Hadiselerin İlmi (Olayların Bilimi)
Geleceği Bilme Merakı:
Kim geleceğini bilmek istemez ki? Bunun için önemli bir parayı bile gözden çıkarabiliriz. Çünkü geleceğe yönelik umutlarımız ve beklentilerimiz vardır. Bir şeylerin meydana gelmesi için zaman, para ve emek harcamaktayız. Ama bunların gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilememekteyiz.
Çağdaş hiçbir bilim dalının bizlerin geleceğini bilmek adına bir iddiası yoktur. Ancak fal gibi bilim dışı uğraşlar geleceği bilme adına bir şeyler söylemekte, fakat insanlar haklı olarak bunlara da fazla kulak asmamaktadırlar. “Fala inanma, falsız da kalma.” sözünde fala karşı duyulan bir güvensizlik ve tereddüt hemen dikkati çekmektedir.
Yüzyıllardır rüyalar gerçeği bilmede bir pencere olarak değerlendirildi. Ama S. Freud rüyaları çağdaş bilimlerin aydınlığında masaya yatırdı ve onların birer arzu gerçekleştirme edimi olduğunu ispat etti. Tabii Freud hak rüyaları göremediği gibi bunları da anlayacak seviyede değildi. Onun kastettiği rüyalar nefsani türdendi.
Biz bu çalışmamızda bir bilimden söz edeceğiz. Bu, aslında yeni değil, eski bir bilimdir. Peygamberlerin, ermişlerin, dinde derinleşen insanların aşinası oldukları bir bilimdir: Hadiselerin ilmi (Olayların bilimi).
Hadiselerin İlmi Nasıl Bir Bilim Dalı Olabilir?
Evet, hadiselerin ilmi nasıl bir bilim dalı olabilir ki? Biz bu soruya başka bir soruyla karşılık veremeye çalışacağız. Hava durumlarını tahmin, yani meteoroloji nasıl bir bilim dalı haline geldi? Oysa hava durumunu tahmin geleceği bilme iddiasıdır. Depremin olup olamayacağı nasıl bilimin konusu içerisine girdi? Yine deprem olacağına yönelik her iddia gelecek adına söylenmektedir. Gökte dünyamıza yaklaşan bir dev meteorun veya kuyruklu yıldızın dünyamıza çarpıp çarpmayacağı nasıl bilim dünyasını meşgul etmeye başladı? Tabii bunlar da, onlarcası da yersiz kaygı olarak tarihe geçen geleceğe ilişkin birer iddiadan başka bir şey olmadı. Bilim adamları tüm bu konulardaki iddialarını kamuoyuna sunarken ciddi bir eda ile gözlüklerini iki elleri ile tutup gözlerine yerleştirdiler, önlerindeki kâğıttan bilim adına bazı cümleler okudular. Bu sırada bilim adına konuştuklarını da özellikle vurguladılar.
Ama yine de hadiselerin ilmi diye bir bilim dalının olmayacağını savunabiliriz: Çünkü başımıza gelen olaylar bir yasaya göre meydana gelmemektedir diye düşünebiliriz. Yürürken ayağımızın kayması bir tesadüftür. Sütçünün sütü biraz geç getirmesi bir hadisedir ama nedeninin hadiselerin ilmi ile açıklanması olanaksızdır.
Yürürken ayağımızın kaymasını sakarlığımızla, ayakkabımızın altının veya yolun kaygan olması ile açıklayabiliriz. Yine sütçünün sütü biraz geç getirmesinin de birtakım özel nedenleri olabilir. Sütçü gece geç vakitlere kadar televizyon seyretmiş veya eşi ile kavga etmesi sonucu zamanında uyumayıp geç kalkmış da olabilir. Bunun gibi yüzlerce mazeret düşünülebilir. Bunların hiç birinin bizim burada sözünü ettiğimiz hadiselerin ilmi ile uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Hadiselerin ilmi, meydana gelen her olayın geleceği işaret etmede ve aydınlatmada bir işlevi olduğu temel önermesine dayanır. Evet, olaylar nedensiz ve gelişigüzel oluşmazlar. Her olay önünde meydana geleceği olaylarla ilgili gizli mesajlar içerir. Her olay başka bir olaya gebedir. Olaylar olayları doğurur ama doğan her olay adeta çocuğun ebeveynine benzemesi gibidir. Daha doğrusu büyük olaylar meydana gelmeden önce prototip, örnek, küçük bir model olarak kendilerini hissettirirler. Her büyük olay öyle gökten zembille inmez, meydana gelmeden önce bazı işaretlerle kendisini önceden belli eder, tıpkı büyük bir savaş öncesinde devletler arasında elçilerin gidip gelmesi, liderler arasında söz dalaşının, meydan okumaların, kavgaların olması gibi bir durum yaşanır.
Hadiselerin ilmi, olayları tıpkı modern bilimlerin incelediği olay, olgu ve varlıklar gibi ele alır. Olayları neden kabul edip bazı sonuçlara ulaşır. Bazen de büyük olayları sonuç kabul edip küçük olaylarda onun nedenlerini arar. “Aynı nedenler aynı koşullarda aynı sonuçları meydana getirir.” bilimsel yasanın olayların bilimi için de geçerli olduğunu savunur. Olayların “Su deniz seviyesinde 100 derecede kaynar.” önermesinde olduğu gibi değişmez bazı yasalara sahip olduğunu iddia eder.
Burada küçük olayları neden büyük olayları sonuç olarak kabul etmenin sadece bir yakıştırmaca olduğunu ve hadiselerin ilminde birer terimsel adlandırmadan kaynaklandığını belirtelim. Küçük olaylar büyük olaylara işaret ettiği zaman buradaki ilişki sadece haber vermektir. Yoksa asla o küçük olay büyük bir olayın nedeni değildir. Yukarıdaki örneği devam ettirirsek şöyle diyebiliriz. Hava yağışlı olduğu için ayağımız düz zeminde kaymış olabilir. Çoğumuz olayı böyle bir neden sonuç ilişkisi ile kapatabilir. Evet, ayağımızın kayması bir sonuç, yolun ıslak olması bir nedendir. Bu olay böyle bir neden sonuç ilişkisi ile bitirilmelidir. Sonuçta yaralanma ve ölüm de olmadığına göre dosya kapanmalıdır. Bunun üzerinde daha da derinlemesine durmak, dananın altında buzağı aramaktır. Oysa hadiselerin ilmi bu basit olayı bir tarafa atmaz, bundan ileride karşılaşabileceği büyük olayların sırrını çözmeye çalışır, başına gelebilecek büyük olayların haberini alır. Arkadaşının evine giderken ayağının kaydığını görürse o arkadaşa karşı temkinli olur, onunla ilişkilerinde bazı aksilikler yaşayacağı kaygısını duymaya başlar. Çünkü arkadaşının evine giderken yaşadığı o basit düşme olayı hadiselerin ilmine göre daha büyük bir olayın prototipi, modeli, küçük bir örneği olabilir. Evet, böyle bir durumda kişiye düşen en önemli çare sadaka ile bu belayı def etmektir. Çünkü hadis-i şerife göre sadaka bela ve musibetleri ortadan kaldırır. İkinci örneğimize gelince elbette sütçünün sütümüzü biraz geç getirmesi de o kadar önemli bir olay olmayabilir. Çok basit ve önemsiz bir şey olarak üzerinde düşünmek gereği de duymayabiliriz: “Ne var yani o da bizim gibi bir insandır. Biraz geç kalmışsa söyleyeceği bir mazereti vardır.” Ama hadiselerin ilmi onun mazeretini dinlemek istemez bile. Çünkü hadiselerin ilmine göre onun sunduğu mazeretin hiçbir önemi yoktur. Elbette mazereti yerinde ve doğru da olabilir. Hadiselerin ilmi sütçünün sütü geç getirmesinin bizim geleceğimiz ile ilgili bir mesaj içerdiğini iddia eder. Bu basit olay geleceğimizde önemli gördüğümüz bir olaya ilişkin önemli bir bilgi içermektedir. Bu basit ve küçük olay o büyük ve önemli olayın bir ön temsilidir. Bu basit olayı çözersek o önemli olayı da kavramış oluruz. Ama hadiselerin yorumu rüyaların yorumu gibi bir uzmanlık işidir. Sütçü ilim adamını süt rüyada olduğu gibi ilmi temsil edebilir. Sütçünün sütü geç getirmesi önemli bir konuda geç bilgi sahibi olacağımıza işaret edebilir. Zaten söz konusu olay rüyada gerçekleşseydi de aynı yorumu yapacaktık. Çünkü hadiselerin ilmi ile rüyaların yorumu pek çok noktada birbiriyle çakışmakta, ortak özellikler taşımaktadır.
Filmlerde Hadiselerin İlmi:
Senaryo yazarlarına bu yönleri ile büyük bir hayranlık duyarım. Onlar nasıl oluyor da Allah’ın bu evrendeki ve dünyadaki yüce kanununu yani olayların bilimini eserlerine farkına varmadan uygulayabiliyorlar. Dünya görüşü ne olursa olsun gerçek bir sanatçının eserine olayların bilimine uygun olarak motifleri yerleştirmesi benim hem hayranlığıma hem de şaşırmama neden olmuştur. Bu durum bal arısına ilhamla yapacağı şeyleri bir program dahilinde sunan yüce Allah’ın insanı da ilhamının kapsamı dışında tutmadığı gerçeği ile açıklanabilir. Aklı, bilinci olmayan bir böcek ilhamla şerefleniyorsa yüce Allah insana karşı daha cömerttir kanımca. Sanatçılar arılar gibi bu ilhama antenleri açık kimselerden sadece.
Bahsedeceğim şeyler, sizlerin dönüp bakmayacağınız türden. Örneğin bir filimde baba askerdeki oğlundan mektup bekler. Ama mektuplar gecikir. Tam bu sırada durup durduğu yerden oğlunun fotoğrafı yere düşer. Bu görünüşte önemsiz bir şeydir. Fizik kanunlarla izah da edilebilir. Ama film dilinde bu bir mesajdır. Oğlan ölecektir. Nitekim çok geçmeden çocuğun ölüm haberi gelir. Bazıları şöyle düşünecektir: Bu senaryo yazarının izleyiciyi böyle bir acıya önceden hazırlaması içindir. O zaman senaryo yazarı bunu bilinçli yapmaktadır. Senaryo yazarı izleyici büyük bir şoka girmesin diye ona bu acı haberi sindire sindire vermek istemektedir. Ben bu düşünceye kesinlikle katılmıyorum. Senaryo yazarı bunu hem farkına varmadan, yani bilinçsizce yapmıştır, hem de bu tam anlamıyla bir ilhamla gerçekleşmiştir, yani olayların ilmi bir yasa gibi filme egemen olmuştur. Çünkü benzer kanun hayatta da cereyan etmektedir. Kuşkusuz duvardan fotoğrafı düşen herkes ölecektir diye bir kesin kanun yoktur. Fotoğrafın duvardan düşmesi olayların ilminde yüzlerce anlama gelir. Bu bir kelimenin cümle içerisinde değişik anlamlar kazanması gibidir. Örneğin ‘karartacağım’ kelimesi ‘Hayatını karartacağım.’ ile ‘Odamı karartacağım.’ cümlelerinde farklı anlamlarda kullanılmıştır. Fotoğrafın duvardan düşmesi askerdeki oğlunun yaşayıp yaşamadığı kaygısını duyan bir baba için ölüm haberi anlamına gelirken oğlunun yeni işinde yükselmesini bekleyen bir baba için istediği göreve gelememe gibi başka bir olumsuz haber anlamını taşır.
Başka bir filimde şöyle bir ana olay vardır: Bir kişi Almanya’ya işçi olarak gitmek istemektedir. Ama bazı prosedürleri halletmesi gerekmektedir. İşi olacak gibidir ama film bu ya belki bir engel çıkabilir. Seyirci de onun gidip gitmeyeceği yönünde bir kaygı ve gerilim yaşamaktadır. Seyirci başkahramanın Almanya’ya işçi olarak gitmesini ister, çünkü ölümcül bir hastalığa yakalanan çocuğu için para kazanıp onu tedavi ettirmesi gerekmektedir. Fakat aksilikler olabilir. İşte bu durum izleyici için gitgide artan bir kaygı ve gerilim merkezi oluşturur. Gün içinde Almanya’ya gidiş prosedürlerini halletmek için çaba gösteren başkahraman eve dönerken halktan bir esnaf, babacan bir eda ile başkahramanımıza Almanya’ya gitme işinin akıbetini sorar. Başkahramanımız tam bu konuda gün boyunca yaptığı uğraşlardan söz ederken o esnafa çırağı seslenerek kendisini birisinin telefonda aradığını söyler. O da başkahramanımızı dinlemeyi bırakıp içeri koşar. Esnafın bu tavrı basit bir olaydır. Görünüşte önemsizdir. Ama aslında olayların ilminde esnafın merakla başkahramanımıza sorduğu sorunun cevabını vermektedir. Nasıl o bir sorun nedeniyle başkahramanımızı dinleyecek zamana ve fırsata sahip olamamışsa başkahramanımızı Almanya’ya yollama işlemlerini yapan yetkililer de bazı sorunlar nedeniyle başkahramanımızı dinlemeyecek ve anlamayacaktır. Tabii Almanya’ya gitme işi de gerçekleşmeyecektir.
Hadiselerin İlmi Kuran-ı Kerim’de Geçmektedir:
‘‘İşte böyle Rabbin seni seçecek ve sana hadiselerin yorumuna dair ilimler öğretecek ( ve yuallimüke min tevili’l-ahadisi). (Yusuf suresi, 6)’’
‘‘Onu satın alan Mısırlı, hanımına dedi ki: ‘Buna güzel bak! Belki bize faydası olur, yahut evlat ediniriz.’ Bu suretle Yusuf’u orada yerleştirdik. Hem de ona olayları yorumlamaya dair ilimler öğretelim diye (ve li-nuallimehu min tevili’l-ahadisi)… (Yusuf suresi, 21’’
‘‘Ey Rabbim, Sen bana dünya mülkünden bir nasip verdin ve bana olayların yorumlamasını öğrettin (ve allemteni min tevili’l-ahadisi). (Yusuf suresi, 101)’’
‘Ahadis’ bizim dilimizde ‘hadiseler’ diye kullanılmaktadır. ‘Olaylar’ ile eşanlamlıdır. Belki olayların bir ilim konusu olamayacağını düşünen pek çok tefsirci ve mealci bu ibareyi rüyaların ilmi diye düşünmüş ve açıklamıştır. Halbuki ‘rüya’ Arapça bir kelime olup aynı surede de pek çok yerde geçmektedir. Hz. Yusuf (a.s) güneşin, ayın ve on bir yıldızın kendisine secde ettiklerini rüyasında görmüş, Mısır melikinin de rüyasını yorumlamıştır. Tüm bu yerlerde rüya kelimesi kullanılmaktadır. Tüm bunlar ahadis kelimesinin rüya kelimesinden başka bir anlamda kullanıldığını ve olaylar anlamına geldiğini açıkça göstermektedir.
Kuran-ı Kerim’in aşağı yukarı dörtte biri kıssalardan oluşmaktadır. Kıssalar da olayların arka arka birleşmesinden meydana gelmektedir. Kuran-ı Kerim ayetleri nazil olmaya başladığında inançsız insanlar bu kıssalara dikkat çekerek Kuran-ı Kerim’e ‘eskilerin masalları’ diye ad vermelerine neden olmuştur. Belki bu ifade Kuran-ı Kerim’de en az on yerde geçmektedir. Bu da kâfirlerin nazarında Kuran-ı Kerim’de geçen olaylar ve kıssaların onlar için bir anlama gelmediğini, halk arasında söylenen efsaneleri andırdığını göstermektedir.
Bir Mümin İçin Kuran-ı Kerim Kıssaları (Belli Olaylar Bütünü) Ne Anlama Gelmektedir:
Kuran-ı Kerim’in ayetleri 23 yılda azar azar indi. Geçmiş peygamberlerin kıssaları da peygamberimizi teselli kabilinde verilmiştir. Kıssaların işlevi sadece bu teselliyle bitmemekte, peygamberimize (s.a.s) olayların belli bir yasayla geliştiğini, gelişigüzel olmadığını beyan ediyordu. Kuran-ı Kerim’de kıssası en çok ve en ayrıntılı zikredileni Hz. Musa’nınkidir.
Yüce Allah Firavun’u, İsrail oğullarını anlatırken peygamberimize ve sahabelere onların yaşadığı olayların birer tabiat kanunu gibi kendileri için de geçerli olduğunu bildiriyordu. Bunlardan bazıları şunlardır:
İsrail oğulları şayet Firavunun zulmüne boyun eğerlerse bundan kurtulmaları mümkün değildir.
İsrail oğulları Hz. Musa’ya (a.s) tabi olup vaat edilen topraklara giderlerse Allah onları Firavun’un zulmünden kurtaracaktır. Bunun için denizin yarılması gibi mucizeler bile görülebilecektir.
İşte yüce Allah, peygamberimize (s.a.s) bu ilahi kanunları, yani hadiselerin ilmini anlatmaktadır. Nitekim Mekke’de zulüm altında bulunan peygamberimiz ve sahabeler Medine’ye hicret edince kurtulmuşlar ve kendi devletlerini kurmuşlardır. Bütün bunların meydana gelmesinde Hz. Musa (a.s) kıssasının saçtığı ümitlerin, ilahi yasaların büyük bir katkısı olmuştur.
İnsanın Kuran-ı Kerim’deki kıssalara bakış açısı ilahi yasalar biçiminde olmalıdır. Yoksa, Allah (c.c.) göstermesin, Mekke kodamanlarının ‘eskilerin masalları’ biçimdeki küfür anlayışına düşülebilir.