Medrese ehli ve Risâle-i Nur
16 ciltlik Hülâsatü’l-Beyan fî Tefsîri’l-Kur’ân isimli tefsirin sahibi, Cumhuriyetin ilk yıllarında şeriat ve Evkaf Vekâletliği de yapmış olan büyük âlim Konyalı Mehmet Vehbi Efendiyi bilirsiniz.
Bediüzzaman Hazretleri bu büyük âlimin Risâle-i Nurlara sahip çıkmaya başladığından söz ederken, “Risâle-i Nur medreseden çıkmış, ilim içinde hakikate yol açmış, hakiki sahipleri ve taraftarları medreseden çıkan hocalar olduğuna binâen umum Anadolu’nun eskiden beri parlak ve faal bir medresesi Konya şehri olduğundan, o mübarek medresenin şâkirdleri kendi malları olan Risâle-i Nur’a sahip çıkmaya ve sarılmaya başladığını Sabri’nin mektubundan anladım ve buraya Konya’ya yakın geldiğime ruh-u canımla memnun olup, bana gelen bütün sıkıntılara sürûr ile mukabele edip tahammül ediyorum” der ve Mehmet Vehbi Efendi’den özellikle şöyle söz eder:
“Başta çok mübarek tefsirin çok muhterem ve kıymettar sahibi olan Hoca Vehbi Efendi olarak, Risâle-i Nur’u takdir edip alâkadarlık gösteren bütün Konya ve civarı ulemâlarını, bütün kazançlarıma ve duâlarıma iştirak ettim ve has kardeşlerim dairesi içinde bildiğim zâtları, isimleriyle dua vaktinde yad ediyorum.”1
Üstad, Konya âlimlerinden bahisle bir mektubunda “hocaların yüzlerini ak eden Konya âlimlerine, başta müfessir mübarek Vehbi,”2 diğer bir mektubunda selâm gönderirken, “başta Hoca Vehbi Hazretleri” der, Konya hocalarına çok selâm ettiğini ve dualarını beklediğini belirtir.3
Başka bir mektubunda da başta hacı ve hoca Vehbi Efendi ve Konya ulemasının Nurlara karşı hüsn-ü teveccühleri ve tasdikkârâne münasebetlerinden bahseder.4
Peki, bu büyük âlim, Mehmed Vehbi Efendi Risale-i Nur hakkında başta ne düşünüyordu? Üstadın özellikle ismen takdirkârâne iltifatlarına, dualarına mazhar olmasının sebebi neydi?
Mehmed Vehbi Efendi Risale-i Nur’u tetkik etmediğinden midir, ilmî enaniyetten midir, zamanın yoğun menfî propagandalarından mıdır veya başka bir sebepten midir nedendir bilinmez, Risale-i Nur hakkında olumsuz bir kanaate sahipti. Onun için de kendisine sorulan, “Risale-i Nur bir tefsir midir?” sorusuna, bir çırpıda “Hayır” cevabını vermişti.
Bu bir hükümdü. Peki, o bu hükme araştırıp da mı varmıştı? Bir insanın, hele ilmin haysiyetini bilen bir ilim adamının üstünkörü böylesi bir hükme varması doğru muydu? Hele samimi bir insan bunu nasıl yapabilirdi?
Her neyse söylemişti bir kere. Ortada bir yanlışlığın olduğu kesindi. Düzeltilmesi lâzımdı. Çünkü halkımız âlimlere itibar eder, çoğu zaman sözlerini bir senet gibi kabul ederlerdi. Kimbilir bu yanlış kanaatle nice insan bu hakikatlerden uzak kalacaktı.
Peki, bu görevi kim yapacaktı? Kim ona uygun bir üslupla, karalamadan, hücum etmeden, incitmeden, tahrik etmeden anlatacaktı gerçeği?
Isparta Hacılar köyünden bir çoban, Hoca Efendinin bu sözünü duyduğu zaman dayanamamış, böyle bir âlimin nasıl olup da bu hükme vardığını bir türlü hazmedememişti. Ona gitmeli, mutlaka bu yanlışını düzelttirmeliydi.
Ama bunu öyle ustaca, kahramanca, incitmeden yapmalıydı ki gerçek gün yüzünü bütün berraklığıyla çıkmalıydı.
Bu Nur talebesi kahraman çoban tereyağından kıl çeker gibi maharetle bu işi başaracak, hem de Mehmet Vehbi Efendinin pişmanlık dolu duygular içerisine girmesine, ağlamasına, hayran ve takdirkâr hâle gelmesine sebep olacaktı.
Samimiyetin, cesaretin neler yapabileceğinin de güzel bir örneği olacaktı bu. Bakalım çoban bunu nasıl başaracaktı? Yarınki yazımızda bunun üzerinde duralım.
Dipnotlar:
1. Emirdağ Lâhikası, s. 112-113. 2. A.g.e., s. 147. 3. A.g.e., s. 187. 4. A..g.e., s. 236.
17.02.2005
E-Posta: sdogen99@ttnet.net.tr