdiyetle zuhur etmiştir. Fâran, Mekke’dir. Çünkü Tevrat’ın başka bir yerinde, Hz. ıbrahim’in oğlu ısmail’i Fâran’da bıraktığı anlatılmaktadır. Öyleyse, Tevrat’ta geçen Fâran’dan maksat Mekke’dir. Sırasıyla bu âyette üç nebîden bahsediliyor. Bunlardan birincisi Hz. Musa, ikincisi Hz. ısa (as), üçüncüsü ise son peygamber, ıki Cihan Serveri Hz. Muhammed Mustafa (sav)’dır. Tevrat’taki âyetin devamında şu ifâdeler var: “O’nun yanında binlerce tertemiz, pırlanta misâl ashâbı olacaktır. Ve sağ elinde ateşten iki ağızlı balta bulunacaktır.” Bu ibareden, O’nun cihada me’mur olacağı anlaşılmaktadır.

Malumdur ki Allah Resûlü, vahyin bidayetinde Hira dağında bir mağaraya çekilir ve orada kendini tefekkür ve ibadete verirdi. ılk vahiy bu dağda gelmişti (Buhari, Bed’ül-Vahiy 3). Fâran eğer Mekke değilse başka neresi olabilir ki, oradan ıslâm dini gibi bir din zuhur edip şarka-garba yayılmış olsun. Dünyada böyle bir yer mevcut olmadığına göre, Tevrat’ta geçen Fâran, Mekke’ye işarettir. Ayrıca yukarıda da belirttiğimiz gibi, Tekvin’in 21. âyetinde geçen ve Hz. ısmail’le ilgili “Fâran’da yerleşti” ifadesi, dediğimizi isbatlayan en büyük ve en açık bir delildir. Aksini iddiaya da kimsenin gücü yetmeyecektir. Bu mevzuda yapılan itirazlar ilmîlikten uzak, indî mülâhazalardır. Hele âyetin sonundaki ashâb ve cihada me’mur olmaya işaret eden kısımlar hiçbir tereddüt ve şüpheye meydan vermeyecek şekilde, O Zât’ın Hz. Muhammed Aleyhisselâm olduğunu göstermektedir.

2) Hz. ısmail soyundan: Tevrat’tan ikinci âyet: Cenâb-ı Hak, Tevrat’ın bu âyetinde Hz. Musa’ya hitaben şöyle demektedir: “Onlar için (ısrailoğullarının) kardeşleri arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım ve sözlerimi O’nun ağzına koyacağım ve O’na emrettiğim her şeyi onlara söyleyecek.” (Sifr: Tesniye Bab: 18, Âyet: 18)

19. âyet de bunu tamamlar mahiyettedir: “Benim ismimle söyleyeceği sözlerine itaat etmeyenlerden bizzat ben intikam alacağım.”

Bu âyetteki ısrailoğullarının kardeşi tabiriyle Hz. ısmail’in soyundan gelecek bir peygambere işaret edilmektedir ki, Hz. ısmail’in neslinden geldiği bilinen tek peygamber, Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhisselâmdır. Ayrıca O da Hz. Musa (as) gibi bir şeriatla gelecektir. Diğer taraftan bu âyette, gelecek peygamberin “Ümmî” olacağı belirtilmektedir.
ıtaat etmeyenlerden alınacak intikam ise, dine ait müeyyidât ve ukûbat olmak gerektir ki, bu da ancak ıslâm dininde vardır.
Tevrat’ta zikri geçen bu peygamberin Hz. ısa ve Hz. Yuşa (as) olma ihtimalleri ise kat’iyyen mümkün değildir. Zira bu peygamberler ısrailoğullarındandır. Ayrıca birçok meselede Hz. ısa (as) yeni herhangi bir hüküm getirmemiş, sadece Hz. Musa (as)’ya ittiba etmiştir. Hz. Yuşa’nın ise Hz. Musa’ya benzemediği gün gibi âşikardır. Çünkü o, yeni bir şeriatla gelmemiştir. Halbuki “Doğrusu biz size hakkınızda şahitlik edecek bir peygamber gönderdik. Nasıl ki, Firavun’a da bir peygamber göndermiştik.” (Müzzemmil, 73/15) âyeti de Hz. Musa ile Efendimiz arasındaki benzerliği beyân etmektedir. Aslında daha ötesinde bir delile de ihtiyaç yoktur.
<i>3) Diğer özellikleri</i>
Tevrat’tan 3. âyet; Abdullah b. Amr b. Âs, Abdullah b. Selâm ve Ka’bu’l-Ahbâr (r.anhüm) ki, bunların üçü de geçmiş kitapları en iyi bilen insanlar olarak şöhret yapmış zatlardır. Kendi devirlerinde, o günkü kadar tahrife uğramamış Tevrat’ta şöyle bir âyet bulunduğunu naklediyorlar:

“Ey Nebi! Biz seni şâhid, müjdeleyici, uyarıcı ve ümmîlere sığınak olarak gönderdik. Sen Benim kulum ve elçimsin. Sana “Mütevekkil” adını verdim. O, haşîn ve kaba değildir. Çarşılarda yüksek sesle bağırıp çağırmaz. Kötülüğe kötülükle mukabele etmez. Fakat affeder, bağışlar. Allah O’nunla eğri bir milleti ‘lâilâheillallah’ demek suretiyle doğrultuncaya kadar O’nun ruhunu kabzetmez.” (Buhari, Büyû 50; Müsned, 2/174)

şimdi düşünelim. Tevrat’taki bu hitap kimedir? Derinlemesine bir tahlile ihtiyaç dahi duymadan, âyetin zâhiri mânâsı bu hitabın gelecek bir peygambere ve peygamberler içinde bizzat Hz. Muhammed’e (sas) yapıldığını göstermektedir. O, bütün insanlığa gönderilmiş bir peygamberdir. Ve bu mevzuda sanki âyet O’na şöyle demektedir:

Seni bütün insanlığa, doğru yolu müjdeleyici ve onları eğri yolun encamından da sakındırıcı bir beşîr ve nezîr olarak gönderdim. Sen fenalıklara göğsünü gerecek ve insanların, gidip cehennem çukurlarına düşmelerini engelleyeceksin. Aynı zamanda bu eğri büğrü, dolambaçlı yollarda karanlık içinde kalmışlara, bir ışık olacak ve ellerinden tutup, onları cennete ve Cemalullah’a kavuşturacaksın.

Seni cahiliyye devrinin ümmî cemaatına bir hırz, bir sığınak olarak gönderdim. Sana uyandıkları zaman korunacak ve kollanacaklar.. Ve yine sana dayandıkları müddetçe varlıklarını sürdürebilecekler. Sen Benim kulum ve Resûl’ümsün -Evet, bizler de tahiyyatımızda hep O’nun kulluğunu ve risaletini dile getiriyoruz- Ben sana “Mütevekkil” adını koydum.

Cihan senin karşına dikilse ve sen de onlarla yaka paça olmak zorunda kalsan, yine zerre kadar sarsıntı geçirmezsin. Evet, her peygamberin kendine göre bir tevekkül ufku vardır. Ama sen bu hususta bir başkasın. Onun içindir ki, Ben sana “Mütevekkil” dedim.

Sonra da hitap gayba dönüyor ki buna iltifat diyoruz: “O öfkeli, etrafını kıran bir nefret insanı değildir. Aksine O bir edep, vakâr, ciddiyet ve temkîn insanıdır. O, sokaklarda bağırıp çağırmaz. Çünkü bu tür dikkat çekme gayreti, bir zaaf ve bir gurur alâmetidir ki, O böyle mezmûm sıfatlardan münezzeh ve müberrâdır.”
Kötülüğe asla kötülükle mukabele etmez. Bir bedevi gelir, cübbesinden tutup sarsar ve küstahça “Hakkımı ver!” derdi de sahâbeyi çıldırtan bu türlü hareketler, o şefkat âbidesini tebessüm ettirir ve “Bu adama istediğini verin.” buyururdu.

Tevrat’ın bahsettiği Nebi kimdi?
O’nun Refik-i A’lâ’ya yükselişi, din tamamlanıp O’nun vazifesi sona erince olacaktı. Yetiştirdiği insanlar, hakkıyla O’nu temsil edecek seviyeye gelince, O, insanlar arasından ayrılıp hakiki dostun huzuruna gidecekti. Çünkü dünyaya ait vazifesi ancak o zaman bitmiş olacaktı. Evet, Tevrat O’nu böyle anlatıyordu, O da vakti gelince hayat-ı seniyyeleriyle bunu temsil ediyordu. Doğrusu orada anlatılanlar, bizzat Allah Resûlü’nün yaşadığı hayat tarzıydı. Öyleyse Tevrat’ın bahsettiği bu şanı yüce nebî kimdi? Tarihte bu anlatılanlara denk hayatı olan bir başkası var mıydı? Elbette ki hayır! Öyle ise bahsedilen insan ancak Hz. Muhammed Aleyhisselâm’dı!

ıncil’in Habîb-i Ekrem’le ilgili müjdeleri

Faraklit: Yuhanna ıncili’nden bir âyet: “Mesih: ‘Ben, benim ve sizin Rabb’inize gidiyorum. Ta ki size Tevil’i getirecek olan Faraklit’i göndersin’ dedi.”

Faraklit, ‘hakkın ruhu, hak ile bâtılı birbirinden tamamen ayıran’ mânâlarına gelir. Evet Allah Resûlü, hakkın ruhudur. Çünkü ölü kalbler ancak O’nun getirdiği hak ile hayat bulmuştur. O insanların hidayete ermesi için kendini feda edercesine bir mücadele vermiştir ki; hak ile bâtılın birbirinden ayrılması, ancak böyle bir mücâdele ve mücâhede sonucu vuku bulmuştur. ışte Hz. Mesih’in haber verdiği bir Faraklit gelmiştir. O da Allah’ın (cc) son elçisi ıki Cihan Güneşi Hz. Muhammed (sas)’dir.

Yuhanna ıncili bab: 14. âyet 15 ve 16’da şöyle deniyor: “Eğer beni seviyorsanız, emirlerimi tutarsınız. Ben Rabb’e yalvaracağım ve O size başka bir tesellici, hakikat ruhunu (Faraklit) verecektir; tâ ki daima sizinle beraber olsun.”

şimdi de sırasıyla şu âyetlere bakalım: “Faraklit, öyle bir Ruhu’l-Kudüs’tür ki, Rabb O’nu benim ismimle (yani peygamber olarak) gönderecektir. O size her şeyi öğretecek ve benim size söylediklerimi de tekrar hatırlatacaktır.” (Yuhanna, Bab: 14, Âyet 26).

“Faraklit geldiğinde benim için şahitlik edecektir ve siz de bana şahitlik edersiniz.” (Yuhanna, bab: 15, âyet, 26-27).

“Ben size hakkı söylüyorum. Benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü ben gitmezsem Faraklit size gelmez. Ama ben gidersem O’nu gönderirim.” (Yuhanna, bab: 16, âyet, 7).

“Faraklit geldiğinde bütün âlemi, hataları sebebiyle kınar ve onları terbiye eder.” (Yuhanna, bab: 16, âyet, 8).
ıncil’in ilk gelişi ıbrânicedir. Daha sonra Yunanca’ya tercüme edilmiştir. Bizim elimizdeki Arapça tercümeler ise Yunanca’dan yapılan tercümelerdir.

“Faraklit” ismi, Yunanca’ya yapılan ilk tercümelerde geçtiği için, ıbranice asıllarında bu kelimenin karşılığı nedir onu bilemiyoruz. Faraklit, Yunanca bu kelimenin Arapça karşılığıdır. Yani ta’rîb (arapçalaştırma) yoluyla Arapça’ya girmiştir. Ancak biz sadece bu kelime üzerinde durup meselemizi ona binâ etmeyeceğiz. Belki, ıncil’de müjdelenen gelecek nebînin, bütün hususiyetlerini, Efendimiz’de tahakkukunu görmeye çalışacağız.
Peygamber âşığı bir zâtın sözlerini serlevha edelim.. evet, Mevlânâ Hazretleri ne güzel söyler!:
“Mustafa (sas)’nın sıfatları ıncil’de vardı, O ki peygamberlerin sırrı, ve bir bahr-i safâydı, Hilyesi, şemaili, gazveleri, orucu ve yemesi, Hep teker teker ıncil’de bulunmaktaydı.”

Âlemin Reisi
Yuhanna ıncil’i, bab: 14, âyet 30’da şöyle demektedir:
“Mesih şöyle dedi: Artık ben sizinle çok söyleşmem. Çünkü bu âlemin reisi geliyor. Bende asla O’nun nesnesi yoktur.”

Zebûr, 72. bab, 8. âyet ve devamında şöyle deniyor:
“O denizden denize ve nehirden zeminin müntehasına kadar saltanat sürecektir. Çöl ahalisi O’nun huzurunda diz çöküp düşmanları toprak yalayacaklardır. Tarşiş’in ve Adaların melikleri peşkeş (bâc) getirip, şeba ve şeba melikleri hediye takdim edecekler. Cümle melikler dahi O’na secde ve hep tâifeler O’na kulluk edeceklerdir. Zira feryâd eden fakire ve bîçâre ile yardımcı olmayana O necât verecektir. Muhtaç ve fakire merhamet edip fukarânın canlarına halâs edecektir. Canları zulm ve zorbalıktan kurtarıp, onların kanı kendi nazarında kıymetli olacaktır. Yaşayacaktır ve O’na şeba, altınından verecektir. Ve O’nun için daima duâ edip, O’nu her gün senâ edeceklerdir. ısmi ebedî olup, ismi Güneş durdukça baki kalacak ve adamlar O’nunla mübarek olacaklar. Milletlerin cümlesi O’na ‘mübarek’ diyecekler.”
Hased ve kin, iliklerine kadar işlemiş bazı Yahudi ve hristiyanların dünden bugüne bütün tahrif gayret ve çabalarına rağmen yine de eldeki mevcut Tevrat ve ıncil’de Allah Resûlü’nün peygamberliğiyle alâkalı bir hayli işaret ve beşaret bulmak mümkündür. ınşaallah, ileride talihli tarihçilerimizin gayretiyle, Tevrat, ıncil ve Zebur’un en az tahrife uğramış nüshaları bulunabilirse, zannediyorum hiçbir te’vil ve tefsire ihtiyaç kalmadan Allah Resûlü’ne çok sarih işaretler bulunduğu, en âmi insanlar tarafından dahi görülecektir.


(M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin
‘Sonsuz Nur’ adlı eserinden alınmıştır.)

2

26.04.2005, 23:37

Allah razi olsun.Ellerine saglik....
şu gecenin sabahı, şu kışın baharı,
ne kadar muhakkak ve kat'i ise Haşr'ın sabahı, berzah'ın baharı da o kadar muhakkak ve kat'idir.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir