Rabıtaya karşı olanlar şu gerçeği anlamak istemiyorlar: Her insanın ruhu aynı oranda ve nitelikte değildir. Bazı insanların ruhları olgunlaşmıştır. Bu olgunlaşma ancak tasavvuf yolu ile mümkündür. Onlar bu olgun ruhları ile başkalarına büyük bir yardımda bulunabilirler. İnsanların ruhlarını kendi ruhlarına benzetebilirler. Mürşid-i kâmilin temel vazifesi de budur.
İnsan kendi başına zikir yolu ile yani kelime-i tevhidi tasavvufi anlamıyla zikrederek seyr ü suluğunu gerçekleştiremez mi? Tasavvuf yolu çok çetin ve zorludur. İş sadece zikirle bitmemektedir. Nefsin makamları aşması kolay bir şey değildir. Rabıta bu yolda önemsenmezse nefsi çilelerle kırmak gerekir. Bu da yalnız başına olacak bir iş değildir. Başta bir mürşid-i kâmili yine gerekli kılmaktadır. Zira yolda nefis ve şeytanlar kol gezmekte, en ufak bir açıklıkta kişiyi uçuruma düşürmektedirler.
Çocuk oyunlarında çok büyük hikmetler vardır. İlginç olanı dünyadaki bütün çocuk oyunlarının birbirine benzemesidir. Çocuklara bu oyunları Hz. Hızır Aleyhisselam mı öğretti? Yoksa onlara bu oyunlar, bozulmamış fıtratları ve temiz ruhları ile yüce Allah’ın (c.c.) Elest bezminde içlerine koyduğu yaratılış amacından mı mülhem oldu bilemiyorum. Ama çocuk oyunları çok büyük ilahi mesajlar içermektedir. Bu oyunlarda tevhit nuru hemen kendisini göstermektedir.
Körebeyi misal olarak veriyorum: Körebe olarak adlandırılan oyuncunun gözleri bir mendil veya eşarpla bağlanır. Ebe etrafını göremez hale gelir. Diğer oyuncular körebenin etrafında dolaşırlar. Ona dokunurlar. Körebe onları yakalamaya çalışır. Körebe birini yakalarsa hemen adını söylemelidir. Eğer yanlış ad söylerse oyun tekrar başlar ve körebenin ebeliği devam eder. Şayet yakaladığının adını doğru söylerse yakalanan ebe olur.
Körebe olmak, hem gözlerin bağlı olması hem de insanların dokunmaları ile rahatsız edici bir durumdur. Bir çeşit cezadır. Kimse körebe olmak istemez. Körebenin yakaladığı kişinin adını doğru söylemesi bir iç görüdür. Bizler ruhlar âleminden bu dünyaya imanla imtihana tabi tutulmak üzere gönderildik. Aslında iç gözlerimiz (basiretimiz) kapalıdır. Her birimiz birer körebe durumundayız. Körebenin gözlerinin mendil veya eşarpla kapanması gibi basiretimiz de dünya imtihanı gereği böyle bir bağlanma hadisesi nedeniyle imani mevzuları ilk anda algılayamamaktadır. Hâlbuki yeryüzünde yaratılan veya insanların icat ettikleri her şey imani mevzulara açıklık getirmek, onlara işaret etmek üzere yüce Allah (c.c.) tarafından halk edilmiştir. İman konularına hizmet etmeyen hiçbir şey yoktur. Yaratılmamıştır. Çünkü yüce Allah (c.c.) abes şeyleri yaratmaktan uzaktır. Daha doğrusu insanların abes olarak niteledikleri şeyler de imani konulara hizmet etmek için yoktan yaratılmıştır. Ama bizler elimize ‘ekmeği’ alırız ve yanlış bir ad söyleyen bir körebe gibi ona sadece ‘ekmek’ deriz. Ekmeği yüce Allah’ın (c.c.) bir nimeti olarak algılamayınca oyunu kaybetmiş oluruz. Körebeliğimiz sürer gider. İnsanların büyük çoğunluğu, işte böyledir. Her gün üç öğün yüce Allah’ın (c.c.) ekmek nimetini yer de bir gün bile basiret gözü ile onu göremez ve yüce Allah (c.c.) ile irtibatlayamaz. Bu kadar nankördürler.
Çağımızda insanların büyük çoğunluğu farkına varmadan hak mezhepler karşısında sapkın bir fırkanın kurucusu olan Mutezile gibi düşünürler: İnsanları eylemlerinin yaratıcısı olarak görürler. Dolayısıyla böylelerinin kadere inançları da yoktur. Bir körebe gibi yakaladığı her olayın yaratıcısını insanlara atfederler. Yüce Allah’ın (c.c.) gizli elini göremedikleri için olaylar karşısında derin bir hikmete de ulaşamazlar. Olaylar onlara bir şeyler anlatamaz. Her şey bir tesadüf olarak değerlendirilir. Böyleleri ömür boyu körebe rolünde kalıp olayların, insanların maskarası olup giderler. Yüce Allah’ın (c.c.) nimetlerle, bela ve musibetlerle onlara verdikleri mesajları bir türlü algılayamazlar. Hayır ve şerri hep insanlardan bilirler. Bu yüzden insanlara sonsuz teşekkür ederler, yine insanlara sonsuz kin duyarlar. Bir gün şapkayı önlerine koyup da hadiselerin, insanların üzerine çıkıp hayrı ve şerri asıl yaratanın, yüce Allah’ın gözlerden az çok gizli olan kader sırrını görmek, tanımak istemezler. Böylelikle yüce Allah’ın (c.c.) onlar sağırdırlar, kördürler, dilsizdirler sınıfına girerler (bk. Bakara suresi,1
.
Hâlbuki hak mezheplere göre her olayın yaratıcısı yüce Allah’tır. Güç ve kuvvet sadece yüce Allah’ındır. İnsanlarda herhangi bir güç kuvvet, yaratma olayı yoktur. İnsanlar örfe göre şunu yaptım, bunu ettim derler, ama gerçekte yapan, eden yüce Allah’tır. İnsanlar niyetleri nedeni ile yaptıklarını, ettiklerini sandıkları şeylerden hem şeriat önünde hem de ahrette mesul tutulurlar. Bu tevhit nurunun anlaşılması ve insanların basiretlerinin açılması için bilinmesi ve inanılması gereken temel itikadi bir bilgidir. Maalesef çağımızda nefsi şişiren hayat felsefeleri, bu itikadi bilgiyi gözlerden saklamakta, insanların imanlarına olumsuz yönde tesirler kılmaktadır.
Süpermen, Örümcek Adam gibi çocukların severek izledikleri filmlerde işlenen temel konu, nefsin ilah sıfatını kazanmasıdır. Normalde insanların yaptığı günlük hareketleri bile yüce Allah’ın yarattığına inanmak gerekirken bu filmlerde ancak yüce Allah’ın (c.c.) yapabileceği işleri bir insan nefsi yüklenmektedir: Yıkılmakta olan bir köprüden geçen treni kurtarmak için film kahramanı köprüyü sırtıyla kaldırır, devrilmek üzere olan bir apartmanı elleriyle düzeltir. Bunlarla saf çocukların beyinleri yıkanarak kahramanların birer ilah oldukları fikri aşılanır. Çocuklar bu filmlerin tesirleri ile nefislerini şişirmeye başlarlar. Küçük birer ilah olarak büyürler.
Körebe oyununun verdiği saf ve güzel mesaj nerede, bu tür filmlerdeki insanın itikadını bozan felsefi mesaj nerede… Bu tür filmlerin felsefeleri ile büyüyen çocukların hakkı kavramaları, tevhidin nuruna ulaşmaları ise pek güçtür. Çocuğu hastalanmasın diye ağza takılan ve mikroptan koruyan şeyleri çok görmeye başladık sokaklarda ama bu filmlerdeki itikada dönük tehlikelerden dolayı çocuklarını koruyan ebeveyn yoktur sanırım.
Tevhit bir nurdur. Işık gibi sönebilir. Onu korumak gerekir. Hele çocukların dünyasında bu iş daha büyük önem arz etmektedir.
Sonu iyilik ve güzelliklerle biten masallar geride kaldı. Bu masalların sonunda iyiler mükâfat alırdı, kötüler de cezalandırılırdı. Bu ilahi bir yasadır. Kuran-ı Kerim özellikle kıssaları ile hep bu ilahi yasayı işlemiştir. İnsanlara bu konuda ikazlar yapmıştır. Elbette bu dünyada kötülerin cezası bazen ahrete tehir edilebilmektedir. Ama yüce Allah (c.c.) hikmeti gereği kötülere bu dünyada da çoğu kez ceza vermekte, ilgili ilahi yasasını bu dünyada da genellikle tecelli ettirmektedir. Bunu insanların, özellikle çocukların iyi bilmeleri gerekmektedir. Doğru eğitilmeleri için bu şarttır. Yoksa günahlarda, kötülüklerde bir güç tasavvuru, tevhit nurunu söndürebilir. Hele çocukların buna çok yakinen inanmaları gerekir. Aksi taktirde hayata yanlış bir düşünce ve felsefe ile başlayarak kötülükleri işleyenlerin yaptığının yanına kar kaldığını sanabilirler. Maalesef masalların yerini dolduran çizgi filmler, bu konuda çok yanlış bir düşünce ve felsefe ile çocukları eğitmektedir. Hayatı bir mücadeleden ibaret göstermektedirler. Akıllı ve zeki olanın, güçlü olanı yenebileceği düşüncesi bu çizgi filmlerde özellikle işlenmektedirler. Bu da tabii Darwinist, Durkheimci bir yaklaşımın ürünüdür. Oysa İslam’a ve tevhit düşüncesine göre bizler hayata birbirimizle savaşmak ve mücadele etmek için değil imtihan için gönderildik. Zeki veya güçlü olmak sadece birer imtihan konusudur. Önemli olan hakka uygun olarak yaşayıp Allah’ın rahmetine ve rızasına ulaşmaktır. Kötüler muhakkak cezalandırılacaktır. İyiler de ödüllendirilecektir. Bu ilahi yasa imtihan gereği bu dünyada kısmen gözlerden saklı bir şekilde işlerken ahrette her şey meydan çıkacaktır. İnsanlar bu ilahi yasayla ebedi hayatlarını cennet veya cehennemde geçireceklerdir.
Çizgi filmlerle büyüyen çocuklar anne babalarına, öğretmenlerine adeta savaş açmaktadırlar, büyüdüklerinde de topluma, millete karşı gelmekte, sürekli çatışma halinde bulunmaktadırlar. Oysa edep ilimden önce gelir. İnsan insanlığını edeple elde eder. Çocukların İslami bir ruhla, tevhit nuru ile yetişmeleri için tekrar masallar dünyasına döndüremiyorsak bari çizgi filmlere bir çeki düzen vermek, toplum ve devlet olarak bunlara el atmak gerekir.
İslam dünyası o kadar gasp edilmiş, ezilmiş, yağma edilmiş, sömürülmüş ki işler, içler acısı bir durum arz etmektedir. Tevhit nuru çocukların dünyalarında söndürülmüştür. Bir ebeveynin bunun için bu konularda çok ciddi bir şekilde bazı tedbirleri almasını gerekli kılmaktadır. Aslında sorun toplumsal bir hale ulaştığı için devlet çapında tedbirlere gerek duyulmaktadır.
Tevhit nuru çocukken sönerse ileriki yaşlarda onun tekrar canlanması çok zordur.
Yüce Allah (c.c.) bizlere, evlatlarımıza tevhit nuru ve iman nasip eylesin. Küfrün karanlıklarından korusun. Âmin.
Muhsin İyi