Şimdi de rabıtanın nasıl
yapıldığına, sofinin bu konuda karşılaştığı problemlere ve sıkıntılara
biraz değinmek istiyorum.
Bilin ki, fakir bir kimse ile
kimse uğraşmaz. Evini kilitlemese de içeriye hırsız girmez. Hırsızın gözü
zenginin evindedir. Zengin evini kırk kilitle muhafaza etse de hırsızlar yine
de girecek bir delik bulmaktalar. Bunun gibi rabıta da zenginin evindeki
değerli eşyalar gibidir. Şeytanın tüm derdi bu evdeki rabıta nimetini
çalmaktır. Rabıta onu adeta çıldırdır. Öyle bir vesvese fırtınası estirir ki,
gönül kulağı açık olanlar bile buna çok şaşırırlar.
İnsanın gönül kulağı açık olsa
bile şeytanlar nefis damarıyla da çaktırmadan vesveselerine devam ederler. Hiçbir
zaman umutlarını yitirmezler. Çünkü bir insan ömrünün her saniyesi ile zikretse
bile fenafişşeyh ve onun tabi neticesi fenafillah (yani veli) olamaz, ama zikre
o kadar yüklenmeden rabıta yolu ile bu makamlara ulaşabilir. Bunu ben değil
sadatlar, başta Gavsı Hizani olmak üzere tüm sadatlar dile getirmiştir.
Şeytanlar bunu bildiği için rabıtada müthiş vesvese verirler.
Rabıta ile nefis dize gelmektedir.
Zulumatları uçup manevi alemdeki şeyhin nefsine
benzemeye başlamaktadır. Manevi alemdeki şeyhin nefsi ise en az mutmainne
makamındadır. Çünkü velilik bu makamla başlar. Tabii her veli şeyh olamaz. Şeyh
kişi ise mutlaka velidir, şeyh olabilmesi için ayrıca sadatlardan ve Hz
Rasulluhtan silsile ile icazet alırlar. İşte böyle bir şeyh bulunmaz bir
incidir. Rabıtası ile müritleri nura, feyze,
nisbete gark ederler. Nasıl güneş
baharda ekilen tarlaları, bahçedeki ağaçları sıcaklığı, enerjisi, aydınlığı ile
ürün verecek bir biçimde olgunlaştırırsa gerçek bir mürşit de böyledir. Müridün
nefsini emmare, levvame, mülhime basamaklarından yukarı doğru çeker, mutmaine
basamağına ulaştırıp Allahın dostu kılar. Ama bu işlem sabır ister, hepsinden
önemlisi nefis ve şeytanla mücadele ister.
Şeytanın yardımcısı nefstir. Nefs
hiç rabıtayı sevmez. Çünkü nefsin temel
arzusu baş olma sevdasıdır. Rabıta bunu kırdığı için insanların büyük çoğunluğu
tasavvufa değil ama rabıtaya karşıdırlar.
Rabıta yaparken nefis ve şeytan
şu vesveseleri çok verir. Bak sen şeyhini gözünde canlandıramıyorsun. Kaşı olmadı, gözü böyle değildi, simasını
değiştirdin, sakalını dedene benzettin, sen bu rabıtayı yapamayacaksın bırak
bari, rabıta zamanı boşa harcamaktır, ne nur ne feyz ne nisbet üzerine
geliyor, rabıta yapacağına şu önemli
işine bak, rabıta ile şeyh kendisini insanlardan büyük görmekte, rabıta Allah ile
arana kul sokmaktır… vb. Bütün bunlar rabıta karşısında kuduran şeytanın ve
nefsin hezeyanlarıdır.
Öncelikle şunu söyleyeyim ki,
rabıta için şeyhinizi gözünüzün önünde canlandırmanıza gerek yoktur. Sadece
şeyhinizin karşınızda veya yanınızda olduğunu varsayın. Bu yeter de artar bile.
Ama muhabbetin aşırılığında istemeseniz bile şeyh gözünüzün önünde canlanır.
Ama insanın her günü aynı olmaz. Bazen muhabbet düşebilir, bu zamanda onun
varlığının karşınızda ve yanınızda olduğunu varsaymanız da rabıtanın
nimetlerine ulaşmada yeter. Şeyhin bir kaşı, bir burnu, bir sakalı bile rabıta
için yeterlidir. Hatta size ilginç gelecek, değil şeyhin fiziki portresi
mekanında olduğunu düşünmeniz bile rabıtadaki nimetleri oluk oluk üzerinize
yağdıracaktır. Bunları biz deneyimlerimizle bildiğimiz gibi sadatlar da böyle söylemişlerdir.
Rabıtanın nimetlerine kavuşmak
istiyorsak sadece akşam namazından sonra yapılan suri rabıta ile yetinmemeliyiz.
Bu konuda hırslı olmalıyız. Akşam namazından sonraki rabıta derstir. Yapılmazsa
olmaz. Adabına uygun olarak yapmaya çalışalım. Çok bereketlidir. Ama bir de manevi
rabıta vardır. Buna maiyet rabıtası da denir. Bu her yaptığımız işte, her an
rabıtalı olmaktır. Bu rabıtada şeyhini sakın sureten canlandırmaya çalışma, zira
nefis bıkar, sen de yorulursun, terk edersin, bir daha da dönüp manevi rabıtaya
bakmazsın. Zorlanırsın. Hem şeyhi sureten canlandırmakla onun senin yanında
olduğunu varsayma ile yapılan rabıtaların kazançları arasında o kadar büyük bir
fark yoktur. Peygamberimiz s.a.s amellerin az da olsa devamlı olanının daha
hayırlı olduğunu söylemiştir. Nefsin de dilini anlamak gerekir. Onun da bazı
işlerde hakkı vardır. Manevi rabıtada şeyhi gözünün önünde canlandırmayacaksın
ama şeyhin daima senin yanında olduğunu farz edeceksin. Bu nefis için fazla
enerjiye mal olmayacağı için sana zamanla bir meleke kazandıracaktır. Tabii
nefis sahibini dinlemeyen eşekler gibi bazen bu işten kaçacaktır. Ama sen
aklına gelir gelmez manevi rabıtaya devam edeceksin. Bir de göreceksin ki,
zamanla bu iş sana meleke olmuş, artık istemesen de manevi rabıtaya geçmektesin.
Şunu söyleyeyim ki, manevi rabıtayı alışkanlık haline getiren aynı silahlı bir
kişidir. Ona yanlış yapanlar sadatlardan tokat yemeye, güzellik yapanlar da yardım almaya başlarlar. Allah hepimize
manevi rabıtayı nasip eylesin. Amin.
İşte tasavvufta makam kazanmak isteyenler bu
manevi rabıtayı ihmal etmemelidir. Hem işini yapıyorsun, hem dinleniyorsun, hem
sohbet ediyorsun, hem yürüyorsun, hem yemek yapıyorsun, hem dinleniyorsun… hem
de şeyhim benim yanındadır düşüncesi ile zamanın manevi anlamda kazanca
dönüşüyor. Tek sorun bunu yaşamına sokup alışkanlık ve meleke haline getirmek.
Biraz üzerinde durursan nefsin de buna alışır. Sigara gibi zararlı bir alışkanlığı
nasıl bırakmada nefis zorlanıyorsa bu manevi rabıtaya da nefis bir alıştı mı,
hele ilerleyen zamanda bir de tadını almaya başladı mı istese de bırakamaz.
Çünkü nefis alışkanlıkların tutsağıdır. Bu konuda iradesi zayıftır. Başlangıçta
onu ikna ettikten sonra biraz zorlamak gerekir.
Üçüncü önemli rabıta çeşidi telebbüsü
rabıtadır. Bu rabıta kendini yok farz edip şeyhi üzerine giydirmektir.
Telebbüsü demek zaten elbise demektir. Yani şeyhi bir elbise gibi üzerine
giymektir. Bu rabıtayı uyurken yaparsanız şeytandan ve bütün afetlerden emin
olusunuz. Yemek yerken yaparsanız yediğiniz yemeğin hafifliğini hissedersiniz.
Bütün o yedikleriniz adeta nura dönüşür. Ben yemek yerken şöyle bir düşünceyle
bunu alışkanlık haline getirdim. Dedim ki nefsime, öğünde kaç lokma yiyorsun,
ne var ki telebbüsü rabıta ile yeyip de her lokmada Allah’a şükür ve hamd
kılsan. Beş dakika dişini sık. Sayılı lokmalar var. Nefsim bu konuda halen
benimle oyun oynamakta, ama bazen on ikiden vurduğum oluyor, ama bu az oluyor.
Zira nefis yemek yerken aynı köpekler gibi davranıyor. Nasıl bir kemiği ağzına
alan köpek yanına yaklaşana hırlarsa nefis de telebbüsü rabıtada huysuzlanıyor,
onu ihmal etmek istiyor. Allah her birimize yemeklerde telebbüsü rabıtayı nasip
etsin. Amin.
Kitaplara baktığınızda sadatlar o
kadar çok değişik rabıta türleri anlatmışlar ki… Bunlara ben hayali rabıta
diyorum. Mesala şeyhini deniz farz edeceksin kendini de o deryaya karışmış bir
damla. Başka bir tanesinde şeyhini çadır olarak düşüneceksin kendini de o
çadırın içinde göreceksin. Şeyhini başındaki kavuk olarak hayal edeceksin…
Bütün bu rabıta türlerinin ortak paydasında şeyhin vücudu ortadan kalkıyor ,
yerine başka nesneler konuluyor, bunlarla mürit kendisini ilişkilendirerek nur,
feyz ve nisbete gark oluyor. Bu rabıta türleri zor gibi görünse de aslında çok
kolaydır, biraz da bereketlidir. Nefsin de az da olsa hoşuna gider. Fantezi
gibi. Ara sıra yapmakta fayda vardır. Nefse aynı yemeği verirseniz bıkar ve
homurdanır. Biraz değişiklik onun iştahını artırır.
Mürit günlük hayatında bu rabıtaları
arabanın vitesleri gibi kullanmalıdır. Birinden nefsi bıkınca diğerine
geçmelidir. Daha doğrusu günlük yaşamın şartlarına göre, kolaylık ve zorluk
açısından birini bıraktığında diğerine yönelmelidir. Hayatı, günlük yaşamı
baştan sona rabıtalı olmalıdır. Dediğim gibi bu bir incidir katır boncuğu
değildir. Rabıtanın kıymetini bilelim.
Dualarınızla. Allah kusurlarımızı
bağışlasın, sadatların da himmetini nasib eylesin. Selamun aleyküm.